Avrupa bu kış donacak diyoruz, ya biz ne yapacağız?
Ukrayna savaşı, zaten Dünyada varolan enerji krizini başka bir boyuta taşıdı. “Avrupa bu kış donacak” dense de aslında yapılan, enerji bağımlılığını azaltmak için tasarruf tedbirlerinin uygulanması ve daha temiz kaynaklara geçiş. Türkiye siyasetinde bunlardan bahseden yok gibi. Oysa biz de enerjide bağımlılığı azaltmak zorundayız. Hep fiyatların artışından şikayet ediyoruz ama sadece enerjide tasarruf yapılsa yüzde 25 daha az harcayacağız.
Bu hafta Ferdi Akarsu ile enerji krizinin nedenlerini, iklim değişikliğiyle bağlantısını ve çok basit çözümlerle nasıl aşılabileceğini konuştuk.
Ukrayna savaşıyla bağlantılı olarak Rusya'nın gazı kesmesi, Avrupa'nın büyük ölçüde enerji ihtiyacını karşılayamaması gibi peş peşe haberler duyuyoruz. Hatta bu kış Avrupa donacak bizim her şeyimiz var, onların yok deniyor. Nedir bu enerji açığı, nereden kaynaklanıyor?
Aslında baktığınız zaman enerjide hep varolan bir açık, savaşla beraber gün ışına çıktı. İki üç tane farklı konudan bakmak gerekiyor. Birincisi diğer konularda olduğu gibi niyeyse her zaman yine bir gündem bekliyoruz. Halbuki enerji konusu çok stratejik. Nasıl otoyollar, köprüler belli zamanlarda savaş durumlarında stratejikse. Böyle önemli bir konuda ülkelerin, kendi planlarını, programlarını ve bağımlılıklarını göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Özellikle Türkiye ve Avrupa gibi enerjiye bağımlı olan ülkelersiniz.
Doğalgaz derken ısınma sorunu akla geliyor ama elektrik ihtiyacı da enerji kriziyle bağlantılı değil mi?
Yekpare bir şey gibi algılıyoruz enerji konusunu. Işığı açmamız, telefonu şarj etmemiz lazım. Duruma böyle baktığınız zaman sıkıntı oluyor. Einstein büyüğümüzün dediği gibi kütlesi olan her şey enerji. Şimdi bunu niye söyledim? Böyle bir artistlik olsun diye değil. Einstein’ın hani bir formülü var onun Enerji eşittir MC2. Önümüzde duran telefonlar, işte bilgisayarlar, her şey masanız vesaire enerjinin bir formu. Dolayısıyla bütün dünyadaki varlıklar birer enerji kaynağı, o şekilde yaklaşmamız gerekiyor. Güncel enerji krizine bakarsak doğalgaz üzerinden Rusya’ya fazla bağımlı hale gelindi. Sadece doğalgaz değil, petrol de ciddi bir şekilde Rusya'dan tedarik ediliyor. Özellikle Kuzey Avrupa, Almanya. İş böyle olunca savaş durumunda ya da stratejik bir karışıklık durumunda enerji, bir silah olarak kullanıldı.
Böyle mi olmalıydı peki? Türkiye bunun neresinde?
Şu anda “bize dokunmayan yılan 1000 yıl yaşasın” modunda gibi görünüyoruz ama çok büyük bir yanılgı. Ne yazık ki enerjide, Avrupa'dan çok daha fazla dışa bağımlıyız. Sadece Rusya’ya değil. İran'dan , Azerbeycan’dan da tedarik ediyoruz. Kendimiz bir şekilde üretmeye çalışıyoruz ama ülkenin cari açığının önemli bir kısmının enerji ithalatından kaynaklandığı da bir gerçek. O yüzden bizimki böyle ne olduğunu anlayamadığımız bir mutluluk havası diyelim. Umarım mutlu olmaya devam ederiz. Ama işler çok da yolunda değil onu söyleyelim. Elektrik tüketiminden yola çıkalım. Mesela satın aldığımız birimlere göre karşılaştırdığımız zaman Avrupa'nın farklı kesimlerine göre hakikaten yarı yarıya, üçte bir kadar bir şey çıkıyor. Daha ucuz yani. Bir yandan da kur problemi yaşıyoruz. Sanki bir sorunumuz yokmuş gibi gözükse de var.
Enerji konusunda Avrupa'da bir takım tasarruf tedbirleri alınıyor. Kışın öyle bizim gibi haldır haldır yakmazlar. Belli bir ısıda sabitlenir. Mesela bu kış iki derece daha düşürülecek.
Şimdi hep diyoruz, dünya belli ülkelere bağımlı. Tamamen bunu değiştirecek bir durum yok. Çünkü nereden baksanız kullandığımız -tüm dünya için- enerjinin yüzde 64’ü fosil yakıtlardan sağlanıyor. Petrol, doğalgaz dediğimiz yapıların hepsi, bir şekilde önceki çağlarda özellikle bitki türlerinin çürümesiyle toprak altında o enerjinin birikmesiyle oluşan bir yakıt türü. Biz yeraltındaki birikmiş olan enerjiyi, mesela kömür olarak kullanıyoruz. Bunlara fosil demenin mantığı da bu: Çok eski çağlarda biriken organik katmanlardan kaynaklı çünkü. Şunu bilelim yani Rusya'daki petrolü gidip Türkiye’ye aktarmak gibi bir şansımız yok. Doğal olarak Rusya’da petrol var. Doğalgaz da öyle, dünyada belli yerlerde çıkıyor. Ne yapmamız gerekiyor? Avrupa şu anda krizin tam göbeğinde olsa bile özellikle orta vadede güzel şeyler yapıyor.
- İklim değişikliği üzerine yapılan yeni bilimsel araştırmalar, modellemeler falan gösteriyor ki zaten enerji üretiminde başka kaynaklara geçilmesi lazım. Burada yeşil dönüşüm devreye giriyor. İşte güneş paneli, rüzgâr gibi. Bizde de “yeşil mutabakat eylemi” ilan edildi. Ama bütün enerji ihtiyacını karşılayamazsın gibi bir tez var hep.
Evet Paris anlaşmasını da onayladık. Yeşil dönüşümde güneş, rüzgar gibi yenilebilir enerjiye geçişte bambaşka tartışmalar var. Türkiye’de bu anlamda pek adım atılmadı. Mesela kömüre olan bağımlılık. Bu fosil yakıt konusunda kömür, en belalılardan biri. Sadece maliyetli olması, çıkartması çok zor, tehlikeli olması konusu değil. Maden konusunda acı tecrübelerimiz var, grizu patlamaları gibi. Enerji üretek için hala büyük oranda doğalgaz ve kömür kullanılıyor. Bu, Avrupa’nın en büyük dertlerinden. Almanya falan çok uzun zaman önce kömür madenlerinin bazılarını kapatmıştı. Bu yeşil dönüşüm, sürdürülebilirlik falan güzel, tatlı kavramlar. Ama bence asıl gereken dönüşüm olayı, tasarruf. Bak bunu hiç kimse konuşmuyor. Diyoruz ki rüzgâr mı olacak, güneş mi olacak, baraj mı olacak? Tamam, önemli. Peki tasarrufla ilgili hiç mesaj verildiğini duydunuz mu? Türkiye'de hala eski tip, tasarruflu olmayan floresan kullanılıyor. Mesela bir kampanya duyduğunuz mu led diye bir teknoloji var artık çok daha az yakıyor diye. LED de sonuçta bir şeyler yakıyor ama çok daha az. Derdimiz “kötünün iyisi” ya da hani daha yeşili. Kendimizi kandırmayalım sonsuz olan bir kaynak yok. Yüzde 70’e yakınını orayı burayı kazarak elde ediyoruz. Yakıyoruz, havaya ayrı bir karbon çıkarıp iklimi mahvediyoruz. Sonra afet oluyor, yazın çok sıcak geçti, sel oldu diye kendi kendimize bağırıp çağırıyoruz. Aman Allah diyoruz, bir şifa bekliyoruz. Bakın bunu hesaplamışlar Avrupa için. Eğer gerçekten tasarrufu iyi yapabilirlerse yüzde 25 oranında daha az enerji tüketiliyor. Dört birim enerjinin aslında bir tanesini sadece tasarrufla sağlayabilirsiniz. Rusya'dan satın aldım, boru çektim, gemiyle getirdim falana daha girmeden.
- Tasarruf diyoruz da Türkiye'de hep bu kayıp kaçaktan bahsediyor. İletim hatlarından kaynaklı. En önemli kayıp kaçak kalemlerinden biri iletimde.
- Sonuçta bu iletilirken açığa çıkan bir direnç. O maddenin, eşyanın tabiatı ile ilgili. Ama gelişmekte olan ülkelerde asıl dert kaçak kullanım. Mesela dirençten kaynaklı kaybın ortalaması yüzde 6'larda, bizde altyapımız hala çok iyi olmadığı için yüzde onları yüzde 11'lere varıyor. Düşünsenize 10 birim elektriğinizin bir birimi tellerden havaya gidiyor, daha aktarılırken gidiyor. Mesela su da böyle. Kayıp neredeyse yüzde 30'larda, buharlaşmadan tutun kullanılmaz hale gelmesi kaçaklarına kadar. 10 birim suyunuz var, üç birimi daha hiç evlere ulaşmadan yok olup gidiyor. Temiz sudan bahsediyorum, içilebilir sudan. İlk aşamada dünyanın konuşması gereken bu kayıp kaçak. Sadece tasarrufla enerjiye olan bağımlılığı azaltılabiliyorsun. Sonrasında ihtiyacımız olan enerjiyi nasıl temin etmemiz gerekiyor, onu konuşalım.
- Hep yeni yatırımlar, barajlar, madenler vs’nin şart olduğu söyleniyor. Halihazırda elde edilen enerjiyi tutabilmek, daha iyi değerlendirmek adına neler yapılabilir mesela?
Yapılması gereken en önemli şey sistem kurmak. Ampulü LED yapın, buzdolabını AAA+ alalım, yapalım da… Enerji sistemi kurduğunuzda zaten o adımlar geliyor. Bizdeki sıkıntılardan biri, site veya bir ev için bu sistemin olmayışı. Bazı belediyeler binalardan “enerji kimliği” istemeye başladı. Çünkü en başında yanlış, hatalı mimari uygulamalar yüzünden enerji gidiyor. Örnek vereyim bir ev yapıyoruz. Türkiye’de zaten ata sporumuz! Çok basit şeyler var mesela pencerenin önüne kalorifer peteği koyuyoruz. Şimdi cam oradan kışın soğuğu, yazın da güneşi alır. Siz oraya kalorifer peteği koyunca daha evin içine girmeyen sıcaklığı yok ediyorsunuz. Klima da öyle, camın önüne, üstüne konuyor. O zaman köklüyorsun bana niye gelmiyor bu soğuk diye. Bu kadar basit. ODTÜ Teknokent’te birkaç şirket bununla ilgili uzmanlaştı. Yıllar önce mimari çözümlerle, klimayı böyle koy perdeliği şöyle yap vesaire diyerek, yüzde 20’ye yakın enerji tasarrufu sağlıyorlar. Kaplamayı, izolasyonu falan geçtim, ki onunla da bayağı tasarruf ediliyor. Bugün de moda ya taş ev. Köylü uzun yıllar önce bunu çözmü, yani daha çok nasıl ısıtırım, soğuturum diye. Biz ilginç bir şekilde onların bulduğunu unutup zihni sinir işlere girişmişiz, şimdi çözmeye çalışıyoruz.
- Her yer beton! Ki betonun, inşaatın kendisi de iklim değişikliğini tetikliyor. Peki enerjide tasarruf demişken ulaşıma da değinelim. Avrupa'da özel araba yerine toplu taşıma kullanılması teşvik ediliyor mesela.
Prensip olarak söyleyelim, toplu taşıma her zaman en iyi alternatif değil. Özel araba kullanmaya kıyasla şüphesiz çok daha iyi bir yöntem. Bir şekilde belediyeler bunu tesis etmeli. İstanbul’da olsun, Ankara'da olsun fark etmez, New York'ta olsun. Bizim gibi belli ülkelerde böyle bir kişisel araç sahibi olma teşvik edilebiliyor. Sonuçta özel araba almak isteyen insanlar da olabilir ama bunu özendirecek politikalar üretiyor olmak sıkıntılı.
- O kadar paralı otoyol, köprü yapıldı Ferdi, özel araç olmazsa nasıl para kazanılacak!?
Bizde yatırımlar karayolu üzerine mesela demiryolu kısmı çok zayıf kaldı. Büyükşehirler arası tren hattını bile tam yapamamışsınız. Bizim coğrafyadaki birçok ülkenin bir şekilde olayı bu. Enerjide belli ülkeler, belli bir parsayı kapatmışlar diyelim. Şimdi diğer ülkeler de bu bunu görüp enerji açısından kendilerini çeşitlendirmeleri gerekiyor. Türkiye bu saatten petrol bulup onu bulsa da kısıtlı olur. Elimizde artık teknolojinin getirdiği imkanlar var. Türkiye mesela güneşlenme oranı dünyadaki en önemli ülkelerden biri. Rüzgâr ve dalga kullanılabilir. Dolayısıyla bunları konuşmadan, tasarrufu konuşmadan “Dışa bağımlıyız ne yapalım” deniyor.
- Bazıları da nükleer santral kuralım o zaman diyor.
Madem öyle, niye bugüne kadar çözüm olmadı? Şu anda aktif olarak dünyada kullanan enerjinin yüzde 25’e yakını nükleerden geliyor. İyi çözüm olsaydı bizden çok daha önce bu teknolojiyi çözenler şu anda yüzde 100 nükleer yapıyor olmaları lazımdı.
- İşte mesela Fransa, ABD örnek gösteriliyor. Japonya Fukişima faciasından sonra başka bir evreye geçti. Türkiye’de Rusya’nın yaptığı Akkuyu Nükleer Santrali bitirilmek üzere. Bana elimizde saatli bir bomba varmış gibi geliyor.
Bilimsel olarak şöyle bir durum var. Nükleere kategorik olarak bakılmıyor ama artık nükleerin tehlikesine gerek kalmayan sürü bir yöntem var. O yüzden nükleere gerek yok. Nükleerin füzyon denilen daha güvenli olan bir versiyonu üzerinde uzun yıllardır çalışılıyor. Ama bizim bildiğimiz konvansiyonel, eski tip nükleer ne yazık ki sıkıntılı. Japonya'da patladı. Başka yerlerde küçük sızıntılar oldu ve sonuçlarını gördük. Şu anda Karadeniz'de hala içilen çayın ne olduğu belli değil. COVID’in aşısı var, niye olmuyorsun gibi bir şey. Nükleerin de aşısı var, yenilebilir enerji var, dalga var, tasarruf yapmamız gerekiyor. Öğrenilmiş çaresizlik gibi, nükleer bütün dünyaya sokulmaya çalışılıyor. Şu anda Avrupa mecbur olduğu için kömüre, nükleere belli oranda dönecek. Ama bu bir geçiş. çok ağır bir kış geçirmezlerse zaten depolarındaki yetiyor. Orta vade programlarındaki en büyük hedefleri de şu: Enerji ihtiyacını azaltmak ve temin ettiği kaynakları çeşitlendirmek.
- Peki biz bunun farkında mıyız?
Enerjide bir profil analizimiz doğru düzgün yok. Rüzgar, güneşte belli yatırımlar yapılmaya teşvik ediliyor. Ama yine büyük oranda dışa bağımlıyız ve tasarrufa yönelik adım neredeyse neredeyse.
- Tasarruf etmek sanki fakirliğe, yokluğa has birşey gibi algılanıyor. 2000'li yıllardan sonra AKP iktidarına denk geldi, ekonomi büyüdü. Dünyada para miktarı fazlaydı. Avrupa Birliği konusu vardı. Tamamen rafa kalktı. Kısa zamanda büyüme hızı artınca tüketim alışkanlıkları da değişti. Çok al, çok para harca… 80’lerde 90 larda elektrik kısıntıları oluyordu. Şimdi avokadosundan bilmem nesine tezgahta yok yok. Çok klasik şeydir ya ilkokulda muz yememiz ayıptı şu anda bambaşka bir dünya var. Bambaşka bir jenerasyon geliyor. Bambaşka bir tüketim kültürü var. Dolayısıyla politika yapıcılar, “daha çok büyüyelim daha fazla harcayalım” mottosuna sarıldı.
Biz hep büyüyen bir ülkeyiz. Son iki yılda hızımız azaldı, G-20’de değiliz artık. Burada ister istemez tüketim konusuna geleceğiz. Çok tüketildiği zaman çağdaş ya da gelişmiş olma durumu bence tamamıyla safsata. Tüketim denilen şey psikolojik bir durum. Elbette ihtiyacı olduğu kadar tüketiyor olmak herkesin hakkı ama herkesin.
Dört tane ayakkabım var, niye 14 tane yok bir gelişmişlik falan değil şuursuzluk aslında. Tüketim bayağı bir bağımlılık yaratıyor. G8, G20 falan ülkelerinde bakın. Yenilenebilir enerjide neredeyse yüzde 100’lere yaklaşmak üzereler. Bunlar fakir oldukları için mi? Mesela Norveç, Kanada vesaire daha fazla baraj yapamıyor mu? Ya da işte ne bileyim jipin en alasını alabilir. Gayri safi milli hasılası en yüksek olan ülkelerden bahsediyoruz. Olay kapitalin dönmesi ile alakalı. Dünyada böyle pompalandı. Ekonomi artık eskisi gibi işlemiyor. Çünkü çok açık bir şekilde dünyanın kaynakları yok oluyor. Yani biz istediğimiz kadar teorisinde Fed ile onunla bununla yani Avrupa Birliği Merkez Bankasının uygulamalarıyla bir şeyleri kurtarmaya çalıştığımızı düşünelim. Para basalım bir şey yapalım falan. Kaynak belli, dünya belli bunun ötesine geçemediğiniz zaman bir yerde tıkanıyorsunuz.
- Birey olarak da alacağımız önlemler, talepler de önemli. Yarın öbür gün Rusya ile Türkiye'nin arasında bir anlaşmazlık olsa ne olur acaba diye düşünmek lazım. Şimdilik burada noktalayalım. Haftaya yeni bir yeşil dalgada görüşmek üzere.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.