Ahmet Şık: Meydanı doldurabilseydik Gezi kararını böyle rahat alamazlardı

Ahmet Şık: Meydanı doldurabilseydik Gezi kararını böyle rahat alamazlardı
TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, Gezi'de verilen ağır cezalarda sessiz çoğunluğun da katkısı olduğunu belirterek "Unutursak kalbimiz kurusun’ diyenlerin hiçbiri yoktu orada” dedi.

2013'teki Gezi Parkı eylemlerine ilişkin davada 25 Nisan günü verilen kararda işinsanı Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ekmekçi ve Tayfun Kahraman’a 18’er yıl hapis cezası verildi.

Karar sonrası basın açıklamasında “İtiraz etmeyen herkes bu kararın sorumlusudur” diyerek muhalefete tepki gösteren TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık’la artıgerçek'ten İrfan Aktan'a verdiği söyleşide "Biz her duruşma öncesi Çağlayan Meydanı’nı on binlerle doldurabilseydik, insanların sesini hakim-savcı kılığına girmiş o cübbelilere duyurabilseydik, karar yine değişmeyebilirdi ama böylesi bir hukuk dışı kararı, bu kadar rahat alamazlardı" dedi.

Ahmet Şık söyleşisinin bir kısmı şöyle:

Gezi davasının karar duruşmasından sonra yaptığınız basın açıklamasında, oy kaygısıyla hareket eden siyasetçilerin kolay kolay göze alamayacağı şekilde doğrudan seçmeni ve toplumsal kesimleri karşınıza alıp bir nevi “bu kararın sebebi sizin sorumsuzluğunuz” dediniz. Bunu neden yaptınız?

Benim öfkem veya can acım sadece Gezi kararından ibaret değildi. Ayrıca insanlarla hiyerarşik, eşitsiz bir ilişki kuran siyasetçiden öte, bir yurttaş olarak konuştum. Tabii gazetecilikten gelen, topluma hakikati aktarma sorumluluğumun da o konuşmada belirleyici olduğu açık. Neticede bir siyasetçinin taşıdığı popülist kaygıları taşımadım, taşımayacağım da. O yüzden toplumsal muhalefetteki atalete, rehavete yönelik eleştiri yaparken frene basma ihtiyacı hissetmiyorum. Ayrıca kendimi, milletvekili olduğum Türkiye İşçi Partisi’ni ve diğer muhalif partileri de o eleştiriden azade tutmuyorum.

Gezi davası sanıklarına ceza yağdırılan Çağlayan Adliyesi’nin önünde bir avuç insan olmasına tepki gösterdiniz ama örneğin siz TİP olarak kendi tabanınızla orada mıydınız?

Yaptığım konuşmadaki eleştiriden kendimi ve partimi muaf tutmadığımı zaten söyledim. TİP orada mıydı, evet. Ama yeterli miydi, kesinlikle hayır. TİP’in çapı, olanakları belli ama biz elden geldiğince gücümüzü oraya yığmalıydık. Mevzu sadece örgütsüz olan yurttaşlar değil en geniş tabanı olanından olmayanına kadar tüm örgütlü yapıların da bu anlamda sınıfta kalması. Ama şu da bir gerçek ki, siyasi partiler sadece milletvekillerinden, yöneticilerinden ibaret değil. Milyonlarca seçmeni barındıran yapılar. Yani sadece partilere değil, onların tabanlarına, sessiz çoğunluğa hitaben elle tutulur şeyler söylenmeliydi.

Ama insanlar korkuyor…

Korkan insana hiçbir zaman kızmadım. Çünkü korku çok insani, anlaşılabilir bir zaaf. Ama artık mesele korkuya tamamen teslim olma halini aşıp bir kendi kendini kandırmaya, “seçimde gidiyorlar” ataletine dönüştü.

Gitmiyorlar mı sizce?

Pardon, bir dakika, nasıl gidiyorlar? Bu kesin bilgi mi, ataleti, korkuyu görünmez kılma, meşrulaştırma çabası mı? Açık söyleyeyim, dün risk almadığımız için bugün korkunç şeyleri yaşıyoruz, bugün risk almadığımız, cesaret göstermediğimiz, cesurca direnmediğimiz için yarın daha korkunçlarıyla karşı karşıya kalacağız. Böyle giderse, korktuğumuz ne varsa başa gelecek.

Başa gelmeyen ne kaldı ki?

Geleceğimiz tümden elimizden alınacak. Özgürce yaşayabileyeceğimiz bir ülke olmayacak. Seküler Türkiye’nin köküne kibrit suyu dökülecek. Kendini muhalif addeden ve bu çete iktidarının kurduğu sisteme dâhil olmayan yurttaşlar mutlak istibdat altında yaşayacak. HDP’nin başına gelen kriminalleştirme şu an “meşru” kabul edilen diğer partilerin de başına gelecek… Bunlara işaret ederek şimdiden bir önlem almaya girişme kaygısı benimki. Üslubumun sertliği, ifade ediş biçimim başka bir şey anlatıyor gibi görünebilir ama demeye çalıştığım şey, bir arada durmanın ve asgari müştereklerde buluşabileceğimiz ilke ortaklığıyla hareket etmenin, bu suç düzeninin sahiplerine korku salacağıydı.

Gezi davasının görüldüğü Çağlayan Adliyesi’nin önünde daha büyük bir kalabalık olsaydı, mahkemenin vereceği karar değişir miydi?

Eğer dört-beş yıla dayanan davanın bütünü açısından bu toplumsal dinamik oluşturulabilseydi, evet, değişirdi. Aynı şey Kürt siyasal hareketini hedef alan Kobani davası için de geçerli. Keza adını-sanını bilmediğimiz kişilerin içine doldurulduğu “FETÖ” torbası adı altında açılmış birtakım başka davalar için de benzer bir ilgisizlik var. Onların tabanları da bu davaların görüldüğü mahkeme önlerine gitmiyor. Tabii Gezi’nin meşruiyet zemini bambaşka çünkü Gezi herkesin ortak hikâyesi. Bütün renklerin, siyasi görüşlerin, farklılıkların bir arada, eşit ve özgürce yaşama iradesinin sergilendiği, arzulanan Türkiye’nin hayaline dair somut bir isyandı Gezi. Hâl böyleyken, biz her duruşma öncesi Çağlayan Meydanı’nı on binlerle doldurabilseydik, insanların sesini hakim-savcı kılığına girmiş o cübbelilere duyurabilseydik, karar yine değişmeyebilirdi ama böylesi bir hukuk dışı kararı, bu kadar rahat alamazlardı. Bizim mücadelemiz hukukla değil, hukuk için. Demokrasi için, barışın egemen kılınması için.

SÖYLEŞİNİN TAMAMI

Gündem