Adalet, mülkün temeliyse devlet, deprem davalarının neresinde?
Kısa Dalga - Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığının ardından yeniden bakan olduktan sonra… 23 Ağustos 2024'te… Yerle bir olmuş Ebrar Sitesi'nin yerinde yükselen yeni inşaatın tam önünde… İki blok arasında dalgalanan Recep Tayyip Erdoğan bayrağının tam altında söyledi bunları… Dedi ki 770 konutumuzu 6 Şubat depremlerinin yıl dönümünde, bitireceğiz.
Nesi yeni bu Ebrar Sitesi’nin? Temeli daha mı sağlam? Atılan beton, taş gibi mi? Kullanılan demirin haddi hesabı yok mu? Nesi yeni?
En az 1400 kişinin cenazesi orada değil mi hala?
PODCASTİMİZİ DİNLEMEK İÇİN PLAY'E TIKLAYINIZ
“1400 kişiyi öldürenler gereken cezayı alana kadar mücadele edecek aileleriz biz” diyerek sosyal medyada örgütlenen Ebrar Sitesi aileleri, daha adalet yerini bulmadan yükselen yeni binalar önünde açıklama yapan Bakan Murat Kurum’a yanıt verdiler… “Bizlere müjde diye verdiğiniz konut projeleriniz ailelerimizin ölümü üzerine kurulu…” dediler.
22 bloktan oluşan Ebrar Sitesi, 6 Şubat depremlerinde yıkılan binlerce apartmandan, siteden yalnızca biri. Devam eden onlarca dava var. İnsanlar ölen yakınlarının çoktan ellerinden alınan yaşam haklarını arıyorlar. Adalet arıyorlar.
Bu insanların canına, kanına kim girdi? Kimin ihmali var bu yıkımlarda? Kim kimi koruyor bu davalarda? Yargılamalar nasıl işliyor? Yaşam hakkı talebinin, adalet arayışının üstüne nasıl beton dökülüyor?
Olası-Kast'ta bu hafta bu soruların yanıtlarını arayacağız…
Ve soracağız: Devlet, bu deprem davalarının neresinde?
Sadece 273 tutuklu
50 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği 6 Şubat depremlerinden etkilenen 11 ilde, Ocak 2024 rakamları ile; 2 milyon 258 bin 622 binadan 39 bin 361'i yıkıldı. Yıkılmayan binaların 21 bin 191'inin acilen yıkılmasına karar verildi. 202 bin 571 bin bina ağır hasarlı, 43 bin 344 bina orta hasarlı 1 milyon 952 bin 155 bina ise az hasarlı veya hasarsız olarak tespit edildi. Bu rakamlar Cumhurbaşkanlığı'na ait.
Adalet Bakanı'nın verdiği son rakamlara göre ise depremleri ile ilgili 273 kişi tutuklandı. 54 bin yurttaşın ölümü, 39 bin binanın yıkılışı, tutuklu sayısı sadece 273…
1 milyon dava açılabilir mi?
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, aynı açıklamasında, depremlerin ardından 81 bin 632 dava açıldığını söyledi. Bunların tamamı ceza davası değil hatta pek çoğu tazminat davasıydı.
AFAD, 6 Şubat depremleri dolayısıyla, aleyhine 1 milyondan fazla dava açılacağını öngördü. Hatta kurum, bu davalarda kabahati savunmak için Maliye Bakanlığı’ndan avukat kadrosu vermesini istedi. Bakanlık reddedince, AFAD serbest avukatlara başvurdu.
Yani devleti, deprem davalarında serbest avukatlar da savunuyordu.
Peki ya binaların yıkılmasından sorumlu olanları kim savunuyordu?
Bir örnek, Furkan Apartmanı davası. Adliye önünde yuhalanan kişi, ünlü avukat Ersan Şen. Gaziantep’te 51 kişinin yaşamını yitirdiği Furkan Apartmanı ile ilgili davada firari sanıkların avukatlığını üstlenmişti. Firari müteahhitler, “Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ya da yaranmasına neden olmakla” suçlanıyordu. Ünlü avukat, müvekkillerinin firari olmasını haklarında çıkarılan tutuklama emrine bağladı. Tutuklama emirlerinin insanı korkutacağını söyleyen Şen, müvekkillerine mahkeme tarafından tutuklanmayacakları konusunda güvence verilmesini talep etti. Mahkeme Şen’in talebini reddetti.
Daha ilk kararda indirim
Deprem davalarında ilk karar, 22 Şubat 2024'te verildi. Yani depremin üzerinden bir yıldan uzun zaman geçtikten sonra.
Karar, Şanlıurfa'da 34 kişinin enkazı altında kaldığı apartman ile ilgiliydi. Apartmanın inşaatından sorumlu 4 kişiden üçü, depremden önceki yıllarda yaşamını yitirmişti. Hayattaki tek kişi olan müteahhide, 18 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi.
Sanık aslında "Bilinçli taksir ile birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak" suçlaması ile 21 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ancak, müteahhit aynı binada oğlunu kaybetmişti. Mahkeme bunu indirim gerekçesi saydı.
Bunlar nasıl firari?
Deprem davalarının firari sanıkları da vardı. En azından dava dosyalarında adlarının karşısında firari yazıyordu.
Mesela Mehmet Özat. 370 kişinin yaşamını yitirdiği Emlak Bank Konutları’nın 1. Bloğunun müteahhidiydi. Güya firariydi. Onu, ailesini enkaz altında kaybeden bir depremzede Ankara’daki bir alışveriş merkezinde yakaladı. Depremzedeler “firari” müteahhidi yakaladı, polise haber verdi. Polis geldi, müteahhit gözaltına alındı. “Bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak” suçlaması ile tutuklandı.
Ya da mesela Ali Babaoğlu. 150 kişinin yaşamını yitirdiği Palmiye Sitesi’nin müteahhidiydi. O da güya firariydi. Nasıl olduysa 1,5 yıldır yakalanamamıştı. Bu müteahhit o kadar firariydi ki, İzmir’in Çiğli ilçesinde notere gitmiş, oğluna vekalet vermişti. Yakalandı, mahkemeye çıkarıldı ve tutuklandı.
Bunlar nasıl firariydi? Haklarındaki tutuklama emirleri, nasıl emirlerdi böyle?
Ölüm var, kusur var, bilirkişi raporu var: Sorumlu yok
Antakya'da, 42 kişinin yaşamını yitirdiği Selim Köse Apartmanı ise enkaz altında kalan adalete bir başka örnek…
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında onların, adalet arayan yakınlarının sesini duyurmuştu. Çünkü bu sesi ne savcılık, ne mahkeme duyuyordu… Duyulmayan o ses, Selim Köse apartmanında yakınlarını kaybeden avukatın, Seda Mutaf'ın sesiydi: "Tutuklu yargılanan hiç kimse yok. Açılan bir dava hazırlanan bir iddianame yok. Belediye çalışanlarından hiçbirine soruşturma izni çıkmadı."
Başka da var…
Antakya'daki Fuat Koku Sitesi. 65 kişi yaşamını yitirdi. Soruşturma kapsamında bir müteahhit, iki yapı denetim sorumlusu önce tutuklandı daha sonra serbest bırakıldı. Karadeniz Teknik Üniversitesi yıkılan iki blok ile ilgili rapor hazırlardı. Raporda binalarda kalitesiz malzeme kullanıldığı, kolon donatı alanının yetersiz kaldığı ve zemin etüd raporunda belediye onayı bulunmadığı belirtildi. Bilirkişinin bu tespitleri yaptığı binanın yıkılması ile ilgili soruşturmada daha iddianame hala hazırlanmadı. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmaları sürdürüyor. Adalet Bakanı'nın verdiği bilgiye göre, bilirkişi raporlarında kusur atfı yapılan kamu görevlileri ile ilgili dosya ayrılıyor. Soruşturma izni isteniyor. O izin bir türlü gelmiyor.
Yine Antakya'daki Ilgım Apartmanı. Daha üç yıl önce inşa edilmişti. 85 kişi yaşamını yitirdi. Soruşturma kapsamında tutuklanan müteahhit ve yapı denetimci daha sonra serbest bırakıldı. İddianame hala hazırlanmadı.
Antakya'da 105 kişinin yaşamını yitirdiği Farklı Yaşam Rende Sitesi, Hatay Kırıkhan'da 40 kişinin yaşamını yitirdiği Yağmur Apartmanı; Antakya'da 31 kişinin yaşayışını yitirdiği Rana Apartmanı…
Bunların da iddianameleri yok.
Kaç binanın enkazında kalan vatandaşların ölümü ile ilgili iddianame yok. Kimse bilmiyor?
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, milletvekillerinin konu ile ilgili verdiği soru önergelerine hep aynı yanıtı veriyor:
"Yargısal denetim, yargı mercilerine aittir."
Davaların karakteri
Buraya kadar anlattıklarımız zaten enkaz altındaki adalet sisteminin olağan halleriydi. Mağdurlar, son nefeslerini beton yığınlarının altında verenler, şiddet görenler, şiddete engel olmak isteyenler, sadece fikirlerini ifade edenler, kadınlar, sokakta kendisine uzatılan mikrofona konuşanlar, öğrenciler, seçilmiş siyasetçiler, iş adamları, hatta hatta avukatlar için adalet kavramının Türkiye’deki karşılığı bu saçmalıklardı zaten. Hem de uzun yıllardır…
Ama deprem davalarının birkaç karakteristik özelliği vardı. Bu tip kitlesel ölüme yol açan ihmallerin yargılandığı davalarda sık sık karşımıza özelliklerdi bunlar.
Birincisi sanıkların neyle suçlandıkları ile ilgiliydi? Yani “bilinçli taksir-olası kast” tartışması…
Şüphelilerin ve sanıkların neredeyse tamamı, “bilinci taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmakla” suçlanıyordu.
İkincisi ise kamunun, yani bürokrasinin, yani devletin; deprem davaları karşısında havaya bakıp ıslık çalmasıydı.
Depremin üzerinden bir buçuk yıl geçmişti. Tek bir kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmiyordu. Savcılıklar, asli veya tali kusurlu olduğu şüphesiyle özellikle atanmış yerel yöneticiler hakkında soruşturma izni istiyordu. Ancak valilikler bu izni vermiyordu.
Seçilmiş yerel yöneticiler zaten neredeyse konu dışıydı?
Hele hele Çevre, Şehircilik il müdürlükleri hatta Bakanlık bürokratları, yani Ankara’dakiler; deprem davaları denilince hiç yoklardı. Öyle ya… Deprem sırasında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olan Murat Kurum, deprem tehlikesi deyince akla gelen İstanbul’un belediye başkanlığına aday gösterilmiş, seçilemeyince bakanlık koltuğuna tekrar oturmuş, yıkılan binaların yerine yapılan yenilerinin inşaatı önünde sözler veriyordu. Daha adalet sağlanmadan…
Özellikle yaz aylarının başlarından itibaren, önemli bazı deprem davalarında bazı gelişmelerin yaşanması dikkati çekti.
Konu, o güne kadar dokunulmayan kamu görevlilerini ilgilendiriyordu.
Kamu görevlilerinin asli kusurlu bulunduğu ilk rapor
Depremin ardından geçen ilk yıl boyunca mahkemelerin sorumluların bulunması için talep ettikleri bilirkişi raporlarında kamu görevlileri, hep tali kusurluydu. Belediye yetkililerinin asli kusurlu olarak görülmesi için bir yıl beklenmesi gerekecekti.
Bu yönde ilk raporu Konya Teknik Üniversitesi hazırladı Kahramanmaraş'taki Palmiye ve Hamidiye sitesinde yıkılan bloklarla ilgili bilirkişi raporunda, sadece müteahhitler ve mühendisler değil, belediye görevlileri de asli kusurlu bulundu. Asli kusurlu bulunan kamu görevlilerinden birisi belediyenin fen işleri müdürüydü. Bu müdür, Hamidiye Sitesi’nin müteahhidiydi.
Aslında yargı burada zaten kamu görevlisini yargılamaktan, istese de kaçamazdı. Çünkü kamu görevlisi zaten müteahhitti. Davanın avukatına göre, kuzu depremden çok önce kurda emanet edilmişti.
Kahramanmaraş’ta 69 kişinin öldüğü, 16 kişinin yaralandığı Güneşli Kocabaş Evleri’nin yedinci bloğunun yıkılması ile ilgili soruşturmada, üç kamu görevlisi hakkında soruşturma izni istendi. Dulkadiroğlu Kaymakamlığı, ilçe belediyesinde görevli imar müdür vekili, mühendis ve mimar hakkında soruşturma izni verdi. Bu Maraş’taki deprem davaları için bir ilkti. İlk kez kamu görevlileri yargılanacaktı. Ancak yine “bilinçli taksir” suçlamasıyla…
72 kişinin yaşamını yitirdiği İsias Otel ile ilgili yargılamada, Adıyaman İl İdare Kurulu dönemin ruhsat büro teknisyeni, ruhsat büro şefi, imar müdürü ve belediye başkan yardımcısı hakkında soruşturma izni verdi. Bu gelişme de Maraş’taki dava gibi yenilerde yaşandı.
51 kişinin yaşamını yitirdiği Adıyaman'ın Nizip İlçesi'ndeki Furkan Apartmanı ile ilgili yargılamada geçtiğimiz pazartesi günü yapılan duruşmasında da ilginç bir durum yaşandı. Yakınlarını enkaz altında kaybeden aileler ve avukatları, apartmanın yıkılmasında sorumluluğu olan kamu görevlilerinin de yargılanmasını talep etti. Savcı ise kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verildiğini ancak haklarında soruşturma izni verilen kamu görevlilerinin haklarındaki karara itiraz ettiklerini söyledi. Buna göre itiraz süreci devam ediyordu.
Osmaniye'de 105 kişinin yaşamını yitirdiği Bilge Sitesi ile ilgili yargılamada 4 kişi tutuklu olarak yargılanıyordu. Savcılık, dönemin MHP'li belediye başkanı Kadir Kara ve üç belediye yetkilisi hakkında soruşturma izni istedi. 19 Haziran 2023'te istenen izne, valilik olumsuz yanıt verdi. Karar istinaf mahkemesine taşındı. Adana Bölge İdare Mahkemesi itirazı yerinde buldu. Bunun üzerine MHP'li eski belediye başkanı hakkında da dava açıldı. Soruşturma kapsamında eski Başkan Kara, "bina ile ilgili sorumluluğunun tamamen evrak üzerinde olduğunu" savundu. Kara, "bilinçli taksirle birden fazla insanın ölümün ve yaralanmasına neden olmak"la suçlandı.
Eski de olsa bir belediye başkanı, “bilinçli taksirle” suçlandı.
Kahramanmaraş'ta, 35 kişinin öldüğü Ezgi Apartmanı ile ilgili yargılamada, belediyede görevli 7 kişi hakkında Valilik soruşturma izni vermemişti. Ancak karar Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi'nden döndü. Eski imar işleri müdürü, imar ve şehircilik müdür vekili, inşaat mühendisi, inşaat teknikeri ve makine mühendislerinin “bilinçli taksir” suçlaması ile yargılanmalarına karar verildi.
Deprem davalarında yargılanan sanıklardan pek çoğu "bilinçli taksir" ile suçlanıyor.
Yani…
"Bilinçli taksirle birden fazla insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmak"
Örneğin Adıyaman'da 72 kişinin yaşamını yitirdiği İsias Otel ile ilgili davada, 5'i tutuklu 11 sanık, bu suçlama ile yargılanıyor. Haklarında 2 yıl 8 aydan 22 yıl 6 aya kadar hapis cezası talep ediliyor.
Bilinçli taksir, binaların yıkılmasından sorumlu tutulan kişilerin ölümleri yol açmayı öngörebilecekleri ancak istemedikleri ön kabulüne dayanıyor. Oysa olası-kast ise ölüm gibi bir sonucun umursanmaması ile ilgili…
Pek çok deprem davasında, yakınlarını kaybeden insanlar ve avukatları sanıkların bilinçli taksirle değil olası kastla yargılanmasını talep ediyor.
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yapılar üzerindeki denetim sorumluluğunu göz önünde bulundurduğumuzda görevini yerine getirmediği için bu süreçteki asli sorumlulardan biridir. AFAD raporları depremin geleceğini gözler önüne sererken önlem almayan tüm yetkililer 53 bin insanın ölümünden sorumludur!”
Antakya'daki Fuat Koku Sitesi’nin enkazında annesini, ablasını, ağabeyini ve 9 aylık yeğenini yitiren Döne Kaya, Ankara’daki Adalet Nöbeti sırasındaki konuşmalarında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın asli kusurlu olduğunu belirtiyor. Ve 53 bin insanın ölümünden tüm yetkililerin sorumlu tutulması gerektiğini söylüyor.
“AFAD raporları depremin geleceğini gözler önüne sererken önlem almayan tüm yetkililer 53 bin insanın ölümünden sorumludur!” diyor…
Ebrar Sitesi’nin enkazı altında yaşamını yitiren en az 1400 kişinin aileleri, “Deprem davalarında adalet, olası kast ile mümkün” diyor…
Bu podcast'ın adı Olası-Kast…
Olası-Kast'ta bu hafta deprem davalarını inceledik, daha davaya bile dönüşmeyen soruşturmalar da dahil, tüm yargı süreçlerinde devletin nerede durduğuna dikkat çekmek istedik.
Her zaman olduğu gibi…
Bugün de Olası-Kast'ı bir soru ile bitirelim…
Neredeyse iki yıl olacak, hala iddianamesi yazılamayan deprem suçları ortadayken…
Belediyenin fen işleri müdürü, yıkılan binanın müteahhitliğini yapabiliyorken…
Mahkeme salonlarında firari sanıkların tutuklanmaması için pazarlık yapılıyorken, ya da bir buçuk yıldır aranan sanıkları adaleti arayan mağdur aileler kendi elleriyle polise teslim ediyorken…
Daha enkaz altında kalanların cenazeleri, adalet sağlanmadığı için ortada dururken tam da orada yeni binalar diken bakanlar varken…
Ebrar Sitesi’nin yapı ruhsatını onaylayan Maraş Belediyesi bürokratı bugün İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürüyken…
Deprem davalarında bizatihi devletin sorumluluğu yok mudur?
Adaletin mülkün ne kadar temeli olabildiğinin çok tartışıldığı ülkemizde devlet, deprem davalarının neresindedir?
Hiçbir sanığın olası kast ile suçlanmadığı davalarda, devletin olası kastı tartışılamaz mı?
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.