Nüfusu yaşlanan Türkiye nasıl önlem almalı?
Pelin Ünker
Türkiye'nin genç nüfus oranı (15-24 yaş) yüzde 15,1 ile Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin yüzde 10,6 olan genç nüfus ortalamasının üzerinde.
Ancak uzun yıllardır genç nüfusa dayalı demografik yapısıyla övünen Türkiye bu özelliğini hızla kaybediyor.
Nüfusun yaşlandığına işaret eden veriler Türkiye'de emeklilik sistemine ilişkin politikayı da belirliyor.
Emeklilik sisteminin piyasaya devredileceği ve yaşlılık sigortası hakkının yavaş yavaş tasfiye edileceği yönünde eleştirilen Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi çalışmalarının da son dönemde emekli aylıklarına yapılan düşük zamların da gerekçesi "nüfusun yaşlanması".
Şu anda ortalama emekli aylığı asgari ücret ve açlık sınırının altında. Emekli aylıklarına yapılan düşük zamlar ise emekli olanların sayısının artması nedeniyle kaynakların azaldığı savunmasına dayanıyor.
Ancak çalışma ekonomisi uzmanlarına göre Sosyal Güvenlik Kurumu'nun aktif/pasif oranını iyileştirmek, harcamaları azaltmak yerine iş gücüne katılımı ve istihdamı artıracak politikalardan geçiyor. Bu, ayrıca genç nüfusu avantajlı konuma getirmenin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Doğum oranlarındaki düşüşün de iş gücüne dahil olmama isteğinin de hükümetin uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla ilişkili olduğuna işaret eden uzmanlara göre, genç nüfusu avantajlı konuma getirmek için eğitim, sağlık ve teknoloji yatırımlarının yanı sıra ücret seviyesini insanca yaşam düzeyine çekecek ve istihdamı artıracak önlemler gerekiyor.
Çalışan nüfus gerileyecek
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) yenilediği 2023-2100 nüfus projeksiyonlarına göre Türkiye nüfusu yaşlanmaya devam edecek. Bu durumda doğum oranlarındaki hızlı düşüş ve ortalama yaşam süresindeki artış etkili.
Bu yıl doğurganlık hızı 1,51'e kadar gerilerken yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ilk kez yüzde 10'un üzerine çıktı. Ortanca yaş ise 34'e yükseldi.
Mevcut durumun devam edeceği varsayımıyla hazırlanan ana senaryoya göre yaşlı nüfus oranının 2050 yılında yüzde 23,1; 2075 yılında yüzde 31,7 ve 2100 yılında ise yüzde 33,6 seviyesine ulaşması bekleniyor.
Buna karşın çalışma çağında yer alan ve şu anda yüzde 68,3 olan 15-64 yaş grubundaki nüfus oranının 2050'de yüzde 61,9; 2075'te yüzde 55,9 ve 2100'de yüzde 54,6'e gerileyeceği öngörülüyor. Çocuk nüfus oranının ise 2050'de yüzde 15,1; 2075'te yüzde 12,4 ve 2100'de yüzde 11,8 olması bekleniyor.
Veriler, demografik fırsat penceresinin 2030'un ilk yarısında kapanacağını gösteriyor.
Peki bu duruma karşı hangi önlemler alınabilir?
Sağlık ve eğitim sisteminde dönüşüm
DW Türkçe'ye konuşan çalışma hayatı ve iş hukuku uzmanı Dr. Murat Özveri, yaşlı nüfusun genç nüfusa göre azalmasının ve oranın bozulmasının birçok dengenin yerinden oynamasını beraberinde getirdiğini söylüyor.
"Özellikle sosyal güvenlik sistemi üzerinde etkili, işgücü ve verimli işgücü açısından da önemli" diyen Özveri, "Ancak kocaman bir ancak var. Siz genç nüfusu avantaj konumuna getirebilmeniz için belirli koşulları da sağlamak zorundasınız" diye ekliyor.
Özveri'ye göre bu koşulların ilki yaşam hakkını güvence altına almak. Sağlıklı hamillelik dönemi dahil anne ve çocuk ölümlerini, sakat doğumları ortadan kaldıracak öznesi herkes olan kamusal bir sağlık sistemini var etmek.
İkinci olarak Özveri, her bir çocuğu yeteneklerine uygun bir şekilde eğiten ve meslek sahibi yapan kamusal bir eğitim sisteminin olması gerektiğine dikkat çekiyor.
Bu koşullardan bir diğerini ise "her meslek sahibini kendi mesleğinde veya yeteneklerine uygun işte kendisi ve ailesiyle birlikte insan onuruna yakışır bir yaşam sürdürecek geliri sağlayan, çalışma sürecinde çalışanın fiziksel, ruhsal, sosyal iyilik haline zarar vermeyen iş ve istihdam politikası yaratmak" olarak tanımlayan Özveri, "Bu süreç aksadığında devreye kendiliğinden giren, bireyin isteyip istememesine bağlı olmaksızın sosyal risklere karşı güvence getiren bir sosyal güvenlik sistemini hak temelli var etmeniz gerekir" diyor.
"Ucuz işçi deposu demek"
Özveri'ye göre bu asgari koşulları sağlamadan genç nüfusun artması, ülkenin yüz yıldır olduğu gibi ucuz işçi deposu, ucuz asker deposu olmasına devam etmesi demek.
Murat Özveri, tüm bunlar için ise hızlı, bağımsız ve adil işleyen yargı, herkesin kendisini özgürce ifade edebildiği örgütlenme hakkı, demokratik işleyişe sahip siyasi katılım hakkı gibi demokrasiyi katılımcılık üzerinden ete kemiğe büründüren sosyal hukuk devletinin varlığının önemine işaret ediyor:
"Kısaca annemin her namazda ettiği duayı gerçeğe dönüştürüp herkese, hayırlı devlet, hayırlı evlat, hayırlı nimet sağlamak gerekir."
Resmi verilere göre Türkiye'de istihdam oranı yüzde 50 seviyesinde. Öyle ki potansiyel çalışan olarak tanımlanan nüfusun yarısı mevcut bir işte çalışmıyor. İstihdam ve işsizlerin toplamını ifade eden iş gücüne katılım oranı da yüzde 54,5'te kalıyor.
Mevsimlik işçiler ve son dört hafta içinde iş aramak için başvuruda bulunmayanların dahil edildiği geniş tanımlı işsiz sayısı 10 milyonu buluyor.
Dört gençten biri ne eğitimde ne istihdamda
TÜİK'e göre 15-24 yaş arası genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 15, ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranı yüzde 22,5 seviyesinde.
DW Türkçe'ye konuşan çalışma ekonomisi uzmanı Dr. Özgür Müftüoğlu'na göre Türkiye'deki temel mesele, nüfusun yarısının iş gücü piyasasının dışında olması yani çalışmaması.
"Türkiye'de üretim yetersiz. Dolayısıyla yeni istihdam alanları da açılamıyor. Üretken olduğu alanlarda da verimlilik düşük" diyen Müftüoğlu, bunlar sorgulanmadan "aktüeryal denge (çalışan aktif nüfusun çalışmayan pasif nüfusu karşılama oranı) bozuldu, nüfusu artırmamız lazım" denilerek sağlık sisteminin özelleştirilmesine, emeklilere düşük aylık bağlanmasına gerekçe yaratıldığını söylüyor.
Oysa Türkiye'nin elinde çalışan aktif nüfusu artıracak potansiyel olduğunu vurgulayan Müftüoğlu, bugün rızası olmadığı halde ne okulda ne istihdamda olan yüz binleri aşan bir genç nüfus olduğunu belirtiyor.
"Oranı düşük ücretler düşürüyor"
Çalışabilir nüfusun yarısının da çalışmaya neden rızası olmadığının düşünülmesi gerektiğini dile getiren Müftüoğlu, "Siz açlık sınırının altında bir asgari ücretle insanları çalışmaya zorlarsanız bu insanlar emek piyasasından çekilirler. Çünkü birinin evden kalkıp işe gitmesi, gelmesi, harcadığı yol parası, masrafları zaten aldığı parayı karşılamaz" diye konuşuyor.
Öte yandan kentli ve eğitimli iş gücünün yarattığı katma değerin daha yüksek olduğuna işaret eden Müftüoğlu, eğitimde "dindar nesiller yetiştirme" politikası nedeniyle nitelikli iş gücünün yurtdışına gittiğini ifade ediyor.
İş gücü verimliliğini büyük ölçüde belirleyenin yatırımlar yani teknoloji ve üretim organizasyonu olduğunu söyleyen Müftüoğlu, gelişmiş bir teknolojiyi iyi uygulayacak iş gücü yetiştirmenin de önemine dikkat çekerek meslek liselerinin bu işlevi yerine getiremediğini, ucuz işçi yetiştirmenin bir yolu olarak kullanıldığını anlatıyor.
Prim borçları ve kayıt dışı istihdam
Üçüncü olarak Müftüoğlu, sigorta prim borçlarını ödemeyen belediyeleri hatırlatıyor. Belediyeler gibi büyük ya da küçük şirketlerin de prim borçlarını ödemediğini aktaran Müftüoğlu'na göre, göçmen işçiler dahil kayıtdışı istihdama göz yumulması nedeniyle sosyal güvenlik sistemi ciddi bir kaynak kaybına uğruyor.
Türkiye'de asgari ücret ya da ona yakın ücretle geçinenlerin iş gücü piyasasının yarısını oluşturduğunu ve bu insanların açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürdüğünü ifade eden Müftüoğlu'na göre doğum oranlarının düşmesinin altında yatan neden de bu.
Özgür Müftüoğlu, ”Türkiye'de bir çocuğun doğum öncesinden başlayıp eğitimine kadar yaşam maliyetleri çok yüksek. Nasıl bakacaklar, nasıl okutacaklar? İnsanlar boşu boşuna çocuk yapmıyor değiller. Türkiye'de büyük bir kısım artık çocuklarını okutmak istiyor. Ancak buna maddi imkanları yok” diyor.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.