Prof. Dr. Pala’dan Türkiye’nin pandemi yanlışları

Prof. Dr. Pala’dan Türkiye’nin pandemi yanlışları
Başlangıçta Sağlık Bakanlığı'nın özellikle Ocak ayında hem bir Bilim Kurulu oluşturma çabasını, hem de hastalık Türkiye’ye hemen girmesin diye bazı konularda çaba göstermesini olumlu bulmuştuk. Bunu da kamuoyu ile paylaştık. Örneğin Çin'den bir uçak dolusu Türkiyeli yurttaş ülkeye getirildiğinde, uçaktan özel giysilerle alınıp bir hastanede 14 gün boyunca karantinada tutuldular. Bunları olumlu bulduğumuzu söylemiştik. Okulların kapatılması da doğru bir yaklaşımdı. Okulların ilk ilan edildiği tarihte değil sonrasında açılmasını da doğru bir karar olarak görüyorum.



Türk Tabipler Birliği Covid-19 İzleme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala, Türkiye’nin pandemi mücadelesindeki hataları sıraladı:
  • Açıklanan sayılar vakaların tümünü yansıtmıyor

  • Okullar yeni salgın kaynaklarına dönüştü

  • Filyasyon çalışmalarına 18 Nisan’a kadar başlanmadı

  • Sağlık Bakanlığı’nın sağlık iletişimi eksik kaldı

  • Her yer açılınca vatandaş sorun yok sandı

  • Ticari endişeler ön plana çıktı

  • Standarda uygun maske dağıtılması şart

  • Korunmada birinci sıraya maske değil, fiziksel mesafe konulmalı

Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Başlangıçta Türkiye’nin pandemiye verdiği yanıtı değerlendirirken kullandığımız sözcükler, cümlelerle şimdiki arasında büyük bir fark oluştu” diyerek nedenini açıklıyor:

Temel nedeni Sağlık Bakanlığı’nın, 11 Mart’ta ilk doğrulanmış olguyu duyurduktan sonra yaptığı açıklamaların aslında vakaların tümünü yansıtmadığının ortaya çıkmasıydı. Sağlık Bakanı, doğrulanmış olguların tamamını topluma ve Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirmediğini, yalnızca kendisinin uygun bulduğu ve adına hasta dediği semptom gösterenlerin bildirildiğini açıklamış oldu ki, bu bizim açımızdan gerçekten büyük bir hayal kırıklığıydı.

“Olumlu yanlarını söyledik”

Başlangıçta Sağlık Bakanlığı’nın özellikle Ocak ayında hem bir Bilim Kurulu oluşturma çabasını, hem de hastalık Türkiye’ye hemen girmesin diye bazı konularda çaba göstermesini olumlu bulmuştuk. Bunu da kamuoyu ile paylaştık. Örneğin Çin’den bir uçak dolusu Türkiyeli yurttaş ülkeye getirildiğinde, uçaktan özel giysilerle alınıp bir hastanede 14 gün boyunca karantinada tutuldular. Bunları olumlu bulduğumuzu söylemiştik. Okulların kapatılması da doğru bir yaklaşımdı. Okulların ilk ilan edildiği tarihte değil sonrasında açılmasını da doğru bir karar olarak görüyorum.”.”

“Okullar salgının yeni kaynaklarına dönüşebilir”

Ancak Prof. Dr. Pala, okulların yeniden açılmasıyla ilgili sıkıntılar olduğunu da ekliyor:

Okulların açılması için gereksinim duyulan koşullar, buna ilişkin parametrelerle ilgili ortada net bir yaklaşım yok. Açıklananların yerine getirilmemesi, bugün itibariyle okulları Türkiye’de salgının yeni kaynakları biçimine dönüştürme potansiyeline sahip. Örneğin Sağlık Bakanlığı rehberinde, bir derslikte en fazla 15 öğrencinin bulundurulması gerektiğinden söz ediliyor. Oysa gözlemlerimiz, bize ulaşan bilgiler henüz 15 öğrenciye kadar bir azalma olmadığını çok net ortaya koyuyor. Her bir kişi için en az 4 metrekarelik bir alan yaratılması yaklaşımı da hayata geçirilmedi. Özellikle kamu okullarında yeterince dezenfektan malzeme sağlanması ve okulların belirtilen sıklıklarla temizlenebilmesi yaklaşımında da eksiklikler oldu. Okullar açıldıktan bir hafta sonraki döneme bakacak olursanız bize gelen bilgiler doğrultusunda özellikle İstanbul, Bursa gibi kentlerde de okullarda görülen olguların, çocuklar düzeyinde değil ama o çocuklar sayesinde, birlikte yaşadığı insanları etkilemiş olabileceğini söyleyebiliriz.”

 “Bakanlık filyasyona 18 Nisan’a kadar başlamamış”

“Adı filyasyon olan ama uygulamada olmayan bir yaklaşımla karşı karşıyayız” diyen Prof. Dr. Pala’nın değerlendirmeleri şu şekilde:

“Filyasyon, hastalığın kimden geçtiğinin, kaynağının araştırılmasıdır. Hekimler temaslı takibi yapar duruma düştüler, ilaç götüren birimler biçiminde çalışıyorlar. Oysa daha en başından hastalığın kimden bulaştığının kaynağını bularak, özellikle süper bulaştırıcılar denilen kaynaklara daha fazla önem göstererek, o kaynakların başka insanlara bulaştırmasının önüne geçmeliydik.

Sağlık Bakanlığı Bakan Yardımcısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sağlık Komisyonu’nda, pandemi ile ilgili bir sunum yaptı. Orada öğrendik ki, Türkiye aslında Filyasyon çalışmalarına 18 Nisan’a kadar başlayamamış. Siz ilk vakayı 11 Mart’ta tespit edip kamuoyuna açıklıyorsunuz ki, bunun gecikmiş bir vaka olduğu, aslında Şubat’ın üçüncü haftasından itibaren Türkiye’de vakalar olduğu tartışılıyor. O tartışmayı bir kenara bırakarak söylüyorum. 11 Mart’tan ancak 5 hafta sonra sahaya filyasyon ekiplerinizi çıkartabiliyorsunuz. Bu da hem kaynak bulmada, hem de temaslı takibinde çok geç kalındığını gösteren önemli bir sorun.”

“Sağlık iletişimi eksik kaldı”

Prof. Dr. Pala, salgın sürecinde bilgilerin sadece Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından duyurulmasını da eleştiriyor:

Bu tip salgınlarda, salgının yönetilmesi aşamasında, tarafların katılımı büyük önem taşır. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği biçimde, pandemi hazırlık eylem planlarında, meslek örgütlerinin de bu sürece katılması önemsenmiştir. Oysa Covid-19 pandemisi sırasında Sağlık Bakanlığı ne merkezi düzeyde ne de yerel düzeyde, ne tabip odalarını ne de diğer sağlık meslek örgütlerini bu sürece katmadı. Böyle olunca da ister istemez bu hizmeti sunanlar arasında bir yabancılaşma oldu. Bakanlığı’nın sağlık iletişimi, eksik kaldı.” 

“Her yer açılınca vatandaş sorun yok sandı”

Prof. Dr. Pala’nın açılma ve normalleşme sürecine dair görüşleri ise şöyle:

Sağlık iletişimi yetersiz kalınca yurttaşın hastalıkla ilgili algısı da düşük kaldı. Hükümet, Haziran ayı başında insanlara ucuz kredilerle tatil olanağı sağlamaya dönük girişimlerde bulundu. Ucuz krediler vererek, tatil olanağı sağlamaya çalışırsanız, vatandaş da ister istemez ciddi bir sorun yokmuş gibi algıya kapılabilir. Öyle de oldu. Türkiye’deki erken açılma ve her yerin hemen hemen birdenbire açılması ‘ciddi bir sorunla karşı karşıya değiliz’ algısı oluşturdu. Özellikle 11 Mayıs’ta alışveriş merkezlerinin açılması, ki o tarihte parklar bile yurttaşın girişine kapalıydı, insanlarda sorun yokmuş algısının gelişmesine yol açtı.  1 Haziran’da da topyekün bir açılma olunca, bütün ticari alanlar, kamuya açık alanlar, herkesin kolaylıkla giriş çıkış yapabildiği yerler biçimine dönüşünce, şehirlerarası yolculuk sınırlaması kaldırılınca ve yurtdışından turist gelsin de nasıl gelirse gelsin yaklaşımı benimsenince vatandaş sorun yokmuş algısına kapıldı.  Virüsün en uzun kuluçka süresi 14 gün olarak kabul ediliyor. Biz en azından 14 gün bir tam kapanmanın olması gerektiğinin iyi olacağını düşünüyorduk. Yalnızca hafta sonları kapanma yerine, virüsün en uzun kuluçka süresi olan 14 gün boyunca mümkünse bunu ikiyle çarparak 28 gün boyunca bir genel kapanmayı yapabilsek, sonra da her yeri aynı anda açmak yerine başta küçük işletmeleri açmaktan başlayarak bir periyodik açma takvimi oluşturabilsek durum farklı olur.” 

“Ticari endişeler ön plana çıktı” 

“Şunu anlatmakta çok zorlandık. Trafik kazalarındaki ölümler, insanların zihninde derin yara bırakır. 2018’de, trafik kazalarında ölenlerin sayısı yaklaşık 6 bin 100 kişi. Oysa pandeminin yedinci ayında Türkiye’de ölüm sayısı 9 bini geçti ve daha nereye gideceğini bilmiyoruz. Bu 9 bin, resmi açıklanan rakamlar. Aslında bu hastalık sırasında ölüm belgesine ‘bulaşıcı hastalık’ yazılarak defnedilen daha fazla sayıda insanın olduğunu da biliyoruz. Ölümler bu kadar yüksekken, ağır hastalar, yoğun bakımda yatanlar, entübe edilenler, hastanede yatmak zorunda kalanlar bu kadar hızlı artarken, biz ticari birtakım endişelerin daha ön plana çıkıyor olması nedeniyle, ki bizzat Sağlık Bakanı da bunu sosyal medya hesabından paylaştı; Yeterince sorunun ciddiyetini anlatmakta başarılı olamadık.” 

“Maskenin malzemesi önemli”

Maske enfeksiyon hastalıklarının önlenmesinde çok önemli bir yere sahip. Ama maskenin niteliği ile bunu tartışmamız gerekir” diyen Prof. Dr. Pala, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“ Türkiye’deki bazı çalışmalar, kullanıma sunulan bazı maskelerin nitelik sorununa ilişkin iddiaları gündeme getiriyor. Ama elimizde net bir veri yok bu konuda. Maskenin hangi malzemeden yapıldığı, ne içerdiği önemli. Bir yandan insanları virüsün girişinden korumak isterken, öte yandan çok niteliksiz, içinde bolca kimyasal bulunan bir malzemeyi solumak zorunda bırakmamak gerekir. Standarda uygun malzemenin dağıtıldığı güvencesi, kamu eliyle verilmeli.

“Hayatını kaybeden 50 hekim de maske takıyordu”

Öte yandan, hastalıktan korunma konusunda birinci sıraya maskenin konulmasını da doğru bulmayanlardanım. Asıl fiziksel mesafeyi ciddi şekilde ön plana çıkarmalıyız. Tek başına maskenin yetmediği çok açık. Bugüne kadar 50’nin üzerinde hekim hayatını kaybetti. Hepsi de maske takıyordu. Tek başına maske ile bu sorunu çözemeyiz. Hem maske, hem fiziksel mesafe olacak ayrıca da kişisel hijyeninize dikkat edeceksiniz. Eğer çok ciddi bir virüs yükünün altındaysanız, bunlarının üçünün bir arada olması bile yetmeyebilir. Maske takın, devam edin, kapalı alanlarda sıkıntı yoktur anlayışını ortadan kaldırmalıyız. İnsanlara henüz herhangi bir ilacın, aşının olmadığını iyi anlatsak, ölüm riskinin epeyce ciddiye alınması gereken, özellikle risk grubundakiler için bir risk olduğunu anlatabilsek, üzerine de maskeyi nasıl kullanacak, hangi maskeyi kullanacak, nerede kullanacak bunu anlatabilsek durum farklı olabilirdi.

“Ölüm oranı düşüyor ama”

Pandemi bütün hızıyla devam ediyor. Epidemiyoloji bilimiyle uğraşanların ortak görüşü, hızını artırarak devam etme potansiyelinin olduğu. Burada sevindiren şey ilk aylara göre henüz ölümler o kadar yüksek değil ama orada da bir risk var. Dolayısıyla tüm dünya ve Türkiye’de bu hastalık gittikçe artarak kendini gösterirken her birimizin dikkat etmesinde yarar var.”

Haber dosyasının tamamını okumak için tıklayın.

Podcast