"ÖTEKİLER": KOMŞU OLUR, GELİN - DAMAT OLMAZ

"ÖTEKİLER": KOMŞU OLUR, GELİN - DAMAT OLMAZ
"AKP ve Laiklik" podcast serimizin bu bölümünde "ötekiler" var... Akademisyen Hakan Mertcan, "“Aleviler oldukça kaygılı, çok ciddi bir şekilde kaygı duyuyorlar ve her geçen gün bu kaygılar artıyor" derken, Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı İvo Molinas "Türkiye’deki Yahudi toplumu olmak üzere diğer dinlerden, azınlıklar olmak üzere eşit vatandaş olmanın yegane koşulu laik bir devlet anlayışı" diyor.


Türkiye’de Müslüman olmayanlar, dindar olmayanlar, Sünni Müslüman olmayanlar laikliğin geriletilmesi konusunda neler düşünüyor peki?

Maraş, Çorum, Sivas Madımak, Gazi, Suruç, Gezi, Ankara Gar katliamları… Büyük acılar ve bedeller ödeyen Alevi toplumuyla başlayarak devam edelim “laiklik” serimize. 

İlk söz bu konuda önemli çalışmaları olan akademisyen Hakan Mertcan’ın. “Maalesef Aleviler hiçbir zaman Anayasa'da güvence altında olan eşitlik ilkesine uygun bir biçimde muamele görmemişlerdir” diyen Mertcan, anlatıyor: 

“Osmanlı-Türk siyasal çizgisine, geleneğine bakıldığında Sünni Müslüman kimliğinin dışında yer alanların makbul insan toplulukları olmadığı görülür. Çeşitli Hıristiyan topluluklara yapılanlar, örneğin Ermenilerin, Süryanilerin yaşadığı büyük acılar ortada. Aleviler özelinde baktığımızda da dünden bugüne etkisini sürdüren, hatta artarak sürdüren, güçlendiren bir anti- Alevi kültürel, siyasal genlerin varlığı da rahatlıkla tespit edilebilir. Modern, laik, seküler bir söylem ile kurulan Cumhuriyet de maalesef ki Türk kimliğini Müslüman, Sünni ve Hanefilik ile birlikte inşa etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede de, Aleviler hiçbir zaman eşit haklardan yararlanan vatandaşlar olmamış, hep ötekileştirilmeye maruz bırakılmış, ikinci veya üçüncü sınıf insanlar olarak görülmüş ve muamele görmüştür. Sadece Cumhuriyet tarihine baktığınızda dahi Alevilerin yaşadığı acılar, saldırılar, katliam ve kıyımları anlatmaya saatler yetmez açıkçası. Hemen aklımıza Dersim 1938 geliyor, Muğla Ortaca olayları geliyor. Kırıkhan saldırıları geliyor, Kanlı Maraş geliyor, 1978 Çorum, Malatya ve en yakın tarihlerden biri olan Sivas'ta insanların kolluk kuvvetlerinin gözleri önünde yakılmaları geliyor. Korkunç bir biçimde insanların ateşe verilmesi geliyor. Günümüze kadar da gelen çok sayıda saldırı ve kanlı olaylar büyük acılar Aleviler tarafından deneyimleniyor maalesef. Aleviler hiçbir zaman Anayasa'da güvence altında olan eşitlik ilkesine uygun bir biçimde muamele görmemişlerdir. Alevilere yönelik kamudaki ayrımcılıklar, Alevilere yönelik nefret söylemi, çok rahat tehdit edilmeleri hatta Alevilerin öldürülmesinin, yaşam haklarının ihlali dahi cezasız bırakılmaktadır. Bunun çok sayıda geçmişte bugün örneğini görebiliyoruz. Bir Alevi kendi ibadethanesinde polis kurşunuyla vurulabiliyor Okmeydanı Cemevi örneğinde olduğu gibi. Bunun sonucunda cinayet işleyen polis işte layık olduğu cezayı almıyor, cezalandırılmıyor. Dolayısıyla Alevilerin ibadethanelerinin ibadethane statüsüne sahip olmaması, eğitimde karşılaştıkları ayrımcılık ve benzerinin çok ötesine geçti son yıllardaki durum” 

“ALEVİYSEN EN FAZLA ALBAY OLURSUN”

Aleviler kaygılı. Can korkusu var. İnsanlar gelip bize cemevlerinde nöbet tutalım diyorlar. Yaşamsal anlamda da devletin hiçbir kademesinde yer alamayan bir Alevi toplumu var” diye konuşan HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu, Alevi toplumunun tedirginliğini şöyle aktarıyor: 

“Aleviler oldukça kaygılı, çok ciddi bir şekilde kaygı duyuyorlar ve her geçen gün bu kaygılar artıyor. Özellikle son dönemlerde Sedat Peker’in itirafları, Gazi katliamı benzeri Alevilere yönelik saldırılar olacağı iddiaları. Derin Mehmet diye ifade ediyor. Ama biz Mehmet Ağar’ı Mehmet Ağar olarak görmüyoruz, devletin derinliğinin temsilcisi olarak görüyoruz. Oradan Mehmet Ağar dendiği zaman biz derin devlet anlıyoruz. Onların yaptığı işlerin de pratiği biliniyor ve bu nedenle ciddi bir şekilde Alevi toplumunda can korkusu var. Bir tedirginlik hali var. Birileri açısından bu ilginç ya da komik gelebilir ya da gereksiz gelebilir ama bunları yaşamış bir topluma bunlar ürkütücü geliyor. Biz bunları yaşadık.

Hem can anlamında hem de yaşamsal anlamda bugün bürokrasiden uzaklaştırılmış, devletin hiçbir kademesinde kimliğinden kaynaklı olarak yer alamayan bir Alevi toplumu var. Bunun getirdiği sermayenin de İslamlaşması ile karşı karşıyayız. Şu anda Türkiye'de sermaye de İslamlaşıyor ve burada da Alevi yer bulamıyor. Özel sektörlerde çalışacak yer bulamıyor, havuz medyası aracılığıyla  basın bütünle kuşatılmış durumda ve orada da yer bulamıyor zaten. Askeriye açısından söylerseniz Türkiye'de şöyle bir şey var ve Alevi kimliği ile size en fazla albay olabilirsiniz. Onun yukarısına çıkamazsınız. Bu adı konmamış bir kuraldır. Çünkü Alevi'ye devletin güvenliğini teslim etmez. Alevi potansiyel tehlikedir. Her alanda Aleviler için bir kuşatma ve bir dışlanma söz konusu. Bunun getirdiği aş, iş sorunu, çocuklarını iş bulamama sıkıntısına bir de can korkusu da eklenmiş durumda. Bunu iliklerimize kadar hissediyoruz.”

“TEHDİTLER TESADÜF DEĞİL”

Benzer kaygıları akademisyen Hakan Mertcan da dile getiriyor. Siyasal İslam’ın Alevilere yönelik düşmanlığının tartışılmaması dahi gerektiğini belirten ve “Siyasal İslam yükselirken Alevilerin varoluşsal kaygıları da yükseliyor” diyen Mertcan, şu tespitleri yapıyor: 

“2011 yılında Suriye'de başlayan şiddet ve terör olaylarının ardından Türkiye'deki siyasal İslamcıların Suriye'ye yönelik kurdukları söylem önemli bir husus. İktidarın Suriye'deki iktidarı gerçeklere aykırı bir biçimde bir Alevi Nusayri iktidarıymış gibi gösteren bir söylem vardı. Bu söylemin Türkiye'de bir karşılığı olacaktı elbette. Yani şişede durduğu gibi durmuyor. Bunun karşılığında Alevilere yönelik çok açıktan yükselen nefret söylemi, sallanan parmaklar ve tehditleri. Alevilerin yaşadığı bölgelerde. örneğin Adıyaman'da, İzmir'de, Antep ve Malatya'da birçok şehirde Alevilerin evlerinin ve işyerlerinin işaretlenmesi, ölüm mesajları bırakılması tesadüf değildi herhalde. Özellikle Güney bölgesinde bulunan yani Antakya'dan Mersin'e kadar olan Akdeniz bölgesinde yaşayan Arap Alevi topluluğunun da çok açık, en üst düzeylerden tehdit edilmesi ve barış söylemlerinin dahi Suriye'nin işbirlikçiliği veya Suriye Muhaberat'ın istihbaratının uzantılarıymış gibi muamele görmesi, savaş karşıtı girişimlerin Suriye ile ilişkilendirilmesi de tesadüf değil.  Siyasal İslam’ın yükselişine koşut olarak Alevilerin varoluşsal kaygıları da yükselmektedir. Aleviler bugün açıkçası varoluşsal kaygılar taşıyor, yaşamlarına, geleceklerine dair çok şiddetli endişeler içerisindeler.”

“HİÇ EŞİT DEĞİLLERDİ ASLINDA”

Umut Azak da,  çoğunluk inancının dışında kalanların AKP iktidarından önce de hiçbir zaman eşit ve özgür olmadığını anımsatıyor: 

“AKP'den önce de dini doğrudan referans almayan iktidarlar da devletin tarafsızlık ve eşitlik ilkesine aykırı kısıtlayıcı adımlar atmışlardı. Hem Diyanet hem de Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumlar aracılığıyla milli birlik ve beraberliği temel unsuru olarak Sünni İslam inancını devlet nezdinde  egemen kılmışlardı. Bu yüzden bu çoğunluk inancının dışında kalanlar aslında hiçbir zaman tam anlamıyla eşit ya da özgür olmadı. İşin ilginç yanı bunu yeterli görmeyip, Sünni İslam’ı kamusal hayatın tüm alanlarında daha da görünür kırmak isteyenler bile kendilerini mağdur hissediyorlardı. Bu mağduriyete son veren ve bunu bir fetih hareketi gibi dillendiren bugünkü iktidarın yaptığı şey, temelde bir kamu hizmeti yani halihazırdaki din hizmetlerinin dozunu artırmak.”

“BATI KARŞITI SÖYLEMLER ENDİŞE KAYNAĞI”

Farklı bir dinin mensubu topluluklar neler düşünüyor?  Türk Yahudi toplumu açısından bakıldığında laiklik ve seküler yaşam üzerinden son dönemde gittikçe dozu artan bu tartışmaların nasıl karşılandığını Şalom Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı İvo Molinas’a sorduk ve şu yanıtı aldık: 

“Türk Yahudi toplumu açısından bakıldığında laiklik ve seküler yaşam üzerinden son dönemde gittikçe dozu artan bu tartışmalar, tabii ki kimi zaman ilgiyle, kimi zaman endişeyle, kimi zaman tereddütle karşılanıyor. Çünkü Türkiye’deki Yahudi toplumu olmak üzere diğer dinlerden, azınlıklar olmak üzere eşit vatandaş olmanın yegane koşulu laik bir devlet anlayışı. Çünkü İslam altındaki Osmanlı İmparatorluğu'nda ümmet sisteminde farklı dinden Osmanlı vatandaşları eşit vatandaş değildi. Her ne kadar yaşamlarında herhangi bir zorlukla genel anlamda karşılaşmadılarsa bile eşit vatandaş olmamaları dünya insanı açısından olumsuz bir varoluşu şeklidir diyebiliriz. Ama Türkiye Cumhuriyeti'yle birlikte herkesin eşit vatandaş olması tabii ki Türkiye'de Yahudi toplumunun bireylerinin de ileriye doğru daha güvenle bakmasına neden olmuştur. Bugün farklı dinden vatandaşları eşit vatandaş olarak görmeme refleksi devam ediyorsa bile genel anlamda devlet katında bürokraside, sokakta, üniversitede, poliste, emniyette, askerde eşit vatandaşlık haklarından faydalanan bir toplumuz. Dolayısıyla laikliğin elden gitmesi, sekülerizm tartışmalarının yoğunlaşması tabii ki bir endişe kaynağı oluyor bu toplumlar için. Fakat daha önemli endişe kaynağı Batı karşıtı söylemlerin çok artmış olması. Özellikle AK Parti'nin son dönemdeki Batı karşıtı söylemleri, en azından seküler yaşam tartışmaları kadar ileriye dönük endişeleri artırmakta. Bu anlamda gençlerin Türkiye'ye bakış açısı ve burada yaşamlarını devam ettirme konusunda birtakım farklı beklentiler ve davranış biçimleri oluşmakta. Bunun panzehiri buradaki herkese umut dolu bir Türkiye vaat etmek ve bunun için de siyasilere çok önemli görevler düşmekte.”

KOMŞU OLUR, GELİN/DAMAT OLMAZ

SODEV’in geçen yıl yaptığı araştırmada, halkın farklı dinlere olan mesafesi de ölçülmeye çalışılıyor. Katılımcılara farklı dine mensup komşu ve farklı dinden gelin ve damat hakkındaki düşünceleri soruluyor. Katılımcıların yüzde 79’u farklı dinden komşusu olmasından rahatsızlık duymayacağını belirtmesine karşın çocuğunun farklı dine mensup biriyle evlenmesinden rahatsızlık duyacağını söyleyenlerin oranı yüzde 49.2 çıkıyor. Farklı dine mesafe ile ilgili soruların parti tabanlarına göre dağılımına bakıldığında CHP, HDP ve İyi Parti tabanının farklı dine mensup kişilerin aileye katılmasından rahatsız olmama konusunda yakın bir tutum içinde olduğu eğilimi dikkat çekiyor. Yani Millet ittifakı tabanının yarısından fazlası farklı bir dine mensup birinin aileye katılmasından rahatsızlık duymayacaklarını ifade ediyor. Farklı dine mensup gelin/damat konusunda AKP tabanının yüzde 19,1’i rahatsızlık duymayacağını belirtirken bu oran, MHP tabanında yüzde 29,8’e yükseliyor.

BİR ZAMANLARIN ÖTEKİSİ: MERVE KAVAKÇI

Bir zamanların yani AKP iktidarı öncesinin “ötekileri” için simge bir isimden bahsetmeden olmaz. Merve Kavakçı… Şu anda Türkiye'nin Malezya Kuala Lumpur Büyükelçisi Merve Kavakçı. Yıl 1999. Fazilet Partisi’nin başörtülü milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonuna yeminini etmek için gelen Kavakçı, Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ve DSP’li vekillerin hışmına uğramıştı. “Dışarı, dışarı” sloganları eşliğinde tarihi anların yaşandığı TBMM Genel Kurulu’nda Ecevit, şu unutulmayacak sözleri sarf ediyor ve bu sözler tutanaklara aynen şöyle geçiyordu: 

“Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, hanımların giyim kuşamına... (FP sıralarından gürültüler) Türkiye'de, hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne, özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor; ancak, burası, hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir; burası, devletin en yüce kurumudur. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından gürültüler) Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası, devlete meydan okunacak yer değildir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından gürültüler) Lütfen, bu hanıma haddini bildiriniz! (DSP sıralarından alkışlar; FP sıralarından gürültüler)”

Hem Meclis’ten ardından Bakanlar Kurulu kararıyla da ABD vatandaşı olduğunu bildirmediği için vatandaşlıktan çıkartıldı. Gazeteci Sedat Bozkurt, bu örnekten yola çıkarak AKP iktidarının bugünkü yaklaşımına farklı bir açıdan ışık tutuyor: 

Merve Kavakçı olayı… Erbakan siyasetinde aslında bu tür zorlamalara yer yoktur. Erbakan siyaseti daha uzlaşmacıdır. İktidardayken de muhalefet ederken de, Demirel’e muhalefet ederken de, Ecevit’e muhalefet ederken de daha naiftir, zorlamaz. Merve Kavakçı, o günün koşullarında büyüyen, Erbakan tarafından kontrolü zorlaşan, Refah Partisi’nde (Fazilet Partisi) daha keskin düşüncede olan insanların ki – bugün büyük kısmı AK Parti’dedir bunların- biraz sistemi zorlayarak politik olarak kullandıkları türban mağduriyetini daha görünür ve güçlü bir gerekçe haline getirmek için parlamentoya sokulmuş bir örnektir. Nitekim bunun doğru olduğunu bugün görüyoruz. Merve Kavakçı’nın kardeşi milletvekili, kendisi diplomat oldu. O zaman milletvekilliğinin düşürülmesinin nedeni türbanlı olarak parlamentoya girmesi değil Amerikan vatandaşı olmasıydı. O gün onun yanında olan herkes bugün mağdur edilmesine rağmen onların yanında Merve Kavakçı’yı görmedik. O dönem Merve Kavakçı’nın türbanlı olarak parlamento zeminine taşınmasının o dönem için kullanışlı bir araç olduğunu net bir şekilde görüyoruz.”

Podcast