Zırhlıların öldürdükleri çocuklar ve öldürenlerin zırhları: Nihat Kazanhan örneği

Zırhlıların öldürdükleri çocuklar ve öldürenlerin zırhları: Nihat Kazanhan örneği
Çocuklar boylarından büyük konuşurlardı, boyundan büyük davranırlardı da “boylarından büyük ölmek” o bölgenin çocuklarına mahsustu. Ceylan, gözleri kadar büyük ölmüştü. Efe gülüşünden büyük ölmüştü örneğin. Nihat’ın ölümü olgunluğundan büyüktü mesela. Adları dün Miraç’tı, Eyüp’tü bugün Erdem’di. Peki o bölgede çocuklar neden hep ölüyordu? Asıl mesele, çocukları öldüren zırhlıları kullananların “zırhları”ydı. Nihat Kazanhan’ı öldürenlerinki gibi.

ERSAN ATAR

Nasıl Oldu’nun bu bölümünde Doğu – Güneydoğu’da “boyundan büyük ölen” çocukları konu edeceğiz. Kimi Miraç gibi zırhlı araçla ezilerek, kimi Ceylan bir bomba parçasıyla oynarken, kimi çatışmanın ortasında kalarak kimi de örneklem olarak alacağımız Nihat Kazanhan gibi zırhlı araçtan atılan pompalı mermisiyle ölürlerdi. Kimini de Zırhlı araç yolda yürürken alırdı; Erdem gibi.

O çocukların ölümlerini konuşurken onların ölümlerine neden olanların “zırhlarını” konuşacağız daha çok. Bütün bunları o çocukların ölümlerini dert edinen Yeşil Sol Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuşacağız. Son olarak 5 yaşındaki Erdem Aşkan öldü ama biz örneklem olarak Nihat Kazanhan’ın ölümünü aldık. Ne de olsa üstüne söylenebilecek birçok şey söylenmiş, olayın üstüne mahkemelerden kararlar verilmişti. Hem dönemin başbakanı, bakanları, Nihat’ın ölümüne neden olanlara zırh olmuş, yargıçlar o zırhı bir türlü yırtamamıştı. Kim bilir belki de yırtmaya niyetleri de yoktu. Ve artık sanık o zırhların perdelemesiyle kaçmıştı, bulunamıyordu.

Ceylan Önkol oradan kocaman gözleriyle bakıyor

Nihat Kazanhan’ın ölümüne geleceğiz ama Ceylan Önkol oradan öyle kocaman gözleriyle bakarken O’nu hatırlatmadan geçmek olmazdı. Hani 2009’da Lice’de koyun otlatırken aslında oradan kaldırılması, orada bulunmaması gereken havan mermisine elindeki çomakla vurarak oyun oynarken öldüğü için kusurlu sayılan Ceylan Önkol’dan söz ediyoruz.

Nihat Kazanhan’ın ölümü sonrasında, dönemin Başbakan’ın olayı nasıl örtmeye çalıştığını anlatacağız ama gelin görün ki Efe Tektekin’in gülüşü bırakmıyor ki kendisini hatırlamayalım. Hani 2019’da Diyarbakır’da zırhlı aracın aldığı 5 yaşındaki Efe Tektekin’in boyundan büyük ölümünden söz ediyoruz.

Şimdi Nihat Kazanhan’ın ölümünü bize hatırlatan Erdem Aşgan’dan söz etmeden nasıl geçebiliriz ki. Hem de yaşından büyük o uzaklara bakışı henüz hafızalardayken. Evet, daha geçen günlerde Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde yolda annesi ve kardeşiyle yürürken zırhlı aracın altında kalan o bakışlardan söz ediyoruz.

Elbette derdimiz sadece çocuk ölümlerini hatırlatmak değil, sorun nedir, bunun tespitini yapmak. Gelin isterseniz o tespiti, Yeşil Sol Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu yapsın. Söz Gergerlioğlu’nda:

“Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalar yıllardır ülkede yaşanıyor ve bu çatışmaların en büyük mağdurları masum çocuklar oluyor. Çocuklar zırhlı araçların altında kalıyor, bombaların şarapnalleri kendilerine değmek suretiyle hayatlarını kaybediyorlar veyahut da çatışmalarda arada kalıp hayatlarını kaybedebiliyorlar. Vahim istatistikler var fakat bu istatistiklerin analizlerine girmeden önce kesin olan hususun, çatışmaların bitmesi olduğunu söylemek gerekiyor. Bu gerçekleşmeden geçici tedbirlerle hiçbir yere varılamayacağını bilmemiz gerekiyor. Kürt meselesinin bitmesi, insan hakları eksenli bir meselenin, silahla, tankla, topla halledilemeyeceğinin bilinmesi gerekiyor.

Şimdi çeşitli hukuk kuruluşları yıllardır raporlar hazırlıyor, insan hakları kuruluşları raporlar hazırlıyor. Diyarbakır Barosu’nun hazırladığı rapora göre 2011 – 2021 yılları arasında 22 çocuk zırhlı araç çarpması sonucu hayatını kaybetmiş, 27 çocuk da yaralanmış. Mayın ve çatışma savaş artıkları nedeniyle 45 çocuk yaşamını yitirmiş, 135 çocuk da yaralanmış.”

Bu kısa hafıza tazelemeden sonra gelelim Nihat’a. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından neredeyse öldüğü inkar edilecek Nihat Kazanhan’a. Çocukların boylarından büyük ölümlerine örneklem olarak aldığımız Nihat Kazanhan’ı ve yargılama sürecini çok özet olarak yine Ömer Faruk Gergerlioğlu’ndan aktaralım. Gergerlioğlu’nun özetlediği o süreçte neler olduğunu, nasıl olduğunu dava dosyasındaki bilgilerden paylaşalım:

Nihat Kazanhan bir gösteri sırasında hayatını kaybetmiş, 12 yaşındaki bir çocuktu ve bu çocuğun ölümüne yol açan güvenlik görevlisine 13 küsur yıl ceza verildi ve ardından konu Anayasa Mahkemesi’ne kadar ulaştı ve Anayasa Mahkemesi, bu konuda önemli bir karar verdi. Anayasa Mahkemesi, Nihat Kazanhan’ın en başta çocuk olduğunu, bu olayda bir taraf olmadığını, bu gösteri olayı ve karşılıklı taş atma olayının faillerinden olmadığını söyledi. Güvenlik görevlilerinin de güvenliğe uygun tedbirler noktasında hassas davranmadığının altını çizdi ve bunun en yüksek indirim uygulanarak haksız tahrike sokulmasının da bir ihlal olduğuna karar verdi.”

Nihat, “çat-kapı infazlar”ın silahıyla vurulurken

O çocuklar nasıl ölüyor, siyaset onların ölümlerine neden olanlara nasıl zırh oluyor onlara bakıyorduk ya hani. İşte bunun en iyi örneği Nihat Kazanhan’ın ölümü ve sonrasında yaşananlar:

2015 yılının Ocak ayıydı, takvim ayın 14’ünü gösteriyordu. Cizre’de hava buz kesiyordu ama ülke siyaseti bahar havasındaydı. Ne de olsa iki yıl önce Nevruz’da başlayan “Çözüm Süreci”nin yalancı baharı, dişler biraz sıkılmaya başlansa da sürüyordu. Daha seçimlere 6 ay vardı ve bu yalancı bahar sürmeliydi. Seçimlerden sonra duruma göre bakılırdı.

Hava soğuktu ama arada güneşin kendini gösterip ortalığı şöyle bir ısıttığı da oluyordu. Mobilyacı İdris Sayaca işte böyle bir havada açtı dükkanının kepenklerini o gün. Akşamüzeri paydos zili çalınca okullarından evlerine dönen ve çantalarını bıraktıkları gibi kendilerini sokağa atan çocuklar İdris ustanın atölyesinin önündeki genişçe alana koştular. Kimi ikili üçlü oyunlar oynuyor, kimi duvar diplerinde akranlarıyla sohbet ediyorlardı.

O günlerde ilçenin misafirleri de vardı. Çözüm süreci için heyetler gelip gidiyordu. O gün ilçeye gelen çözüm heyeti gün batımına yakın vakitlerde İdris ustanın atölyesinin biraz yan tarafındaki yoldan geçiyordu. İlerisi İpek Yolu’ydu, öte tarafı Suriye’ydi. Ve heyete polisin “kirpi” tabir edilen zırhlı aracı eskortluk ediyordu.

Gördükleri askeri araçlara ve zırhlı polis araçlarına taş atmak; Cizreli çocukların bazen oyunu, bazen de öğrendikleri isyanıydı. Çözümcü heyet Hayati Bilgin karakolunun yanındaki yoldan geçip gidecekti ama ilerde üst geçicin olduğu yerde bir kargaşa vardı. Kirpideki polisler bir terslik olmasın diye o bölgeye “gazlama” yaptılar. O coğrafyada polisin, jandarmanın gösterici dağıtmak için gaz mermisi atmasına “gazlama” denirdi.

İdris ustanın atölyesinin yakınındaki diğer çocuklardan bazıları da yolun karşısındaki karakola doğru taş atmaya başladı. Ama ne çocuklar taşı hedefine yetiştirme derdindeydi ne de kendilerinin olduğu yöne taş atılan karakol polisleri onları ciddiye alıyordu. Hatta bu “taşlamayı” gören karakol gözetleme ekibindeki polisler önce istiflerini bozmadılar. Rahatlardı. Ama bir taraftan da çözüm heyetine bir zarar gelmemesi gerekiyordu. Ne olur ne olmazdı, en azından içinde bulundukları zırhlı araçla çıkıp şöyle bir iki el gazlama yapıp çocukları o bölgeden uzaklaştırmak gerekirdi. Zırhlı, karakolun bahçesinden çıktı, çocuklara doğru yöneldi, çocuklara “gazlama” yapılacaktı.

Zırhlı araç çocuklara doğru yaklaştı ve ekipteki polisler çocukların bulunduğu noktaya doğru birkaç el gaz fişeği attı. Çocuklar dağılmaya başladı ama bazıları gazın etkisiyle hareket edemez olmuşlar, birden dağılamamışlardı. Onlardan biri de 12 yaşındaki Nihat’tı. Nihat Kazanhan.

Nihat, tam gazın ilk etkisini atlatıp kaçacakken birden bambaşka bir şey oldu. Polislerden biri arabada bulunan pompalı tüfeği aldı ve çocukların bulunduğu yere doğru ateş etmeye başladı. Nihat kaçarken yere düştü. Çocuklar oradan oraya koşuşuyor, bağrışıyorlardı.

Az önce çocuklara, “hadi ordan taş öyle mi atılır” diye dalga geçen polisler, pompalı tüfekle ateş eden diğer özel harekatçı Mehmet Nurbaki Göçmez’e “Ne yaptın sen” diye bağırıyordu. Nurbaki Göçmez, gazlama yaparken birden polis aracına geri dönmüş, ekip arkadaşı Hayati Vural’a zimmetli pompalı tüfeği almış, başına kar maskesini takmış ve çocuklara doğru ateş etmişti. Nurbaki Göçmez bilirdi ki o silah çat kapı infazların kapı kıran etkili bir silahıydı.

Kar maskesiyle delil karartırken bulunamayan mermi

Mobilyacı İdris usta, olup bitenleri kepengini yarıya kadar indirdiği atölyesinden gözetliyordu. Nihat’ın yere düştüğünü görünce gazın içine daldı. Yerdeki çocuğu kucağına aldı ve hastaneye götürdü ama nafile. Nihat can vermişti. Polisler olup biteni 5-10 saniye araçtaki kameradan izlemişler, çocuğun düştüğünü görünce hiçbir şey olmamış gibi usulca karakola, güvenli alanlarına çekilmişlerdi. Bu çekilmenin gerekçesini sonra, “Bizden bir sıkıntı çıkmasın diye karakola geri döndük” diye açıklayacaklardı.

Çekilirken Nurbaki Göçmez yine kar maskesiyle gitti, az önce Nihat’ı öldürdüğü mermi kovanlarını topladı ama birini bulamamıştı. O mermi kovanı daha sonra bulunacak Selahattin Demirtaş onu Meclis’e getirip “çocuklar işte bunlarla öldürülüyor” diyecekti.

Polislerin gözleri kulakları, karakoldan görünen hastanedeydi. Hastane önünde, coğrafyaya has bir öfkeyle kalabalık birikiyordu. Ve hastaneden haber geldi: Çocuk ölmüş.

Önce medya devreye giriyor: Nihat yağmalanan mermilerle ölmüş olabilir

Karakolda görüntüler izlendi. Görüntüler netti: Nurbaki Göçmez, çocukların bulunduğu yöne doğru hedef gözeterek ateş ediyordu. Bir yol bulunmalıydı. Polisler karakolda kalamazdı, daha güvenlikli olan askeri taburda saklanacaktı. Ama silah ne olacaktı, mühimmat ne olacaktı? Sonuçta, kullanımı yasak olan bir silahın mühimmatında eksilme olmuştu. Neyse ki o kolaydı, pompalı tüfek başka bir araçla önce tabura gönderildi, yerine teslim edildi. Boş kovanlar da karakolun yakınlarında bir yere gömüldü. Ve tutanak tutuldu: Silahla birlikte verilen mühimmat eksiksiz olarak teslim edilmiş, teslim alınmıştır.

Peki, o zaman Nihat hangi mermiyle ölmüştü? O da kolaydı. Basın devreye girecekti. Şöyle haberler yayılacaktı: 6-7 Ekim olayları sırasında Cizre’de av malzemesi satan dükkanlar halk tarafından yağmalanmıştı ve Nihat’ı öldüren pompalı ve kullanılan mermiler de bu yağmalanan silah ve mühimmat olabilirdi.

Bakan’a göre ne gazlama yapılmış ne ateş edilmiş

Kara haber tez duyulurdu. Haber Ankara’ya bile ulaşmıştı. O zamanlar daha bu tür konular başbakana, bakanlara sorulabilirdi. Daha o zamanlar gazeteciler sipariş soruların dışında da devlete soru yöneltebilirdi.

Gazeteciler İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya sordular: Böyle böyle iddialar var ne diyorsunuz? Efkan Ala deneyimli bir devlet adamıydı. Böylesine konularda açık kapı bırakmamak gerekirdi. Ala’ya göre olay külliyen yalandı:

“Bunlar bizim çocuklarımız. Şu anda provakasyonun çok açık bir şekliyle karşı karşıyayız. Bugün ben hem valiyi hem oradaki yetkilileri aradım. Orada polis hiçbir biçimde, bana verilen bilgi, silah kullanmamıştır. Gaz kullanmamıştır bugün. Akşamüstü vefat etmiş yani yaralanmış, hastaneye götürüldükten sonra vefat etti ve birtakım sitelerde polisin silahıyla ya da gaz bombasının parçasıyla vefat ettiği söyleniyor, bu kesinlikle doğru değil. Herhangi bir polis müdahalesi, silahla ya da gazla, olmuş değil. Olmamış. Polis, güvenlik güçleri gaz kullanmamış bugün. Herhangi bir silah kullanmamış, Ama bir şekilde bu çocuğumuz orada vefat etmiş. Bu soruşturulacak tabi. Neden, kim yaptı, nasıl oldu?”

Davutoğlu, neredeyse Nihat’ın öldüğünü inkar edecekti

Ülkenin İçişleri Bakanı bu kadar netti ama olay bir de Başbakan’a sorulmalıydı. Hem Nihat kimsenin umurunda değildi, seçime kadar sürdürülmesi gereken yalancı bahar zarar görüverir miydi maazallah? Başbakan’a bu sorulmalıydı ve ertesi gün soruldu:

Başbakan Ahmet Davutoğlu kestirmeden girdi, olay baştan yalanlanmalıydı, hatta gazlama yapıldığı da inkar edilmeliydi:

“Cizre’de hayatını kaybeden çocukla ilgili açık bir ifadeyi burada net olarak ifade etmek istiyorum. Bunun herhangi bir şekilde emniyet görevlilerimizin kurşunlarıyla öldürülmesi söz konusu değil. Orada ne fiili bir müdahale, ne de gaz kullanımı söz konusu oldu. Bu konuda açıklamalar yapıldı, araştırmalar da devam ediyor. Ama böyle bir iddia üzerinden, spekülasyon üzerinden Cizre’de tekrar gerginlik yaratmaya çalışanlar provokatörlerdir.”

Herkes rahatlamıştı. Olay, devletin en yetkili iki ağzından inkar edilmişti. O gün orada polis silah kullanmamıştı hatta gaz bile kullanmamıştı. Hem bölgede Nihat’ı öldüren mermilerin de o mermileri atan silahın da 6-7 Ekim olayları sırasında ilçede yağmalanan av malzemesi bayilerinden çalınmış olabileceği söylentisi konuşuluyordu. Her şey yolundaydı. Av malzemesi bayilerini yağmalayanlar çözüm sürecini baltalamak için, pekala buradan çaldıkları silahla ve mermilerle Nihat’ı öldürmüş olabilirlerdi. İnanırsanız.

Hesapları alt üst eden görüntüler sızdı

Ama hesaplanmayan bir şey oldu. Nihat vurulurken kayıt alan polis kamerasının görüntüleri basına sızdı. Görüntülerde Mehmet Nurbaki Göçmez pompalıyla bir el sıkıyor, ilk mermi boşa gidiyor ama ikincisi Nihat’ı düşürüyordu. Sonrası kaos. Çocuklar oradan oraya koşuşturuyor. Mobilya ustası İdris, Nihatı düştüğü yerden alıp kucaklıyor, kamyonete bindirip hastaneye götürüyordu.

Peki şimdi ne olacaktı? Öyle bir senaryo yazılmalıydı ki “Polisler bu suçu bölgedeki yoğun terör baskısı ve stresi altında işlemiştir” sahnesine uygun olmalıydı. Cezada “tahrik indirimi” yapılabilmeliydi. Yeniden ifadeler alındı. Polisler tanınmamak için taktıkları kar maskelerini “bere” diye hafifletiyordu.

Nihat’ı vuran özel harekatçı Nurbaki Göçmez’e, alttan alta “az cezayla kurtulursun” bilgileri de gidiyordu ve hem artık kaçacak yeri kalmamıştı. Kendisine verilen “az ceza” taahhüdüyle konuşmaya başladı:

“Ben ilk gazı attıktan sonra silahımı aracın içine bırakmıştım. Tekrar gidip silahımı almak isterken işin aciliyetini düşünerek koltuğun arkasında bulunan içerisinde mühimmat olup olmadığını bilmediğim emniyeti kapalı olan av tüfeğini aldım. Çocukların olduğu yöne yan tarafına bir kez atış yaptım… İstenilen amaca daha az gaz atılarak bu tüfekle ulaşılabileceğini düşündüm.”

İyi de görüntüler “tek atış”ı değil 3-4 el atışı gösteriyordu. Hatta Nihat’ı düşüren, ilk atış değil, ikinci atıştı. Nurbaki Göçmez bu kez “Tek atış dediysem de olayın gelişimi itibariyle birden fazla da atış yapmış olabilirim” diye ifade düzeltecekti. Nurbaki de çaresiz, artık gerçekleri kabul etmeye başlamıştı. Mesela olaydan sonra mermi kovanlarını olay yerinden toplayıp karakola götürdüğünü anlatıyordu. O coğrafyada silahlar ateşlenir, sonra mermilerin boş kovanları olay yerinden toplanırdı.

Sanıklara taburda öğretilen ifadeler

Olay günlerine dönelim. Karakolda önce görüntüler izlendi. Herkes, polisler tedirgindi, görüntüleri izleyen rütbelilere soruyorlardı: Nasıl, belli oluyor mu her şey? Görüntüleri izleyenler tam bir şey söyleyemiyor ama “bundan bir şey çıkmaz” diye polisleri sakinleştiriyorlardı. Hem rütbeliler ellerinden geleni yapıyorlardı, üstler ve mülki amirler aranıyor, bir yol bulunmaya çalışılıyordu. Çare tükenmezdi. Hatta görüntüler bile yok ediliverirdi. Polisler yüreklerine böyle su serpiyorlardı. Ama öyle olmadı, bu çareye başvurulamazdı. Ne de olsa o gün orada yaşananları polis kamerası dışında çekenler de vardı.

Asıl şu mühimmat işini halletmek gerekiyordu. Tutanaklar tutuluyordu; “polislere verilen mühimmat eksiksiz olarak teslim edilmiştir” diye. Tabur koğuşlarında üst üste toplantılar yapılıyor, sanıklara sonra yapılacak yargılamadaki ifadeleri öğretiliyordu. Hatta sanıklar bunu sonra mahkemede itiraf edecekti: Aramızda, hepimiz aynı doğrultuda ifade verelim diye kararlaştırmıştık.

Ve mermi Meclis kürsüsünde

Nihat’ı öldüren mermilerin boş kovanları gömülmüştü, bulunamıyordu. Mermilerden biri hariç. O Ankara’ya kadar gelmişti. Ve Selahattin Demirtaş o mermiyi partisinin Meclis Grup Toplantısında kürsüden göstererek şöyle seslenecekti:

“Hükümet sözcüsü ne diyor, ‘Cizre’yi eşkıyalardan temizlemek lazım’. Bu söze katılıyorum. AKP olarak sizin bizzat örgütlediğiniz eşkıyalardan Cizre halkı elbette kurtulacak. Cizre normale dönecek. Bundan emin olun. Bakın sizin eşkıyalarınızdan birinin attığı ve 12 yaşında bir çocuğu öldüren fişeklerden biri. Bunlardan binlerce atılıyor. Bu, 12 yaşındaki bir çocuğun ensesinden girip, alnına kadar gelerek, beynini parçalayarak katletmiştir. Biz işin normale dönmesi için çabalıyoruz. Katkı sağlamak istiyorsanız, el ele sizin eşkıyalardan temizleyelim Cizre’yi. Sadece Cizre’yi mi? Tüm Türkiye’yi inşallah AKP eşkıyalarından temizleyeceğiz.”

Ağırlaştırılmış müebbetle başlayıp 13 yılla biten ceza

Artık her şey ortadaydı, görüntüler açıktı. Tanıklar her şeyi anlatıyordu, sanıklar yüzlerindeki kar maskesine kadar kabullenmişti. Mermiler Ankara’da Meclis kürsüsünden gösteriliyordu.

Peki şimdi ne olacaktı? Sanıklara ne ceza verilecekti. Cizre 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin koridorları, hakim odaları stresliydi. Ceza vermeden olmazdı, Nihat ölmüştü ve deliller sarihti.

Ağır Ceza heyeti o sihirli formülü devreye soktu: Nihat’ın ölümünden özel harekatçı Mehmet Nurbaki Göçmez sorumlu tutulacak, diğer özel harekatçılarsa sadece bildiklerini anlatmamakla suçlanacaktı. Ama Nurbaki Göçmez’e de doğrudan insan öldürmekten ceza verilmemeli, cezası olabildiğince indirilmeliydi.

Öldürmede kasıt var mıydı? Vardı. Öyleyse özel harekat polisi ağırlaştırılmış müebbete mahkum edilmeliydi. Ama mahkeme bu dümdüz bir kasıt değil diyecekti; olası kasıt diyecekti. Mahkeme’ye göre Mehmet Nurbaki Göçmez, Nihat’ı başından vururken “olursa olsun” kastıyla, “ölürse ölsün” kastıyla hareket etmişti. Ağırlaştırılmış müebbet hapis müebbete dönüşüverdi ama bu da çoktu.

Mahkemeye göre polisler yoğun stres altındaydılar. Öyle ya devlete göre örgüt, çocukları öne sürüp ardından büyük eylemler yapabilirdi. Mahkeme çözüm süreci sırasındaki görüşme trafiğini de dikkate alıp karar verdi:

“Sanığın, maktul ve dahil olduğu grubun, bölge şartlarının da getirdiği haksız bir tahrik altında eylemini gerçekleştirdiği kanaatine varılmıştır.”

Özel harekatçı Mehmet Nurbaki Göçmez’in cezası birden 16 yıla düşüverdi. Ama bu da çoktu. Heyet kitabı biraz daha karıştırdı ve aranan madde bulundu: Olaydan sonra Nihat’ı vurduğu mermileri olay yerinden toplayan, onların gömülüp saklanmasına tanıklık eden sanık “iyi halli”ydi. Öyleyse o meşhur madde uygulanabilirdi: İyi hal maddesi.

Netice olarak sanığın 13 yıl 4 ay hapis cezası ile tecziyesine karar verildi.

Ve mutat son: Sanık yakalanamıyor

Ağır ceza hakimleri cübbelerinin yakalarını düzeltip odalarına çekildiler. Nihat’ın anne babası Ayşe ve Mehmet Emin öylece birbirlerine bakakaldılar. Ama umut tükenmezdi, daha bunun istinafı vardı, Yargıtay’ı vardı.

Ayşe ve Mehmet Emin, oğullarını öldüren polise verilen cezayı az bulur mu diye önce Gaziantep’e kulak kesildiler. İstinaf “hayır, karar yerinde” dedi. Belki de aradıkları hakimler Ankara’daydı, Yargıtay’daydı. Yine olmadı, Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi’nin 5 yüksek hakimi karar verdi: Cizre Ağır Ceza Mahkemesi ve onun kararında bir yanlışlık bulmayan Gaziantep İstinaf Mahkemesi’nin kararı yerindedir.

Anne Ayşe ve baba Mehmet Emin yorgundu ama yılmak olmazdı. Anayasa Mahkemesi’ne başvurdular. Dediler ki “Yaşamak oğlumuzun da hakkıydı, yaşamı elinden alındı. Polis kurşunu onu bizden aldı.”

Anayasa Mahkemesi, “doğrusunuz” dedi, özel harekatçı Mehmet Nurbaki Göçmez’e ceza verilirken yapılan yargılama sırasında “yaşam hakkı ihlal edilmiş, size 90 bin TL tazminat ödensin, özel harekatçıların yargılaması da yeniden yapılıp bu hak ihlali ortadan kaldırılsın” dedi.

Dava yeniden görülecekti. Dosya Cizre Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden açıldı ama ne fayda. Sanık polis Nurbaki Göçmez mahkemeye gelmiyor, yakalanamıyordu, kaçmıştı. Avukatlar “madem ki yakalanamıyor, hakkında kırmızı bülten çıkarılsın” diyor ama Mahkeme oralı değildi.

Sonuç mu? Nihat Kazanhan bir zırhlı araçtan açılan ateş sonucu ölüyor, siyaset inkar ediyor, sanık saklanıyor ve nihayet sanık kaçıyordu. Ve devlet onu bulamıyordu.

Özel Haber