DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan: İmralı'da bir masa var mı sorusuna hükümet yanıt vermeli
Kısa Dalga - Akıntıya İnat'ta, canlı yayın konuğu DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan oldu.
Gazeteciler Banu Güven ve Kemal Göktaş sordu, Ayşegül Doğan yanıtladı:
- Yeni bir çözüm süreci mi geliyor?
- Bahçeli'nin "el sıkma" hamlesinden sonra yapılan açıklamalar ne anlama geliyor?
- DEM Parti yeni bir sürece nasıl bakıyor?
Ayşegül Doğan, Türkiye'deki Kürt meselesinin çözümüne ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Barışın sağlanması için onurlu, eşit ve adil bir yaklaşım gerektiğini vurgulayan Doğan, çatışan tarafların yok sayılmasının sorunu derinleştireceğini belirtti.
Geçmişteki çözüm süreçlerinden örnekler veren Doğan, Türkiye'nin bu konuda ciddi bir deneyime sahip olduğuna dikkat çekti. Mevcut hükümetin tutumunu eleştirerek İmralı'da tutulan Abdullah Öcalan’ın rolünün göz ardı edilemeyeceğini ifade eden Doğan, Kürt meselesinde kalıcı bir çözüm için anayasa yapım sürecinin kritik olduğunu söyledi.
Anayasa çalışmalarında şeffaflık ve diyalog çağrısında bulunan Doğan, bu sürecin toplumun tüm kesimlerinin beklentilerini karşılaması gerektiğini belirtti.
Doğan ayrıca CHP'nin tutumu da ele alındı ve Kürt meselesinde toplumun beklentilerine karşılık verilmesi gerektiğini vurguladı.
Banu Güven: Kemal Göktaş'la beraber Akıntıya İnat serilerimizde bugün daha farklı bir formatla karşınızdayız. DEM Parti'nin sözcüsü, gazeteci, aynı zamanda Ayşegül Doğan, bizim meslektaşımız. Gene bir çözüm sürecinden söz ediliyor ama doğrudan hani istersen o soruyu sorarak başlayalım. Bir süreç var mı senin bildiğin, partinizin bildiği, sizin partinizin bildiği?
Ayşegül Doğan: Bir süreç var mı bunu şöyle değerlendirirsek ya ben biraz şöyle diyorum yani tokalaşma gelişmeleri ve üzerine oluşan tartışmalar bir selamlaşma bir el sıkma ve sonrasında olan biteni değerlendirmek, niye tokalaşma gelişmeleri diyorum, süreç diyebilmek için bir şeye bazı şeylerin olgunlaşmış, daha somut, ete kemiğe bürünür hale gelmiş olması ihtiyacını son günlerdeki tartışma gösteriyor bize. Belli ki kamuoyunun bırakalım dem partiyi kamuoyunun bunu süreç olarak adlandırabilmesi için somut bazı şeyler görmeye ihtiyacı var. Muhtemelen bunun nedeni de bugüne kadar yaşanmış olan ve her defasında karamsarlıkla, umutsuzlukla bitmiş süreçler nedeniyle. Peki ne diyebiliriz buna?
“Masada belli ki bir şey var”
Şimdi dün Efkan hala bir açıklama yapmış mesela süreç falan yok, masamızda öyle bir şey yok diyor. Tabii ki biz de temsil ettiğimiz bugün DEM Parti olarak henüz bir yaşında görünüyor DEM Parti. Eğer resmi kuruluşuna bakarsak karşılaştığı çeşitli zorluklar dolayısıyla. Ama bir yaşında bir partiden bahsetmiyoruz. Çok köklü bir geleneğin temsilcisi olarak var olan bir partiden bahsediyoruz. Masada belli ki bir şey var. Masada olanın ne olduğunu konuşmaya ihtiyacımız olduğu da bu son haftalardaki tartışmalarla ortaya çıktı. Farklı bakış açıları olabilir, farklı yorumlama biçimleri olabilir ama bizim bunu süreç olarak adlandırabilmemiz için Yapılan açıklamaların ötesinde bazı bilgilere ihtiyacımız var.
Bu arada bunun bir sürece evrilmesini isteriz. İsteğimiz bu, mücadele nedenimiz bu. Ama tabii ki temkinliyiz, elbette ihtiyatlıyız ve ihtiyatla yaklaşıyoruz.
Banu Güven: Masada bir şeyler var belli ki gibi bir ifade kullandım. O masa nerede peki? Bir masa varsa eğer. Ankara'da bir masa mı var? Yoksa İmralı'da bir masa var mı? Buna dair herhangi bir yani tabii çok En doğrudan soru bu ama Öcalan'la görüşmelere dair Ankara'nın, hükümetin yaptığı görüşmeleri dair herhangi bir ipucu var mı? Ya da yapıp yapmadığına dair, bizimle paylaşabileceğin?
Ayşegül Doğan: Aslında ben masayı tahmin edersiniz ki biraz çözüm metaforu bağlamında kullandım. Masa nerede? Temel sorular bunlar. Bunlar bizim de sorularımız. Kamuoyunun merak ettikleri bizim de sorularımız. Yani biz de kamuoyunun bu merakı ve bu konuya ilişkin beklentileri adına yöneltiyoruz bu soruları. Yalnızca bize oy veren, tırnak içerisinde söylüyorum, çünkü Dem Parti'ye oy veren insanlara salt seçmen yaklaşımıyla yaklaşmak ya da böyle değerlendirmek Hem eksik olur hem de haksızlık olur bir sürü nedenle. Çünkü bir oy kullanmak için ödedikleri bedelleri hatırladığımız zaman yalnızca bu partiyle kurdukları bağ dolayısıyla bile olsa sat bir seçmen tanımına indirgeyerek yaklaşamayız.
Dolayısıyla masa nerede? Masamızda yok diyor Efkan Bey'e. Ben de buradan Dem Parti adına soruyorum. Masada çözüm yok. Süreç yok. Açıklaması böyle. Herhangi bir süreç yok, böyle bir şey yok diyor. Ama bir masanın varlığına işaret ediyor aynı zamanda.
‘İmralı’da bir masa var mı?’ sorusuna hükümet yanıt vermeli
Evet. O masa nerede? O masada kimler oturuyor? O masada olan senaryolar nelerdir? Bunu kamuoyu ile paylaşmalılar. Evet. Bu açık ve şeffaf bir biçimde söylenmeli, paylaşılmalı. İkincisi İmralı'da bir masa var mı?
Bu sorunun da yanıtını vermesi gerekenler bugün hükümet edenler. Biz aylardır hatta yıllardır bu soruyu soruyoruz. İmralı niye bu kadar kapalı tutuluyor her şeyden önce? Şimdi MHP lideri Devlet Bahçeli'nin açıklamasını hep birlikte dinledik. Meclisten Sayın Öcalan'a bir çağrıda bulundu. Dedi ki çıkın siz de gereğini yapın ve örgütünüze talimat verin. Bunların olabilmesi ya da örgütüyle FKK liderinin ilişki kurabilmesi veya iletişim sağlayabilmesi için kurulacak mekanizma bizim elimizde değil ki. bizatihi bu ülkeyi yönetenlerin yapabileceği bir şey.
Siz bir insanı mutlak bir iletişimsizlikle tutuyorsunuz, tüm yasal haklarından mahrum ve yoksun bırakıyorsunuz, hem Türkiye mevzuatlarını alt üst ediyorsunuz bunu yaparken, hem uluslararası hukuku yok sayıyorsunuz, İmralı ada hapishanesini kapalı tutuyorsunuz, oraya sesleniyorsunuz, orada bir şeyler oluyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorsunuz ve sonra da kamuoyunun tüm bu anlatılanlara ilişkin sorgulamayan bir yerde durmasını bekliyorsunuz. Bu mümkün değil. Evet, imkansız. O yüzden sizin aracılığınızla ben bir kez daha Dem Parti adına buradan yetkililere, Cumhur İttifakı'nı temsil edenlere, bu konuda açıklama yapanlara, bu konuda belirsizlik yaratanlara hatta, o masa nerede, masada ne var? Eğer bu bir süreçse ki biz bunun bir süreç olmasını isteriz ve çözüme yönelik bir süreç olmasını isteriz. Kürt meselesinin demokratik yol ve yöntemlerle çözülmesini arzu eden bir parti olarak ve bunun için mücadele eden bir parti olarak tekrar söylüyoruz. Kuralıyı açın, o masadaki öc alana giden yolların açılması gerekiyor artık. Zaten çok uzadı.
Kemal Göktaş: Bütün bu gelişmeler, Bahçeli'nin tokalaşmasından itibaren üst üste gelen açıklamalar, haberler, Amber'in zamanı bu konuda... En ileri diyebileceğimiz bir haberi vardı ve o haberde de diyordu ki Öcalan'la Kandil görüştü. Hatta Öcalan sinirlenip telefonu kapattı gibi bir ayrıntı da var bu şeyin içinde. Ve ama yeni bir çözüm süreci olmayacağı söyleniyor. Yani Efkan hala da bunu diyor. Mehmet Uçum da siz bugün kötülüklerin başdanışmanı mı ifadesini kullanarak bir yanıt verdiniz. Dolayısıyla evet ortada bir şeyler hani meşhur AKP'li Ali İhsan Yılmaz'ın dediği gibi bir şeyler oluyor. Hani hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler oldu.
Gelişmeleri şöyle yorumlayanlar da var. Bu bir anayasa değişikliği için ve Erdoğan'ın yeniden aday olabilmesi için yeniden başkan seçilebilmesi için yapılmış bir hamle. Siz böyle bir intibayı edindiniz mi? Bütün bugüne kadar ki şeylerde? Çünkü önce bir Hamle var. O hamleden sonra işte Mehmet Uçum da diyor ki Dem parti tasfiye edilir bu hamleye karşılık vermezse işte terör vesayetinden kurtulmazsa. Yani daha baştan amacı belli bir şey mi var burada?
Ayşegül Doğan: Çok soru var Kemal Göktaş. Çoklu bir böyle paket halinde. Sırayla gideyim. Bir kere şunu söyleyelim. Bu gelişmeler, herhangi gelişmeler olarak okunamaz Türkiye siyaseti açısından baktığımızda. Çok kritik, son derece önemli gelişmeler tabii ki bunlar. Herhangi bir tokalaşmadan, herhangi bir el sıkışmadan bahsetmiyoruz. Son derece kurgulanmış olduğu belli olan, daha sonra kendisi de açıkladı, bunu Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı söyledi.
“Bunlar alelade, sıradan olaylar değil”
Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın buna Cumhur İttifakı olarak sahip çıktıklarını anlatan bir konuşması var, bunu içeren bir konuşması var. Sonra yine Bahçeli'nin yaptığı açıklamalar var. Dolayısıyla bunlar alelade gelişmelermiş, sıradan olaylarmış gibi yaklaşamayız. Bunlar önemli, kritik. Ama neye, nasıl ve nereye evrileceği konusunda muhalefet partilerine ve Türkiye'de toplumsal muhalefete de çok büyük sorumluluklar düşüyor burada. Yani bu, salt Cumhur İttifakı'nın bundan sonra belirleyeceği bir rotaya ya da yol haritasına indirgenebilecek bir mevzu değil. Çünkü sözünü ettiğimiz konu, Kürt meselesinin çözümü. Sözünü ettiğimiz konu, Türkiye'nin demokrasi yoksunluğu.
“Çözüme yönelik en küçük ihtimali dahi yok sayamayız”
Şimdi dün mesela Dünya Yoksullukla Mücadele günüydü. Şimdi Türkiye'de yoksullukla mücadele eden ve yoksulluk endekslerinde en ön sıralarda yer alan bir ülke haline geldi ne yazık ki. Niye bu kadar yoksuluz? Yoksunuz çünkü. Demokrasiden yoksunuz, özgürlüklerden, eşitlikten, adaletten, tüm bunlardan yoksun olunca kaçınılmaz bir biçimde böyle bir ekonomik maliyetle de karşılaşıyoruz. Can kayıplarının ne yazık ki yanı sıra. Çok uzamış bir çatışmalı dönemden, yıllardan bahsediyoruz. Çok ağır, çok çok ağır sonuçları olan bir sorundan bahsediyoruz.
Şimdi hal böyleyken bu soruna dair en ufak ama en küçük, en minimal ihtimali dahi çözüme yönelik yok sayamayız. Değersiz bulamayız. Önemsiz kabul edemeyiz. Bunu çok açık bir biçimde ifade etmeliyim. Ayrıca bu sorununun çözümüne ilişkin eee aktif özne olarak DEM Parti hiçbir sorumluluktan hiçbir inisiyatiften hiçbir şekilde kaçınmaz, kaçınmıyor, bu varlık nedenini inkar olur.
Kemal Göktaş: Tasfiyeye yönelik bir şey olsa bile mi? Geçmiş çözüm sürecine dair de çok şey söylenebilir ama orada da çözüm sürecinin bitirilmesinin temelinde çözüm sürecinin AKP'nin işine yaramaması, oylarına yansımaması, iktidarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalması en başat neden olarak görülüyor. Siz de sanırım böyle görürsünüz. Burada da çokça yani sadece iktidar cenahından değil, bağımsız yorumculardan, çözüm süreçlerini takip eden gazetecilerden, siyasi analistlerden gelen ana yaklaşım Erdoğan ve MHP'nin yani Cumhur İttifakı'nın bunu bir araç olarak kullanmak istediği. Bunu baştan görünce dahi bu çözüm yani yeni sürece bir mesafe koymak Dem Parti açısından gerekmez mi?
Ayşegül Doğan: Bunu baştan gösteren nedir mesela? Sormak gerekiyor. Göstergeleri üzerinden konuşursak bunu. Şimdi şöyle, çeşitli şekillerde tartışılıyor. Bu gündem değiştiriliyor. İktidar yeniden güç tahkim etmeye çalışıyor. Burada Dem Parti'yi araçsallaştırma niyeti taşıyor. Muhalefeti dizayn etmek istiyor. Muhalefeti parçalamak istiyor gibi gibi gibi. Ta ne zamandan başlayan tartışmalar bunlar? 31 Mart ertesi daha somut haliyle söylemek gerekirse seçim sonuçları sonrasında özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi arasında başlayan görüşme trafiğinin neticesinde ortaya çıkan bir tarafın normalleşme bir tarafın yumuşama olarak ifade ettiği ve bizim parti olarak sıklıkla uyarıcı açıklamalar yaptığımız her iki partiye de ne dedik bu şekilde ne normalleşme olabilir ne yumuşama olabilir. Yani toplumun verdiği mesajı doğru okumakla mükellefiz. Eğer siyaseten sorumluluk almışsak ve eğer sorumluluk almak isteyen aynı zamanda yurttaşları isek bu ülkenin. Öyle isek, öyle hissediyorsak o halde normalleşme, Kürtleri, farklı kimlikleri, farklı inançları, farklı Kürt kültürleri ya da bu ülkedeki bazı sorunları kapsam dışı ya da parantez içine alarak olamaz, gerçekleştirilemez. Bunu bir kere masaya koyalım.
İkincisi, bu kadar indirgemeci bir yaklaşıma endekslenebilecek bir sorundan bahsetmiyoruz. Tarihsel bir sorundan bahsediyoruz. Bunu böyle değerlendirmek henüz şimdiden üstelik, yani böyle bir mesela anayasa tartışmaları, Evet, anayasa tartışmaları tüm grupları ziyaret etti meclis başkanı. Ve biz çok açık bir biçimde, dem parti olarak tavrımızı ortaya koyduk. Dedik ki, anayasa yapım süreci, yani anayasa yapım sürecinde izlenecek yol, yöntem, usulü, esası gösterecek önemli bir parametre olduğu için bizim için usulü görmek istiyoruz. esasa giden yolu gösterecek en temel taşlardan biri olduğu için.
Anayasaya ilişkin zaten iktidar kanadından gelen yeni bir hamle yok. Yeni bir görüşme talebi yok. Ya da bizimle bu konuya dair görüşülmüş özel olarak görüşülmüş herhangi bir şey yok. Ama şöyle bir şey var. Biz anayasa konusunda iddialıyız. Onlarca yıldır Türkiye'de demokratik bir anayasaya herkesin eşit yurttaşlık hakkının tanındığı bir anayasaya ihtiyaç olduğunu söylüyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Ayrıca bizim bu konuda çok ciddi bir deneyimimiz var.
Çok büyük bir birikimimiz var. şu anda mesela hali hazırda partimiz bünyesinde bir anayasa koordinasyonu oluşturuldu. ve bu anayasa koordinasyonu meclis anayasa komisyonuyla eş güdümlü çalışacak bir komisyon. Yani biz anayasa yapım sürecini de anayasanın içeriğini de Böyle sanıldığı gibi çok yüzeysel tartışmalara hapsetmiyoruz. Kimseyi itham etmiyorum, lütfen yanlış anlaşılmasın. Ama son derece indirgemeci bir yaklaşımla yaşanmışlıkları, yaşananları ve Kürt meselesinin, Türkiye'nin demokrasi sorununun tarihsel arka planını zaman zaman gözardı eden ya da yok sayan ya da bunu bununla birlikte değerlendirmekten kaçınan yaklaşım meselenin çözümüne katkı sunan bir yaklaşım değil. Yani meseleyi yalnızca iktidar endeksli okursanız ve onun üzerinden değerlendirirseniz oradaki bakış açısına hapsolursunuz.
Ama daha geniş bir çerçeveden okumak, değerlendirmek ve buna ilişkin çalışmalar yapmak zorundayız. Evet, biz bunu yapıyoruz. Biz bunu zaten iktidar partisi ya da işte Cumhur İttifakı benzer açıklamalar yapmadan, henüz tokalaşma olmadan, henüz biraz sıkışma olmadan da yapıyorduk. Bugün de aynı şeyi yapmaya devam ediyoruz.
Banu Güven: DEM parti ve öncesindeki gelenekten, işte yani Kürt siyasi hareketinden gelen partilerin Öcalan'ın serbest kalması için, bir müzakere olması için, bir takım taleplerinin karşılanması için iktidarla bu amaçla, bu pazarlık üzerinden bir işbirliğine gidebileceğini söyleyenler oluyor. Şimdi bu bu kadar basit bir şey midir? Başka bir takım konudan, yani mesela yeni bir anayasa yapmak, Öcalan'ın tecritinin kaldırılması ya da bir müzakere sürecinin başlaması elbette siyasette karşılıklı ağırlık oluşturacak bir takım unsurlar olarak konabilir ortaya ama birbirini tamamen işte götüren ya da dengeleyen bir takım faktörler midir bu siyasi ilişkiler içinde? Yani düşünüldüğü kadar kolay mı? CHP taraflarından, sıralarından gelir bazen işte DEM Parti AKP'ye destek verecek ya da her seçim öncesinde bu konuşulur. Şimdi Dem Parti'nin duruşu bu konuda tam olarak nedir? Onu daha böyle hani net bir şekilde nasıl ifade edersin?
Ayşegül Doğan: Parti'nin bu konudaki duruşu geçmişe dönüp böyle kısacık bakarsa merak edenler duruşunu göreceklerdir. Bu konuda hiçbir zaman yalpalamadı, sendelemedi. Asla zorbalıkla yan yana durmadı. Bir kere bunu çok net ifade etmeliyim. Fakat daha net söylemem gereken bir şey varsa pazarlık meselesine ilişkin, Dem Parti'nin ilkesel bir tutumu var bu konuda Banu Güven. Haklar ve özgürlükler bizim açımızdan bir pazarlık malzemesi değildir, bir pazarlık unsuru olarak değerlendirilmez, bir pazarlık aracına dönüştürülmez. Gerek Öcalan'la ilgili mevzu, gerek söz konusu diğer hukuksuzluklar ve haksızlıklar da Böyledir böyle yaklaşırız. Çünkü ortada bir hak ihlali var.
Bir hak ihlali, bir özgürlük yoksunluğu, bir demokrasi yoksunluğu söz konusu olduğunda bunu bir pazarlık aracına hiçbir zaman dönüştürmedik. Bugün de dönüştürmeyiz. Fakat şu çok rahatsız edici bir şey. Dem Parti'yi her defasında işte biraz önce sizin de hatırlattığınız gibi her mesela seçimin arifesinde ya da her anayasa tartışmalarının başladığı dönemde, son 22 yıldan bahsediyorum, düşünün 20'li yaşlardaki gençler başka iktidar dönemlerini hatırlamıyorlar. Bu iktidar döneminde her zaman şu soruyla muhatap olması ve buna maruz kalması. Anlaşacak mısınız? Biz meseleye böyle bakmıyoruz. Çatışan taraflar var. Çatışmalı bir konudan bahsediyoruz. Evet. Ve biz çatışmasızlığın sağlanmasını istiyoruz. Tekrar ediyorum, onurlu, eşit, adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasını istiyoruz. Çatışma çözümü Dünya’da da sağlanmış bir şey ve dünyada bu konuyla ilgili oluşmuş pek çok örnek var. Türkiye geçen süreçte yani adına çözüm süreci, İmralı süreci denilen dönemde zaman zaman bunlardan esinlenmek için bir takım çalışmalar yaptığında hükümet bizzat açıkladı biliyorsunuz. Dünya detaylarının incelendiği. Şimdi bunu ilk defa biz yapmayacağız.
Türkiye'nin de bu konuda azımsanmayacak kadar çok büyük bir deneyimi var aslında. Çatışan tarafları yok sayarak bir meseleyi çözemezsiniz.
Banu Güven: Ama Bahçeli diyor ki, biz diyoruz Öcalan bunu söylesin, talimatı versin, biz pazarlık yapmayız, terörle mücadele devam eder. Aynı şekilde baş danışman sıfatını taşıyan kişilerden biri olan ama etkisi şüphe götürmeyen Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından, milli hukuk gibi bir şey savunan bir başdanışman kendisi, evrensel bir takım değerlere otururken hukuk normları, diyor ki işte bir terörle mücadele anlayışı devam eder, edecektir. Zaten Dem Parti kendisini Bu terörün vasiyetinden kurtarmak için de böyle bir yola girilmesini talep etmiştir anlamı çıkabilecek bir takım şeyler söylüyor. Sen de buna cevap verdin. Evet gördük. Sen istersen ne cevap verdiğini burada tekrar tarif et kendi ifadelerinde.
Ayşegül Doğan: Bizim muhatap alacağımız bir düzey değil ama yine de cevap vermek istedik tarihe not düşmek açısından. Kendisi yalnızca kötülüklerin baş danışmanı değil, ülkenin kayyumu. Hukuka, demokrasiye, özgürlüklere atanmış bir kayyum. Bu bu kadar net. İşte kayyum zihniyeti nerelerden nasıl besleniyor apaçık görünüyor. Hukuksuzluklar nerelerden nasıl besleniyor bu da apaçık görünüyor. Dolayısıyla tekrar ediyorum yani Bahçeli'nin açıklamasına ilişkin soruya geleyim. Bu kadarı fazla bile çünkü baş danışmanı için, kötülüklerin baş danışmanı için.
Bahçeli diyor ki evet biz pazarlık yapmayız. Doğru. Biz de tabii izledik açıklamasını. Biz de kendisine grup toplantısında hemen akabinde eş genel başkanımız Tuncer Bakırhan yanıt verdi. Açın hakikaten dedi. Biz de merak ediyoruz örgütüne. Ne söyleyecek? Buluşturun hakikaten, ne olacak?
Bunları cesaretle hatırlatmak gerekiyor. Bu ülkede Öcalan'ın ev hapsine alınması konusu daha önce tartışıldı, konuşuldu. Şimdi yok sayılıyor. Şimdi aman efendim şöyle kulis bilgiler varmış, sizler de okuyorsunuzdur. Yok işte Ankara'da, Çankaya'da ev hapsine çıkarılacakmış. Öyleymiş, böyleymiş, şöyleymiş. Daha önce hiç konuşulmamış, hiç tartışılmamış gibi bir yeni gündem yaratılmaya çalışılıyor. Muhtemelen şöyle niyetlerde içeriyor bu gündem.
Tabii ki şunu görüyoruz çok net bir biçimde. Bir nabız yoklama, bir ölçüm yapma niyeti olanlar vardır. Ben sizin sorularınız aracılığıyla onlara da şöyle seslenmek istiyorum. Hangi tarafta olurlarsa olsunlar, ne düşünüyorlarsa düşünsünler. Biraz önce Kemal Göktaş bazı yazıları hatırlatarak, yine kötülüklerin baş danışmanını, ülkenin kayyumlarından birini hatırlatarak dedik ki işte Dem Parti'yi tasfiye etme girişimi. Bu tasfiye girişimi yeni değil. Yani bu mücadele parlamenter siyaset açısından ve temsiliyet açısından bakarsak, 1991 yılında Halkın Emek Partisi ile başladı ve bugüne kadar geldi. Çok çeşitli şeyler yaşadı, geçirdi, gördü.
Bu ilk deneme değil. Ama hiçbir tasfiye girişimi bu geleneği temsil eden, temsilcilerle ilgili hiçbir tasfiye girişime başarılı olamadı. Bundan sonra da olması imkansız. Hiç kimse boşuna dem parti içine oynamaya, dem partiyi bölmeye, dem partiye den bir ikili durum yaratmaya boşuna heveslenmesin. Böyle bir şey söz konusu değil, böyle bir şey olamaz. DEM Parti içindeki farklı düşünceler, DEM Parti'nin zaten kuruluş nedeni. DEM Parti farklı düşünceleri temsil eden bir parti. Farklı siyasi partilerden, bireylerden, kimliklerden, inançlardan, kültürlerden oluşan bir parti.
Dolayısıyla bizim farklılıklarımız bir ayrışma nedeni değil, aksine benzerliklerimiz bizi bir araya getiren, farklılıklarımız bizi bir araya getiren, bizi güçlendiren nedenler. O yüzden bu böyle çok küçük hesaplar bunlar. Biz bu hesaplar konusunda son derece antrenmanlı bir geleneği temsil ediyoruz.
Barışın çok zor bir iş olduğunu biliyoruz. O yüzden barışı tek başına inşa etmenin hiç kimse açısından mümkün olmayacağını biliyoruz. Ama bir hakikate özellikle dikkat çiziyoruz. 90'lı yılların başından bugüne kadar çeşitli defalar barış arayışı içerisinde olan, barış siyasetine katkı sunan, bir insan var ve siz bu insanı, Sayın Öcalan'ı İmralı Ada Hapishanesinde ısrarla tutuyorsunuz, kapalı tutuyorsunuz, o halde siz savaş siyasetinde ve çözümsüzlükte ısrar ediyorsunuz olarak okunur bu. Bu böyle değerlendirilir. Bu sorumluluktan kaçmak değil Dem Parti adına. Bu tek muhatap oradadır, tek başına o çözer demek değil. Lütfen bu yanlış anlaşılmasın.
Ama çatışan taraflar ve barış siyaseti yani Kürt meselesinin barışçı yollarla çözümü için 90'lı yıllardan beri Hayati bir rol oynayan bir insanın hakikatini görmezden gelemezsiniz. Bunu kamuoyundan saklayamazsınız. Türkiye kamuoyunu aldatmamalısınız.
Banu Güven: Ama bu çok uzun zamandır oluyor. Yani şöyle bir şey var, ben kendi gazetecilik tecrübemden aktarayım. 1990'lı yıllarda bir bağımsızlıktan, devlet kurmaktan değil de bir özel yönetim anlayışından bahsederken Öcalan bu Türkiye'de medyaya yansımıyordu. Aynı zamanda Öcalan'la yapılan görüşmeler, yani bunlar İmralı'ya gittikten sonra başlamadı, çok daha öncesi var. Bunların hiçbiri de aslında yansımadı. Senin daha önce ifadelerinde atıfta bulunduğun bazı dönemlerde konuşulanlar yansımadı. Yani çözüm süreci tabii ki belli açılardan.
Kapalı kapılar ardında yürümesi gerekir ama belli ölçüde bir şeffaflık olması da toplumsal olarak en azından bir hazırlık yaratır, öyle bir imkan sunar. Bu da olmadı. Ama şeffaflık olmaması A'dan Z'ye akla ne gelirse, hangi alanda olursa olsun bir sürpriz değil bizler için. Özellikle bu konuda güvenlikçi politikalar her zaman o kapının önünde nöbeti tutuyor, öyle söyleyeyim. Dolayısıyla adil kalıcı çözüm nasıl olur oluşur buna dair bir şeyler söylemek daha üzerinde konuşmak lazım herhalde. Kemal Göktaş sorularım var ama sıra sende.
Kemal Göktaş: Çözüm süreci deyince hemen tabii muhalefetin tavrı ve şimdiye kadar gösterdiği performans sorulmalı. Önceki çözüm sürecinde hakkını yemeyelim. CHP aslında önemli bir destek vermişti. Şimdi de Özgür Özel'in açıklamaları da sanki bu minvalde. Yani bu sorunun çözümüne katkı sunacaklarını belirtiyor ve de hemen bir Doğu ve Güneydoğu bölge turu yapacağını açıkladı. Onun öncesinde Selahattin Demirtaş'ı ziyaret edeceğini açıkladı, nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü CHP'nin tavrı gerçekten topluma bu sürecin anlatılması bakımından belirleyici oluyor.
İnsanların ikna edilmesi bakımından belirleyici. Çünkü önceki çözüm sürecinde de MHP çok sert karşı çıkıyordu. Ama toplumda çözüm sürecine yönelik destek yüksek seviyedeydi. Tabii iktidarın da orada iktidar medyasının da bir payı var ama CHP'nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz ve beklentileriniz neler?
Ayşegül Doğan: CHP'den yalnızca bizim değil toplumun beklentileri var. Biraz önce bağımlı güven doksanlı yıllarla bugünü mukayese ettiğinde tam da şunu düşünüyordum şeffaflık konusunda özellikle. Şimdi CHP belleklerde nasıl kaldı? Son çözüm sürecinden sonra maalesef kötü bir referansla hatırlanıyor. En basitinden Kürt halkı için Kürtler böyle hatırlıyorlar. Çözüm sürecine ayak direyen, çözüm sürecinde rol üstlenmeyen, sorumluluk almaktan kaçınan, muhataplık arayışına girip asıl muhatapları görmezden gelen bir Cumhuriyet Halk Partisi olarak hatırlanıyor. Şimdi bu tür zamanlarda toplumsal belliğin, üstelik bu kadar çok kötülük yaşamış bir toplumdan bahsediyoruz. Toplumsal belliğin iyileşip yeniden güven duyması için iyi referanslara ihtiyacı var.
CHP Kürt sorununun çözümünde nasıl bir yol haritasına sahip?
Yani daha onarıcı, iyileştirici şeylere ihtiyacımız var hepimizin. Ve tarihsel bir eşikteyiz. Yalnızca Türkiye değil, bu pek çok ülke açısından böyle ama yaşadığımız coğrafya, bizi çevreleyen komşu ülkeler, Orta Doğu'daki son gelişmeler, bütün bunlar tarihsel bir kavşakta ve eşlikte olduğumuzu bize bir kez daha hatırlatıyor. Şimdi tam da böyle bir kavşakta Cumhuriyet Halk Partisi'nin Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümü için iyi niyetin ötesine geçen bazı şeyler söylemesi gerekiyor. Evet, iyi niyet iyi bir şey. Ama Kürt meselesi kadar tarihsel bir sorunu salt iyi niyetle, salt iyi sözlerle, salt iyi cümlelerle çözemezsiniz. Daha ötesine geçen şey nedir? Mesela duymak isteriz biz DEM Parti olarak.
Cumhuriyet Halk Partisi, Kürt meselesinin çözümle ilişkin nasıl bir yol haritasına sahip? Nasıl bir programı var? Nasıl çözecek? Hangi aşamalarda? Kürt meselesine bakışı nedir? Tam olarak Kürt meselesinin neden kaynaklandığını düşünür. Çünkü Kürt meselesi bir terör meselesi değil. Kürt meselesi bir güvenlik sorunu değil.
Kürt meselesi bir sosyoekonomik geri kalmışlıktan kaynaklı bir sorun değil. Öyle bir şey yok. Bunun olmadığı apaçık ortaya çıktı. Ama yıllarca bu söylendi ve insanlar hala daha bunu söylemeye ve insanları bu şekilde ikna etmeye diyelim, Bu kandırmaktır aslında açık olduğu gibi adını söylemek gerekirse. Ama bunu denemeye çalışanlar var hala. Kürt meselesi, haklar meselesi, özgürlükler meselesi, bir kimlik meselesi, bir tanınma meselesi, bir eşit yurttaşlık meselesi. Siz bunları yok sayarak Kürt meselesini çözemezsiniz. Kürt meselesinde bir çatışma hali var ve bir çatışmasızlık sağlanmasını istiyorsanız, Kürt meselesinde çözüm için çatışan tarafların muhataplarını dikkate almak zorundasınız. Onlarla diyalog kurmak zorundasınız. Başka türlü bu meseleyi çözemezsiniz.
Bu meseleyi oluşturan nedenleri de ortadan kaldırmak durumundasınız. İşte bu da parlamentoda yapılabilecek işler de mümkün. Yasal düzenlemeler de mümkün. Şeffaflık mesela, biraz önce Banu Güven'in bahsettiği. Bunu tek talep eden partiyiz. Olur mu böyle bir şey? Bu yalnızca bizim mevzumuz mu? Bu yalnızca DEM Parti'yi mi ilgilendirir?
Kürtçe yalnızca DEM Parti'yi mi ilgilendirir? Açık Radyo'nun lisansının iptali en çok DEM Parti'yi mi ilgilendirmeli? Kadın cinayetleri, şüpheli kadın ölümleri, Rojin Kabahiş’e ne oldu? Rojwelat Kızmaz'a ne oldu? Gülistan Doku'ya ne oldu? Narin cinayetinde neler gizleniyor? Bunu niye en çok veyin yüksek sesle yalnızca Dem Parti ifade eder? Lütfen yanlış anlaşılmasın, bunların takipçisi olmuyor Cumhuriyet Halk Partisi demiyorum.
Ama daha yüksek bir sese, daha güçlü bir sahiplenmeye, daha açık ve daha cesur bir duruşa ihtiyaç var.
Banu Güven: Özellikle Kürt meselesinin çözümüne dair belki yollar önerilmesi de bunların içinde olabilir. Niye yok diye bir gazeteci olarak sormak isterdim ya da var mı diye sormak isterdim. Şimdi bir niyet var.
Ayşegül Doğan: Bir niyet var ama iyi niyet yetmiyor işte.
Banu Güven: Amberin Zaman'ın bir hafta kadar önce yazdığı yazı, yani orada şimdi iki bilgi var somutlayabileceğimiz. Biri Amberin Zaman'ın bir kaynağı diyor ki Öcalan, Kandilde ya da örgüt yöneticileriyle görüştü doğrudan. Telefon görüşmesi sağlandı. Sinirlendi, kapattı detayı ayrı. Ama böyle bir tecrit var ama bir taraftan da bir görüşme sağlanıyor bilgisi var ya da iddiası var. Bilmiyorum buna nasıl adlandırıyorsunuz Ayşegül Doğan.
Fakat yani kaynağından yazmış olduğu, habere koymuş olduğu bir bilgi olarak yaklaşıyor buna Amberin. İkincisi, bir de örgüt yetkililerinden sorduğu soru üzerine yeni bir sürecin başladığını söyleyebiliriz şeklinde aldığı bir cevap var. Buna ek olarak ben Sırrı Süreyya Önder'in tabii kendisine de ayrıca sormak lazım ama bu konuda belki bir görüşme imkanınız olmuştur ya da sen bir değerlendirme yapmak ister misin? Hani bu uzatılan el iyi niyetin ötesinde anlam taşıyor gibi bir sözü de var açıklaması da var. Gerçekten şimdi Bütün bu konuştuklarımıza rağmen bir süreç yürümekten bütün bunları teyit edebildiniz mi mesela sizler DEM Parti olarak ya da sen DEM Parti sözcüsü, gazeteci Ayşegül Doğan olarak teyit edebildin mi?
Ayşegül Doğan: Bizim bunu teyit edebilmemiz için ne yapmamız gerekir? Ya İmralı ile görüşebilmemiz gerekir ya da Kandil ile görüşmüş olmamız gerekir. İkisi de söz konusu olmadığına göre biz buna ancak bir iddia haberi olarak yaklaşabiliriz. Olmadığına ve olamayacağına göre bir iddia olarak girdi. spekülatif bir haber olarak değerlendirildi. dolayısıyla bizim bunu teyit etme, konfirme etme imkanımız Dem Parti olarak maalesef yok. yeri gelmişken şunu hatırlatmak isterim. Biz Tecrid'le ilgili tüm Dem Parti milletvekilleri olarak bütün grubumuz Adalet Bakanlığı'na başvuruda bulundu zaten.
Mesela İmralı'ya gitmek ve görüşmek için. Kamuoyu merak ediyor, ben de söyleyeyim. Köşelere konu oluyor işte. Urfa milletvekilimiz, aynı zamanda Abdullah Öcalan'ın yeğeni Ömer Öcalan'ın İmralı'ya gidebileceğini yazdı bir köşe yazarı. Şimdi Ömer Öcalan'ın başvurusu yeni değil. Ömer Öcalan basın toplantısı yaptı mecliste. İşte ben amcamı tanımıyorum, hiç görmedim, görmek istiyorum diyerek. Adalet Bakanlığı'na seslendi, ülkeyi yönetenlere seslendi.
İmralı Ada Hapishanesi'ne gitmek istiyorum dedi. O günlerde bunu görmeyenler, yok sayanlar, şimdi sanki yeni bir başvuru varmış, bir hazırlık yapılıyormuş gibi işte bir takım bilgiler yayıyorlar ya da yazıyorlar. Halbuki yeni değil bu. Ama mesela tarafımıza iletilmiş bu başvuruya olumlu olumsuz herhangi bir geri dönüş yok. Grup başkan vekillerimiz defalarca Adalet Bakanı ile bu konuya ilişkin toplu başvurularımızı götürdüklerinde konuştular. Biz İnsan Hakları Komisyonu'nda, Adalet Komisyonu'nda komisyona üye arkadaşlarımız, ve ilgili yetkili bütün kurularımız bu konuya ilişkin açıklamalar yaptık. Şimdi Kandil'le görüşmediğimize göre böyle bir ilişkimiz olmadığına göre İmralı'ya da gitmediğimize göre bizim bu çıkan haberleri teyit edebilmemizin imkanı yok. Ama hükümet yetkilileri yine onlara seslenince çıkıp bu iddia haberle ilgili konuşmalılar. Yani ne oluyor?
Banu Güven: Onlara soran olmadı galiba daha.
Ayşegül Doğan: Onların bunu açıklaması gerekiyor. Ama bu bir iddia haber, teyit edilmiş bir haber değil. Tarafların bu konuyla ilgili yaptıkları açıklamalarla sınırlı kalabiliriz ancak.
Banu Güven: Bir de Sırı Süreyya Önder'in ifadesine dair, yani tabii senin görüşünü sormak ne kadar doğru olur ona doğrudan sormak lazım ama yine de belki aranızda konuşmuşsunuzdur. O yüzden bunu da yorumlamanı ya da bir din varsa aktarmanı rica edeceğim.
Ayşegül Doğan: Aslında Sırı Süreyya Önder meclis başkan vekili olarak aynı zamanda bu süreçte kendisinin de hatırlattığı gibi önceki süreçlerde Emek vermiş, bedel ödemiş ama bedelini öncelememiş. Kendisi de öyle söyledi. Özellikle bazı kelimelerin altını çizdi. Mesela şeref ve bedel kelimelerinin altını çizdi. Biri olarak şahsi kanaatini ifade ettiğini söyledi. Ama tabii ki meclis başkan vekilinin meclisten böyle bir konuşma yapması, Dem Partili meclis başkan vekili olduğu için değil, keşke diğer meclis başkan vekillerinden de benzer sözler duysak bunu güçlendiren, bu uzatılan elin bir sürece dönmesi ihtimalinin ve imkanının ne kadar kıymetli olduğunu hatırlattı Sarı Süreyya Önder. Bu önemli bir şey, biz bunu önemsiz görmüyoruz Bağımlı Güven. Bu uzatılan el bir sürece dönüşürse, bunu eş genel başkanlarımız da açıkladı, biz bu eli itmeyeceğiz.
Kemal Göktaş: Peki bu aşamada şunu sormak lazım. Önceki çözüm sürecinde yapılıp edilenler hakikaten Öcalan'ın İmralı görüşmelerinde de uyardığı gibi aleyhe döndü ve de işte diyelim ki İmralı heyetinin Kandil'de çektiği fotoğraf dava dosyalarına delil olarak girdi. O dönemde yapılan açıklamalar zaten Selahattin Demirtaş'ın tutukluluğunun ana gerekçesi. Yani bir fiil değil de bütün dava dosyalarına, Kobani davasına da baktığımızda sadece açıklamalar olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla hakikaten bir tuzak gibi. Yani bir çözüm süreci yürütülüyor. O çözüm sürecinde devletin bilgisi ve kontrolü dahilinde bazı işler yapılıyor, görüşmeler yapılıyor, bazı açıklamalar yapılıyor ama onlar dönüyor süreç bittikten sonra aleyhe kullanılıyor. Cezaevinde tutma suçlama gerekçesi yapılıyor. Şimdi de yeni bir hani adını tam koyamadığımız bir süreç var. Bu yeni bir süreç olduğu kesin. İster çözüm süreci olsun ister tasfiye süreci her neyse ama bir çözüm sürecine doğru evrildiğinde bunun bir yasal zemininin oluşturulması zorunluluğu görülüyor. Dem Parti bunu bir ön koşul olarak ileri sürer mi? Yani siz bizimle bir süreç yürütmek isterseniz öncelikle bunun bir yasal zeminini yapın deme durumunuz olur mu?
Ayşegül Doğan: Şimdi ben bu soruya ancak mesela bu konu merkez yürütme kurulumuzda, parti meclisimizde tartışıldıktan sonra yanıtı verebilirim. Çünkü bu bir sürece evrilirse ya da evrilme ihtimali nedir, o vakit ne yapılmalı, nasıl yaklaşılmalı konusunu Partinin ilgili kurullarında tartışmak gerekiyor. Fakat müneccim olmaya gerek yok. Türkiye'nin hali ortada. Bazı şeyleri yeniden keşfetmeye de gerek yok. Eski denenmiş şeylerden de vazgeçmek gerekiyor. Olumsuz taraflarından bahsediyorum. Eğer bir sürece evriltmek niyetinde ise bu açıklamanın sahipleri ki bu çok geç kalınmış bir adım, onu da söylemek gerekiyor, çoktan Kürt meselesi çözülebilmiş olmalıydı Türkiye'de ve Türkiye'de böyle bir demokrasi sorunundan bahsetmiyor olmalıydı. Ama çözülemedi. Bunca yıl, bunca zaman, bunca enerji kaybına ve bunca insana, bunca cana ne yazık ki mal oldu. Şartlar ne olabilir? Olay, durum açık. Yalnızca Selahattin Demirtaş değil ki içeride. Sayabilir miyiz şimdi arkadaşlarımızı? Arkadaşlarımızı diyorum. Pek çok gazeteci arkadaşımızdan başlıyorum.
Biz mesela üç meslektaş bir geriye dönüp gitsek gazeteci arkadaşlarımızı sayabilir miyiz? Biz buna benzer bir yayını Banu Güven'le bir söyleşi yapmıştık mesela. Ben yargılanıyordum örgüt üyeliğinden. Sebebi yalnızca kaynaklarımla yaptığım görüşmelerdi. Kim bunlar? Kürt siyasetçiler. Kim bunlar? HDP'li siyasetçiler. Şimdi dolayısıyla bir şartlar manzumesi çıkartmaya gerek yok. Her şey çok açık. İçeride bir milletvekili var. Seçilmiş bir halkın iradesi, aktif bir milletvekili, olması gereken yer meclis, Can Atalay’ın, ama hapishanede Can Atalay, Selçuk Mızraklı, Yargıtay tarafından verilen onanan ceza, tüm bunların bazı siyasal mesajları vermek için yapıldığını artık maalesef toplumun ezici çoğunluğu biliyor. Maalesef diyorum, keşke bu kadar yaygın hale gelmeseydi ve toplumun ezici çoğunluğunun bildiği şey haksızlık, hukuksuzluk, yitirilmiş adalet duygusu olmasaydı. Şimdi siz bu yitirilmiş adalet duygusunu onarmadan, tesis etmeden, bu güveni sağlamadan, buna dönük bir emare göstermeden kamuoyundan nasıl destek alabilirsiniz?
Ya da bu konuda... Şimdi mesela, konuşurken aklıma geldi, İmralı heyetindeydi değil mi İdris Baluken? Yalnızca, diyalog kanallarının açılması, müzakere ve demokratik çözüm için sorumluluk alan siyasetçilerden biriydi. Yıllarını hapiste geçirdi. Ayla Akat da öyle, Sebahat Tuncel öyle, Leyla Güven öyle... Yani hakikaten birini saysam ötekini eksik bırakırım duygusu incittiği için bazen isim saymaktan kaçınıyoruz. 30 yıldır hapiste yatan insanlar var. Ağır hasta tutsak. Geçenlerde birini kaybettik. Ve hani eğer bir arka kapı diplomasisi olsaydı, eğer bir süreç olsaydı biz Abdülkadir Kuda'yı kurtarabilmiş, en azından ailesinin ve son günlerini geçirebilmiş olmasını sağlayabilirdik, yapamadık. Yok ki sorun arka kapı diplomasisi ya da hani bunların böyle olgunlaştırılmak için önden pişirildiği, sonra da herkesin kendi rolünü oynadığı. Böyle bir şey değil. Böyle bir mesele de değil. Bu çok daha derin ve köklü bir mesele. Böyle bakarak, bu kadar indirgemeci yaklaşarak çözülemez. Tabii bana güven. Pardon.
Banu Güven: AKP'nin, Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin bu, artık açılım mı diyeceğiz adına, bu niyetinin diyelim, girişimlerinin ardında peki nasıl bir mecburiyet var? Yani neden böyle bir adım atmaya mecbur kaldılar? Bunu biraz değerlendirelim. Yani DEM Parti'nin bu konudaki görüşü nedir? Ve DEM Parti sözcüsü, aynı zamanda gazeteci bölgeyi gayet iyi bilen, yani bunu sadece, bu kültür realitesinin sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil, artık daha geniş bir alana yayılmış Zaten öyle olan doğasında bir mesele olarak da analiz edebilen gazeteci Ayşegül Doğan da bu konuda ne diyor?
Onu merak ediyorum. Çünkü bir taraftan Esad, Suriye'nin kuzeyinde, Rojava'daki Kürt yönetimiyle bir takım ilişkiler kurmaya çalışıyor. Diğer taraftan bölgede başka gelişmeler oluyor. Barzani geldi Ankara'daydı dün. Başka bir sürü daha konusu var Türkiye'nin, Ankara'nın onunla konuşacak ama bu süreçte muhakkak Barzani ile konuşulmuş konulardan biridir diye düşünüyorum. İmkanınız oldu mu bu konuda bilgi edinmek yönünden? Onu da ekleyeyim, böyle genel bir soru sorayım.
Ayşegül Doğan: Barzani ile konuşuldu mu, konuşulmadı mı bunu bilmiyoruz. Öğrenebilecek bir imkanımız olmadı. Fakat bizim bildiğimiz kadarıyla bu önceden programlanmış bir ziyarette. Fakat şu bir gerçek. Şimdi bakın, işte biraz önce siz de hatırlattınız. Bir yandan sınır ötesi operasyonlar sürüyor. Hem işte Suriye'de Rojava, Kuzeydoğu Suriye bölgesinde yaşananlar, hem Irak, Kürdistan bölgesinde yaşananlar. Şimdi bu konuların konuşulmamış olması mümkün mü? Değildir. Bunun için de gerçekten müneccim olmaya gerek yok.
Mutlaka konuşulmuştur. Resmi veya değil. Ama sonuç itibariyle yapılan o görüşme resmi bir görüşme. Ve orada ne konuşuldu ne konuşulmadı biz detaylarına vakıf olmasak da şunu tahmin edebiliyoruz ki bu konu gündeme gelmiştir, konuşulmuştur. Kaçınılmaz bir biçimde aksinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Gelelim bu niyet neden sorusuna. Şimdi bir kere bunu yarın merkez yürütme kurulumuz toplanacak. Ardından da kadın meclisimiz ve parti meclisimiz toplanacak.
Yani dört gün boyunca özellikle bu son gelişmeleri tartışabileceğimiz ve akabinde de kamuoyu ile bu tartışmaların neticesinde vardığımız kanaati paylaşacağımız birkaç güne giriyoruz. Nedenine ilişkin Merkez Yürütme Kurulu'ndan sonradan parti sözcüsü olarak açıklama yapmayı tercih ederim. Nedeni ne olursa olsun ama Ayşegül olarak da sorma fırsatı verdiğiniz için şunu söylemek isterim. Mesele gerçekten barista, gerçekten Türkiye'de bir arada yaşamı güvence altına alan, Türkiye'de kendini eşit yurttaş hissetmeyen herkesin eşit yurttaşlık duygusunun sağlanabileceği ve tesis edebileceği bir yolun başlangıcındaysak.
Sorgulamak yerine bunu nasıl biz istediğimiz olması gereken onurlu bir barışa çevirebiliriz mücadelemizde. Buna bakmamız gerekir. Çünkü sonuçta barış kimler arasında olur? Çatışan, birbirine benzemeyen, aynı düşünmeyen taraflar arasında olur. Barış zaten dost olduğunuzda yapılan bir şey değildir. O nedenle dost olduğunuzda yapılmayan bir şeyse sizinle aynı niyet taşımasını beklememelisiniz. Sizinle aynı cümleleri kurmayabilir. Evet, sizinle aynı niyete sahip olmayabilir.
Ki muhtemelen de öyledir. Ama şunu bilmek gerekir ki Barış, işte tüm bunları aşan ve bunların üzerinde bir yerden bakabilen, bir siyasi partinin çıkarlarını önceleyen ya da bazı blokların güç tahkimini önceleyen bir anlayışla ve yaklaşımla ya da zorla sağlanamaz. Ancak anlamakla ulaşabileceğimiz, gayretle, çabayla ve zorluğunu bilerek sağlayabileceğimiz bir şey. Şimdi böyle baktığımızda en küçük ihtimalin bile, en minimal olasılığın bile Minnacık ışığın bile çok kıymetli olduğunu düşünmek ve hatırlamak durumundayız.
Banu Güven: Işığa bakıyorsunuz yani. Şimdi arka tarafına pek bakmadan önce ışığa bakıyorsunuz.
Ayşegül Doğan: Biz o ışığı yaratmak istiyoruz zaten yıllardır. Biz o ışığı yaratmak için yıllardır mücadele ediyoruz. Arka planında olabileceklerini tahmin edebilecek kadar çok tecrübeye sahibiz. Böyle bir gelenekten geliyoruz. Hala bunun bedelini ödüyoruz. Bunu biliyoruz. Biz de bütün bu konuşulan senaryoların olabileceğini, ihtimal dahilinde olduğunu, bunun pür melal bir iyi niyetle ortaya çıkma ihtimalinin belki en düşük olasılıklardan biri dahi olmadığını öngörebilecek bir deneyimden geliyoruz. Ama kendimize inanıyoruz.
Kendimize güveniyoruz, temsil ettiğimiz geleneğe güveniyoruz, Türkiye'ye güveniyoruz. Türkiye'de yaşayan ve bu konuda sorumluluk üstlenen, üstlenmek isteyen insanlar olduğunu biliyoruz. Barış herkesin özlemi, barış hepimizin özlemi. Dolayısıyla hep birlikte bunu sağlayabileceğimize olan güvenimiz ve inancımız nereden geliyor? Bizden, kendi öz gücümüzden, öz irademizden kaynaklanan ve bundan mütevellit bir şey. Böyle yaklaşıyoruz biz. Ama nedenine ilişkin daha resmi açıklamayı da Merkez Yürütme Kurulumuz toplandıktan sonra ve ilgili kurullarımız değerlendirdikten sonra ki yapıldı bugüne kadar ama sanırım gayet açık bir biçimde ifade etmeye çalıştım yine de her şeye rağmen.
Kemal Göktaş: Yani değerlendirmeler yapılırken tabii bir bir adım atıldığı ve özellikle de hiç beklenmedik birinden başladığı için yani Bahçeli'den başladığı için bunun gerekçeleri üzerinde çokça spekülasyon yapılması çok doğal. Yani İsrail'in Türkiye'ye saldırma olasılığından tutun da işte Rojava'nın statüsün, Kandil'in tasfiyesi vesaire bir sürü değerlendirme yapılıyor. Anladığım kadarıyla Dem Parti'deki yani hem bu söyleşiden hem de önceki açıklamalardan buradaki temel gerekçe ne olursa olsun sürecin kendisine bir değer biçiliyor ve bu sürecin kendisinin altında yatan amaç ya da saik her ne olursa olsun böyle bir sürece girilmiş olması çok büyük bir önem veriliyor. Bu aynı zamanda çok önemli riskleri de getiriyor tabii. Hakikaten seçmen tabanında da Dem Parti tabanında da bu sürece ilişkin böyle çok coşku değil de çok böyle bir ihtiyatlı bekleyiş var değil mi? Hani sizde de öyle seziliyor ama hani iki bin on üçte hatırlıyorum Erdoğan o zaman başbakandı ve o açıklama yapıldığında çok büyük bir heyecan vardı.
“Aracısız, amasız, fakatsız Öcalan'ın yolları açılsın”
Ayşegül Doğan: Şimdi 2013'teki heyecan bilmiyorum Diyarbakır Newroz alanındaki heyecandan mı bahsediyorsunuz Kemal Göktaş? Şimdi daha başlangıç anında Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti hatırlayalım. İmralı'da birtakım görüşmeler var dedi ve biz kamuoyu böyle öğrendik. Arada bir fark var şimdi İmralı'da birtakım görüşmeler var deyip İmralı'nın mesajını doğrudan ilettiğiniz zaman oluşan heyecanla bugünkü ihtiyatlı duruşu lütfen birlikte değerlendirelim. Çünkü bunu eksik değerlendirirsek işte o zaman çerçeveyi eksik koymuş oluruz. Artık bu meseledeki tecrübeler, 93 ateşkesi, 99'da yaşananlar, Oslo süreci, Habur'da yaşananlar, İmralı çözüm süreci derken 2016 ve sonrası yaşananlar ve bugünü değerlendirdiğimizde artık başlangıç noktalarının neden kıymetli olduğunu tarihsel olarak baktığımızda da hatırlamamız mümkün. O yüzden aracısız, amasız, fakatsız. Öcalan'ın yolları açılsın. Duyalım. Ne söyleyecek? Ne söylüyor? Geçen bunca yıla dair, bunca mutlak iletişimsizlikte, total izolasyonda ne oldu? Hakikaten orada bir masa mı var? Kim var o masada? Varsa işte Kandil'in birtakım açıklamaları olmuştu daha önce hep beraber.
Görmüşüzdür bu açıklamaları. Oradaki tecritin kaldırılmasına dönük bize birtakım tekliflerde bulunuldu. Biz bunları reddettik vesaire şeklinde KCK'den gelen açıklamalar var. Bese Hozat böyle bir söyleşi verdi. Biz de medyada gördük bu söyleşiyi. Mesela kim ne teklif ediyor? Ne oluyor İmdalı'da? Niye açılmıyor?
Niye sormuyoruz bu soruları? Niye açtırtmak istemiyoruz? Gerçekten mesela muhalefet partisi Oradaki haksızlığa, hukuksuzluğa dair neden tek bir cümle kurmazdı?
Cumhuriyet Halk Partisi Öcalan'a yönelik tecritle ilgili ne düşünüyor? Ben DEM Parti sözcüsü olarak da değil, normal bir yurttaş olarak merak ediyorum bunu. Ama aynı zamanda DEM Parti sözcüsü olarak da soruyorum. Ne düşünüyor? Bu tecridin kaldırılmasına ilişkin yapabilecekleri varken neden yapmıyor? Bu bir gerginlik meselesi olarak ortada duruyor. Tansiyon yükseltiyor. Bu heyecanın tekrar yaşanabilmesi için...
Evet, tabii ki Kürtler de şu soruları soruyorlar Kemal Göktaş. Ben Diyarbakır'daydım, özgürlük mitingindeydik. Önce izin verilen, sonra yasaklanan, binlerce insana eziyet çektirildi. Eş genel başkanlarımızın konuşmalarına orada güvenlikten sorumlu olması gereken ama onun dışında her şeyi yapan kolluk kuvvetleri tarafından megafonla müdahale edildi. Niye efendim? Sayın Öcalan dedikleri için. Şimdi bu çok paradoksal bir şey. Böyle bir şey olamaz.
Siz bir yandan kendisine çağrı yapacaksınız. Bir yandan dön işte örgütüne söyle diyeceksiniz. Bir yandan bu ilin kıymetini bilin diyeceksiniz. Ama bir yandan biz mesela yerine bu şekilde sirayet eden muamelelerle karşı karşıya kalacağız. Tabii ki sorgular insanlar. Silopi'de Barış Anneleri, Şırnak'ın Silopi ilçesinin Başverimli belgesinde 3 günlük bir adalet nöbeti tutmak istediler. Benim de seçim bölgem Şırnak. Mülki amirler, bizimle birer AKP il ilçe başkanı gibi konuşuyorlar.
Lütfedip, tenezzül edip telefonlarımıza çıkmıyorlar. Bizzat müdahale koordine etmek için sahaya iniyorlar. Müdahaleyi koordine ediyorlar, düşünebiliyor musunuz? Üç gün önce yaşanan bir durumdan bahsediyorum. Meclis İdare Amiri, Dem Parti'nin Saliha Aydeniz, sonuçta Başkanlık Divanı üyesi, orada alanda açıklama yapılırken diğer milletvekili arkadaşlarımızla birlikte, MYK üyelerimizle birlikte, bir barış annesinin konuşmasına tahammül göstermeyen, göstermek istemeyen bir tablo da var bir yandan. Şimdi bir yandan öyle, bir yandan böyle, insanlar bunun samimiyetini tabii ki sorgulayacak, sahiciliğini sorgulayacak ne olduğunu ne yapılmak istendiğini sorgulayacak. O yüzden biz diyoruz ki yani ikna edilmesi gereken güven oluşturulması gereken böyle hani Dem Parti bu yolu tıkıyor, Dem Parti üzerinde vesayet var falan onlarca yıldır söylemekten bıkmayıp usanmadıkları değişen iktidarlara rağmen her defasında da duvara çarpıp bumerang gibi onlara geri dönüyor olmalarına rağmen bundan ders çıkarmıyorlar, ders çıkarmalarını tavsiye ederim. Türkiye'nin en büyük eksiklerinden biri de bu, öğrenmiyor.
Öğrenmiyor Türkiye. Ders çıkarmıyor.
Banu Güven: Bumerang gibi dönüyor. Yani siyaseten bunun sonuçlarını görüyorlar, bugüne kadar gördüler ama ders çıkarmıyorlar. Anlamında mı söylüyorsun?
Ayşegül Doğan: Evet ders çıkarmıyorlar. Tabii ki ders çıkarmıyorlar. Bundan ders çıkartmak gerekiyor.
Önce seçim sonuçları değil, yıllardır Kürt siyasetçilerin bir vesayet altında olduğunu iddia ediyorlar. Bir hakikati ortaya koymayı vesayet olarak tarifliyorlar. Eğer vesayet olsaydı, eğer bu bir güvenlik sorunu olsaydı, Eğer bu sizin söylediğiniz gibi yalnızca güvenlikçi yollarla çözülebilecek bir mesele olsaydı, niye çözülemedi bugüne kadar? Niye giderek büyüdü ve artık bölgesel, uluslararası bir mesele haline geldi? Çözebilseydiniz, çözseydiniz vaktiyle çözümsüzlükte ısrar edenlere söylüyorum, bugün böyle bir devasa sorunlar yumağıyla baş başa kalmamış olacaktınız. Hangi iktidar olursa olsun. Böyle olmayacaktı. Ama bu haliyle, bu şekliyle bir yaklaşım çözümsüzlükteki ısrar neticede böyle bir Türkiye tablosu doğurdu.
Bunu bazı yorumcular mesela işte Türkiye çok sıkıştı, bu sıkışmışlıktan dolayı şimdi işte Dem parti üzerinden kendi iktidarını güçlendirmek için yapıyor. İşte bazıları İsrail saldırısı tehditinden bahsediyor. Buna ilişkin yaklaşımımızı zaten defaatle paylaştık. Bunlar değil, meselenin özünü esasına bakalım. Her nene sebeple yapıyorsa yapsın, Evet, burada ama bu saatten sonra yapılması gereken şey şu, bunu bir sürece evrilirse eğer, hakikaten biz de bilmiyoruz şu anda, tekrar ediyorum bir AKP diplomasisi yok, olduğu düşünülüyor. Bununla ilgili spekülasyonlar yayılmaya çalışılıyor. Çeşitli şeyleri, senaryoları bizler de duyuyoruz. Ama yok ve yine konu buraya gelmişken şunu söylemek isterim.
DEM Parti'nin yetkili kurulları dışında yapılan hiçbir açıklamanın Dem Parti açısından bağlayıcılığı yoktur. Eş genel başkanlar ve yetkili kurullarımız tarafından yapılan açıklamalar dikkate alınmalı. Çünkü bu süreçte bu tür spekülatif ve manipülatif bilgileri maalesef yaymak isteyenlerin çok olduğunu biliyoruz. Bunlar dikkate alınmamalı. Bir heyecana geri dönersek, şu anda heyecan yaratacak bir gelişme yok. Açıklamalar var ama devamı gelmedi. Şu önemle tekrar ediyorum, Ayşegül Doğan olarak, Dem Partisi özcüsü olarak, bir yurttaş olarak, bir kadın olarak, bir Kürt olarak ve bir Türkiyeli olarak barış ihtimalini güçlendirmek gerekir, bizim buna ihtiyacımız var. Eğer bu bir ihtimalse o zaman buna değer vermek önemli bir gelişme olarak kabul etmek durumundayız.
Oyun, küçük hesap, gündem değiştirme, bir siyasi partinin çıkarlarına göre pozisyon alması gibi tartışmalar bizi bu olayın esasını görmekten uzaklaştıracaktır. Ve hepimize haksızlık olur. O yüzden hepimiz için bir vebal, o vebali düşünerek davranmalı ve sorumluluk hissetmeliyiz. Özellikle de toplumsal ve siyasal muhalefet olarak baktığımızda böyle bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Teşekkürler davetiniz için. Herkes bizi konuşuyor, kimse bizi davet etmiyor biliyorsunuz. Herkes Kürtleri konuşuyor. Ama kimse doğrudan Kürtleri davet etmiyor. Bu imkanı tanıdığımız için ve bu sorulara yanıt olma zemini oluşturduğumuz için… Yarın merkez yürütme kurulumumuz toplanıyor. Bunu tekrar edeyim ve MYK toplantısından sonra da bir açıklama yapacağız. Tüm konulara ilişkin bir değerlendirmemiz olacak.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.