Sürdürülebilir mimari: Kuştan, maymundan öğrendiğimizi nasıl unuttuk?

Sürdürülebilir mimari: Kuştan, maymundan öğrendiğimizi nasıl unuttuk?
İnsan evladı kerpiç evi kırlangıçtan, ebabilden; bambuyu kullanmayı maymundan öğrendi. Günümüzde şehirler, beton yığınlarına döndü. Her coğrafyanın, kültürün bir öğretisi var. Geleneksel mimariyi çağdaş teknolojinin harmanlandığı “yeşil ve sürdürülebilir mimari”nin kriterleri ne?

Depremin yerle bir ettiği 10 şehirde inşaat, inşaat şirketlerine ve mimarlara verildi. Anlaşılan o ki amaç, geçici konuttan da önce hızla “kalıcı konutlar” inşa etmek. Şehir Plancılığı en önemlisi ama yok sayılıyor.

Sürdürülebilirlik uzmanı ve doğa bilimcisi Ferdi Akarsu ile “afetlere dirençli kentler”i konuşurken yeniden tasarlanan kent ve binaların, insan ve doğaya verdiği/vereceği zararı en aza indirmenin yöntemlerine değinmiştik. Dirençli kentlerde en önemli kavramlardan biri yeşil veya sürdürülebilir mimari. Belki bazılarının süs olsun diye kullandığı kavramlar bunlar, ancak arkasında koskoca bir gelenek var. En önemlisi: “Yeşil mimari”, günümüzün teknolojik imkanlarıyla, altyapısından üst yapısına, peyzajından atığına, çoklu disiplinlerin ortaklığında mümkün.

Mehveş Evin ve Ferdi Akarsu, 9 Mart’ta yayımlanan “Yeşil Dalga” podcastinde yeşil mimariden girdi, imar rantından çıktı…

Mehveş Evin: Bir alıntıyla başlayayım. Troya Müzesi’nin ödüllü mimarı Ömer Selçuk Baz bir röportajında “En sürdürülebilir, en çevreci yapı hiç yapılmamış olandır” demiş. Türkiye şartlarında bırakın yeşil ve ekolojik yapıları, depreme dayanıklı bina bile sorun. “Afete dirençli kentler”i konuşulurken yeşil mimari bunun neresinde? Ekolojik veya yeşil bina, sürdürülebilir bina, yok akıllı bina diye ortaya atılan kavramlar aslında aynı şey mi?

Ferdi Akarsu: Eskiden belli uzmanlıklar vardı, herkes kendi alanında yol alıyordu. Artık iklim ve sürdürülebilirlik gündeminde şu fark edildi: Tek başına bir mimar ne kadar isterse yeşil bir şey yapamıyor. Onun yanına mutlaka bir peyzaj mimarı gerekiyor, mutlaka bir şehir plancısı ve inşaat mühendisi gerekiyor. Eski gelenek şu: Ben mimarım, ben peyzaj mimarıyım, mühendisim, şehir plancısıyım bildiğimi yaparım, gerisini düşünmem.

ME: Oysa hepsi birbiriyle bağlantılı…

FA: Evet artık o dönem bitti. Birincisi bunu kabul etmek gerekiyor. Dolayısıyla bir yapının iyi veya kötü olması sadece mimarı ilgilendiren bir konu değil. Biz insanoğlu olarak kendimizi övmeyi seviyoruz. Mühendisler “Dünyaya doğaya bir savaş açtık, nasıl galip geldik” havasında bakıyor. Niye söylüyorum bunu? Temeli atarken mimarların, inşaat mühendislerinin en büyük dertlerinden biri, zemini sudan arındırmak. Düşünsene bir yandan yeraltı suları yok olmasın diyoruz. Ama bir bina yaparken yeraltı suyunu yok etmek gerekiyor. Bu da bir savaş işte. Sürdürülebilirlik ve yeşil mimari, bu savaşta kazananın tek olmaması ile alakalı bir durum. Kastettiğimiz bu ince nüanslar.

ME: Yeşil mimari son zamanların moda kavramlarından oldu. Sadece moda mı sence?

FA: Sanki son 15 yılın icadıymış gibi yaklaşılıyor. Halbuki binlerce yıldır doğanın, özellikle yerli kabilelerin, göçerlerin, kırsalda yaşayan insanların zaten uyguladıkları, bildikleri şeylerin, kentlere daha farklı standartlarla adapte edilmesi. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi durum yok. Elbette yeni teknolojiyle, uygulamaların çapı, kalitesi, vesairesini arttırabiliyoruz, güzelliği de burada. Ama kaynağı yine doğadan geliyor. Bunun örnekleri Anadolu’da var, dünyada var.

ME: Örneklerini verelim, çünkü modern dünyada akıllı uygulamalar, işte şunlar bunlar derken sanki bazı şeyler yeniden keşfediliyor gibi. Mesela Anadolu'da kerpiç evler vardır, illa depremde yıkılır diye bir algı yaratıldı.

FA: Hatırla, Elazığ depreminden sonra tu kaka edildi. Sanki kerpiç olmayan yerde, bina yıkılmıyormuş gibi. Akıl tutulması bu! Devamlı gelenekseli aşağılayarak bir kent hayatını tanımlamak çok saçma. Elbette hepsinin eksileri artıları var. Bunun bir bilimi var, mimarlık fakülteleri var, inşaat mühendisliği dene bir dal var, yüzlerce yıldır çalışan antropologlar var. Deprem gibi bir olayda sorumluluğu kerpice atmak çocukça. Sen ne yaptın orada devlet olarak? Belediye ne yaptı. Kerpiç mimarinin de bakıma ve zaman içinde yetkili otoriteler tarafından denetime ihtiyacı var. Arabalar haklı bir gerekçeyle zorunlu olarak bakıma giriyor, canımızı emanet ettiğimiz evlerin de zorunlu bakıma, muayeneye girmesi gerekir. Çözüm sunun diyorlar alın size bir çözüm. Yani kerpiç veya taş ev yaptın, 200 yıl boyunca öyle duracak değil. Sen yoksulsan ve bakım yapamıyorsan, deprem olunca yıkar. 2019 İzmir depreminde, 6 Şubat depremlerinde yıkılanlar neydi? Beton oğlu betondu.

ME: Ekolojik mimari, sürdürülebilir mimariyi aynı çatı altında toplamak mümkün mü? Ya da kriterler nedir? Afete dirençli, iklimle, doğayla uyumlu, insan hayatına ve çevreye saygılı bir yapının özellikleri ne olmalı?

FA: İlk kriter, yaratım ekosistemi oluşturmak: Peyzaj mimarı, şehir plancısı, mühendisi, biyoloğu, jeofizikçisi, mimarıyla, sosyoloğuyla ortak çalışılan bir proje olması gerekiyor. Çünkü bir binayı tek başına bina olarak değerlendiremiyoruz. Otoparkı var, ortak alanları var, peyzaj alanları var.

YEŞİL MİMARİ BİR KİŞİNİN VİZYONU DEĞİL

ME: Mesela bahçene çim ekersen “yeşil mimari” olur mu?

FA: Geçmiş olsun! Bizim gibi kuraklık çeken ülkelerde hele Çim çok sulama istiyor, bakım istiyor, tohumlaman gerekiyor. Bunlar hep maliyet. Yeşil mimaride şunlar devreye giriyor: Bir, inşaat süreci. Bir yapının mimarinin temelinden kaba inşaatına, sıvasından ayağa kalkmasına kadarki bütün süreçte olabildiğince ekolojik ve organik, nefes alabilen malzemelerin kullanılması gerekiyor. Ama bundan önce gereken ne? Su, elektrik, doğalgaz, ısıtma sistemlerinin nasıl kurulduğu. Atık su dönüştürülüyor mu? Sistemin içinde ne kadar kullanılıyor? Enerji kimliği var mı? Bina nefes alıyor mu? Dolayısıyla bunları düşünüp en başından kurgulayınca bina yapım aşamasında bir adım önde oluyoruz. İnsanlar, binayı yeşil yapan özelliklerini kullanabiliyor mı? Bu da iki etti. Velev ki bir bina ömrünü doldurdu. Bir binadan moloz çıkıyorsa yeşil olamaz. O binayı yıktığın zaman yeniden kullandırılacak şekilde tasarlamam lazım. Sadece ben yaptım, bitti ile olmuyor. Bu da üçüncü kriter.

ME: Sürdürülebilir binada ve inşaatta başka neler olmazsa olmaz?

FA: Tedarik çok önemli. İnşaat dediğin, 200’e yakın başka endüstriyi ilgilendiriyor. Ben betonumu, boyamı hangi tedarikçiden aldın? İstanbul'da ev yaparken gidip malzemeyi Sakarya'dan mı aldım? Çünkü o da lojistiğe ve karbon emisyonuna giriyor. Dolayısıyla böyle dörtlü sacayağı gibi düşün: Malzeme, altyapı, işçilik, tedarik,… Benim bir binam var diyelim Şişli’de, hop çağırdım uzmanları, gelin bunu sertifikalandıralım diyorum. Bakıyorlar, suyu böyle döndürelim diyor. Bunlar önemli ama tek başına o da yeterli olmuyor. Devlet politikasıyla, imar kanunlarıyla, belediyesiyle desteklenmesi lazım. Kitlesel hale gelsin, tek başına Ferdi’nin vizyonuna kalmasın, anlatabiliyor muyum? O yüzden koskoca büyük bir konsept yeşil mimari. Bir binanın arkasında koskoca bir ekosistem var.

ME: Mesela dünyada üretilen enerjinin yüzde 50’si, suyun yüzde 42’si sırf bina yapımı ve kullanım alanlarında harcanıyor. Ayrıca sera gazı emisyonların yüzde 50’si, hava kirliliğinin yüzde 42’si de bina yapım ve kullanımlarından kaynaklanıyor. Bugün her alanda yaşanan iklim krizinin ve yol açtığı insani, sosyal, doğal, ekonomik yıkımların yüzde 50% si bu inşaat hikayesinde…

İnsan kırlangıçtan, maymundan yuva yapmayı öğrendi

FA: O yüzden de çok büyük bir siyasi malzeme. Ülkelerin bile kendi aralarında kullandığı bir politik jargon artık bu. Düşünsene bir karbon borsası var. Ülkeler 2030’da, 2050’de şunları yapacağız diyor, karbon nötr olacağız diyor, ona göre yatırım planlıyor. Senin gelişmişliğin, gayri safi milli hasılan falan buna bağlı. Bir apartman dedik, bak nerelere gidiyor! Kerpiç örneğinden girdik konuya. Bunun kökeni, sevsek de sevmesek de düşman da bellesek yine doğa! Kerpiç nedir biliyor musun? Bir kırlangıç yuvasını inceleyin. Türkiye'de yuva yapan üç kırlangıç türü var: Kızıl kırlangıç, kır kırlangıcı, ev kırlangıcı. Yuva yaparken yerden toprağı alıyor, ağzında harç yapıyor. Çalı çırpıyla, samanla karıştırıyor. Horasan harcı gibi… Anadolu'da, Orta Asya’da kerpiç mimariyi insan kendi kendini buldu sanıyorsunuz? İnsanların ilk sosyal olmaya başladıkları ve yerleştikleri yerler, mağaralar. Mağaralarda kırlangıç, ebabil yuvalarını görüyor. İnsan da kendi tükürüğüyle değil, yumurta kırarak çimento ve türevi ile yapıyor harcını. Gri ve yeşil binanın arasındaki farkı sordun ya? Aslında kökeni, insanın barınmakla ilgili derdi. Bunu da ilk başta mağaralarda bir ölçüde çözmüş. Sonra işte neolitik dönemde köyler, yerleşim yerleri kuruyor. Güneydoğu Asya’ya git, ne oluyor? Bambuyla yapıyor. Bakıyor maymun, orangutan, panda dallarla yapraklarını karıştırıyor, kendine yatacak yer yapıyor. Aynı işte. Bambu doğal bir malzeme, yüzde 70’inden fazlası boşluk. Hava iyi bir yalıtkandır. Dolayısıyla dışarıdaki sıcağı soğuğu geçirmiyor ya da çok az geçiriyor.

ME: Anadolu’nun sıcak ve kurak yerlerinde taş yapıların ortaya çıkması gibi.

FA: Aynen öyle. Mesela Bodrum’da sıcaklık 40 derece, klima yok ama evin içi serin. Çünkü o taş, doğal bir malzeme. Yüzde 70’inden fazlası aynı bizim gibi boş. Dolayısıyla dışarıdaki havayı sıcak da olsa soğuksa içeriye geçirmiyor. Üzücü bir şeyden örnek vereyim: Her şehirde görmüşsünüzdür kışın evsizler kazakların içine gazete kağıdı sokarlar. Bu şekilde kazağın altına hava giriyor ve dışarıdaki soğuğu içine almıyor. Taş ev de o mantık. Bunların hepsinin kökeni var, “mimicry” yani doğadan taklit ediyor.

ME: Herhangi bir yerde taş veya ahşap ev yaparsam ekolojik sayılır mı?

FA: Gidip Doğu Karadeniz'de ormanın içine taş ev yapacağım dediğiniz zaman gülerler. Bu geleneksel mimari filan değil. Tamam, taş ev severiz ama o da yerinde güzel. Yani tek bir ekolojik mimari yok ev yapılan bölgenin ekolojik özellikleri ve doğadaki yaygın yapı malzemesine göre ekolojik mimari özelliği de değişiyor. Bizim köylerde sevdiğimiz ahşap evler, taş evler, kente geldiği zaman yeşil ev, gri ev, karbon nötr ev denen türlere giriyor. Silsile böyle. Dünyanın her yerinde farklı.

ME: Peki ekolojik mimari, şehirlerde nasıl uygulanabiliyor? Bazı sertifikalar var, ne işe yarıyor?

FA: Üç şey çok önemli. Bu sertifikalar küresel ölçekte iş yapan işler. Her şeyden önce su, enerji, ham madde kullanımı ve atık konusunda veriliyor. Mesela sudan örnek vereyim. Bugünlerde kuraklık, yağmur yağmıyor falan filan deniyor ya. Döngüsel, kapalı devre su sistemi kurmanız gerekiyor. İdeali bu. 10. kattaki binada diyelim ki duş aldım, o suyun klozette kullanılması gibi. İçme suyu için bile yapabilirsiniz. Belli bir filtrasyondan geçiyor, apartmanda kapalı devre bir sistem yaratman gerekiyor.

ME: Türkiye’de var mı böyle örnekler?

FA: Yok. Ama güzel uygulamalar var. Musluğa perlatör takıyor, bir birim üç birim gibi akar. Mesela bazıları duş suyunu, yağmur suyunu toplamaya yönelik depolar yapıyor ama münferit. İdeali, döngüsel bir sistem: Yağmuru toplayan, topladığı suyu belki içmeye, belki peyzaja kullanan, kullandığı suyu döndürüp bir şekilde tekrar kullanan sistemler.

KENDİ ATIĞINI, SUYUNU DÖNÜŞTÜRMEK HERKESE KAZANDIRIR

ME: Örnekler az, ama iklim kriziyle işler mecburen buralara gidecek… Sürdürülebilir mimaride enerji kaynakları nasıl olmalı, nasıl kullanılmalı?

FA: İdeali, enerjisini bir yerden almak yerine kendi üreten, ürettiğini de az kullanan, kullandığında olabildiğince tasarruflu ve tekrar sisteme döndürebilen, kapalı devre enerji sistemleri. Bak ne dedik? Bir, kendi üretecek artık Türkiye'de de yönetmeliği çıktı. Bunu site gibi yerlerde, ilk başında tasarlandığı zaman çok avantajlı oluyor. Buna “pozitif enerji alanları” deniyor. Türkiye'de de bir iki uygulaması var; Bursa Nilüfer’de bir tanesi işliyor. Kendi enerjisini üreten, hatta fazla ürettiğinde çevresine enerji veren alanlardan bahsediyorum. Bu uygulamalar Avrupa’da da destekleniyor. Bu sistemi kurduğun zaman zaten enerji etkin bir bina oluyorsun.

ME: Kılçığımı atayım o zaman! Belki bir evin çatısına bir panel koymak o kadar büyük bir masraf olmayabilir ama daha büyük alanlarda bu dönüşümü yapmak için büyük yatırım gerekmiyor mu? Ancak kanun, kural, uygulama olursa bunlar yapılabiliyor. Kentsel dönüşüm mesela “depreme dayanıklı” konut inşası için başladı da ne oldu..

FA: Zaten orada inanılmaz bir rant var. Öyle büyük bir servet transfer yapıyorsun ki… Devlet, yüzde beşini bu sistemlere yatır bari derse müteahhit de hayır demez.

ME: Emin değilim!

FA: İnan der, çünkü büyük bir yağlı kemik var orada. Vatandaşın da hoşuna gider. Günün sonunda daha az elektrik, ısınma, su parası vereceğim. Bankalar, alacağın evin yeşil enerji kimliği varsa, daha düşük faizli kredi veriyor. Küçük küçük mekanizmalar başladı. Yeşil mimari demek koskoca bir imar kanunu demek, koskoca bir belediye demek… Bir başka kritik mesele, atık. Binalar deli gibi çöp üretiyor: Evsel atık, organik atık, cam atık. Doğru yapılan sistemlerde öğütme makinesi vardır. Biliyorsun bir bina veya site için dünya kadar toprak kullanılır, peyzaja da tonla para harcanır. Organik atıkları kompost yapabilen site sisteminde sen torf kalitesinde toprağı kendin sağlayabiliyorsun. Bak senin evde kullandığın pırasanın artanını ne yaptığın da onun yeşil olup olmadığını belirliyor! O yüzden tek başına mimarla olmaz diyorum.

ME: Torf demişken açalım Ferdi, şehirde saksıda bitki yetiştirenler “torf” alır ya onu kast ediyorsun…

FA: Torf ne biliyor musun? Dünyanın, evrenin hafızasıdır turbalıklar. Torf dediğin, sahalardan çıkan, aslında petrol olma yolunda ilerleyen, binlerce yıllık bir evrenin yaprağının, canlısının, bitkisinin basınçla toprak altına sıkışmış versiyonudur. İnanılmaz kuvvetli, inanılmaz büyük bir enerjisi var. Bunların hepsi sulak alanlar, turbalıklardır. Gezegenin bütün tarihi, karbon tarihi falan diyoruz ya? Çok özel yerler turbalıklar. Mesela Yeniçağ Gölü, Gavur Gölü’nün bir kısmı, Orta Anadolu'da bazı göllerde vardı. Çok az ama tahrip ediliyor, yok ediliyor. Evlerde menekşe yetiştireceğim diye mahvediyorsun. Halbuki sen o evde pırasanla, marulla torf yapabilirsin. Bakın nerelere gidiyor! Gavur Gölü kurutuldu, yandı, yok oldu mesela. Binlerce canlı, kuş, börtü böcek gitti. Ben menekşe yetiştireceğim diye. Binaydı, yeşildi, menekşeydi, torftu, Gavur gölüydü derken hop kaz gitti diyorum! Nereden nereye? O yüzden her şeyi parça parça öğrenme devri bitti. Sen mimarsan, biyolog olacaksın, biyologsan mimar olacaksın bir ölçüde. Multi disiplinler bakma çağındayız. Senle ben belediye başkanıyız mesela paralel evrende… Şimdi bir belediye sence imara açmak için nelere bakıyor?

İMAR RANTI: PARSELLE, “TANIDIK” AYARLA, HOP ZENGİN OL

ME: Haritayı açıyor, böyle bakıyor, aaa burada yapı yokmuş diyor. Böyle parmağını koyuyor, öyle oluyor galiba!?

FA: Nasıl olması gerektiğini söyleyelim: İmar kararı bile verilirken o yerlerin biyoçeşitlilik değerleri, karbon tutma potansiyelleri, ekosistem hizmetleri, kentsel adalet, ısı adası ve sessizlik kriterleri ve endemik bitki var mı yok mu, hangi kuş yaşıyor yaşamıyor ya da kent içindeki su sisteminde önemli bir paya sahip mi?

ME: Ya da nüfusun özellikleri ne? Nasıl geçiniyorlar, nasıl bir sosyal, kültürel hafıza var…

FA: İşte bunların hepsinin katman olması lazım! Ama bizde neredeyse hiçbiri katman değil. Ne katman, biliyor musun? Kimin dayısı oraya yakın, hangi mecliste, hangi grubun bilmem nesi… Ya da Ankara'dan bir kararla şehir hastanesi yapacağız ya da Ahmet Mehmet bir opera binası yapacak. Yanlış. Topraklar parsellenip rant sağlama böyle oluyor. Mesela tarlam var, parselliyorum. Bir yakınım var diyelim, bir yerlere de yakın diyelim, emsali 0.25’ten bire çıkarıyor, hop bir de kat alıyorum 8-10 kat… Birdenbire bakıyorsun Bebek’te Ferrari’yle dolaşıyorum.

ME: Seni Ferrari’de düşünemediğim için gülüyorum, ama neden olmasın Ferdicim?

FA: Ondan sonra yeşil anlatıyorum mesela! Ferrari kırmızısının içinde yeşil Ferdi, olur mu? Olmaz tabii.

Gündem