Türkiye'de ensest | 3- Çocuğun dili bedenidir

Türkiye'de ensest | 3- Çocuğun dili bedenidir
“Türkiye’de Ensest” başlığı altında ensesti çocuk odaklı inceleyen ve aile içi cinsel istismarın bir türü olarak ele alan Yeşim Özdemir, araştırma dosyasının üçüncü bölümünde ensesti psikolojik, sosyolojik, eğitim ve medya düzeyinde irdeliyor…

Ensest faillerinin psikolojik sorunları mı var?

Ben Kısa Dalga’dan Yeşim Özdemir, ensesti mercek altına aldığım bu araştırma dosyasının üçüncü ve son bölümünde, aile içi cinsel istismarın bir türü olarak ensesti psikolojik, eğitim ve medya düzeyinde irdeliyor, konuyla ilgili farklı farklı alanlarda uzman kişilerden sorunun çözümüne ilişkin öneriler alıyorum…

Ensesti psikolojik açıdan irdelediğimizde, bunun bir hastalık olup olmadığı konusu, tartışmaların odağında duruyor. Ensest psikolojik bir hastalık mı? İstismarcıların psikolojik sorunları mı var?

Yoksa bütün bunlar suçu örtbas etmek ve meşrulaştırmak için mi öne sürülüyor?

Sorumuzu Uzman Psikolog Ayşegül Özadak yanıtlıyor:

Ensest veya aile içi cinsel istismar durumlarında akla ilk gelen; istismar eden kişinin pedofili olduğu, bu düşünceleri durduramadığı, kendini bunu yapmaktan alıkoyamadığı gibi bir yaklaşım oluyor. Yani aslında o kişiye pedofili diyerek ne yapıyoruz, patolojikleştiriyoruz. Ve sanki bireysel bir meseleymiş gibi de ele alıyoruz. Bu çok indirgemeci bir yaklaşım. Bu daha toplumsal ve sistemsel bir mesele. ‘Bu kişi hastadır, bunu da tedavi edelim’ şeklinde yaklaştığımız zaman, çocuğun bu durumdan aldığı zararı gözardı etmiş oluyoruz. Bir hastalık deseydik, psikotik deseydik, bir değerlendirme yetileri yok diyecektik, ama böyle bir durumun olmadığını gayet iyi biliyoruz, görüyoruz…”

Psikolog Ayşegül Özadak’ın da vurguladığı gibi, istismarcıların akıl ve ruh sağlığında bir problem yok. Çoğu doğru ve yanlışı ayırt etme yetisine sahip, yaptıklarının suç olduğunun bilincinde olan kişiler. Ancak hem toplumda hem de adalet sisteminde suçu meşrulaştırmak için bunun sıkça kullanıldığını görüyoruz.

Böylece büyüklerin toplumdaki “imajını” korumak adına çocuklarımızı karanlığa mahkum ediyoruz…

Ve bakın Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar bu karanlığı nasıl tasvir ediyor:

Çocukluk çağı ihmal ve istismarları asla yok olmuyor. Gökyüzündeki yıldızlar gibi aynen. Nasıl karanlık bir günde gökyüzünde yıldızların her zaman orada olduğu gördüğümüz gibi, cinsel istismar ve ihmalin sonuçlarıyla o kişi ömür boyu yaşıyor. Aydınlık güzel günlerde görünmez olması yok oldukları anlamına gelmiyor. Çocuk sevgiyle şehvet arasındaki farkı ayırt edemez. Babasının sevgisine sahip olduğunu zanneder.”

Ensest mağduru çocukların psikolojik durumları

Çocukluk çağında aile içi cinsel istismara maruz kalan kişiler çoğunlukla istismar davranışlarını, sevme biçimi olarak gördüklerini ancak yine de sezgisel olarak bir tuhaflık, bir kötülük hissettiklerini söylüyorlar.

Aile içinde ya da dışında çocuklar, istismarı ilgi ve sevgiden ayırt edemezler…

On yılı aşkın bir süredir ensest üzerine çalışan Dr. Zeynep Pınar, çocukları fiziksel, ruhsal, sosyal her açıdan çok olumsuz etkileyen ensestin çocuklarda yarattığı psikolojik durumu şöyle açıklıyor:

Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Pınar:

Bu çocuk büyüyüp güçlense dahi, toplumla sağlıklı ilişki kurmasını ve kendisini ifade etmeyi öğrenemediği için kendini savunma gücünü bulması çook uzun seneleri almakta. Yetişkinlikte bile ebeveyni korumak için susmaya devam eder. ‘Babamın elinden kaza çıkar, annem intihar eder’ deyip kendisine yapılan bu fiile karşı suskun kalabilmekte ve giderek de artmaktadır.”

Durgunluk, suskunluk, içine kapanma, etrafına ilgisiz kalma istismara maruz kalan çocukların en sık sergiledikleri davranışlardan birkaçı. Özellikle, istismarı anlatmaya çalıştıklarında büyüklerden gelen inanmama, inkar ya da olayı küçümseyip çocuğu dikkate almama gibi tutum ve davranışlar nedeniyle çocuklar iyice sessizliğe mahkum oluyorlar.

Çocuğun sessizliğiyle, beden diliyle, ani değişen duygu durumlarıyla verdiği mesajları alabilmek ve doğru yorumlayabilmek için özel dikkat ve ilgi gerekiyor.

Ve tabi bu riskleri bilmek, bu konulara hakim olmak da önemli…

Bir eğitimci istismarı nasıl fark edebilir?

Özel bir kreşin kurucusu olan Deniz Öğretmen uzun yıllardır okul öncesi dönemi çocuklarla çalışıyor. Deniz Öğretmen ilgisi ve dikkati sayesinde riskli çocukları nasıl fark ettiğini ve istismar ihtimali olduğunu düşündüğü durumlarda nasıl aksiyon aldığını yakın zamanda yaşadığı bir olay üzerinden şöyle anlatıyor:

Deniz Öğretmen:

Çocuğun üzerini değiştirirken okulda, biz çocukların öz bakımlarıyla ilgileniriz. Kıyafetlerini değiştirirken, kız öğrencimin taytını tamamen çıkardıktan sonra yere yatıp bacaklarını açma ve özel bölgesini işaret etmesiyle şüphelendim. Özel bölgesini gördüğüm zaman da zaten şaşırdım. Çünkü çocuk özel bölgesi değildi, bir yetişkin özel bölgesi gibi açık ve genişti. Akabinde çocuğun üzerine gitmedim, tabii ki de sorular sormadım, çocuğu tetikleyici bir davranışta bulunmadım. Çocuk kendisi anlatmaya devam etti. ‘Baba yaptı, yağ döktü. Anne nerde? Anne yok, nne acıttı, anne kızdı’ gibi ifadeler kullandı.”

-Peki bunları durup dururken mi anlatıyor herhangi bir iletişim sırasında, yoksa…

Bu çocuk normalde bir aydır öğrencim. Bu çocuk çok konuşan bir öğrenci değildi, bana getirilme sebebi de çocuğun gelişimsel geriliği olduğuydu. Ama bu çocuğun gelişimsel geriliği olduğunu düşünmüyordum. Çocuğun travmatik bir durumunun olduğunu düşündüğüm için çocuğu detaylı inceleyip üzerine düşüp hassasiyet gösterdiğim bir öğrenciydi.”

Deniz Öğretmen 4 yaşındaki bu kız çocuğunun psikolojik durumunu ve istismardan şüphelenmesine neden olan davranışlarını şöyle anlatıyor:

Çok kendi halinde, dışarıyla sosyalliği olmayan, kendi başına oyun kurup uzun süre oynayabilen bir çocuk. Saldırgan bir davranışı yok, komutları alıyor ama göz konağı kurmuyor. Bilişsel geriliği olan çocuk için komutları da almıyor olması gerekiyor. Onun hızasına inip onu anlamaya çalıştığımda benimle iletişim kurmaya, göz konağı kurmaya başladı. Bu da ona verdiğim güvenle alakalıydı. İki hafta sonra çocuktan belirli kelimeler çıkmaya başladı. İlk geldiğinde hiç konuşmuyordu. Kendini güvende hissetmeye başladığında konuşmaya başladı. Üçüncü haftada da taytını çıkartırken yere yatıp bacağını açması ve özel bölgesini göstermesi sanki bir yardım çağrısıydı.”

Bu yardım çağrısı karşılıksız kalmıyor. Deniz Öğretmen, şüpheleri arttıkça bu çocuğu daha yakından takip etmeye başlıyor ve zaman zaman çocuğun vücudunda kızarıklıklar ve morluklar olduğunu fark ediyor.

“Çocuğun sol kolunda bir morluk dikkatimi çekti ama bu çarpma morluğu değil sanki zorla tutulmuş gibi bir morluktu, bir yere düşmeyle alakalı bir morluğu değil yani. Çünkü biz çocuklarla hep çalıştığımız için düşmeleri, kızarma morlukları bunları biraz daha gözlemleyebiliyoruz. Her gün yaşadığımız şeyler. Okuldan çıkarken de acaba tahriş mi kızarıklık mı pişik mi oldu, vücudunda da kızarıklıklar vardı, su çiçeği çıkarır gibi. Ailesine bu ifadelerle sorduk, çünkü emin olmadığımız bir durumdu. Sınıf öğretmeni annesine şunu söyledi ‘vücudunda kızarıklıklar var, kaşınıyor, aynı zamanda özel bölgesinin acıdığını söylüyor, pişik olabilir mi’ dediğinde; Cumartesi-Pazar araya giriyor ve çocuk bir haftalık rapor alıyor, su çiçeği geçirdiğine dair okula bir hafta gelmiyor. Bu durum beni biraz daha işkillendirdi. Sonra çocuk tuvalete gitmek istediğinde eşlik ediyoruz, merdiven inişlerinde, yemek yerken, tuvalete giderken yalnız bırakmıyoruz. Tekrar acıdığını ve kaşındığını söyledi. Taytını çıkarıp tuvaletin mi geldi dediğimde ‘evet’ dedi. Taytını çıkarttığımıda yine aynı şekilde yatarak aynı bölgeyi işaret edip ‘acıdı, baba yağ döktü, anne kızdı’ dedi. Bir iki saat sonra ben saçlarını toplarken ensesinde iki şerit şeklinde bir kızarıklıkla karşılaştım. İşletmenin avukatıyla görüştüm. Çocuk istismarla ilgili belirtilerle, bu fotoğrafları da kendilerini sundum. Onlar da ‘hocam bunlar çok büyük deliller, çok yüksek ihtimalle istismar söz konusudur’ dediler. ‘Nereye başvurmam gerekiyor’ dediğimde de ‘çocuk polisine gidip müracaatta bulunun’ dedi.”

Avukatın yönlendirmesiyle birlikte Deniz Öğretmen ihbar yükümlülüğünü yerine getirerek hemen kolluğa ihbarda bulunuyor. Kolluk eve gidiyor, çocuk evden alınarak ÇİM’e götürülüyor ve süreç başlıyor…

İkinci bölümde üzerine detaylı konuşmuştuk ama tekrar hatırlatmak gerekirse; çocuk istismarının yetkili makamlara ihbar edilmemesi suçtur…

Çocuklara yönelik cinsel istismar nasıl önlenebilir?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisansı–Çocuk/Ergen Alt-Dal Programını 2012 yılında kurmuş ve 2021 yılına kadar programın direktörlüğünü yürütmüş olan Öğretim Üyesi Dr. Elif Gökçek Akdağ çocuk istismarının önlenmesi için eğitim kurumlarındaki cinsel eğitimin önemine vurgu yapıyor:

Akademisyen Dr. Elif Gökçek Akdağ:

Çocukların yaşlarına uygun olarak gittikçe artan sorular ve cinsellik üzerine artan merak, okuldaki öğretmenler, müdürler tarafından çok bilinçli bir şekilde cevaplandırılmış olmalıdır. Okullarda cinselliği ve ilişkileri konuşabilmek, bu konulardaki sessizliğin ve gizliliğin azalmasına yardımcı olacaktır. Kütüphanelerde gençlerin okuyabileceği, yaşlarına uygun, doğru bilgiler içeren kitaplar ve filmler olmalıdır. Cinsellik nedir istismar nedir ve bu durumlarda ne yapılmalıdır bu bilgiler tüm okul, aile ve öğrencilerle düzenli seminerler halinde paylaşılmalıdır. Okul çalışanları özellikle cinsel istismarı nasıl fark edebilecekleri üzerine detaylı eğitim almalıdırlar. Aile içi cinsel istismara maruz kalmış çocukları fark edebilmek oldukça güç olabilmektedir. Ancak çocuğu iyi tanıyan bir öğretmen ondaki duygusal ve davranıştaki olumsuz değişimleri, nedensiz öfkelenmeleri, yaşının üzerinde sergilediği cinsel içerikli davranışları veya konuşmaları çok iyi fark edebilecektir. Okullarda özellikle riskli ortamlarda büyüyen çocuklara dikkat edilmelidir. Madde kullanan, aile içi şiddetin çok yüksek olduğu evlerde yaşayan çocuklar öğretmenler ve okul rehberleri tarafından düzenli takip edilmelidirler.”

Akademisyen Elif Gökçek Akdağ’ın belirttiği gibi okullarda, istismar mağduru çocukların fark edilmesi eğitimcilerin özel ilgi ve dikkatini gerektiriyor.

Çocuğun dili bedenidir”

Deniz Öğretmen de bu ilgi, bilgi ve dikkat eksikliği nedeniyle eğitimcilerin istismar mağduru çocukları fark edemediklerini dile getiriyor:

“Bu tür durumları maalesef ki öğretmenler çoğunlukla fark edemiyor. Bırakın öğretmenleri anneler, ebeveynler bile fark etmiyor. Her ebeveynin ya da her eğitmenin yetiştirilmesi gereken bir konu. Nasıl belirtiler olur, çocuk nasıl ifade eder, nasıl çağrıda bulunur… Çünkü çocuğun dili bedenidir, bedeniyle ifade eder.

Kendim bu konuda hassasiyet gösterdiğim için belki farkına vardım. Kendim de cinsel istismara uğramış bir kız çocuğuydum çünkü. O sebeple belki hassasiyet noktalarım oldu ve bu konuda kendimi eğitmiş ya da araştırmış olabilirim.

Bu konuda kurucu olarak öğretmenlere hep bu tür durumlarda özellikle kız çocukları ile alakalı, evet erkek çocukları da var ama kız çocukları daha yüksek oranda yaşadığı için belirli aralıklarla bunlar ifede edip, tepkisel davranışı varsa neler olduğunun üzerine gitmek ya da bana söylemeleri, bunları not etmek, hangi aralıklarla ne oldu, çocuk kusmaya başladıysa neden kusmaya başladı, eve giderken stres oluyorsa niye stres oluyor, okula geldiğinde stres olup ağlama evreleri başlıyorsa kaygı mı korku mu bunları iyi değerlendirmek, iyi gözlemlemek gerekiyor. Daha önceki vakamda çocuğun her gün kusmasını takip ederek sonuca ulaştığım bir vakaydı. Okul öncesi öğretmenlerin bu tür durumlarda ‘ya alışamadı, kustu, stres oldu’ gibi geçiştirmelerini doğru bulmuyorum.”

Çocuklara yönelik cinsel eğitimin önemi

Akademisyen Elif Gökçek Akdağ, sadece okullarda değil aile içinde de çocukların yaşlarına uygun cinsel eğitim almalarının gerekliliğine ve çocukların ebeveynleriyle cinselliği rahatça konuşmanın önemine dikkat çekiyor:

Aile içi cinsel istismarın önlenmesinin ilk adımı, büyüklerin çocuklarla cinselliği ve cinsel bölgeleri rahatça konuşabilmesinden geçmektedir. Ebeveynler, çocukların büyümesine destek veren tüm büyükler çocuklarla, yaşlarına uygun cinsel gelişim bilgilerini paylaşabilmelidirler. Tabi ki bu bilgiler yaşadıkları kültüre de uygun olarak verilmelidir. Bebeklikten itibaren keşfedilen özel bölgeler, kelimeler arttıkça daha çok sorgulanabilmektedir. Artan bilişsel kapasiteyle çocuklar özellikle 3,4,5 yaşlarında kadın-erkek vücudunu daha çok merak etmekte, vücudun tüm bölgelerini detaylı bir şekilde incelemektedir. Tuvalet eğitimi sırasında özel bölgelere ait hijyen, sınırlar ve bu yaşlarda özellikle çocukların merak ettiği sorulara rahatça cevap verebilmek çok önemli olacaktır.”

Aslında ebeveynler çocukların vücutlarını tanımaya yönelik bu basit sorulara rahatça ve bilinçli bir şekilde cevap verdiklerinde çocuklar da rahatlıyor ve ebeveynleriyle her konuda korkmadan-çekinmeden konuşabiliyorlar. Bu da olası istismar vb riskli durumlarda çocukların durumu saklamadan, kendini suçlu hissetmeden hemen gelip ailesiyle paylaşabilmesini kolaylaştırıyor…

Akademisyen Elif Gökçek Akdağ:

Çocuklar bu yaşlarda hem kendilerinin hem de başkalarının özel bölgelerini çok merak ederler. Esasında bu konuda açık olunduğunda bol bol sorular sorabilmektedirler. Bu yaşlar çocukların kendisini istemeden kimsenin özel bölgelerine dokunmaması gerektiğini onun hoşuna giden ve gitmeyen dokunuşları fark etmesini ve de bu gibi durumlarda özellikle kendini rahatsız eden duygularda ve davranışlarda bunları güvendiği büyüklerle paylaşması gerektiğini öğrettiğimiz yaşlardır. İlkokul, ortaokul, lise yaşlarında üreme organlarının daha detaylı bilgilerini öğrenme, vücuttaki değişimler, ilişkilerde dikkat edilmesi gerekenler, istismar ve sınırlar gibi birçok konu ebeveynler tarafından daha detaylı anlatılmaya başlanmalıdır. Eğer ebeveynler kendilerini rahat hissetmiyorlarsa çocuklarının odalarına bu konuda cinsel bilgiler ansiklopedisi koyabilirler ya da kitaplardan yararlanabilirler.

Klinik Psikolog Elif Gökçek Akdağ çözüme ilişkin önerilerini ise şöyle sıralıyor:

Ergenlik, kimlik gelişiminin ve cinsellik üzerine merakın en yoğun olduğu dönemdir. Gençlerin lise ve üniversitelerde hangi konularda bilgiye ihtiyaç duyduklarını inceleyen düzenli anketler yapılması gerekmektedir. Özellikle sınıf içi bilgilendirmeler ve bu konulardaki tartışmalara alan açmak gereklidir.

Cinsellik üzerine konuşmak ve cinsel tacizle ilgili doğru soruları sorabilmek için öğretmenlere ve tüm okul çalışanlarına çok detaylı eğitimler ve uygulamalı çalışmalar yapılmalıdır. Aile içi cinsel istismarın önlenmesi ve fark edilmesi için Milli Eğitim Bakanlığının çocuk koruması ve güvenliği üzerine çok kapsamlı bir politika geliştirmesi ve okullarda ‘çocuk koruma birimleri’nin açılması sağlanmalıdır. Çocuk koruma birimlerinin okul ve üniversitelerde kurulması, cinsel istismar alanında önleyici ve koruyucu adımların hızlıca atılmasına destek olacaktır.”

Cinsel şiddet mağduru çocuklara terapi desteği

Aile içi cinsel istismara maruz kalan ve ihmal edilen çocukların doğru zamanda ve doğru biçimde psikolojik desteğe ulaşabilmeleri de hayati önem taşıyor.

Uzman Psikolog Ayşegül Özadak en çok güvendiği kişiler tarafından istismara maruz kalan çocukların, zarar gören bu güven duygusunu yeniden kazanabilmelerine imkan sağlayan terapi desteğinin önemini vurguluyor:

“Kişinin, birincil bakım vereninin yani ona güvende hissettirmesi gereken, güvenli alanı sağlaması gereken kişi tarafından bir zarar uğramak kişinin güvenlik hissini ciddi anlamda zedeler. Dolayısıyla yapılacak çalışmanın kişiyle bir güvenli ilişki, güvenli bağların oluşturulması, kişinin çaresizlik, utanma ve suçluluk gibi duygularının dışa vurulmasına alan tanıyan, bunları kabul eden, daha kabul edici, yargılayıcı ya da sorgulayıcı değil bunları anlayan bir yaklaşımla bu çalışmayı yürütmek gerekiyor. Sadece terapi desteği değil, terapiyle beraber kişinin sosyal desteklerinin kapsayıcı olması, suçlanmadığı yargılanmadığı bir çevre içerisinde desteklenmesi de oldukça önemli…”

Tabi bu desteğe kimi daha kısa süreli ihtiyaç duyarken, kimi hayat boyu ihtiyaç duyabiliyor. Ve bazıları için ihmal ve istismarın neden olduğu psikolojik sorunlar yetişkinlikte bile sosyal hayatı, özel hayatı, iş ve eğitim hayatını olumsuz yönde etkileyebiliyor.

Dr. Zeynep Demir: “Risk faktörü olan aileler var”

İlk bölümde hatırlarsanız aile içi cinsel istismarın belli bir sosyo-ekonomik gruba ait bir problem olmadığını, her kesimden aile yapısında ve küçük ya da büyük her bölgede olabileceğinin altını çizmiştik. Psikiyatri Uzmanı Dr. Zeynep Demir, bu dediklerimi destekliyor ancak artı bir parantez ekleyerek risk grubu ailelerin olduğunu söylüyor ve çocuğun ebeveynleri tarafından ihmal edilmesinin en büyük risk faktörü olduğunu vurguluyor:

“Ensest, çocuk ihmal ve istismarının en kötü halidir. Ebeveynlerden en az biri çocuğu ihmal etmektedir. Biri de istismar etmektedir. Her zaman pasif bir ebeveyn var ki, sahipsiz bir çocuk var ki istismar eden ortalığı boş bulabilmekte. Risk faktörü olan aileler var tabi. Parçalanmış ailelerde risk faktörü yüksek, çünkü çocuk destek alma hususunda zayıflamış oluyor. Aile içi şiddet varsa, çocuk kendisi şiddet görmese bile şiddet gören ebeveynin kendisine yardım edemeyeceği yada kendisinin de şiddet görme potansiyeli sebebiyle susabilmekte. Aile içinde alkol ve madde kullanım oranı yüksekse alkollü babanın istismarı daha çok yüksek olabilmekte. Kalabalık ve denetimsiz ailelerde, üvey babanın olduğu ailelerde çok görülmekte. Ebeveynlerin kendisi de vaktiyle istismara uğramış ailelerde de bu durum doğallaşmış olabiliyor”

Canan Güllü’den sorunun çözümüne ilişkin öneriler

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu 2014 yılında Türkiye Ensest Atlası Projesi” kapsamanında ensestin Türkiye’deki izini sürerek, çeşitli kurum ve disiplinlerden uzmanlarla ensest gerçeğini tartışmaya aştı.

10 yılı aşkın bir süredir ensest üzerine çalışan Federasyonun Başkanı Canan Güllü, yaptıkları çalışmalar kapsamında ensesti önlemek adına neler yapılması gerektiğini çeşitli başlıklar altında açıklıyor:

“Şimdi biz iki aşamada plan yaptık. Elli kişilik; adli tabiplerden, hakimlerden, gazetecilerden, maruz kalanlarla yapılan toplantı sonucunda ve de uluslararası deneyimlerden yola çıkarak iki yönde önlem düşündük ve dedik ki ensestin gerçekleşmeden durdurulması amacıyla, topluma yönelik koruma programlarını kapsayan tüm çocukların ve ailelerin içinde bulunduğu koşulların iyileştirilmesi. Bu bilgilendirmeyle giden, eğitim sistemiyle giden, ekonomikse ekonomisinin düzenlendirilmesi. Ailelerin eğitimleri ve yaşam kalitelerinin arttırılmasına ve olası risklerin ortadan kaldırılmasına dayalı çalışmalar belirleyip hukuksal reformlar yapılması… Bu çok önemli, bütün tanımların net oturması bu anlamıyla önemli..”

Avukat Seda Akço’dan hukuksal çözüm önerileri

Canan Güllü sorunun çözümüne ilişkin, hukuksal reformların yapılması gerektiğine de dikkat çekiyor. Peki bu hukuksal reformlar neler, hukuki anlamda bu sorunu önlemek için neler yapılabilir?

Sorumuzu Hümanist Büro’dan Avukat Seda Akço, yanıtlıyor:

Çocuk istismarın önlenmesi içn yapılması gereken ilk şey, çocuk koruma sistemini önleme odaklı hale getirmek. Aslında mevzuatta temel bir düzenleme olarak bu var. Hem Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin 18. ve 19. maddeleri hem de Anayasa’nın 41. maddesi çocuk ihmal ve istismarını önleme ve koruma sorumluluğunu devlete veriyor. Ama normlar hiyerarşisi açısından devletin bu görevini kimin yerine getireceğinin ve yerine getirirken hangi yetkileri, nasıl kullanacağının düzenlenmesi lazım. Bizim mevzuatımızda cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle bu görev, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na verilmiş durumda. Ancak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çocuk ihmal ve istismarını önleme, çocukları ihmal ve istismardan koruma yükümlülüğünü yerine getirebilmesi için çocuklara hizmet sunan veya sunmakta sorumlu olan herkesin üzerinde bir yetkisinin olmasına ihtiyaç var. Mesele okulları çocuk ihmal ve istismarı konusunda yeterli donanıma sahip olup olmadığını denetlemek, bu donanım için standartları oluşturmak, o standartların yerine getirilip getirilmediğini denetlemek gibi yetkilerinin olmasına ihtiyaç var. Sorumluluk Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na verilmiş ancak bu sorumluluğu nasıl yerine getireceğine dair yöntem düzenlenmemiş durumda”

Avukat Seda Akço bu durumun, çocuğun ihmal ve istismara maruz kaldıktan sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın devreye girmesine neden olduğunu söylüyor. Yani ihmali ve istismarı önleme odaklı bir sistemin olmadığını belirtiyor ve ekliyor:

“Riski belirledikten sonra devreye girecek olan koruma sistemini harekete geçirecek o bildirim mekanizmasını düzenlemeye ihtiyacımız var. Bizde çift kapılı bir sistem var. Kolluğa veya Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bildirim yapılabilir. Bakanlığa bildirim koruma bakımından, kolluğa bildirim ise suç bakımından yapılıyor. Bunun tek kapı sistemine getirilmesinde fayda var. Çünkü çocukla çalışan veya bir çocuğun farkında olan herkesin ilk anda ortada bir suç var mı yok mu, varsa ne tür bir suç var, gibi bilgilere sahip olması ve ona göre bildirim yapması beklenemez.”

Avukat Seda Akço çocuğa yönelik cinsel istismarın önlenmesine yönelik önerilerini üç temel noktada özetliyor: Birincisi ihmal ve istismar gerçekleşmeden önleyebilecek bir sistemin geliştirilmesi, ikincisi riskin belirlenmesi ve bildirimi, son olarak da risk oluştuktan sonra adli mekanizmanın etkili çalışması…

Avukat Seda Akço:

“Adli mekanizmanın yani çocuğu koruyucu faili tespit edip cezalandırıcı olan adli mekanizmanın da etkili olabilmesi için adalet sistemi içerisine giren çocukların, mağdurların ve onlara eşlik eden kişilerin iyi korunmaları, doğru bilgilendirilmeleri ve lehlerine olan delillerin toplanması için yeterli desteğe sahip olabilmeleri lazım.
Etkili bir cezalandırıcı sistem olmadığı düşünülüyor. Bu noktada ‘neden ceza kanunları yeterli biçimde uygulanmıyor’a bakmak lazım. Kanunlardaki cezanın az olduğu varsayılıyor ama aslında etkili uygulama yapılmıyor. Bunun esaslı sebeplerinden biri dosyaların yetersiz delille açılmış olması. Bu delillerin yeterli toplanmasını sağlayacak da bir çalışma yapmak lazım.”

Anne-baba olmanın sorumlulukları

Hem mevzuattaki eksikliklerin giderilmesi hem de mevzuatın doğru uygulanmasıyla çocuklara yönelik ihmal ve istismarın önüne geçilebilir.

Tekrar Canan Hanım’ın aktardığı çalışmalara dönelim…

TKDF Başkanı Canan Güllü, bireylerin anne-baba olmanın gerekliliği ve sorumlulukları noktasında eğitilmesi gerektiğini söylüyor ve ekliyor:

“Ebeveyn becerileri hizmetleri ve ev ziyaretleriyle ilgili eğitimsel faaliyetler diye bir başlık çıkardık. Yani anne ve baba olmanın sorumlulukları… Bu gerçekten Türkiye’de eksik bir alan, bunun tamamlanması lazım. Çocuk Haklarının ulusal mevzuattaki gibi eksiksiz uygulanması. Bakın bizim bir çocuk bakanlığımız yok mesela. Şimdiden eksikliği çok hissettiğimiz bir alan. Avrupa’da enseste maruz kalan çocuklar için bilboardlar, boy ve kilo hesabı da yapılarak 9 yaşında bir çocuğun görebileceği ekranlarda telefon hatlarının olduğu, şekillerle okuma-yazması olmayan çocukların da anlayabileceği, tuşlayabileceği bir yardım mekanizması var. Bizde henüz yok. Biz de daha büyüklerin şiddete maruz kaldığında nereyi arayacağı bilgisi verilmiyor…”

Medyada kadın ve çocuk odaklı haber dili

Bu bilinmezliğin ve bilinçsizliğin bir diğer nedeni de medya…

Medyada, toplumu bilinçlendiren yayınların yapılması, sorunun nedenlerine ve çözümlerine ilişkin çalışmaların yapılması gerekirken iktidarın baskı ve denetimi altındaki medya, içinde bulunduğu suskunluk sarmalıyla toplumda tepkisizliğe neden oluyor…

Bu sorunlara dikkat çekmeye çalışan yayın organlarına ise hemen RTÜK’ün sansür perdesi iniyor ve RTÜK her fırsatta (tırnak içinde) “Toplumun milli ve manevi değerlerini, aile yapısını” ileri sürerek bu yayın organlarına çeşitli cezalar veriyor. Oysa ki korumaya çalıştıkları şey toplum ve aile değil, iktidarın topluma dayatmaya çalıştığı yaşam biçimi…

Dijital yayın imkanlarının artması yayıncılara görece daha rahat bir ortam sağlamış gibi gözükse de hala aile içi cinsel istismar eksik ve örtük bir şekilde sunuluyor.

Bianet editörü Gazeteci Evrim Kepenek bu konuların özellikle haberlerde yer bulma biçiminin oldukça sorunlu olduğuna dikkat çekiyor.

Bu haberler nasıl veriliyor? Hemen bir tarama yaptığımızda görüyoruz. ‘İğrenç olay, utanç verici olay, asrın sapığı, kan donduran olay, caniler, yüzsüzler” gibi faili gizleyen, failin bu toplumdan olduğunu kabul etmeyen, sanki bu suçlar başka yerlerde işleniyor, Türkiye dışında başka bir yerde oluyor bu olaylar gibi anlatılıyor. Yani fail böylesi haberlerde hep gizleniyor. Hep dolaylı bir dil kullanılıyor. Görsellere gelecek olursak, görsellerin de yine mağdur çocuğu ve kadını öteleyen-dışlayan ve onu suçlayan ve onu daha da mağdur eden görseller kullanıldığını görüyoruz. Yani çocuğu ya da kadını güçlendiren görsellere çok fazla yer verilmediğini, bu görsellerin tıklanma kaygısıyla kullanıldığını görüyoruz. Ve maalesef görsellerin büyük bir kısmı da haberden daha fazla dikkat çekici oluyor. Ve oradaki kaygı da ‘bu haberi kamuoyuna duyurayımdan ziyade bu haber çok tıklansın’ kaygısı oluyor…”

Evrim’in de vurguladığı gibi bu konular, haberlerde bile pornografik ve sansasyonel bi dille veriliyor. Kadın ve çocuk odaklı habercilik, hassasiyet ve uzmanlık gerektirir. Bu nedenle haber merkezlerinde kadın ve çocuk odaklı haberlerin yazımı ve sunumu noktasında eğitimlerin verilmesi gerekir. Özellikle mesleğe yeni başlayanlar için bu eğitimlerin şart koşulmasıyla bu alanda yanlış haber dilinin yaygınlaşmasının önüne geçilebilir….

Kadın ve çocuk odaklı haberler yapan Gazeteci Evrim Kepenek, haber dilinde dikkat edilecek hususlardan bazılarını şöyle açıklıyor:

Aile İçi cinsel istismar haberlerini verirken tıpkı erkek şiddeti haberlerini verirken gözettiğimiz noktalara dikkat edebiliriz. Bunun noktaların ilki elbette kadını ve çocuğu mağdur etmeyen bir dil kullanmaktır. Ve ikincisi de faili net olarak göstermektir. Yani faili gizleyen, özneyi gizleyen cümlelerle haberi kurgulamak değil, durumu net olarak göstermektir. Örneğin Emine Bulut cinayetinde televizyonda, haberde şöyle bir kj vardı: ‘Türkiye’de kadınlar ölüyor’ Bunu şöyle çevirebiliriz: ‘Türkiye’de çocuklar istismar ediliyor.’ Ama bu çocukları kim istismar ediyor, bu kadınları kim öldürüyor? İşte faili gizlemek derken bunu kastediyorum. ‘Türkiye’de erkekler çocukları istismar ediyor, Türkiye’de aile içi cinsel istismar var’ diyebilmek gerekiyor.”

Ensest saklandığı yerde kötü huylu bir ur gibi yayılıyor

Aile içi cinsel istismar ya da ensest; ya da diyorum çünkü araştırmanın en başında belirttiğim gibi bazı kişi ve kurumlar “aile içi cinsel istismar” olarak tanımlarken bazıları “ensest” demenin daha doğru olduğunu düşünüyor. Nedenleri kişi ve kurumlara göre değişmekle birlikte, ben dosya boyunca yerine göre her iki tanımlamayı da kullanmayı tercih ettim.

Ve bu araştırma dosyasında birincil amacım, çeşitli nedenlerle (ki bu nedenlere dosya boyunca uzun uzun değindik) saklandığı için yeterince bilinmeyen, farkına varılmayan ama gizlendiği yerde kötü huylu bir ur gibi her yanımıza yayılan bu sorunu, tartışmaya açmak ve saklamak yerine çözüm üreterek, yapılması gerekenleri yaparak çocuklarımızı, karanlığa mahkum etmemek…

Görüyorsunuz ki istismar mağduru çocuklar, büyüklerin hatalı davranışları nedeniyle maruz kaldıkları bu durumları uzun yıllarca kimseye anlatamıyorlar, çünkü ya kimseyi inandıramıyorlar ya da korkuyorlar…

Ve ömür boyu tek başlarına bu sorunla mücadele etmek zorunda kalıyorlar…

Umarım bu çalışma bu kötülüğe maruz kalanların yalnız ve yanlış olmadıklarını fark etmelerine ve mahkum oldukları sessizliği bozmalarına vesile olur…

Gündem