Afet bölgesinde kentler için katılımcı ve çoğulcu süreç şart

Afet bölgesinde kentler için katılımcı ve  çoğulcu süreç şart
Deprem bölgesinde “ilk kazmalar” vuruldu bile. Binalar, mimari şirketlere emanet. Oysa planlarken multidisipliner yaklaşım ile katılımcı ve çoğulcu süreç yönetimi şart. Yoksa, başka afetlere davetiye çıkacak

MEHVEŞ EVİN


En az 50 bin insanın can verdiği, 14 milyon yurttaşı doğrudan etkileyen Maraş ve Hatay depremlerinin üzerinden bir ay geçmeden, bölge hâlâ beşik gibi sallanırken yeni binalar için “ilk kazma”nın vurulduğu açıklandı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde 839, Afşin ilçesinde 501 adet konut için çalışmanın başladığını duyurdu.

Daha depremin üçüncü gününde Cumhurbaşkanı Erdoğan, “yeniden inşa” tahahhüdünde bulunmuş, 20 Şubat’ta ise 11 ilde 200 bin konutun inşasının “güvenlikli” yerlerde yapılacağını söylerken “bilimsellik, hızlılık ve yapı güçlülüğü”ne vurgu yapmıştı. Facianın 18.gününde depremle yıkılan kentlerin yeniden inşası için sözleşmeler imzalandı. 24 Şubat’taki OHAL kararnamesiyle, orman ve meraların inşaya açılması da ÇŞİD Bakanlığı’nın yetkisine bırakıldı.

Geçen hafta ÇŞİ Bakanlığı’nın, TOKİ ve Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği’nin (GYODER) hazırladığı “Afet Bölgesi Tasarım Alanları Rehberi”ne göre Kahramanmaraş, Malatya, Osmaniye, Hatay, Adana’da 85 bin 250 yeni daire inşa edileceği ortaya çıktı.

Buna göre Kalyon, Kuzu Grup, Optimal gibi iktidara yakın dokuz şirket yüklenici firma, altı şirket ise müellif firma olarak belirlendi.

Hasar tespiti nasıl bu kadar hızlı yapıldı? Yeni binalar hangi kriterlere göre inşa edilecek? Yerle bir olan üç büyük kent başta olmak üzere, afet bölgesinde şehir planlama olmadan hızla inşaata girişmek, doğru bir çözüm mü? Bakanlık, “vatandaşın” ve “üniversitelerin” görüşlerine başvuracağını açıklasa da bağımsız ve bilimsel yetkililer olmadan afete dirençli yapılar yapılabilir mi? Ve belki her şeyden önemlisi, kent dediğimiz binalardan ibaret beton yığınları mı?

Bu haftaki Yeşil Dalga podcast’inde Ferdi Akarsu ile birlikte bu soru ve sorunları konuştuk…

Mehveş Evin: Afet bölgesinde 1 milyon 520 bin binanın incelendiği açıklandı. Resmi verilere göre 173 bin bina yıkılmış ya da acilen yıkılacak. Bu kadar kısa zamanda sağlıklı bir hasar tespiti yapılır mi?

Ferdi Akarsu: Detaylı bir analiz için imkân yok tabii. Belediyelerin coğrafi bilgi sistemleri ile ilgili altyapıları var. Basit bir CBS analiziyle kaç tane bina yıkıldı gibi sayılar tespit edilebilir. Ama kalan milyon üzeri binanın ne kadarı çok hasarlı, ne kadarına güçlendirme gerekiyor, hangilerinin yıkılması gerekiyor gibi detaylı ve hassas olarak yapılması gereken analizlerin tamamlanması mümkün değil bu sürede. Öte yandan asli görevlerinden biri kentteki altyapı olan ilgili belediye çalışanlarının da ne kadarı bilmiyoruz ama bir kısmı ne yazık ki depremde ya kaybettik ya yaralandı ya da çalışamaz durumda. Altyapıya yönelik analizler ve düzenlemeler ne durumda hiç bilmiyoruz. Alt yapı olmadan üst yapı ne yazık ki olmaz.

ME: Elbette depremzedelerin en kısa zamanda, en sağlıklı ve en iyi şekilde barınabilme hakkına kavuşması en öncelikli konu… Fakat bu kentlerin inşası, dokuz şirkete verildi. Bakan Kurum “merak etmeyin biz zemin etütlerimizi yapıyoruz” diyor ama ayrıntısını bilmiyoruz…

FA: Gerçekten çok üzücü. Yönetenlerin kullandığı anahtar kelimelere baktığımda “şirket” ve “bina” öne çıkıyor. Hiç öyle geleceğe dair, olması gereken hassasiyette bir kentten bahsedilmiyor. Kent planlama, altyapı, sürdürülebilir kent, dirençli kent, oradaki doğal alanların planlanması, kent yoksulluğuna değinen hiçbir şey duymadım şu ana kadar. Kentler yerle bir oldu, baştan aşağıya yenilenecek. Bina, yeniden inşa konusunun ayaklarından biri. Başka ayaklar nedir? Altyapı, sosyal ağırlık, doğal alanlar, kamusal alanlar... Bunlar hiç konuşulmuyor. Barınma hakkı, senin de dediğin gibi temel insan hakkıdır. Elbette kentlerin bir an önce yapılması lazım ama bunu günü kurtarmak için yaparsanız, bir başka afet olduğunda aynı sorunlar yaşanır.

ME: “Afet bölgesi tasarım alanları” planında, depremden etkilenen illerin haritalarında yerler işaretlenmiş, proje alanları yazılmış. Nereye, kaç konut yapılacağından başka bilgi yok! İkincisi, diyorlar ki fay hattının üzerine yapmayacağız, sağlam olacak. Hatay mesela, Amanos dağlarının eteklerine kurulacakmış. Bir doğa bilimci ve sürdürülebilirlik uzmanı olarak bu işe ne diyorsun? Bu ülke zaten deprem ülkesi değil mi, konu fay hattından uzağa taşımak mı? Nasıl yaptığın önemli değil mi?

FA: O zaman Japonya’yı boşaltsınlar, ya da biz İstanbul’u İzmir’i boşaltalım! İzmir’de fay haritasına bakın, irili ufaklı fayları göreceksiniz. Fay hatlarından ziyade, nasıl yaptığınız önemli. Deprem öldürmüyor, bina öldürüyor, kötü altyapı ve depreme hazırlıksız yakalanmak öldürüyor diyoruz. 1999 depreminden sonra hiçbir şey yaşamamış, görmemişiz gibi bir daha söylemek zorunda kalıyoruz. Ama hala anlatamıyoruz. Amanos dağlarına yapacaklarsa, geçmiş olsun. Doğru bir yaklaşım değil.

Biliyor musun, doğa ve kültürel zenginliklerin kentlerde var edilmesi, yaşatılması aynı zamanda deprem gibi doğal afetlere ve iklim krizi gibi afetlere de koruma sağlıyor. Bilimsel bir gerçek bu. Kentin içindeki, çeperindeki doğal alanlara inşaat yapacağım dediğin zaman bundan sonraki afete kurban gidiyorsun.

ME: Kentleri daha dirençli hale getirmek için, yenilerken dikkat edilmesi gereken prensipler ne?

FA: Bu kentlerin özellikle üçü, yani Maraş, Adıyaman ve Hatay kent olarak yenilenmeye girmesi gereken kentler. Yani bir yerde şu kadar bina yaparak kurtarabileceğiniz bir durum değil. Zaten nüfus artısı ve göç gibi nedenlerle ayakta zor duran altyapıların depremde daha da fena bir duruma geleceğini görmek zor değil. Muhtemelen binalarla birlikte altyapı da çöktü. Altyapıdan kastettiğimiz sadece yol değil, kanalizasyon altyapısından tutun da kentin içindeki yeşil altyapı öğelerine kadar; nehirdir, deredir, su sistemidir, arıtma sistemidir… Sonra elektrik, telefon, internet. Bunların hepsi yer altında. Depremin ilk günlerinde birçok yere elektrik verilemedi, haberleşme sağlanamadı. Hala su sorunu var. TOKİ gelecek, şirketler gelecek, bina yapacak… Ama altyapı hiç konuşulmuyor. Dünya şu anda çoktan temel altyapıdan geçti, yeşil yani sürdürülebilir altyapıyı konuşuyor. Biz oraya gelemiyoruz bile. Bu durumu daha iyi anlamak için 2023 yılında 99 model araca binmek gibi düşünebilirsiniz. 2023 ve geleceğin kentleri kendi kendine yeten, doğal kaynakları olabildiğince az tüketen, olabildiğince az atık üreten ve ürettiği atıkları dönüştüren doğal afetlere karşı dirençli yeşil ve sürdürülebilir kentler.

ME: Konutları genellikle şehir merkezinden uzaklara taşımayı çözüm olarak sunuyorlar. İyi de bu şehirlerin bir ekonomisi var, sanayisi, tarımı, esnafı var… Adam gidiyor tarım alanına kazma vuruyor. Kağıt üstünde kültürel alanları içine alacak, doğal güzellikleri koruyacak şekilde yapacağız diyorlar. İyi de OHAL kararnamesiyle orman ve meraları inşaata açtı! Ne olacak şimdi?

FA: Ne olacak biliyor musun? Belli alanlar imara açıldığında, üç sene sonra iklim krizinin etkilerini daha çok görmeye başlayacağız. Amanos ormanlarını imara açıp yok edersen, Hatay bu sefer aşırı sıcaklıktan, susuzluktan vesaire insanlarını kaybetmeye devam edecek. Amanos dağları ve ormanlarının önemli bir özelliği vardır. Su havzalarıdır, yani kenti besleyen, su toplayan, kente bir ölçüde yağmur getiren yerlerdir. Amanos dağlarında ormanları kestiğin zaman bu sefer Hatay’da kuraklık baş gösterecek. Dağların altındaki Amik ovası kurutuldu, tamamıyla tarım yapılıyor. Nasıl su vereceksin? Ya da Amanos dağlarının ağaçlarını kestiğin zaman erozyona, toprak kaymasına ortam açacaksın. Bir tarafı yaparken bir tarafı niye yok ediyoruz? Niye yeni ölümlere, dramlara yol açıyoruz? Kent içindeki ve kent çeperindeki doğal alanlar, özellikle ormanlar, sulak alanları gözümüzün bebeği gibi korumamız lazım. Yeşil, dirençli kentler için kültürel ve biyolojik çeşitliliğin, biyolojik ve doğal zenginliğin korunması bir prensip. ME: Peki bu kentleri yeniden tasarlarken, kurarken başka nelere dikkat etmeli?

FA: Multi disipliner yaklaşım şart. Yani şehir plancısından mimarına, peyzaj mimarından biyoloğuna, çevre mühendisinden sosyoloğuna toplanıp birlikte karar vermek, planlama yapmak. Üç beş tane şirketle, birkaç tane mimarla olacak iş değil. Mesela planlamada mekansal adaleti gözetmen gerek, kentte yeni bir gettolaşmayı, rantı ve suçu önlemek için. Gettolar, kenti zayıf hale getirir. Kent yoksulluğunu, kent sağlığını önlemeye yönelik planlaman, kent estetiğini gözetmen gerekir. Kent estetiğinin doğru oturmadığı yerlerde kentsel hassasiyetler oluşur. Kentsel belleği yok etmemen gerekir. Hatay mesela, kentsel belleğin çok kuvvetli olduğu, çok kültürlü bir yer…

ME: Yeşil çözümler belki şu anda kulağa lüks geliyor. Ama yeniden, daha dirençli kentler tasarlarken suyundan enerjisine her şeyi düşünmek, hesaba katmak gerekmez mi? Afet bölgesi aynı zamanda kuraklıktan en çok etkilenen bölgelerden olduğunu düşünerek planlamak zor mu?

FA: Dünyada akıllı kent, sünger kent, sürdürülebilir kent ve sağlıklı kent diye birçok konsept var. Artık yağmur suyunu kullanan, enerjisini kendisi üreten yeşil çözümü olan kentler var. Mesela Avrupa Birliği Pozitif Enerji Destinasyonları (PED) programını yürütüyor. Ne demek dersen şayet, enerjisinin kendi üreten kent içi adalar, siteler ve mahalleri destekleyerek enerjisini kendi üreten ve fazla olan enerjiyi kente veren bir yaklaşım. Böyle gelişmeler var. Ama işler günü kurtarmak için yapılınca, ne yazık ki yine bilimi, yeniliği ve gelişimi ıskalıyoruz. Madem şimdi yeniden inşa için bir olanak var, bunu iyi değerlendirelim. Sünger kentler sağlıklı kentler, akıllı kentler ağları var. Kadıköy gibi Türkiye'den bazı yerleşim yerleri bu konuda çalışmalara başladı bile. Bunların tek amacı, bu kentleri daha yaşanılabilir, afetlere karşı daha dirençli, insanların yaşam kalitesini arttıran hale getirmek. Bunlar da konuşulmuyor.

ME: Depremler sürerken kazma vurduk deniyor! Oysa jeoloji mühendisleri, daha enkaz kalkmadan, artçılar sürerken yer seçimi, beton dökmek olmaz diye uyarıyor. Bütüncüllük yok, hızlı yapalım olsun bitsin, bunu yaptık diye bir kaygı öne çıkıyor. Afetle ilgili konuştuğumuz her şey, birtakım şeyleri kağıdına uydurup aslında doğru işler yapmamanın sonucu. Daha kaç kere yaşayacağız bunları?

FA: İnşaatta su terazisi kullanılır değil mi? Zemini ya da yaptığın işin düz olup olmadığını gösterir. Ben bir kümes bile yapacaksan bahçeme düz mü değil mi diye bakarım. Çünkü niye biliyor musun? Bırak ev yapmayı, suladığım zaman bahçende su akıp gitmesin diye. Artık ilkokul düzeyinde söylüyoruz bunu. Depremler ve artçı sarsıntılar devam ederken, levhalar oturmaya çalışıyorken nasıl beton dökeceksin? Ya temel atıldıktan sonra artçılar ile birlikte birkaç milim bile olsa zeminde oturma olursa. Yıkıp bir daha mı yapacağız bu yokluk ve aciliyet zamanlarında. Bu konuda jeologları, inşaat mühendislerini ve bu konuda deneyim sahibi meslek odalarını ,akademiyi ve ilgili sivil toplum kuruluşlarını dinlemek lazım.

ME: Umarım bu işin uzmanları ile bunlar biraz daha çok konuşulur. Ama maalesef seçim, Kızılay falan konuşulurken ikinci, üçüncü planda kalıyor. Bizlerin görevi de bunu tekrar tekrar hatırlatmak..

FA: Biliyorum ki şu an yeniden inşa için bazı ekipler kuruldu. En azından planlama yapılacaksa, biraz önce saydığımız prensiplere göre yapsınlar. O molozları gidip en yakındaki sulak alanlara, deltalara falan dökmeyin! Molozları dönüştürmeniz gerekiyor, doğal alanları kirletmeniz yok etmeniz gerekmiyor. Orada yeni hassasiyetler yaratmanız, oradaki canlıların yaşamını yok etmeniz gerekmiyor. Özellikle bu sulak kalanlar, kentlerde sellere karşı dirençliliği ve dahası içilebilir tatlı yer altı suyunu sağlar. Genelde bunlar boş alanlar olarak görülüyor, yanlış. Oralar birçok canlının yuvası, ekosistem hizmeti sağlayan yerler, ormanlar, nehir havzaları, nehir deltaları. Elbette mimari yaklaşım önemli, ama kent dediğimiz şey şehir plancıları, peyzaj mimarları, biyologlar, ekologlar, sosyologlar ve en önemlisi halkın, martıların, sokak hayvanlarının hülasa tüm tarafların içinde olduğu çoğulculuk ve katılımcılık gibi prensipler ile yeniden kurulabilir. Kent dediğin yaşayan bir şey.

KAYNAKLAR

Bu podcast için yararlandığımız bazı video ve haberler:

Özel Haber