Altın madenlerinin ortaya çıkardığı atıklar, nükleer reaktör atıklarıyla eşdeğer tutulmaktadır. Bu nedenle altın madenlerinin çevrelerinde yarattığı tahribat ağır çekim soykırım olarak adlandırılmaktadır. İliç’te 13 Şubat tarihinde yaşanan facia, ağır çekim soykırımın çok somut bir örneğidir. Resmi açıklamalara göre yaklaşık 25 milyon ton siyanürle yıkanmış ve ağır metaller içeren liç sahası açık alanda Sabırlı Deresi Vadisine ve hemen yanındaki açık ocağın içine akmıştır.
İliç Savcılığı’nın Bilirkişi Raporunda da ifade edildiği gibi tehlike büyüktür. Çünkü aylardır, yıllardır zehirli kimyasallarla yıkanan bu yığın, hem tehlikeli kimyasallar içermekte ayrıca cıva, kadmiyum, arsenik gibi ağır metaller içermektedir. Suya, toprağa ve canlılara zararlıdır.
Yüz yıllarca sürecek bir zehirlenme sürecinden bahsediyoruz. Üstelik hemen aşağıda, çok yakın bir mesafede Fırat nehrinin ana kollarından birisi olan Karasu Nehri vardır. Fırat demek Keban, Karakaya ve Atatürk barajları demektir. Fırat demek GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) demektir. Türkiye’nin gıda güvenliği demektir. Fırat demek ayrıcı Suriye ve Irak demektir. Sadece bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın yaşamını değil Basra Körfezine kadar Irak ve Suriye’de yaşayan milyonlarca insanın da yaşamını etkileyebilecek bir tehlike söz konusudur.
İliç-Çöpler’de çöken liç sahasının drone görüntüsü
Türkiye’nin gıda güvenliği tehlikede
İşte bu noktada Profesör Dr. İsmail Duman’ın tespitleri çok önemli. Bölgenin birinci derecede deprem bölgesi olmasına dikkat çeken Duman, sonuçları felaket olabilir diye uyarıyor:
“Bölgede Yedisu Fayı ve Munzur Fayı bulunmaktadır. 1794 yılından beri deprem üretmeyen Yedisu Fayı’nda, büyüklüğü 7’nin üzerinde bir deprem beklenmektedir. Burada oluşacak ve atık barajının seddesini yaracak bir depremin sonucu, Türkiye’nin gıda güvenliğinin elden çıkması demektir. Karasu Çayı ve dolayısıyla Fırat Nehri membaından mansaba kadar zehirli çamurla birlikte akacaktır. Burada zehirli çamurlar barajlara ulaştığında Fırat Nehri’ndeki ve barajlardaki su, yıllar boyu kullanılamayacak hale gelecektir. Bu da tarımsal üretimin sonu demektir.
“NASA” Fırat’a dikkat çekti
NASA verilerine göre küresel ısınma sebebiyle Türkiye nehirlerinin önemli bir kısmının 2040 yılını göremeyebileceği tahmin edilmektedir. Türkiye’de ayakta kalabilecek son nehirlerden ikisi Fırat ve Dicle olacaktır. Böylesine büyük bir önem taşıyan Fırat ve Dicle nehirleri, böylesine “çılgın madencilik” projelerine kurban edilmemelidir. Kısacası bu işin ‘pardon’u yoktur.”
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) 60 kilometrelik uzunluğa sahip Munzur Dağları’nın tamamının maden sahası ilan edildiğini bildiriyor. Tunceli için halihazırda 145 maden projesi bulunuyor. Çöpler’in işte bu bölgeye giriş için ilk adım olduğu belirtiliyor. Tunceli-Ovacık yakınlarında Cevizlidere’den Çöpler’e cevher taşınması planları yapılıyor.
SSR Mining, Balıkesir’in Dursunbey ilçesinin güneyinde Gediktepe bölgesini de yeni maden bölgesi olarak belirlemiş durumda. Çalık’ın Lidya’sı bu projede de Alacer’in yüzde 50 ortağı. SSR Mining, Lidya ortaklığıyla Gümüşhane ilinin 60 kilometre kuzey-batısında bulunan Kazıkbeli Yaylasında da Bakır Tepe Projesi için sondaj çalışmalarını sürdürüyor. Lidya Madencilik ve Alacer Gold-SSR Mining’in %50’şer hissesinin bulunduğu Bakır Tepe Projesi ilk olarak 70’li yıllarda MTA tarafından çalışılmış, 2009 yılından itibaren ise Alacer Gold-SSR Mining sahada arama faaliyetlerini sürdürüyor. Çalık Holding’in altın madenciliği alanındaki firması Lidya Madencilik Artvin’de de SSR Mining’le Hod Altın Projesini yürütüyor.
Sadece altın madenleri değil
Türkiye’deki sömürge madenciliği tehlikesi ne yazık ki sadece altın madenleriyle sınırlı değildir. Bugün yaz aylarında tatil amacıyla Ege veya Akdeniz bölgesine seyahat eden veya edebilen vatandaşlarımızın da çok açıkça görebildiği gibi Afyon, Burdur, Isparta, Antalya, Denizli, Muğla illerimizden geçerken dağlara bakamaz hale geldik. Çünkü bu bölgelerimizdeki dağlarımızın çoğu param parça edilmiştir ve süreç bütün acımasızlığıyla devam etmektedir. Kaliteli bir zeytinyağının tonu dünya piyasalarında 5 bin dolara ulaşmış durumda.
Tonu 500 dolardan mermer ihraç edeceğiz diye zeytin bahçeleri yok edilmekte, o bahçeleri besleyen dağlar param parça edilmektedir. Türkiye, dünya genelinde en fazla mermer üreten beş ülke arasında yer almaktadır. Ancak blok mermer kesiminin doğada kalıcı izler bırakması, bu kârlı ticareti ekolojik bir felakete dönüştürmektedir. Benzer şekilde kuvars, feldspat, bentonit çıkaracağız, linyitle termik santral çalıştıracağız diye çam ormanları, zeytin bahçeleri ve fındık bahçeleri yok edilmekte, köyler haritadan silinmektedir.
“İstihdam sağlıyoruz”
Hani diyorlar ya, “6 bin kişiye istihdam sağlıyoruz” hatta bunu 25 bin kişiye çıkaranlar bile var. Hadi diyelim dedikleri doğru, çarpan etkisiyle, yan kollarıyla 25 bin kişiye istihdam sağlıyorlar. Bu şuna benziyor, “Kazdağları’nı yıkıp, talan edeceğiz ama 25 bin kişiye de istihdam sağlayacağız.
Murat Dağı’nı dümdüz edeceğiz ama istihdam sağlayacağız. Karadeniz’i çölleştireceğiz ama istihdam sağlayacağız. Milyonlarca insanın ve canlının sularını zehirleyip, oksijen deposu ormanlarını yok edeceğiz; tarlalarını, meralarını, yok edeceğiz ama 25 bin kişiye istihdam sağlayacağız.” Milyonlarca yılda oluşmuş bir doğal ortamı 5-10 yılda yerle bir edecekler, bizlerde, “Aaaa ne güzel, istihdam sağlıyorlar” diyerek mutlu olacağız. Bakın istihdam yaratacağız, hadi gelin Uludağ’ı, Ağrı’yı, Erciyes’i, Toroslar’ı, Kartalkaya’yı yerle bir edelim!
Yarın Uludağ
Bu siyanürlü-sülfürik asitli kimyasal kartellerin ve ne yaptığını bilmeden ya da bilerek arada yolunu bulmaya çalışan bu insanların projelerinin tamamı hayata geçirilirse, bugün Kazdağları’na gözünü diken yarın Uludağ’a, sonra Kaçkarlar’a, Hasan Dağı’na, Erciyes’e ve hatta Ağrı Dağı’na bile gözünü dikecek. Bugün Bolkar Dağları’nın, Torosların içini boşaltanlar, Murat Dağı’nı yok etmek isteyenler yarın bu ülkenin ne kadar kutsalı varsa oraya saldıracak. Tehlike büyük. Bu bildiğiniz türden madencilik falan değil. Hiçbir sınır, hiçbir kural yok.
ABD, Kanada, Avustralya, Rusya’nın uçsuz bucaksız çölleri, tundralarında, ormanlarında ya da Güney Amerika’nın çöllerinde ve insansız dağlarında yüz yıldan fazla bu vahşi madenciliği, kimyasal madenciliği uyguladılar. Afrika’yı neredeyse 200 yıldır içinde yaşayan canlılarını yok sayarak iliklerine kadar sömürdüler. Ama artık evinde, iş yerinde bilgisayarı olan herkesin uydu görüntüleri, uydu haritaları programıyla dünyanın her köşesini görebilme imkânına sahip.
Her şey gözümüzün önünde. Bu nedenle eğitim seviyesi yüksek, özgür medyaya, özgür gazetecilere sahip ülkelerde bu kartellerin ve işbirlikçilerinin işi zor. Ayrıca sözünü ettiğim ülkelerin birçoğunda kaynakları da tükettiler. Şimdi onlar bizim gibi ülkelere yöneldiler. Madencilik yapıyoruz diye Türkiye’yi bitiriyorlar.
Türkiye’de 2008-2022 arası genel maden ruhsatı sayısı işletmede olan 250.410 adet, arama ruhsatı 133.787 adet olmak üzere toplam 384.197 adettir. 2020 yılına göre Türkiye’de maden arama dahil ruhsat sahaları toplamı 7.709.205 hektar (77 milyon 92 bin 50 dönüm) olarak açıklanmıştır. Bu kadar geniş bir alanda orman ve bitki örtüsünün yok edileceğini söyleyebiliriz.
Türkiye’nin doğasında açılan ve asla kapanmayacak derin yaralar. Milas-Ören
Altın ölüm
İnsanlık, Asurlulardan bu yana madenlere sahip olmak için savaşlar çıkarmış, milyonlarca insan bu savaşlarda ve iç çatışmalarda yaşamını yitirmiştir… Bugün de aynı anlayışla Türkiye dahil ülkelerin her türden maden varlığını ne pahasına olursa olsun ele geçirmek için politikalar üreten veya uygulayan kurumlar bulunuyor. Ancak bugün durum çok farklı. Bugün yok olmakta olan bir dünyayla karşı karşıyayız. Bugün yer yüzüne vurulacak her kazma, kesilecek her ağaç ve yok edilecek tarım toprakları ve su kaynakları insan varlığının yer yüzündeki geleceğiyle yakından ilgilidir.
Bugün adına madencilik denilen şey, üç bin yıl önce yapıldığı gibi yapılmıyor. Bir günde milyonlarca ton hacmindeki yer yüzü paramparça ediliyor ve ardından binlerce ton zehirli kimyasal topraklara, kayalara, sulara boca ediliyor. Yıkım, tahribat ve zararın boyutları üç bin yıl öncesiyle kıyaslanamaz. Yani “her şeyimizi madenlere borçluyuz, binlerce yıldır yapılıyor, doğanın kanunu bu” gibi yüzeysel ve basit açıklamalarla, yaşanan katliamları ve ekokırımları meşrulaştıramayız. Bugün dünya ve insanlık, “olmak ya da olmamak” noktasındadır. Tüm ülkeler birbirlerine göbekten bağlı olduğu gibi, atılacak her adım bütün insanlığı ilgilendiriyor artık.
Kışladağ Altın Madeni
Avrupa su çatışmalarından endişe ediyor
Bugün tüm dünyada küresel iklim felaketi sarsıntısı yaşanırken, su kaynaklarının, ırmakların, derelerin hiç olmadığı kadar önem kazandığı ortadayken, Türkiye’nin bütün ırmaklarının acımasızca tüketilmesi ve zehirlenmesi intiharla eşdeğerdir. Medyaya sızan bir Avrupa Komisyonu belgesi, iklim değişikliğinin birçok Avrupa Birliği üyesi ülkedeki su kaynakları üzerinde yıkıcı bir etkisi olacağı konusunda uyarıyor.
6 Mart 2024 tarihinde Politico internet sitesinde yayınlanan belgeye göre, Avrupa Birliği’nin yakın gelecekte en çok korktuğu şey su çatışmaları. Komisyon'un belgesinde su kıtlığı, 27 üye ülkenin karşı karşıya olduğu en önemli risklerden biri olarak tanımlanıyor. Yetkililer, su kıtlığının yaşamın hemen her alanını tehdit ettiği ve AB içinde bir tedarik yarışına yol açabileceği uyarısında bulunuyor.
Küresel iklim kriziyle dünyanın ters yüz olduğu bir dönemde Türkiye’nin artık dünyadaki en değerli şey olan ormanlarını, dağlarını, su kaynaklarını, meralarını-yaylalarını ve tarım alanlarını korumaya alması gerekiyor. Su ve gıda olmadan hayat yok. Su üreten dağları ve ormanları param parça eden, su kaynaklarını acımasızca tüketen ve zehirleyen, yaşamamızın en temel ihtiyacı olan gıdamızı üreten tarlalarımızı yok eden vahşi madenciliğe, sömürge madenciliğine ve bunların en yıkıcısı olan siyanürlü altın madenciliğine derhal son verilmelidir.
Sunuş yazısı: İliç - Çöpler Madeni: Türkiye’deki sömürge madenciliğinde yeni bir dönüm noktası
1. Bölüm Faciadan iki yıl önce: Siyanür borusu patladı, Fırat'a zehir aktı
2. Bölüm: İliç'te 9 canın değeri 123 milyon dolar
3. Bölüm: 13 Şubat sabahı: Şirketin en 'kârlı' altın madeni çöküyor, yöneticiler uyuyor!
4. Bölüm: Çöpler Madeni'nin hikayesi: Erzincan - Nevada hattı, köylüye ev, savcıya rüşvet
5. Bölüm: İliç - Çöpler Madeni dosyası - 5... İliç’te yaşanan 'ağır çekim' soykırımdır