Akşam Köşesi / “İkazlarımıza rağmen güreşen kadın sayısı her geçen gün artıyor!!

Akşam Köşesi / “İkazlarımıza rağmen güreşen kadın sayısı her geçen gün artıyor!!
Kısa Dalga, gazetelerin köşe yazılarını gün boyu tarayarak gün sonunda size bir "Akşam köşesi" okuması getiriyor. Her fikirden köşe yazılarından önemli yerleri aktarmaktaki amacımız, olan biteni daha iyi anlayabilmek için çeşitli bakış açılarını sunabilmek. Köşe yazılarının tamamını okumak için başlıklarına tıklayın.

AKŞAM KÖŞESİ
17 ŞUBAT 2021


Hande Fırat (Hürriyet)

“Rusya’nın amacı terör örgütünü kendi yanına çekmek”

(…) NATO müttefiki ve bir zamanların stratejik ortağı ABD, PKK/YPG’nin hamiliğinden vazgeçmemekte, adeta en yakın müttefiki gibi terör örgütüne her türlü desteği vermektedir. Rusya’nın ABD ile yarıştığı hatta amacının terör örgütünü kendi yanına çekmek olduğunu da söylemek gerek. Birkaç gün önce Rusya’nın Kamışlı’ya yaptığı büyük sevkıyat, bölgede bunun son dönemdeki göstergelerinden biri olarak yorumlandı. 

Nedim Şener (Hürriyet)

“PKK elebaşının adını anmak siyasi parti için kapatma nedeni sayılmalı”

(…) Kirli siyaset, teröre oksijen olmaya devam ediyor. Bu oksijeni terörist PKK’nın siyasi kolu HDP sağlıyor. Hâlâ kadın, çocuk, bebek katili PKK’nın elebaşı hakkında özgürlükten, çözüm için muhatap alınmasından söz edip onu adres gösteriyor. Oysa bırakın bir terör örgütü elbaşının adını anmayı, onu övmeyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Batasuna kararında olduğu gibi “terörü kınamamak” bile o siyasi partinin kapatılması için yeterli gerekçelerden birisi sayılıyor.

(…) Artık Türkiye’nin yapması gereken belli. Bırakın terör örgütü elemanlarının cenazelerine katılmayı, belediyelerin paralarını örgüte vermeyi, eleman devşirmeyi, siyasi payanda olmayı, PKK elebaşının adını anmayı, en küçük ilişki, irtibat ve iltisakı o siyasi parti için kapatma nedeni saymalı, gerekli adımlar atılmalı, eksikse buna ilişkin yasal düzenlemeyi yapmalı.

Muharrem Sarıkaya (Habertürk)

Vakaların yüksek ve düşük olduğu iller

(…) OECD verilerinde yüz binde 5 altında okullar ve restoranlar dahil her yer açık ve sokağa çıkma kısıtlaması olmazken, yüz binde 50 üzerinde kontrollü kısıtlamaya gidiliyor.

Türkiye’de bu oranların biraz yukarı çekilebileceğine vurgu yapıldı.

Yani yüz binde 200 çok yüksek risk, yüz binde 100 orta düzeyli risk, yüz binde 50 alçak düzeyli risk ve yüz binde 20 altı da risksiz grup olarak değerlendirilebilir.

Amaç, iller arasında rekabete dayalı bir davranış geliştirip, illerin rahat ortama kavuşmak için yarış içine girmeleri.

Ancak bir noktanın altını çizmem gerekir…

Vaka sayısının aşağıda kaldığı vilayetlere bakılırsa, yıllardır devletin uyarısıyla yüksek oranlı karşılaşıp bunu alışkanlık haline getirmiş iller olduğu anlaşılır.

Yüksek olanların ise devletin uyarı baskısının çok görülmediği iller olduğu görülür.

Sami Kohen (Milliyet)

“Karşılıklı güven olmadan ortak güvenlik sağlanamaz”

 (…) Gara’daki son harekât, iki müttefik ülkenin hem “karşılıklı güven” hem de “güvenlik çıkarları” açısından farklı pozisyonlarını yüzeye çıkardı.

Aslında Türk-Amerikan ilişkilerinde, güven ile güvenlik arasında doğrudan bir ilinti var. Diğer bir deyişle, karşılıklı güven olmadan ortak güvenlik sağlanamaz; buna karşılık da güvenlik uyum konusunda farklı pozisyonları yüzeye çıkardı ve iş birliği sağlanamadıkça da karşılıklı güven ortamı oluşturulamaz.

Necati Doğru (Sözcü)

 “Küfür etmeyin, hesap verin”

 (…) PKK'nın 13 asker-polis-öğretmeni yurt topraklarından kaçırıp 700 kilometre uzağa götürmesi onun başarısı değil sizin başarısızlığınız ve 13 vatandaşımızı 5.5 yıl boyunca kurtaramadınız ve sağ kurtarma harekatını yüzde 100'e yakın garantiye almadan operasyon yapmaya kalktınız.

Hesap verin.

Sorumlu kim?

“Hesap verin” diyenlere  “küfür ederek” üste çıkmaya ve parti il kongresinden şehit annesine telefonla bağlanıp, bu anı TV'lerde canlı olarak yayınlatarak “şehitler ve şehit anneleri üzerinden” siyasi rant toplamaya bile kalkıştınız.

Küfür etmeyin.

Hesap verin.

Saygı Öztürk (Sözcü)

“Örgüt, Kandil'den talimat almadan böyle bir eylem yapamaz”

 (…) Askerlerimizi hiç beklemedikleri bir anda karşılarında bulan PKK'lılar, o telaş içinde örgütün sözde cezaevi sorumlusuna, o da örgütün başı Murat Karayılan'a  ulaştı. Emir, “Öldürün, kurtulmaya çalışın” olduğu belirtiliyor.

Örgüt, Kandil'den talimat almadan böyle bir eylem yapamaz. Yapabilmesi için ya önceden “Asla sağ teslim etmeyin”  “Olay anında talimatlandırılmış” ya da kendi inisiyatifiyle bu eylemi gerçekleştirmişlerdir. Sağ olarak ele geçirilen iki teröristten alınan ilk bilgiler, “Vurun” emrinin Murat Karayılan üzerinden geldiği yolunda.

Ali Sirmen (Cumhuriyet)

“Erdoğan, CHP Genel Başkanı’nı doğrulamış olmuyor mu?”

(…) Görüşleri sorulan tüm uzman kişilerin başarısız olduğunda görüş birliği halinde olduğu operasyonun, “sorumlusu devlettir” diye kestirip atan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin şahsı ile devletin bütünleştiği kişi olması hasebiyle, CHP Genel Başkanı’nı doğrulamış olmuyor mu?

Olayın sorumlusu doğrudan devlet olduğuna göre kim devleti şahsında tecessüm ettiriyorsa (kişiliğinde yansıtıyorsa) sorumlu tabii ki odur.

Bu durumda Cumhurbaşkanı’nın muhalefet liderine duyduğu sınırsız öfkeyi anlamak güçleşiyor.

 Mine Söğüt (Cumhuriyet)

“Zarar sizin mezar taşlarınıza isim isim kazınır”

(…) Siz ya devletinizi sever, terör örgütüne düşman olursunuz.

Ya da terör örgütünü bir direniş hareketi olarak kodlar, devlete düşman olursunuz.

Devlete de örgüte de aynı yerden silah satılmasının...

Ve devletin de örgütün de o silahlarla sizin doğurduğunuz çocukları vurmasının ne anlama geldiğini kavrayacak kadar huzurlu bir alanınız hiç olmasın diye...

İktidar ve yöntem modelleri birbirinden beslenen düşmanlar, bu düşmanlığı zamanla profesyonel bir hüner haline getirirler.

Kazanç hep onların hanesine yazılır, zarar sizin mezar taşlarınıza isim isim kazınır.

 

İlhan Cihaner (BirGün)

“Eleştirel tutum iktidarın ayarlarını bozdu”

(…) İktidarın propaganda aygıtının artık sadece sosyal medyada değil, tüm mecralarda yankı odasına hapSOLduğunun fark edilmesi gerek. Bu anlamda, provokasyon, inançlara saldırı, terörist gibi kavramlara da cepheden karşı çıkmak gerek. Nitekim Gara katliamı sonrası çekingen olsa bile eleştirel tutum iktidarın ayarlarını bozmuştur.

İktidarın öteden beri sıkıştığında heybesinden çıkardığı LGBTİ düşmanlığına yüksek sesle karşı çıkılmalı. Genç kuşaklardaki tutum değişikliği iyi okunmalı.

(…)  Başta Boğaziçi direnişi olmak üzere her bir itirazın “halkın gerçek gündemi” bu değil denilerek, demokrasi özgürlük eşitlik mücadelesinin parçalanmasına izin vermemek gerek.

Yalçın Karatepe (BirGün)

“Bazıları “yoksulluğa mahkûm edilmiş olmayı” kabullenmişler”

 (…) Greve giden işçileri eleştiren bazıları, “asgari ücretin 2.825 lira olduğu” diye başlayan mesajlarında işçilerin, belediyenin önerdiği rakamı az bulmuş olmalarına tepki gösteriyor ve bunun bir “hak talebi değil, haksız yaşam standardı artış talebi” olduğunu belirtiyor. Haklı yaşam standardı talebi artışı nasıl oluyor bilmiyorum. Ne yaparsanız yaşam standardınızı artırmaya hakkınız olur, onu da bilmiyorum.

Eleştiride bulunanların bazıları da “milyonlarca insanın işsiz olduğu bu dönemde” diye başlayan cümleler kurarak, bir anlamda, içinde “fırsatçılık” barındıran bir yaklaşım ortaya koyuyorlar. Birilerinin işleri yok iken, işi olanların “şükretmelerini” öneriyorlar. Buna benzer çok sayıda mesaj sosyal medya hesaplarında dolaşıyor.

Bu ve benzer tepkiler bize gösteriyor ki aslında bazıları “yoksulluğa mahkûm edilmiş olmayı” kabullenmişler. İstiyorlar ki kimse daha yüksek bir refaha sahip olamasın. Kimse hayat standardını yükseltecek ücret artışı talebinde bulunmasın. 

İhsan Çaralan (Evrensel)

“Erdoğan ve sözcülerinin ezberi bozuldu”

Mecliste grubu olan muhalefet partilerinin, AKP-MHP ortaklığının, “Bizim arkamızda hizaya girmeyen terör örgütünün safında olur” propagandasına bu sefer prim vermemesi, Erdoğan ve sözcülerinin sadece ezberlerini değil kimyalarını bozdu! Çünkü bugüne kadar, “milli mesele” ve “terörle mücadele” dendiğinde akan suları durduran Erdoğan ve iktidarı, bu sefer umduğunu bulamadı. Çünkü böyle durumlarda hep çıkardıkları, “HDP dışında Mecliste grubu bulunan dört parti Erdoğan’ın arkasında birleşti” bildirisini çıkaramadılar. Dahası, muhalefet bir ağızdan, “Bu başarısızlığın sorumlusu kim?” sorusunu, başka sorularla da birleştirerek, iktidarın sorumluluğunun üstünün örtülmesine karşı durdular.

Azad Barış (Yeni Yaşam)

“Bazı sembol değerlere saldırı ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum” 

(…) Bu operasyon etrafında yaratılmaya çalışılan milliyetçi histeri, birtakım muhalefeti ve bazı kurumları saymazsak ulusalcı kesim dâhil olmak üzere halk nezdinde istedikleri düzeyde bir dalgaya dönüştürülebilmiş değildir. Özellikle Akar ve Soylu’nun Meclis’teki edilgen tutumları, uzun bir süredir yaratılmaya çalışılan psikolojik üstünlüğün ne oranda durağanlaştığı ve bir gerileme dönemi şafağında olduğunu göstermektedir. Yani daha önceki çatışmalarla veya asker ölümleriyle mukayese edecek olursak bayrakların, ölüm naralarının yükseldiği bir atmosfere henüz dönüştüremediklerini görüyoruz.

(…) Lakin ruhlarına sirayet etmiş olan başarısızlığın onları ne denli öfkelendirdiğini yaptıkları açıklamalardan görüyoruz.

O sebeple provokasyon amaçlı bazı şeylere başvurabilme ihtimalini hatırda tutmakta yarar vardır. Olası bu tür gelişmelerin karşısında psikolojik üstünlüğün korunması ve sürdürülmesi önemlidir. Bütün bunların bileşkesinde ifade etmekte zorlandığım bazı sembol değerlere saldırı ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyorum. O nedenle yüzümüzün toplumsal barışa her zamankinden daha fazla dönük olması zaruri bir hal almıştır.

 Melih Altınok (Sabah)

“Kılıçdaroğlu'nun söylediklerini işitince kendime kızdım” 

(…) PKK'nın Gara katliamının ardından Milli Savunma Bakanı Akar'ın ve İçişleri Bakanı Soylu'nun, Kılıçdaroğlu'nu ve Akşener'i ziyaret ederek bilgi vermelerini alkışlamıştım.

İktidarın ulusal bir mesele karşısında sergilediği bu tavra karşın muhalefetin de atacağı adımlar vardı. Mesela PKK terörüne karşı Meclis'ten bir bildiri çıkartılmasına önayak olabilirlerdi.

Böylece bir terör eyleminin ardından ilk kez PKK ve dışarıda iplerini elini tutanlar değil, Türkiye kazanırdı. Terör sonrası yaratmayı amaçladıkları etkiyi alamazlardı.

Akar ve Soylu'nun ziyaretlerinin ardından Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylediklerini işitince kendime kızdım.

Aksi mümkün mü? Hep birlikte gördük, iktidarın tüm bu diyalog ve teröre karşı ulusal uzlaşı çabasına rağmen Kılıçdaroğlu çıkıp HDP'nin bile söylemediğini söyledi...

Bu katil çetesini zaman zaman kiralayan ABD dahi katliamdan PKK'yı sorumlu tutarken Kılıçdaroğlu çıkıp Türkiye Cumhurbaşkanı'nı suçlu ilan etti.

 

Kurtuluş Tayiz (Akşam)

“PKK yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedefe koymak gazetecilik değil” 

(…) Ortadaki bu gerçeklere rağmen Karar gazetesi dün muhalefet liderlerini manşetine taşıyarak "Peki Gara şehitlerinin sorumlusu kim" diye sordu? Peki kimmiş sorumlu? PKK değil, Erdoğan mı? Bunu demek istiyor gazete!

Gerçeklerden sapma dereceniz, sizin ne kadar düşkün durumda olduğunuza işaret eder, başka şeye değil. Cesur gazetecilerin gerçekleri saptırmaya ihtiyacı olmaz. "Muhalefet", "sorumlu gazetecilik" adı altında gerçekleri saptırmak, akıl oyunlarına başvurmak, katil sürüsü PKK yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedefe koymak gazetecilik değil. Buna "kinleri, nefretleri, hırsları gazeteciliğin önüne geçmiş" denir.

Belli ki kasıtlı olarak adres şaşırtmaya çalışıyorlar. Tartışılması akla ziyan bir konuyu bile gündeme getirip zihinleri bulandırmaya çalışıyorlar.

Yalçın Akdoğan (Star) 

“Kim ne yaparsa yapsın suçlanan  Erdoğan oluyor”

(…) Muhalefet olup biten her şeyin faturasını işin fail ve sorumlularına değil hükümete yüklemeye çalışıyor.

Suriye, savaş uçağımızı düşürür CHP Esed'i değil Erdoğan'ı suçlar.

DEAŞ Ankara Garı'nda katliam yapar, CHP terör örgütünü değil hükümeti eleştirir.

PKK Gara'da rehineleri katleder, Kılıçdaroğlu terör örgütünü değil Erdoğan'ı sorumlu tutar.

Kim ne yaparsa yapsın suçlanan, eleştirilen, saldırılan, fatura kesilen hükümet veya Erdoğan oluyor.

 

Yusuf Kaplan (Yeni Şafak)

“Anayasa” ile “İslâm” kelimelerini birlikte kullanmak tedirgin ediyor bazı acınası insanları” 

(…) Bu topluma anayasa yaptırmak istemiyorlar hâlâ! Kıran kırana boğuştuğumuz, kangrene dönüşen asırlık sorunların, iç ve dış kuşatmaların nedenlerinden biri de bu!

Türkiye’de anayasa ile İslâm arasında doğrusal / birbirini besleyen, birbirini çeken bir ilişki yoktur; aksine, birbirini iten ters bir ilişki / ilişkisizlik vardır.

Mesela “anayasa” ile “İslâm” kelimelerini birlikte kullanmak bile tedirgin ediyor bazı mankurtlaşmış, metamorfoz yemiş, bu ülkenin her şeyine yabancılaşmış acınası insanları!

 

Ahmet Gülümseyen (Yeni Akit)

“İkazlarımıza rağmen güreşen kadın sayısı her geçen gün artmakta”

 (…) Adına spor diyerek, kadınlara mayo giydirip ülke insanımın o saf, temiz duyguları nasıl suiistimal edilebilir ki, halen anlamış değiliz. Yazılı olduğu kadar, sözlü olarak da ‘Müslüman Türk kadınını sözde güreş diye, çirkin oyunun içerisine çekmeyin!’ ikazlarımıza rağmen, bakıyoruz da, güreşen kadın sayısı her geçen gün artmakta. O kadar uyarılarımıza rağmen halen ‘Kardeşim ben kadının güreşmesine karşıyım ve yasaklıyorum’ diyen, masaya yumruğunu vuran çıkmadı.

Abdurrahman Dilipak

Kuklalarla uğraşıyoruz, kuklacı ise dostumuz ve müttefiğimiz”

 (…) PKK’nın FETÖ’nün arkasında ABD olduğunu biliyoruz, ama ona dokunmuyor, onun içimizden satın aldığı, kandırdığı, kullandığı tetikçileri ile 40 yıldır uğraşıyoruz. Kuklalarla uğraşıyoruz, kuklacı ise dostumuz ve müttefiğimiz. Birileri iktidar sırasının kendilerine gelmesi için ABD’ye şirin gözükmeye çalışıyor, birileri ABD’yi eleştirecek olsa, macerayı bırakın biz kimiz, ABD kim? Öyle ya o günümüzün en güçlü ordularına sahip, borcu kadar servet sahibi(!?) Kızılderililerin kanı, kara derililerin gözyaşı, sarı ırkın çalınmış alın terleri üzerine kurulmuş emperyalist bir çeteden söz ediyoruz. Peki, bugün Hz. Musa, Hz. İsa ya da Hz. Muhammed olsa ne yapardı! Peki, siz ne düşünüyorsunuz? Kimliğiniz cevabınızda gizli. O kimliği merak ediyorsanız, Allah’ın sizi neyle meşgul ettiğine, sizin kimlerle birlikte olduğunuza bakın. Allahu ekber.

Yıldıray Çiçek (Türkgün)

Boğaziçi özeti!

 Tiplerine bak yaratık gibiler ama Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi kimliğiyle yönetimden onaylı “PKK’nın kuruluş yıl dönümü kutlaması” yapabiliyorlar. Demek ki, Boğaziçi Üniversitesinin yönetim kadrosunda ve öğrencileri arasında yer alan bazıları, terör örgütleriyle ilişkilerine dair rahatlarının bozulmasından korku duyarak yeni atanan rektörü bahane ederek eylemlere başladılar. Durumun özeti budur.

Akif Beki (Karar)

“Bahçeli laiklikten dönüşe izin vermeyeceğini söylüyor” 

(…) Haberiniz var mı, Bahçeli Anayasa'nın başlangıç maddeleriyle ilgili tartışmayı başlamadan bitirdi.

Son grup toplantısında, Cumhuriyet'in temel niteliklerini belirleyen Anayasa'nın ilk dört maddesini kırmızı çizgi ilan etti.

MHP liderinin, o maddelere dokundurtmayacağını gösteren sert bir ihtardı. Niye yankılanmadı, anlamış değilim.

Bahçeli laiklikten dönüşe izin vermeyeceğini, Anayasa'dan çıkarttırmayacağını duyuruyor bir yerde. Hem de "Anayasa laiktir laik kalacak" sloganı atmadan.

Gündem