SAVULUN, TÜRKBANK YİNE SATILIYOR

SAVULUN, TÜRKBANK YİNE SATILIYOR
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Türk Ticaret Bankası’na yeniden bankacılık yapma izni verdi. “İkinci Adresiniz” reklamıyla hafızalarımızda kalan Türkbank’ın, “İslami sermayenin 1913’te Sakarya’da bir esnaf dükkanında ilk kez bankacılığa dönüşmesiyle başlayan, 1998’de ANASOL-D hükümetini düşüren, 2004’te Yüce Divan kurduran” hikayesini araştırdık. Türkbank’ın, mafya lideri Alaattin Çakıcı’nın karıştığı son ihale sürecini de, bu ihaleyi iptal ettiren Fikri Sağlar ile konuştuk. “Şimdi de herkes dikkatli olsun” diyen Sağlar’a göre “O dönemde mafya finans dünyasını ele geçirmeye çalışıyordu.”


Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Türk Ticaret Bankası’na yeniden bankacılık yapma izni verdi. Son satılma girişimi hükümet düşüren, Başbakan yargılatan Türkbank her satılmaya kalkıldığında mafya kulaklarını dikti. Tehditler, bazukaya varan silahlar konuştu. “İkinci Adresiniz” reklamıyla hafızalarımızda kalan Türkbank’ın, “İslami sermayenin 1913’te Sakarya’da bir esnaf dükkanında ilk kez bankacılığa dönüşmesiyle başlayan, 1998’de ANASOL-D hükümetini düşüren, 2004’te Yüce Divan kurduran” hikayesini araştırdık. Türkbank’ın, mafya lideri Alaattin Çakıcı’nın karıştığı son ihale sürecini de, bu ihaleyi iptal ettiren Fikri Sağlar ile konuştuk. “Şimdi de herkes dikkatli olsun” diyen Sağlar’a göre “O dönemde mafya finans dünyasını ele geçirmeye çalışıyordu.”

Z kuşağı, “İkinci adresiniz” diye hafızalara kazınan reklam anonslarını hiç duymadı. Cep telefonlarının da tuşlu hallerini ancak internette nostalji sörfü yaparken gördü. “O zamanlar” cep telefonları daha böyle akıllı değildi, tuşluydu ve daha büyüktü. Neden mi telefonla başladık? Durun sakin, acele yok. Bu “telefon” meselesi Z kuşağı doğduğunu sıralarda hükümet düşürdü.

“O zamanlar” İstanbul’da bir müteahhit vardı. Büyük işler yapardı.

25 Mayıs 1998’de bu müteahhidin telefonu çaldı:

-Abi merhaba nasılsın?

-Sağol canım iyiyim paldır küldür çalışıyoruz… Şu ana kadar 10 kişi dosya aldı… Bu 10 kişi Türkiye’nin ilk 10 büyüğüdür.

- İsim verebilir misin abi?

Müteahhit, Korkmaz Yiğit’ti. “Abi” diyen de Alaattin Çakıcı. Mafya lideri. Evet evet bilirsiniz şimdi arada MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret eden “dava arkadaşımdır” dediği Çakıcı.

Çakıcı “O zamanlar”da yurtdışındaydı. Kaçaktı. Hani şimdiki Sedat Peker gibi düşünün.

Korkmaz Yiğit’le Çakıcı’nın konuşması da bir banka ihalesi içindi. Birazdan hikayesini anlatacağımız Türkiye’nin ilk özel bankası olan Türk Ticaret Bankası’nın ihalesi için. Hikayemizin kahramanı Korkmaz Yiğit bu bankaya talipti.

Konuşma yukarıdaki hal hatırdan sonra asıl meseleye geliyordu ve o sırada aranan Çakıcı, Müteahhit Yiğit’e “Sonuna kadar seninleyim” diyordu ve ihaleye kim girerse pişman olacağının garantisini veriyordu: “İşadamları canını seviyorsa bu bankaya kimse girmesin” diyordu.

108 yıllık bu banka hikayemizde sadece mafya lideri ile müteahhit yok. Öyle olsa hikaye sıradan olabilirdi. Osmanlı dönemi var, Kurtuluş Savaşı var, Cumhuriyetin ilk yılları var… Son dönemde Başbakanlık’taki görüşmeler, uçaktaki pazarlıklar, Meclis’teki soruşturmalar, Yüce Divan’daki yargılamalar. Siyasetteki aklamalar var.

1913’ten başlayalım. Biraz eskiden başlayacağız ama emin olun sıkılmayacaksınız.

 İSLAMİ SERMAYENİN İLK BANKASI

 Osmanlı’nın son yıllarıydı. Gayrimüslim sermaye güçlenmiş, “yerli ve müslim” sermaye nakit sıkıntısı çeker olmuştu. Yabancıların kurdukları bankalar yerli sermayeye kredi vermiyor, bu eşraf da ihtiyaç duydukları nakit parayı yüksek faizle, gayrimüslim ticaret erbabından alıyordu. Yani tefecilerden.

Tacirler her yerde bu sıkıntıya bir çare arıyordu. Sakarya’nın önde gelen esnafından Sipahizade Hamid çarşının önde gelenlerine dükkanında durumu açtı: İktisadi güçlerimizi birleştirip bir banka teşkil etmeliyiz.

Fikir eşrafta kabul gördü. Bu bankaya esnaf 27’şer kuruş verecek, toplanan para da belirli güvenceler karşılığında ihtiyacı olan esnafa kredi olarak verilecekti. Şehrin önde gelen tacirleri önayak oldular: Hacı Adem Beyzade İbrahim, Şumnulu Hacı Mehmet, Hilmi Efendi, Sipahizade Hamid, Diyarbekirlizade İbrahim Efendi, Numan Beyzade Hacı Numan Bey, Hacı Ali Fevzi Zade Hacı Rıza Efendi, Hacı Hafızzade Mehmet Ziyaeddin Efendi, Hafız Ağazade Bekir Efendi ve diğerleri. 13 tacir.

Bu esnaf, 13 Ocak 1913’te kendi aralarında bir mukavele imzaladılar ve bankayı kurdular. Bankanın adı da “Hacı Adem Beyzade İbrahim, Sipahizade Hamid ve Şürekası Adapazarı İslam Ticaret Bankası” oldu. 100 yıl sonra uğruna kan dökülen, mafya liderlerinin işadamlarının kimyalarını bozduğu, Başbakanın, bakanının yargılandığı Türkbank.

Şumnulu Hacı Mehmet Efendi, bankanın müdürü oldu. Diyarbekirlizade İbrahim Efendi de veznedar tayin edildi. Banka 9 Mart 1913’te de fiilen faaliyete geçti. Sermayesi 13 bin 629 Osmanlı Lirası’ydı. 1919 yılına gelindiğinde sermaye 74 bin 545 Osmanlı Lirası oldu. Banka kurumsallaşıyordu ve adı da buna paralel olarak daha kurumsal bir isim oluyordu:

Adapazarı İslam Ticaret Bankası Osmanlı Anonim Şirketi.

Bankanın artık idare meclisleri toplanıyor, raporlar hazırlanıyordu. O raporlardan birinde de ismindeki “İslam” kelimesinin varlığı şöyle anlatılıyordu: “1913 senesinde Hristiyanların teşkil ettiği Adapazarı Bankası’ndan tefrik (ayrıştırmak) için bankamız unvanına İslam sıfatı ithal edilmiştir.”

İşgal yıllarıydı ve Adapazarı, 11. Yunan Tümeni tarafından işgal edilmişti. Banka, merkezini bu sırada güvenli bölge Eskişehir’e taşıdı. Adapazarı’nın kurtuluşundan sonra yeniden Adapazarı’na döndü.

 ÖNCE “OSMANLI”, SONRA “İSLAM” KELİMELERİ ÇIKTI

 Ankara’da Cumhuriyet ilan edildi. Banka da ismini 15 Mayıs 1924’te değiştirdi. Daha doğrusu isminden Osmanlı kelimesini çıkardı, yerine Türk kelimesini koydu.  Adı da “Adapazarı İslam Ticaret Bankası Türk Anonim Şirketi” oldu. Halifelik bu isim değişikliğinden bir buçuk ay kadar önce kaldırılmıştı ama “İslam” kelimesi kalmıştı.  Bankanın 1926’da toplanan İdare Meclis’i bu kez de “İslam” kelimesini kaldırdı. Gerekçesi de kamuoyuna şöyle ilan ediliyordu:

“Ruznameden anlaşılacağı veçhile maksadımız 1913 senesinde Hristiyanların teşkil ettiği Adapazarı Bankasından tefrik için Bankamız unvanına konulan İslam sıfatına lüzum kalmadığından İslam kelimesinin necip milletimize izafeten Türk kelimesi ile tebdili ve şirket unvanının Adapazarı Türk Ticaret Bankası Anonim Şirketi’ne (dönüştürülmesi) kabildir.”

Bankanın sermayesi artıyordu önce 500 bin, sonra bir milyon lira oldu. 1934 yılına gelindiğinde de Ankara’ya taşındı ve sermaye 2 milyon 200 bin liraya çıkarıldı. Gerekli sermaye artışı için hisse senetlerinin 1 milyon 200 bin liralık kısmı Maliye Bakanlığı ve devlet bankalarınca alınacaktı. Yani birazdan, mafyanın aracılığıyla bir müteahhide verilmeye çalışılan bankaya halkın parası doğrudan dahil oluyordu.

Uzatmayalım, banka 1937’de Türk Ticaret Bankası Anonim Şirketi oldu. Son adını aldı. 1952’de de İstanbul’a taşındı. Eski Türk filmlerinde gördüğünüz Eminönü’ndeki üst geçit de İstanbul’daki ilk “eserlerinden”di. Film demişken, filmi biraz hızlı saralım ve “46 yıl sonra” diye bir alt yazıyla 1998 yılına gelelim.

 

“ABİ BUNLARA MESUT (YILMAZ) YOL VERİYOR, BAYILTIRIM”

 

28 Ocak 1998’de hava sisliydi ama uçak yine de rötar yapmadan kalktı. Uçağın rotası İsviçre’nin Davos kasabasıydı. Dünya Ekonomik Forumu Davos Zirvesi yapılacaktı. Uçakta ekonomi bürokratları, işadamları vardı. Bürokratların başında da dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel bulunuyordu.

Erçel  kahvesini yudumlarken bir ara uçaktaki işadamlarından Korkmaz Yiğit’i yanına çağırdı. Erçel Yiğit’e Türk Ticaret Bankası’nı satacaklarını söylüyor ve ihaleye girmesini öneriyordu. Ama Korkmaz Yiğit’in kafasında soru işaretleri vardı. Ne de olsa banka için daha önce iki kez ihaleye çıkılmış, birinde Borsacı Adil Öngen Çakıcı tarafından vurdurulmuş, ölümden dönmüştü. Ama bir taraftan da “vaat edilen”,  “bir bankadan daha fazlası”ydı. Korkmaz Yiğit banka ihalesini alırsa, medyada da patron olabilirdi. Zaten aslında amaç da buydu. Fena da teklif değildi.

Davos’a gidildi gelindi ama Korkmaz Yiğit’in kafasında hep Türkbank ihalesi vardı. Böyle düşünceli olduğu bir günde kendisini, Güneş Taner çağırdı. Dönemin Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı. Güneş Taner de aynı Gazi Erçel gibi “Türkbank ilahesi ile ilgilenmen uygun ve senin yararına olur” diyordu. Bu iş, Yiğit’in kafasına daha yatmaya başlamıştı. Öyle ya ülkenin Güneş Taner gibi güçlü bir bakanı tavsiye ediyor, cesaretlendiriyordu.

Piyasadaki söylentilerden anlaşılan oydu ki Türk Ticaret Bankası ihalesinin vizesi Alaattin Çakıcı’dan alınırdı. Buna bir hal çaresi bulunabilirdi. Korkmaz Yiğit, Çakıcı’nın kendi yanında hareket edip etmeyeceğini kestirmek ve Çakıcı ile pazarlık yapmak için temasa geçti.

İşte şimdi, söze ilk başladığımızda “hal hatır sorma” kısmını aktardığımız telefon görüşmesi, daha doğrusu bir dizi telefon görüşmesi daha anlamlı hale geliyor. O nedenle bu konuşmaları biraz daha geniş özetleyerek aktaralım.

Alaattin Çakıcı kendisine “bir yolla” ulaşan Korkmaz Yiğit’i aradı. Çakıcı ile Yiğit 4 görüşme yaptı. Çakıcı’nın telefonları, eski İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararıyla dinlenmekteydi. Çakıcı haliyle bundan haberdar değildi.

İlk görüşme daha çok, “her iki tarafın birbirlerini yoklaması” şeklinde geçti. Çakıcı bir taraftan da “işi almak” istiyor, Korkmaz Yiğit’e güven veriyordu. Çakıcı’nın bu “iş”teki %5 payını birazdan anlatacağız.

Korkmaz Yiğit daha teklif verilmesi aşamasında olan ihale sürecine ilişkin bilgi veriyor, 10 kadar ciddi talibin ihale dosyası aldığını söylüyor, Çakıcı kimlerin dosya aldığını soruyordu. Yiğit, Koç ve Sabancıların ilgilendiğini, Citibank’ın, Hollandalı bir  bankanın ihale dosyası aldığını anlatıyor ama yine de “4 Haziran’da teklifler verileceğini o zaman isimlerin netleşeceğini” anlatıyordu ve ekliyordu:

“Senin de konuya el atacağın zaman o zamandır diye düşünüyorum. Şu anda alacağımız (arayacağımız) insan, dosyayı almış olabilir de, ilgilenmez. İlgilenmeyecek insanla, gereksiz yere konuşmayı akılcı bulmuyorum. Anlatabildim mi hayatım?”

Mantıklıydı. Çakıcı da “Anlıyorum” dedikten sonra Yiğit’e güven vermek için ekliyordu:

“Yani yabancılar giremez, gazeteye bir yazı veririm ben, yani hangi ülkenin bankası girerse deriz ki ‘Onların elçiliğini…’ anlıyor musun, duyururuz. İşadamları da canını seviyorsa bu bankaya kimse girmesin.”

Sonra yine görüşelim dendi ve Korkmaz Yiğit’in “Sağol canım” sesiyle telefon kapatıldı.

İkinci görüşme, ihaleye katılacak işadamlarının biraz daha belirginleşmeye başladığı günlerde oldu. Mesela Kamuran Çörtük, Mesela eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Murat Demirel gibi. Bunları da Alaattin Çakıcı söylüyordu. Bu isimler de Korkmaz Yiğit gibi Çakıcı’ya ulaşmıştı. Yani Çakıcı alttan alta, Korkmaz Yiğit’e “Herkes benimle görüşüyor, anahtar bende, doğru kişiyle görüşüyorsun” mesajı da veriyordu. Payının peşindeydi.

Korkmaz Yiğit bu konuşmada daha çok Çakıcı’yı dinledi. Çakıcı telefonun diğer ucunda, kendisine ulaşan isimleri de telaffuz edip, “Yeri geldi mi herkese telefon açacağız, herkes bu işten çekilecek” diyor ve ekliyordu:

“Ben Yahya’yı aradım dedim ki: Bu ahmak dedim, bu Ali Şener’i dedim, bayıltırım. Kimin neyi olursa olsun, ona mı kalmış dedim. Şimdi bak dedim bu yeri de alacağız…”

Çakıcı’nın sözünü ettiği Ali Şener, Süleyman Demirel’in kayınbiraderiydi. Çakıcı’nın “bu yer” dediği de Türkbank’tı.

Bu konuşma da böyle geçti. Üçüncü, dördüncü konuşmalar yapıldı. Bu konuşmalarda isimler daha somutlaştı, piyasadaki söylenen, edilenler karşılıklı daha net paylaşılmaya başlandı. Korkmaz Yiğit İhaleye girecek ciddi isimleri sıralıyordu: Aydın Bolak, Bayındır, Güriş, Koç, Sabancı, Citibank, Bayraktar, Cavit Çağlar, Başer Colgate, Nurollar, Aydın Doğan, Ayhan Şahenk, Mehmet Emin Karamehmet ve nihayet Erdoğan Demirören.

Korkmaz Yiğit isimleri saydıkça Çakıcı bazıları için “Tanırım, arkadaşım” gibi şeyler söylüyordu. Korkmaz Yiğit endişeliydi. Kamuran Çörtük kendisine “Korkmaz ilgilenmesin, çünkü alırsa ileriki tarihte aldıktan sonra başı belaya girer” diye haber göndermişti. Bunu Çakıcı ile paylaştı.

Çakıcı telefonda güven veriyordu: “Sana bir kelime. Seni bu yolda bırakanın… De sen ona ki, bu işin arkasında benim olduğumu söyleseydin.”

Korkmaz Yiğit bu sözlerden de cesaret almış olacak ki “Ben sonuna kadar gideceğim” dedi. Çakıcı da kendisine, “Ben de sonuna kadar seninleyim zaten” diyerek güven telkin etmeyi sürdürdü. Yine de Çakıcı’nın bazı çekinceleri vardı. E ne de olsa karşısında bir başbakan vardı. Çakıcı çekincesini şöyle anlatıyordu:

“Şimdi bak ben sana bir şey anlatacağım abi. Şimdi burada bizi sıkıntıya sokacak olan insanları ben sana söyleyeyim. Yani çünkü bunlara Mesut yol veriyor. Biri Mehmet Karamehmet, öbürü de Bayındır… Bunların ikisine Başbakan söz vermiş, anladın mı dediğimi abi?”

Korkmaz Yiğit hepten bunalmıştı, “Hı hıı” diye karşılık verdi ve Çakıcı’ya “…Bu konuşmayı bugün burada bırakalım yarın yeni kanalda bir görüşelim olur mu” dedi. “Tamam oldu abicim”den sonra telefon yine kapatıldı.

Görünen oydu ki Çakıcı ihaleye katılacaklardan çoğu ile görüşüyor, nabız yokluyordu. Bir şekilde payını alacaktı. Bu “payını alacaktı” sözünü Mesut Yılmaz’ın ihale iptal edildikten sonra katıldığı “Arena” programında anlattıklarından çıkarıyoruz. Meclis Soruşturma Komisyonu, Yılmaz’ın Arena’da Uğur Dündar’a söylediklerini raporunda şöyle not etmişti:

“Başbakan Mesut Yılmaz Arena Programında, Alaattin Çakıcı’nın Türkbank ihalesindeki bu rolüne karşılık bu iş için, ihaleyi kim kazanırsa kazansın % 5 pay almak üzere anlaştığını, Korkmaz Yiğit’ten de bunun bir kısmını peşin aldığını ayrıca belirtmiştir.”

Herkese telefon açılmasından, mecazi anlamda da olsa işadamı “bayıltılmasından” söz edilen bu konuşmanın olduğu dönemde yaşananlar bu tehditlerin öyle boş olmadığını ortaya koyuyordu. Türkbank ihalesi için hazırlık yapan Mehmet Emin Karamehmet’in bankası Pamukbank’a bazuka ile silahlı saldırı planlanmış, bankanın genel müdürüne silahlı saldırı düzenlenmiş, yine ihaleyle ilgilenen Cavit Çağlar’a yönelik suikast planları ortaya çıkmıştı.

 

“MAFYA FİNANS SEKTÖRÜNÜ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞIYORDU”

 

Siyaset, daha doğrusu Mesut Yılmaz ve Güneş Taner nasıl davranıyordu oraya geleceğiz ama gelin bu telefon konuşmasının anlamını ve o dönemde yaşananları, dönemin CHP Milletvekili Fikri Sağlar’dan dinleyelim. Neden Fikri Sağlar derseniz onu daha sonra, bu konuşmanın kamuoyuna yansımasıyla ihalenin nasıl iptal edildiğini anlatırken söyleyeceğiz. Söz Fikri Sağlar’da:

“Türkiye’nin o günkü durumunda mafya, finans sektörünü ele geçirmeye çalışıyordu aslında işadamlarıyla birlikte. İşte bunlardan bir tanesi işte Korkmaz Yiğit. Türkbank’ı ele geçirmeye çalışıyordu. O günkü siyasi parti ile de anlaşarak bunu yapıyordu. Ne var ki bu anlaşma sonrasındaki Korkmaz Yiğit – Alaattin Çakıcı ilişkileri Türk Emniyet Teşkilatı tarafından takip edilirken kayıtlara geçti ve ben de o kayıtları elde ederek kamuya açıkladım. Bunu niye söylüyorum, Türkbank ülkenin önemli bir bankasıydı. Türkbank’ın çalışanlarının oluşturduğu sandık son derece önemliydi ve değerliydi.

Anavatan Partisi iktidarı, daha doğrusu Başbakan Mesut Yılmaz, o gün özelleştirme kapsamına aldığı bu bankanın içerisine ihaleye çıktığı rakam kadar para koydu ve o rakam, ihaleye çıkacak olan bu bankaya sadece bir kişinin talip olması doğrultusunda mafya ile işbirliği yapıldığı anlaşıldı. Yani o ihaleye girmek isteyen diğer işadamları korkutuldu, saldırılar düzenlendi. Hatta Karamehmet’in bankasına bazuka ile saldırı yapılacağı ortaya çıktı. Hayyam Gariboğlu’na tehditler yapıldı. Dolayısıyla sıkıntı farklı bir noktaya döndü. O da daha sonra dediğim gibi takip edilerek ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bu gerçeklik, hükümetin bireylerine aktarılmasına rağmen hükümet ısrarla ihaleyi Korkmaz Yiğit’e verdi. Yani ihaleyi açtı ve Korkmaz  Yiğit’e verdi.

 

YILMAZ ÖNCE KARŞI ÇIKTI, SONRA KABUL ETTİ

 

Türkbank ihalesi 4 Ağustos 1998’de yapıldı. İhaleye girecek 5 firma ihaleden bir ay önce belliydi ve bu bir ay boyunca baş döndüren bir trafik işledi.

Korkmaz Yiğit ihaleye, Devlet Bakanı Güneş Taner’in telkinleriyle girmişti ama Mesut Yılmaz ilk başlarda ihalenin Yiğit’te kalmasını istemiyor gibi görünüyordu. Bunu öğrenen Yiğit 12 Haziran’da Güneş Taner ile görüştü. Yiğit bu görüşmeden 20 gün kadar sonra da Cefi Kamhi ile Yılmaz’ı ziyaret etti. Yılmaz’ın tavrı bu görüşmeden sonra değişmeye başladı.

Mesut Yılmaz bu dönemde Hazine ve TMSF bürokratlarına “500 milyon dolardan aşağı verirseniz iptal ederim” diyordu. Bu söz de Korkmaz Yiğit’in kulağına gitmişti. Yiğit, ne kadar teklif vereceğini kestirebilmek için ihaleden bir ay kadar önce Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile görüştü. Erçel “400 milyon dolar civarı” dedi. Korkmaz Yiğit de 415 milyon dolara çıkarım deyip Erçel’in yanından ayrıldı. Anlayacağınız ihale daha yapılmadan pazarlıklar yapılıyordu.

İşler ters gidiyordu. Mesut Yılmaz ihaleden bir gece önce Kamuran Çörtük’ü Başbakanlık konutuna çağırdı ve “Az önce Ahmet Nazif Zorlu geldi, 505 milyon dolara çıkacağını söyledi, şimdi sen git Korkmaz Yiğit’e söyle, 510 milyon dolara çıksın, aradaki farkın telafi edilebilmesi için kendisine yardımcı olacağız” dedi.

İhale günü geldi çattı, taraflar masaya oturdu: 400 milyon dolar… 410 Milyon dolar… 415… Rakam arttıkça artıyordu. Nihayet 510 milyon dolara kadar geldi. E hani Korkmaz Yiğit’e böyle denmemişti, ‘Ahmet Nazif Zorlu en son 505 milyonda kalacak, kendisi de 510 deyip işi bağlayacaktı’.

Yiğit ihaleyi yapan komisyondan mola istedi, sıkıntılıydı. Önce Ali Balkaner’i aradı. Muhtemel ki ortaklık teklif etti. Sonra da “Önemli bir devlet adamı”nı aradı. Bu “önemli bir devlet adamı”nın kim olduğu hiç bilinmedi ama sonraki yıllarda olayı soruşturan Meclis Soruşturma Komisyonu’nda, “Korkmaz Yiğit’in ikinci telefon görüşmesini Başbakan Mesut Yılmaz ile yaptığı kanaati” oluşacaktı.

Nihayetinde Yiğit, bir yiğitlik yapıp fiyatı daha da artırdı ve ihale kendisinde kaldı. “Hayırlı olsun”lar dilendikten sonra ihale salonu boşaldı. Herkes işinin gücünün başına döndü.

 

GECİKEN VE KAYBOLAN İSTİHBARATLAR: YİĞİT’İN ÇAKICI İLE İLİŞKİSİ VAR

 

İşin bürokratik işlemleri yapılmaya başlandı. TMSF aynı gün Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’ndan bankanın devri için gerekli iznin verilmesi için yazı yazdı.

Bir taraftan da söylentiler ayyuka çıkıyordu. İhaleye katılan bazı firmaların mafya ile ilişkisi olduğu, ihaleye fesat karıştırıldığı yazılıp çiziliyordu.

Bunlar yazılıp çizilmese de sonuçta devlet bakkal dükkanı satmıyordu. Yüzbinlerle, milyonlarca insanın parasını yatırıp işlem yapacağı en eski, en köklü bankayı satıyordu. Kimlerin talip olduğu araştırılmaz mıydı. Araştırıldı tabi. Bu araştırmayı Emniyet Genel Müdürlüğü yapıyordu. E yapıyordu da ne oldu? İhale, kaçak mafya lideri Çakıcı ile görüşüp destek alan Korkmaz Yiğit’e kalmadı mı?

Şimdi sıkı durun, tam bir Türkiye klasiği, tam bir siyaset - bürokrasi taktiğine şahit olacaksınız:

İhale bitti, el sıkışıldı. Emniyet’ten TMSF’ye birkaç saat sonra bir yazı geldi: Yazıda, “Halen yurtdışında bulunan ve aranan organize suç örgütü lideri ve elemanlarının, ihaleye katılan diğer grupları baskı ve tehdide maruz bırakarak ihalenin Korkmaz Yiğit lehine sonuçlanması için bazı firma sahipleri ile yakın ilişki içine girdiklerine dair bilgilere ulaşılmıştır” deniliyordu.

Bunlar da delilleriydi: Telefon konuşmaları, teknik takip…

Yazı İhale Komisyonu Başkanı olan Erdal Aslan’a teslim edilmişti. Şimdi ne olacaktı, ihale bitmişti? Erdal Aslan, Emniyet’in yazısını da alıp Gazi Erçel’in yanına gitti. Öyle ya Erçel hem Merkez Bankası Başkanı hem de TMSF İcra Kurulu Başkanıydı. Erçel, Aslan’ın, Aslan da Erçel’in yüzüne bakıyordu, aslında bir taraftan da birbirlerini kolluyorlardı. Sonuçta bu bilinmeyen bir bilgi değildi. Sonunda çözüm bulundu. Dosyaya bir not eklenip top taca atılacaktı. Nota şöyle yazıldı:

“Yazı (Emniyet’in gecikmeli yazısı) 4 Ağustos 1998 saat 18:00’de alınmıştır. 24 Haziran 1998 tarihli yazımıza (TMSF’nin Emniyet’e, ‘ihaleye girenler kim araştırılsın’ yazısı) bu kadar geç ve ihale yapıldıktan sonra cevap verilmesi sonucu, bir işlem yapılması şu anda mümkün değildir. Kaldı ki ilgili yazı Başbakanlığa da iletilmiştir.”

Yazı dosyaya konuldu, sorumluluk atıldı. Hem sonuçta Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yazısı Başbakanlığa da gönderilmişti. Sıkıntı yoktu yani. Aslında sıkıntı büyüktü çünkü Emniyet’in yazısının Başbakanlığa giden nüshası kaybolmuştu. Bir görevli almış ve yazıyı her nasılsa kaybedivermişti. Şimdi siz, “Vay o yazıyı kaybedenin haline” diyeceksiniz değil mi? Yok yok merak etmeyin bir şey olmadı. Hatta sonra Mesut Yılmaz’ın Özel Kalem Müdürü oldu.

İşin güvenlik tarafı böyle gidiyordu da bununla bitmiyordu ki. Sonuçta yarım milyar dolardan bahsediliyordu. Hatta taahhüt edilen rakamlar bankanın içine konulacak değerle birlikte bir milyarı aşıyordu. İhaleye girenler bu parayı verebilecek miydi? E tabi bu da araştırıldı.

Sonuç: Zorlu grubu dışındaki kimse buna uygun değildi. Bu durum da Meclis Soruşturma Komisyonu’nun raporunda şöyle not edildi:

“İhaleye teklif veren beş firmadan Zorlu Grubu hariç, diğerlerinin hakim sermayedar oldukları bankaların mali bünyeleri söz konusu grupların yeni bir banka sahibi olmalarının uygun olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.”

 

ECEVİT ÇOK UĞRAŞTI AMA OLMADI…

 

Bütün bu olup bitenlere rağmen devir işlemleri süreci devam ediyordu. Hazine’deki bürokratlar devir onayına paraf atmıyor, onay yazısını doğrudan Bakan’a gönderiyorlardı. Sıkıntı vardı. Sıkıntı sadece bürokratların imza atmaması değildi, yazılıp çizilenler, ihale saatinden sonra da olsa Emniyet’ten gelen yazı… Hepsi sıkıntıydı.

28 Ağustos 1998’de Başbakanlık’ta bir toplantı yapıldı. Toplantıya Başbakan Mesut Yılmaz, Devlet Bakanı Güneş Taner, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen, Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel katıldı.

Kimse Emniyet’in gecikmeli de olsa gelen yazısından bahsetmiyordu. Güneş Taner sordu, “Türkbank’ı ne yapacağız, arkadaşlar rahatsız” dedi. Mesut Yılmaz sigarasından bir fırt çekti ve “MİT Raporu’ndan bir şey çıkmadı” dedi. Yılmaz’ın bu sözü, “devam edelim” şeklinde algılanmış olmalıydı ve süreç yürüdü.

Bu toplantıdan yaklaşık 25 gün sonra Mesut Yılmaz, resmi temaslar için ABD’ye gitti. Başbakanlığı vekaleten, hükümet ortağı Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit yürütecekti. Ecevit 23 Eylül’de MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’u Başbakanlığa çağırdı, bilgi aldı.

Korkmaz Yiğit de bu sırada kritik bir hata yapıyordu. 30 Eylül’de dönemin İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş ile görüşmüş, Alaattin Çakıcı ile ilişkisini itiraf etmişti. Kutlu Aktaş’ın bu konuşmayı kaydettiğinden habersizdi.

Kutlu Aktaş bu konuşmadan sonra Bülent Ecevit’e giderek, “Korkmaz Yiğit, Çakıcı ile ilişkisini itiraf ediyor, bu da kanıtı” dedi. Ecevit makamında partisinin kurmaylarıyla 2 Ekim’de toplantı yaptı. Toplantıda Hüsamettin Özkan, Hikmet Uluğbay, Zekeriya Temizel ve Kutlu Aktaş vardı. Bütün gelişmeler değerlendirildi ve “Türkbank’ın Yiğit’e devir sürecinin önüne geçilmesi ve ihale sonucunun iptal ettirilmesi için çaba harcanması” kararlaştırıldı.

Bülent Ecevit, Hüsamettin Özkan’ı o sırada ABD’de olan Başbakan Mesut Yılmaz ile görüşme görevi verdi. Görüşme, Yılmaz Türkiye’ye döndükten sonra Swiss Otel’de gerçekleşti. 4.5 saat görüştüler. Yılmaz görüşme sonrasına Özkan’a, “Bütün bunları Korkmaz Yiğit’e anlat vazgeçsin” demişti. Özkan Swiss Otel’den Korkmaz Yiğit’in Suadiye’deki evine geçti, durumu aktardı ve açıkça şöyle dedi:

“Sana Başbakan ve Başbakan Yardımcısı adına yanıt veriyorum. Bu işte sana zarar var.”

Özkan, Korkmaz Yiğit’ten tamam “o zaman vazgeçtim” gibi bir yanıt alamadan Suadiye’den ayrıldı. DSP devrin önüne geçmekte ısrarcıydı. Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, 5 Ekim’de yanına Hüsamettin Özkan ve Kutlu Aktaş’ı da alarak Başbakan Mesut Yılmaz’ın makamına gitti. Yılmaz’ı ihaleyi iptal etmeye ikna etmeye çalıştılar ve görüşmede ilk kez Yılmaz’dan ihalenin iptal edileceği yönünde mesaj aldılar. Hatta Yılmaz, Ecevit ve beraberindekiler daha makamındayken o günlerde ABD’de temaslarını sürdürmekte olan Devlet Bakanı Güneş Taner’i arayıp “hisse devrini durdurun” talimatı verdi.

Bu, aslında tam bir siyasi kurnazlıktı. Çünkü Yılmaz’ın aradığı Güneş Taner yurtdışında olduğu için Devlet Bakanlığı görevini resmi olarak Cavit Kavak yürütüyordu. Yani Güneş Taner ABD’deyken, istese de Türkiye’ye dönüp Devlet Bakanlığı görevini resmen devam etmeye başlamadan, değil hisse devrini durdurmak, bakanlığına tuvalet kağıdı aldıramazdı.

Bülent Ecevit ve beraberindekiler kafalarında “İyi de Yılmaz niye görevi resmen yürütmekte olan Cavit Kavak’ı değil de yetkisiz olan Güneş Taner’i aradı” kuşkusuyla Yılmaz’ın makamından ayrıldılar ama yine umutluydular.

 

VE O KASET ÇIKTI, İPTAL GELDİ

 

Tam o günlerde yolsuzluklarla mücadele konusundaki kararlılığı bilinen İstanbul Milletvekili Fikri Sağlar’a posta yoluyla bir zarf geldi. Zarfın içinde bir kaset vardı. Sağlar kaseti dinlediğinde Çakıcı ve Yiğit’in, bizim bu podcastimizin ta başında aktardığımız, konuşmaları çıktı.

Fikri Sağlar, konuşmayı Gazeteci Tuncay Özkan’a dinletti. Özkan durumu o gece Başbakan Mesut Yılmaz’a aktardı. Hatta Özkan bu nedenle “konuşmayı yayınlamak yerine Yılmaz’a anlattığı” için de haklı olarak eleştirildi. Tuncay Özkan’ı dinleyen Mesut Yılmaz da Fikri Sağlar’ı arama gereği bile duymadı. Kendince doğru olduğunu düşündüğü başka bir şey yaptı. Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’u aradı ve bant çözümünü istedi. Çözüm geldi, anlatılanlar doğruydu ama Yılmaz yine de somut bir adım atmadan bekledi.

Fikri Sağlar da süreci izliyor, bakalım adım atılacak mı diye bekliyordu. Sağlar, Türkbank ihalesinin iptali için somut bir adım atılmayınca 13 Ekim’de basın toplantısı yaptı ve Alaattin Çakıcı – Korkmaz Yiğit görüşmesini kamuoyuna duyurdu. Yılmaz, Sağlar’ın bu adımından sonra, “artık ardına sığınacak bir gerekçe de kalmayınca Devlet Bakanı Güneş Taner imzası ile Türkbank’ın Korkmaz Yiğit’e satışı sonucu Yiğit’e yapılacak hisse devri iznini durdurdu:”

 

SAĞLAR: “ŞİMDİ DE TAKİP EDİLMELİ”

 

Fikri Sağlar Türkbank’ın şimdiki satış sürecinin de iyi takip edilmesi gerektiğini belirterek o günleri şöyle özetliyor:

“Daha sonra kaset yayınlandıktan sonra rahmetli Ecevit’in çok önemli bir sözü vardır. -Ben Ecevit’e ve Meclis Başkanı’na, diğer partilerin genel başkanlarına kaseti dinletmiştim. Çok önemli bir şey vardı- ‘finans sektörü mafyanın eline geçiyor’ dedi.

Aslında Mesut Yılmaz da yaptığının farkında olduğu için biz olayın asıl yüzünü açıkladıktan sonra bir araştırma önergesi vererek bunun görüşülmesini talep ettiğimiz ve kaseti de Mesut Yılmaz’a teslim ettiğimiz anda, Mesut Yılmaz Güneş Taner’i çağırarak ihalenin iptal edilmesi kararını verdi ve biz otururken de iptal edilme kararını bana verdiler. Ben de basının önünde kamuya açıkladım. O önemliydi. Daha sonra Korkmaz Yiğit’in açıklamaları sonrasında Mesut Yılmaz Hükümeti düştü.

Şimdi bu banka hala TMSF’nin elinde duruyor. Geçenlerde okudum, bankanın yeniden ihaleye çıkarılacağını duydum. Şimdi ihale koşulları nedir, ne yapacaklar, sonunda kime verecekler bundan önceki TMSF’nin AKP yandaşlarına ellerindeki birçok malı peşkeş çektiği gibi bu banka da yeni bir AKP’li yandaşa mı verilecek bunları bilmiyorum. Bunları dikkatle izleyeceğiz, kamuoyu da dikkatle izlemeli.

Hüsamettin Özkan’ın, Ecevit’e bu kaseti verdiğimiz sırada. ‘Bu kaset aslında 9 dakikalıktır. Ben tamamını dinledim’ diyerek zaten İstihbarat Daire Başkanlığı’nın bizde yok dediği konuşmanın da bilgileri dahilinde olduğunu orada öğrendim. Niye, çünkü bunlar dinlemeye başlamışlar, o gün hukuk var. Dinleme yetkisini yargıdan almamışlar. Birinci konuşma tamamen yargıdan izinsiz olarak kaydedilen bir konuşma. Onun için tamamını böyle görmeye çalışmışlar ama daha sonra hakim kararı almışlar ve diğer konuşmaları da hakim kararı doğrultusunda dinlemişler. Yani orasını artık hükümet açıklamalı, işte bundan dolayı Yüce Divan’a gidildi ama üzerinde çok fazla durulmadı aradan kaç sene geçti, aşağı yukarı 20 sene sonra şimdi bu banka tekrar gündeme getiriliyor. Tekrar ediyorum, banka TMSF tarafından nasıl satılacak bilemiyorum. Sadece bir haber var, TMSF satışa çıkarıyor diye. İçine hükümet para koyacak mı? Bu koşullarda ne koyacak, kime verilecek daha sonra, koşulname ne olacak bunları izleyeceğiz.”

 

BİR GÜN GİTTİK Kİ GAZETEMİZ MAFYA ARACILIĞIYLA SATILMIŞ

 

O dönemde sadece Türkbank satılmıyordu. Aynı zamanda Korkmaz Yiğit yine mafya ile ilişkilerini kullanarak, Mesut Yılmaz eliyle medya patronu da yapılıyordu. Zaten asıl amaç da buydu. Nitekim Yılmaz da zaten bu nedenle Yüce Divan’da yargılanırken, “güdümünde bir medya düzeni kurmak için organizasyon gerçekleştirmek”ten de yargılanıyordu.

Evet, şimdiye kadar bu podcastte aktardığım bilgileri öğrendiklerimize ve belgelere dayanarak aktarıyordum. Şimdi size Korkmaz Yiğit’in o dönemde nasıl medya patronu olduğunu yaşayan biri olarak aktaracağım. O günlerde Milliyet Gazetesi’nde genç bir adliye muhabiri olarak görev yapıyordum.

Her iki üç günde bir yeni bir bilgi kulağımıza geliyordu: Korkmaz Yiğit Kanal E’yi satın almış, Genç TV’yi almış, Kanal 6’yı almış. Yeni Yüzyıl ve Ateş gazeteleri Korkmaz Yiğit’e geçmiş…  Nihayet 1998 yılının Ekim ayının başlarında “Korkmaz Yiğit Milliyet’i alıyormuş, almış” gibi duyumlar geliyordu. Gazetenin Ankara Bürosu’ndaki yöneticilerimiz Cengiz Kuşçuoğlu’na ve Fikret Bila’ya soruyorduk. Çok detaylı bilgi de vermiyorlardı, biraz da gazetede yeni, mesleğin başlarında olmanın etkisiyle bize söylenen “İşinize devam edin” sözlerini duyup Ankara Adliye’sine, görev yerime gidiyordum.

Gazete’de tam bir tedirginlik hakimdi. Yeni sermayenin gölgesini her gittiğimiz yere taşıyorduk. Adliye’de haber kaynağı olarak, işimiz gereği görüştüğümüz hakim – savcılardan, avukatlardan “mafya” imalı sözler duymak kolay değildi. Bir taraftan da Gazete’yi elinden çıkarmak durumunda kalan Aydın Doğan’ın, “sabredin” gibi sözleri kulağımıza geliyordu.

Neyse ki süreç uzun sürmedi. Daha sonraki açıklamalarında Çakıcı ile görüştüğü dönem için, “Tükürüklerim kuruyor, vücut kimyam bozuluyordu” diyen Korkmaz Yiğit’e yapılan bütün medya devirleri iptal edildi.

 

YILMAZ’IN İMDADINA “RAHŞAN AFFI” YETİŞTİ

 

Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Güneş Taner bütün bu sürecin sonunda Meclis Soruşturma Komisyonu’nun raporu ve Genel Kurul’un kararıyla Yüce Divan’da yargılandı. Temmuz 2004’te Yüce Divan’a sevk edildiler. Aslında bu yargılama çok öncesinde başlayacaktı, süreç daha önce işleyecekti ama Yılmaz ve Çiller karşılıklı olarak birbirlerini aklamışlardı. ANAP, Çiller’in malvarlığı ile ilgili iddialar karşısında, DYP de Türkbank iddiaları karşısında birbirlerine arka çıktılar ve soruşturma önergelerine karşılıklı ret oyu verdiler.

Yılmaz ve Taner Yüce Divan’da, “Türkbank ihalesi sürecinde ihaleye fesat karıştırmak suretiyle güdümlerinde bir medya düzeni kurmak için tüm organizasyonları gerçekleştirmek ve böylelikle siyasi rant amaçlamak”tan yargılandılar. Kısacası suç “ihaleye fesat karıştırmak”tı.

2 yıl süren yargılama sonunda Yüce Divan, “Bu ihaleye fesat karıştırmak” değil, “görevi kötüye kullanma suçudur” dedi. Bu Yılmaz ve Taner’in cezaevine girmekten kurtuluşları anlamına geliyordu. Çünkü “görevi kötüye kullanma” suçu kamuoyunda Rahşan Affı olarak bilinen “Af Yasası” kapsamındaydı. Yüce Divan da Yılmaz ve Taner’in suçunu böyle tanımlayıp “Davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine” karar verdi. Böylelikle Türkbank davası da kapanmış oldu.

Bütün bunları neden mi anlattık? Türkbank yeniden ihaleye çıkarılıyor. Bakalım bu sefer hangi isimleri duyacağız, kulağımız delik olsun diye.

Podcast