15 Temmuz savcısının tanıklığıyla: FETÖ'ye kapıları kim açtı, ihale nasıl Kılıçdaroğlu'na kaldı?

15 Temmuz savcısının tanıklığıyla: FETÖ'ye kapıları kim açtı, ihale nasıl Kılıçdaroğlu'na kaldı?
14 Mayıs seçimlerinin belki de en önemli belirleyicisi, “Kılıçdaroğlu, FETÖ’ye, PKK’ya kapıları açacakmış” inanışı oldu. Nasıl Oldu’nun bu bölümünde FETÖ’ye kapıların gerçekte nasıl açılıp beyin takımının nasıl firar ettiğini bulacaksınız. 15 Temmuz savcısının tanıklığıyla şu soruların yanıtlarını okuyacaksınız: Fotoğrafları gazetelerde yayınlanan imamlar nasıl firar etti? Darbeci generaller Mehmet Dişli ve Mehmet Partigöç nasıl kapı aralığından sızdı? Adil Öksüz’e kapılar nasıl açıldı?

ERSAN ATAR

‘Nasıl Oldu?’nun bu bölümünde önce, 14 Mayıs seçimleri öncesinde saha araştırmalarına çok da takılmadan bir hayalet gibi Anadolu’da dolaşan “Kılıçdaroğlu iş başına gelirse FETÖ’cülere de kapıları açacakmış” “inanış”ını işliyeceğiz. Artıbir Araştırma Genel Müdürü Hüseyin Çalışkaner, bu inanışın nasıl oluştuğunu ve seçmenin tercihlerinde etkisini anlatacak. FETÖ’cülere 15 Temmuz ve öncesinde “kapıların nasıl açıldığını”, FETÖ’nün beyin takımının bu kapılardan nasıl çıktığını, bir bakıma bir ‘tanık’ olarak anlatacağız. Bir tanığımız daha olacak ama onun ismini veremeyeceğiz: 15 Temmuz soruşturmalarının merkezinde yer alan bir savcı.

MİT Raporları gazetecilere yıl öncesinden nasıl verildi? FETÖ firarilerinin fotoğrafları gazetelerde nasıl yayınlandı? FETÖ sanıklarına nasıl “kaçın” denildi? Savcılar o gazeteleri nasıl uyardı? 15 Temmuz’un kilit ismi Mehmet Dişli nasıl kapı aralığından sızdı? Ve nihayet Adil Öksüz’e kapılar nasıl açıldı?

İsterseniz soruları uzatmadan başlayalım.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Mayıs seçimleri öncesinde, 15 Temmuz’u hatırlatıyor, “Ankara’da şehrin üzerinde ölüm saçan uçaklar diyor, namlularından ateş püsküren tanklar”dan söz ediyor ve dün “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını ne için söylediğini unutup şöyle devam ediyordu:

“Kimdi bunlar? FETO. Şimdi bu FETO, bunun avanesi, bu alçağın avanesi kimlerle beraber? Bay bay Kemal’le beraber. Bunların yanında başka kimler var? İP var. Kim var? İşte malum o yavrucuklar var.”

Erdoğan’ın bu ve benzeri söylemleri dilden dile dolaşıyor, o söylemlere İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 14 Mayıs’ı 15 Temmuz’a benzeten konuşmaları karışıyordu. Ve bütün bu ve benzeri söylemler kabul edelim ki mükemmel bir propaganda ile fısıltı gazetesinde işlenip seçmene şöyle ulaşıyordu: Kemal Kılıçdaroğlu seçilirse FETÖ’cülere, PKK’lılara kapıları açacakmış.

Kılıçdaroğlu’na oy vermeye çok da gönüllü olmayan seçmen, “Kulaklarımla duydum, Kılıçdaroğlu teröristleri kapıları açacakmış” diyerek kendi duvarlarını tahkim ediyordu. Altılı Masa ve Kemal Kılıçdaroğlu bu seçmen için “Onlar zaten Erdoğan’a neredeyse tapan bir kesin ve onların fikirlerini değiştirmek mümkün değil” diyerek uzak duruyordu ama fark edemediği bir yön vardı. Altılı Masa ve Kılıçdaroğlu’nun yüzde 25’lerde sandığı bu çekirdek kesim ile onun dışındaki halka birbiriyle kaynaşıyor ve milliyetçilik duygusu çekirdek kesim ile bir dışındaki halka arasında katalizör görevi görüyordu. O, “yüzde 25’lerde” sanılan çekirdek, Erdoğan lehine büyüyordu. Ve Anadolu’da, 14 Mayıs öncesindeki kamuoyu araştırmalarına da çok takılmayan bir inanış çoğalıyordu: Kemal Kılıçdaroğlu işbaşına geldiğinde teröristlere kapıları açacakmış.

Bunlar bizim tespitlerimizdi. Acaba tespitlerimiz doğru muydu? AKP ve Erdoğan’ın “bunlar teröristleri salıverecekler, yurt dışına kaçan FETÖ’cülere, dağdaki teröriste kapıları açacaklar” şekline dönüşen söylemi, seçmenin oylarını nasıl etkiledi?

Önce bu sorunun yanıtını Artıbir Araştırma Şirketi Genel Müdürü Hüseyin Çalışkaner’den dinleyelim.

Tekrar etmiş oluyoruz ama sonra da, 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında kimlere nasıl “kapılar açıldığını”, o süreci yaşayan, soruşturmaları, sonrasında açılan davaları takip eden bir gazeteci olarak, bir “tanık” olarak biz anlatalım. Bir tanığımız daha olacak. 15 Temmuz ve öncesinde soruşturmaların bizzat içinde yer alan eski bir savcı. Ama o hala kamuda görevli olduğu için ne yazık ki kendi ağzından aktarma olanağımız olmayacak. Neyse sözü daha fazla uzatmayalım ve sözü şimdilik Artıbir Araştırma’dan Hüseyin Çalışkaner’e bırakalım:

“Cumhur İttifakı ve Erdoğan’ın, 'Altılı Masa ve Kılıçdaroğlu, FETÖ ve PKK ile beraber hareket ediyor, KHK’lıları tekrar devlete alacak' şeklindeki söyleminin seçmende ciddi miktarda etkili olduğunu söyleyebilirim. Bunu zaten biz araştırmalarımızda da görüyorduk. Özellikle de İç Anadolu ve Karadeniz seçmeninde, kırsalda bu söylemin çok etkili olduğunu söyleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun KHK’lılar tekrar göreve iade edilecek söylemi, belki ‘gerçek suçlular ayırt edilecek, suçsuz olanlar görevine iade edilecek’ şeklinde ifade edilebilseydi seçmendeki etkisi daha az olurdu.

Bilindiği gibi iktidar özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden buyana özellikle FETÖ politikası üzerinde çok net duruyor ve seçmenini de bu konuda konsolide etmiş durumda. Özellikle İç Anadolu seçmeninde ve Karadeniz seçmeninde bariz bir şekilde gözle görülen bir durum söz konusu.

Bu sadece sayın Erdoğan’ın değil, Süleyman Soylu’nun, Binali Yıldırım’ın, Bekir Bozdağ’ın, ‘işgalciler, PKK’lılar gelecek, şu gelecek bu gelecek, darbeciler gelecek söylemi, halkta çok ciddi bir korku iklimi yarattı. Bu aslında milliyetçiliğin ötesinde, korkutan bir dildi ve halk şunu tercih etmek zorunda kaldı. Her ne kadar ekonomik anlamda bir sıkıntı olmuş olsa da bu ekonomik sıkıntı geçer ama vatanın elden gitme kaygısı ya da sokakların yeniden terörle haşır neşir olması, terörün hortlatılacağı kaygısı, insanlarda çok ciddi bir korku kültürü yarattı. Yaratılan bu korku kültürü, korku iklimi, seçmen üzerinde, mutfaktan, soğanın kilosundan ve benzeri söylemlerden daha da etkili oldu.”

“Milliyetçilik duygusundan çok korkular etkili oldu”

Hüseyin Çalışkaner önemli bir şey söylüyor. Aslında Erdoğan ve Cumhur ittifakına “kazandıranın”, kabaran milliyetçilik duygusundan çok, toplumun korkuları olduğunu söylüyor. Çalışkaner, bu korkuyu -alana bizzat kendisi de inerek- araştırmış, dinleyelim ve sonrasında seçmenin şimdi “geri gelecekler” diye korktuğu darbecilerin nasıl özgürleştiklerine geçelim: Söz önce Çalışkaner’de:

“Gerek yaptığımız araştırmalarda, gerekse de benim sahada bizzat gözlemlediğim, yaptığım konuşmalarda, sohbetlerde bu yukarıda saydığımız, demin konuştuğumuz unsurların seçmen üzerinde çok çok etkili olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin bindiğimiz taksilerde, oturduğumuz yerlerde seçmene şunu sorduğumuzda, ‘28 Mayıs’ta yapılacak seçimde hangi lidere oy vereceksiniz’ diye sorduğumuzda –bizzat gözlemimden söz ediyorum- Sayın Erdoğan’a oy vereceğini söylüyor seçmen. ‘Peki neden?’ diye sorduğumuzda, ‘çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, teröristlerde, PKK’yla işbirliği yapıyor’ diyor. Bu da şunu gösteriyor ki bize, ya da başka bir saha gözleminde bir ev kadınıyla oturuyorum. Kadına sorduğum soru şu: Hangi lidere oy vereceksiniz, e tabi ki Erdoğan’a, ‘peki neden Erdoğan’a oy vereceksiniz, bakın bu kadın da Karadenizli bir kadın. Şunu söylüyor: Bu ekonomik sıkıntılar elbet geçer. Bu sıkıntılar Yunanistan’da da var, İtalya’da da var. Her yerde var. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu gelirse –her ne kadar türban söylemi üzerinde çok durmuş olsa da sayın Kılıçdaroğlu- Kemal Kılıçdaroğlu gelirse benim türbanıma dokunacak diye bir algıyı da çok net işlediler.”

Kapılar “imamlar”a nasıl açıldı?

Şimdi gelelim, Hüseyin Çalışkaner’in işaret ettiği “korkuların” yeşerdiği toplumun nasıl kodlandığına. Gelelim aslında neler yapıldığına ama topluma ne söylendiğine, 15 Temmuz öncesinde neler yaşandığına. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 17 Ocak 2017’de partisinin Meclis Grup Toplantısı’ndaki o meşhur sözlerini dinleyelim. Biraz sonra anlatacaklarımız bu sözler karşısında çok daha önem kazanacak:

“Atı alan Üsküdar’ı geçti. Bunların hepsi biliniyor. Bak, akıllı olanlar, Türkiye’yi terk etti gitti. Maalesef aklı yetmeyenler burada tuzağa düştü. Tüm bunları söylemiş olmanın da rahatlığı içerisindeyiz, onu da söyleyeyim.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapıları açacağı inanılan FETÖ sanıklarından söz ediyordu.

15 Temmuz öncesinde, 15 Temmuz’da ve bir süre daha sonrasında, 2002 yılından beri çalışmakta olduğum Sabah Gazete’sindeydim. 17 / 25 Aralık soruşturma süreci geçmiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan o zamanki adıyla Gülen cemaatine söylemde cephe açmıştı. 2015 yılının ilk haftalarında gazetede önce Paralel Yapının şu bölge imamı, bu bölge imamı diye haberler görür olduk. Bu haberlerde -Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak hiç kusura bakmasın- Genel Yayın Yönetmeni’nin de üstünde olduğu izlenimi veren “Özel İstihbarat Servisi”ndeki muhabirlerin imzaları yer alırdı. Haberlerin adresi belliydi: Paralel yapının imamlarıydı. O dönemde Sabah Gazetesi’nde aleyhinde bir yazı – haber çıkan bir kişinin dizleri titrer, başına bir bela geleceğini iyi bilirdi.

O zamanki adıyla “Paralel Yapı”nın imamları için de böyleydi. Bırakın, imamı ilan edildikleri bölgeyi, ülkeyi terk etmeleri gerektiğinin farkındaydılar. Onlar da öyle yaptı. Haberleri okuyanlar bir bir kaçıyordu. O haberler de daha 15 Temmuz yaşanmadan Fetullah Gülen Örgütü hakkında soruşturma yürüttüğü bilinen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere Emniyet’te hazırlanan fezlekelerden yazılıyordu, bunu biliyorduk. Gazete’nin “Özel İstihbarat Servisi” “Paralel Yapı”nın imamını, fezleke savcının önüne gelmeden yazıyor, savcı fezleke önüne geldiğinde yakalama kararı çıkartıyordu ama nafile. İmam çoktan yurt dışına kaçmış oluyordu.

Savcılar gazete yönetimlerini arıyor, “Siz ne yapıyorsunuz, biz bu adamlar hakkında yakalama kararı çıkartacaktık” diyordu ama gazeteler durmuyordu.

İmamlar listesi sadece Sabah Gazetesi’nde değil, Star Gazetesi’nde de afili grafiklerle, tablolarla yayınlanıyordu. Bölge imamlarını, kurum imamları, kurum imamlarını parti imamları takip ediyordu: Esnaf imamı, basın – yayın imamı, Emniyet imamı, Yargıtay imamı, Danıştay imamı, Kara Kuvvetleri imamı şura imamı bura imamı… İsmi yayınlanmayan bir tek isim vardı: Deniz Kuvvetleri imamı Adil Öksüz… O’na dokunulmuyordu. Daha sonra Hava Kuvvetleri İmamı olarak anılan Adil Öksüz’e birazdan ayrı bir parantez açacağımız için O şimdilik kenarda dursun.

Ve nihayet Star Gazetesi 11 Şubat 2015’te “İşte Dünya İmamları” kapağıyla çıktı. Dünyanın dört bir yanından onlarca isim. Bu yayının da amacı, Fetullah Gülen’in gücünün tüm dünyaya yayıldığının reklamını yapmak olmasa gerekti. Çok geçmedi bu listedeki isimler bulundukları ülkeleri değiştirmeye, izlerini o ülkede kaybettirmeye başladılar. Haberleri okuyan imamlar kaçmaları gerektiğini anlıyor, bir bakıma onlara “kaçın” deniyor, “akıllı olan”ı kaçıyor, akıllı olmayanı 15 Temmuz’da tuzağa düşüyordu.

15 Temmuz savcısı anlatıyor: İmamlar o yayınlardan sonra kaçtı

Hani biraz önce, “Bir tanığımız daha olacak” demiştik ve “O’nun15 Temmuz ve öncesinde soruşturmaların merkezinde olan bir savcı olduğunu ama kendisi hala kamuda görevli olduğu için verdiği bilgileri kendi ağzından aktarma olanağımız olmadığını” belirtmiştik ya şimdi o savcının anlatımlarıyla süreci özetleyelim:

“FETÖ Çatı davasının dosyasını incelediğimizde gördük ki sanıkların önemli bölümünün yurt dışına çıkış tarihleri, Sabah ve Star Gazetesi’nde yer alan o yayınlardan bir hafta 10 gün sonrasıydı. Hatırlar mısınız, FETÖ Çatı davasında Adil Öksüz’ün ismi ‘Deniz Kuvvetleri imamı’ diye geçiyordu. İşte o yayınlardan sonra Tüm silahlı kuvvetlerin imamı yurt dışına kaçtı ve Adil Öksüz tüm silahlı kuvvetlerden sorumlu imam oldu.”

Altını bir kez daha çizelim, bu sözler bize ait değil. 15 Temmuz sürecinde soruşturmaların merkezinde yer alan o savcının tanıklıkları. O savcı birazdan Adil Öksüz’ün kaçırılış sürecine ilişkin de bilgiler verecek. “Kulağınız savcıda olsun” deyip devam edelim.

Siz şimdi haklı olarak soracaksınız, “Peki gazetelerde boy boy imam sobeleniyordu da Emniyet veya savcılıklar bu isimleri aramıyor muydu? Aramaz olur mu(!) Efkan Âlâ’nın başında olduğu İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Müdürlükleri arasında “şüpheli listeleri” gelip gidiyordu ama kimsenin kimseyi “yakalamaya” niyeti yoktu. Sadece bir örnek aktaralım:

Daha 15 Temmuz olmamıştı, Ankara Başsavcılığı, o zamanki adıyla “Paralel Devlet Yapılanması imamları” hakkında “takip kararı” aldırmıştı. Hoş, o karar neden “yakalama kararı” değildi o bilinmez ama neyse. Ne diyorduk, mahkemeden “takip kararı” çıktı. Ankara Emniyeti, İstanbul Emniyeti’ne yazı yazdı, bu 13 kişiyi takip edin.

Bu isimler arasında Ekrem Dumanlı da vardı. Dumanlı o günlerde 34 ZS 8890 plakalı lüks aracıyla İstanbul’da dolaşıyordu ama İstanbul Emniyet’in işi çoktu ve listedeki isimleri takip edemezdi. Kinaye yapmıyoruz. İsterseniz İstanbul Emniyeti’nin resmi yazısından aktaralım:

“Teknik takibi yapılması istenen hedef sayısının fazla olması, bu çalışma ile ilgili tarafımızın önden bilgilendirilmemesi ve gündemin yoğun olması sebebiyle Müdürlüğümüz tarafından teknik takibi yapılan hedef sayısının da fazla olması sebebiyle tarafımızdan teknik takibi istenen hedeflerin sürekli olarak teknik takip kurallarına uygun takibinin yapılamayacağı hususunda gereğinin yapılmasını arz ederiz.”

Böyle yazıyordu İstanbul Emniyeti’nin Ankara’ya gönderdiği cevap yazısında: “Gündem yoğun, takip edilecek kişi sayısı fazla, takip edemeyiz.”

Devlet Adil Öksüz’ü biliyordu

Gel zaman git zaman, 15 Temmuz oldu. 15 Temmuz’un konuşulacak çok yönü vardır elbette ama şu anki konumuz “imamlara açılan kapılar” olduğu için oradan devam edelim.

İmamların isimlerini önce nerede gördük? Ankara Başsavcılığı’nın darbe girişiminden önce tamamladığı ve 15 Temmuz’un hemen ertesi günü mahkemeye verilen FETÖ Çatı Davası iddianamesinde.

İddianame, sırası geldikçe imamlardan söz ediyor ama çoğunun “firari olduğu” notunu da düşüyordu. Nitekim iddianamenin sanıklarının önemli kısmı da bu “firari imamlar”dı. Bunlar, isimleri gazetelerde yayınlandıkça kaçanlardı. Bir kişi vardı ki adı iddianamede “Deniz Kuvvetleri İmamı” diye geçiyor ama niyeyse sanıklar arasında yer almıyordu. Neyse O’na açılan kapılara birazdan geleceğiz. Şimdilik diğer imamlara dönelim.

O gazetelerde, 2015 yılının başlarında isimleri, resimleri çarşaf çarşaf yayınlanan imamların isimlerini ve resimlerini daha sonra nerede görecektik?

MİT Raporu’nda. MİT, darbe girişiminden sonra Meclis’te kurulan Araştırma Komisyonu’na 36 sayfalık bir FETÖ Raporu gönderdi. Bu raporun eklerinde, sadece birkaç isim farkla, 2015’te Sabah ve Star gazetelerinde yayınlandıktan sonra çoğunluğu kaçan veya ülke değiştiren imamların isimleri vardı. Ve gazetelerde kullanılan fotoğraflarla MİT’in Meclis’e gönderdiği raporda yer alan fotoğraflar aynıydı.

Ve gazetelerden birinin patronu Erdoğan’ın damadı, diğerinin patronu da Erdoğan’a yakınlığı herkesçe çok iyi bilinen Ethem Sancak’tı. Ve şimdi o gazeteler “Kılıçdaroğlu’nun kaçak FETÖ’cülere, Kandil’deki PKK’lılara kapıları açacağı” üzerinden yayın yapıyor, bu yayınlar Anadolu’da inanışa, oya dönüşüyordu.

Adil Öksüz elden nasıl kaçırıldı?

“Adil Öksüz adını ilk kez duydum, ilk kez de şahsını gördüm. Eğer Adil Öksüz bir yerin imamı, temsilcisiyse bunu bilen arkadaşların önceden söylemesi gerekiyordu. Tabi devlet istihbaratlarının da bunu bilmesi gerekiyordu”

Bu sözler, 15 Temmuz’un Türkiye’deki bir numaralı ismi olarak bilinen Adil Öksüz’ün tutuklanmasını isteyen dönemin Sincan Savcısı Cihan Ergün’e ait. Ergün’ün bu sözleri, ahaber’den Rüya Akkuş’a verdiği röportajdan alındı.

15 Temmuz’da teröristlere “açık bırakılan kapı”nın en belirgin örneği şüphesiz darbe girişimini planlayan Adil Öksüz’ün kaçırılışıdır. Adil Öksüz 15 Temmuz’dan önce devlete göre neydi, FETÖ ile bağlantısı hiç bilinmeyen bir “akademisyen” miydi, yoksa Sabah ve Star gazetelerinde yer alan esnaf imamından, Yozgat imamından daha mı fazlasıydı? Savcı Cihan Ergün’ün “devlet istihbaratlarının bilmesi gerektiğini” söylediği Adil Öksüz’ü devlet gerçekten bilmiyor muydu?

Bunun cevabını devletin belgelerinden vereceğiz.

Aslında, 15 Temmuz’dan çok öncesinde hazırlanan ve 15 Temmuz’un hemen ertesi günü mahkemeye sunulan FETÖ Çatı Davası’nın iddianamesindeki şu bilgiler her şeyi anlatmaya yeterli:

Ankara Başsavcılığı’nın, FETÖ Çatı Davası’nın iddianamesinde “Şüpheli Şahıs Analiz ve Değerlendirme” bölümü yer alıyor. Burada sanıkların durumları, konumları anlatılıyor.

Sanık Cemal Türk için aynen şu ifade kullanılıyor: Eşinin kardeşi Adil Öksüz’ün (TCKN: 49162560564) 2015 itibariyle örgütün Deniz Kuvvetleri sorumlusu olduğu…

Ne diyor FETÖ Çatı Davasını açan savcı? Adil Öksüz’ün kız kardeşi, sanık Cemal Türk ile evli. Olabilir herkes herkesle evli olabilir. Savcı başka ne diyor? Adil Öksüz, örgütün Deniz Kuvvetleri sorumlusu. Yani Deniz Kuvvetleri imamı.

Peki savcıya sormak gerekmiyor mu? Açtığın dava, FETÖ Ana Davası ise Adil Öksüz dosyanda niye yok? İddianamenin niye sanığı değil?

Olabilir, savcı belki Adil Öksüz’ü aramıştır, bulamamıştır. Ama yok, dosyada Adil Öksüz’ün arandığı, ifadeye çağrıldığına dair tek sayfa belge bulunmuyor. Sonra da kimse savcıya, “Sen bu ismi Deniz Kuvvetleri imamı” demişsin ama bu kişi dosyanın niye sanığı değil?” diye sormuyor.

Kritik tanıktan o yarım cümle: Öksüz’ün MİT’te resmi de…

Devlete göre Adil Öksüz’ün, FETÖ için herhangi bir “akademisyen” olmadığını, iddianamedeki bu bilgi bile anlatıyor ama sırası gelmişken bir tanığın ifadesinden de teyit edelim.

FETÖ Ana Davası açılmış artık mahkemede görülmeye başlanmıştı. İşte o davanın 13 Ocak 2017’deki duruşmasında bir tanık dinlendi. Bu tanık; FETÖ içinden doğan, sonra Fetullah Gülen’den ayrılan KÖZ Grubu’nun kurucusu Kemalettin Özdemir’di. Özdemir, Adil Öksüz’ün Kuvvet Komutanlığı imamı olduğunu söylüyordu. Ve “Bu bilgileri devletle niye paylaşmadınız?” diye sorulduğunda şu yarım cümleyi kuruyordu: “Hem Sabah Gazetesi’ne hem yetkililere bildirdim, bunu söylememeliyim; MİT’te resmi de…”

Kemalettin Özdemir, ne söylediğinin son anda farkına varıyor, “MİT’te resmi de…” deyip susuyordu. Hakim de “Ne diyorsun sen Adil Öksüz’ün MİT’te FETÖ’cü olduğuna dair bilgi ve hatta resmi de mi vardı?” diye sormuyordu.

Tam bu aşamada, “Ne yapalım olan olmuş, savcı da fark edememiş, hakimin de basireti bağlanmış o soruyu soramamış” diyebilirdik ama sonrasında, Adil Öksüz’ün kaçırılışı sırasında olup bitenler öyle unutkanlıkla, basiret bağlanmasıyla açıklanamıyordu.

Adil Öksüz, Ankara savcılarından nasıl kaçırıldı?

Adil Öksüz 15 Temmuz’da neredeydi? Sincan’daki darbe üssü olarak kullanılan 143’üncü filoda. 16 Temmuz öğle saatlerinde de Akıncı Üssü’ne 620 metre uzaklıktaki tarlada elinde valizi, kara bir el çantasıyla yakalandı. Adil Öksüz, orada arsa bakmak için bulunduğunu söylüyordu. Devriye ekibi Adil Öksüz’ü aldı Kazan Jandarma Karakolu’na götürdü. O geceki alınan karara göre daha az önemli şüpheliler Sincan’daki Batı Başsavcılığı’na, önemli şüpheliler de -ana soruşturmayı yürüten Ankara Başsavcılığı’nın kontrolünde tutulup sorgulanmak üzere- Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürülecekti. Karakoldaki herkes biliyordu: Adil Öksüz, FETÖ’nün kuvvet komutanlığı imamıydı, önemli isimdi. Ankara Emniyeti’ne götürülmeliydi. Hazırlıklar da o yönde yapılıyordu.

Ne var ki Adil Öksüz’ün Kazan Jandarma Karakolu’nda olduğunu öğrendikten sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden Kazan’a gelen yaklaşık 50 kişilik Ankara Emniyeti İstihbarat Şubesi’nin özel ekibi Adil Öksüz’ü bir türlü Ankara Emniyeti’ne giden sevk araçlarına bindirmiyor, hatta bindirilirse indiriliyordu. Bu ekibi, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde o sırada İstihbarat Şube Başkanı olan Alp Aslan koordine ediyordu. Alp Aslan daha sonra ve halen Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı olacaktı. Adil Öksüz’ün kaçırılmasıyla ilgili davada yargılanıp beraat edecekti.

İsimler önemli elbette ama sizi isimlerle meşgul etmeyelim; Jandarma bir şekilde Adil Öksüz’ü yeniden Ankara Emniyeti’ne gidecek araca bindirdi. Nitekim araç yola da çıktı. Ama gelin görün ki yolda araç telefonla arandı: Ankara Emniyeti’ne değil, Sincan Batı Adliyesi’ne gidin. İşte Adil Öksüz buradan salıverildi.

Öksüz’ün GPRS cihazının ucunda kim vardı?

Adil Öksüz, Sincan’daki Batı Adliyesi’nden salıverilirken bir dizi gariplik yaşandı. Örneğin şüphelilere “avukatlarınıza haber verebilirsiniz” denmişti. Adliye’de bunun için telefon yokmuş ve gözaltına alınan kişinin üzerinde cep telefonları kalırmış gibi, Adil Öksüz cep telefonlarını çıkardı, bir dizi arama yaptı. Niyeyse Adil Öksüz’ün avukatı adliyeye gelmemiş, Baro kendisine zorunlu müdafi atamıştı. Öyleyse Adil Öksüz o sırada kimi aradı? Bu soru hâlâ cevapsız duruyor. Devlet sonra “Whatsapp araması yapmış, tespit edemedik” dedi.

Yaşanan bir başka gariplikse Adil Öksüz’ün üzerinden çıkan GPRS cihazı ve flash bellekti. Bunlar Adliye’ye bile götürülmemiş, karakolda “unutulmuş” denilen delil torbasında kalmıştı. Kimse Adil Öksüz’ün üzerinden çıkan GPRS cihazının öteki ucuna kimse bakmıyordu. Bu cihaz kime, nereye sinyal gönderiyordu? Flash bellekte neler vardı? Kimse ama kimse bunlara bakmadı. Adil Öksüz’ün çantasından 51 adet 200, 11 adet 100, 3 adet 50 TL’lik banknot ile 36 adet 100 dolar çıktı. Kimse Adil Öksüz’e bu kadar parayla darbe sabahı tarlada dolaşılır mı diye sormadı. Sonra o çanta ve valiz ne mi oldu? Adil Öksüz onları da aldı ve Sakarya’ya, oradan da İstanbul’a doğru yola çıktı. Son olarak da Konya’dan yurt dışına çıktığı iddia edildi.

“Bakanlık Müşteşarı İpek’ten onay alındı”

Yukarıda, biraz önce “15 Temmuz soruşturmalarının merkezindeki savcı”nın tanıklıklarını aktarmıştık. Şimdi aynı isimden bir anekdot daha aktaralım. O Savcıya, “Adil Öksüz’ün Akıncı’da olduğu ve gözaltında bulunduğu size haber verilmedi mi” diye soruyoruz. Savcı içini döküyor:

“Adil Öksüz’ün gözaltına alındığı bize söylenmedi. Bize sadece diğer sivil imamlar Harun Biniş, Kemal Batmaz ve Hakan Çiçek getirildi. Bunlar bize getirildiğinde biz zaten kim olduklarını biliyorduk ve hepsi de Ankara Adliyesi’nde tutuklandı. Adil Öksüz’ün içinde bulunduğu grup gözaltına alındıktan sonra Sincan’daki Batı Adliyesi’nden Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek arandı. Arayan kişi, ‘Elimizde 100 kişilik boş nezarethane var buraya alalım mı’ diye sordu. Gözaltına alınan isimler arasında Adil Öksüz’ün bulunduğunu Kenan İpek’e de söylenmedi. Kenan İpek de uygundur alın dedi.”

Sivil İmamlar, darbe gecesinde Ankara’dalardı. Harun Biniş, Kemal Batmaz ve Hakan Çiçek de Ankara’daydı. Adil Öksüz o sırada Kazan’daydı. Kazan’da 83 yaşındaki Hasan Balcı’nın evinde kalıyordu, oradan Akıncı Üssü’ne geldi.”

Tekrar hatırlatalım, bu sözler bize ait değil, Ankara’daki soruşturma ekibinin içinde yer alan savcıya ait.

Uzatmayalım, Adil Öksüz artık bir kuş kadar özgürdü. Şimdi sormak gerekiyor: Teröriste kapıyı kim açtı?

Darbeci General Dişli’ye aralanan kapılar

Gelelim, 15 Temmuz’un en çok konuşulan diğer ismine. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun, 2015 Yüksek Askeri Şurası’nda emekliye sevk edilmesi konusunda çok ısrarlı olduk dediği Mehmet Dişli’ye ve O’na kapıların nasıl aralandığına.

Hani sonradan kardeşi Şaban Dişli’nin Lahey Büyükelçisi olduğu darbeci general Mehmet Dişli’den söz ediyoruz. Hani, dönemin Genelkurmay Başkanı, şimdinin Milli Savunma Bakanı olan Hulusi Akar’ı Akıncı Üssü’ne götüren darbeci general Mehmet Dişli’den bahsediyoruz.

Mehmet Dişli’yi tek başına bir yazı konusu yapsak yetmez ama biz şimdi sadece O’na Genelkurmay kapılarının, hatta Hulusi Akar’ın makam kapısının nasıl açık bırakıldığından söz edeceğiz.

Tarih, 2 Mayıs 2015’i gösteriyordu. Yani darbe girişiminden tam bir yıl bir ay 13 gün önce. Genelkurmay Başkanlığı, generallik sırası gelmiş albaylarla ilgili araştırma yapılması için bir süre önce Milli İstihbarat Teşkilatı’na sormuştu: Bu subayların durumu nedir?

MİT, işte bu soruya 2 Mayıs 2015’te cevap verdi. Tam 148 kişi vardı MİT’in cevap yazısında. Kiminde en fazla, “Paralel Devlet Yapılanması mensubu kişilerle mahiyeti bilinmeyen iltisakı vardır” deniliyordu. Yani fotoğraf net değildi. Ama Mehmet Dişli’nin isminin karşısında, “Paralel Devlet Yapılanması mensubu olduğuna dair iddiaların bulunduğu yönünde bilgi mevcuttur” yazıyordu. Yani MİT’e göre Mehmet Dişli, FETÖ üyesiydi.

MİT, yazısında bir not daha düşüyordu: İstihbari nitelikte olan bu bilgiler hukuki bir delil olarak kullanılamaz. Dokumante edilerek kullanılmak istendiğinde, metinde bahis konusu edilen hususlar kaynak gösterilmeden ilgili kurum ve kuruluşlardan sorularak belgelenir.

Yani MİT şunu söylüyordu: Bizim bilgilerimize göre ihraç kararı vermeseniz iyi olur ama bilin ki bu bilgilerin bizde belgesi var.

Yüksek Askeri Şura ne yaptı? Dişli’yi generalliğe yükseltti. Şimdi, “Ama Yüksek Askeri Şura’da da FETÖ’cüler vardı. Örnek darbe girişiminin önemli isimlerinden Akın Öztürk” diyebilirsiniz.

Burası tamam ama o notu dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da okuyordu, YAŞ kararlarını onaylayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da okuyordu.

Davutoğlu sonradan “Mehmet Dişli’nin Paralel Devlet Yapılanması içinde örgüt mensubu olarak yer aldığını” kendi görüşüne rağmen Dişli’nin emekliye sevk edilmesinden son anda vazgeçildiğini söyleyecek ama yine de daha fazlasını kendine saklayacaktı. Ne o zaman ne de şimdi seçim meydanlarında konuşacaktı. Susacaktı.

Darbeci General Partigöç de MİT listesinde

MİT yazısı demişken bir isimden daha söz edelim. Mehmet Partigöç’ü bilir misiniz veya hatırlar mısınız? Hani 15 Temmuz’un darbe girişimi olduğunun en somut belgesi olarak gösterilen sıkıyönetim belgelerinin altında imzası olan general Mehmet Partigöç’ten söz ediyoruz. İşte MİT’in Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği yazıda Mehmet Partigöç’ün ismi de vardı. Sadece Dişli ve Partigöç mü? MİT’in şu veya bu şekilde Paralel Devlet Yapılanmasına işaret ettiği isimlerden 46’sı general olmuştu ve bunlardan 29’u, 15 Temmuz’a katılmıştı.

Hülasa, 15 Temmuz öncesinde FETÖ’nün imamları sabah bayiden aldıkları gazetelerde isimlerini gördükten sonra bavullarını topluyordu. Adil Öksüz, Ankara Başsavcılığı’nın iddianamesinde “Kuvvet Komutanlığı imamı” olarak geçiyor ama salıveriliyordu. 15 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı’nı kaçıran Mehmet Dişli devletin kayıtlarında “FETÖ mensubu” olarak geçiyordu.

Ve 14 Mayıs’ta oy kullanan seçmenin önemli bölümü, “Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olursa teröristlere kapıları açacağı”nı söylüyordu, buna inandırılmıştı.

Sahi, FETÖ'cülere kapıları kimler açtı?

Özel Haber