Çamlıkta yangın

Çamlıkta yangın
Yangınlarda bu kolektif kabahatimizin üstünü, gündelik rekabet, siyasi çatışma, politik ve ekonomik çıkarlarımız, dertlerimiz kaplıyor. Suçu böylece birbirimizin üstüne atıp dururken asıl paylaştığımız gerçek kabahati de görmezden geliyoruz: İklim krizi. Ve bu krizi aşacak gerçek çözüm yöntemleri bulup uygulamak yerine, gündelik siyasetin içinde debelenip duruyoruz…

CEM ERCİYES


Babam en çok çam ağacını severdi. Çanakkale’nin çam ormanlarının kasabalara, otoyola yaklaştığı yerlerde kurulan küçük restoranlar ve piknik alanlarında çokça vakit geçirirdik. ‘Çamlık’ dedikleri bu yerlerde büyükler masalarında oturup mis kokulu temiz havanın tadını çıkartırken biz çocuklar kurumuş iğne yaprakların kapladığı ağaçlık alanda oynar, biraz ilerleyip ağaçların sıklaştığı ormana doğru kendimizce maceralı küçük seyahatlere çıkardık. Yaz sıcaklarının sığınağı çam ağaçları şimdi tam da o yaz sıcaklarının kurbanı olarak neredeyse tükenmenin eşiğinde.

Ege ve Akdeniz’in sıcak iklimine uygun olduğu için bütün dağları kaplayan kızıl çamlar her yıl çıkan büyük yangınlarda yok oluyor. Onların da bir dayanma sınırı var. Aylarca süren yağmursuz günlerde kuruyan toprak ve bitkiler, dayanılmaz sıcaklıklarda en ufak bir kıvılcımla alev alıyor. Cehennem gibi bir yangın binlerce ağacı, hektarlar genişliğinde alanları yok ediyor. Bu, küresel bir sorun.

Bu yıl Kanada’da bine yakın orman yangını çıkmış. Kuzey’de epey soğuk bir iklime sahip Kanada’nın uçsuz bucaksız müdahalesi zor ormanları yanıp kül oluyor. Benzer büyük yangınlar son yıllar içinde Amerika’da, Avusturalya’da da çıktı. Günlerce süren, hiçbir müdahalenin fayda etmediği doğal afetler bunlar. Sadece ormanı, ağaçları, onun güzelliğini ya da doğal ve ekonomik yararlarını kaybetmiyoruz, insanlar yaşadıkları yerleri, birikimlerini hatıralarını ve hatta hayatlarını da yitiriliyor. Hawaii Yangını’nda ormanla iç içe, deniz kenarındaki evler de yandı; ölü sayısı resmi açıklamalara göre 115. Aynı açıklamaya göre 338 kişiden hala haber alınamıyor… Daha önce de yaşam alanlarını mahveden, insanların hayatını kaybettiği yangınlara sahne olan Yunanistan bu yıl da aynı felaketi yaşıyor. Üstelik görünün o ki her defasında felaketin boyutu büyüyor. Batı Trakya’da çıkan yangınlarda Yunan itfaiyesi çaresiz kaldı, bir söndürme uçağı düştü, toplam 72 bin hektar yandı ki bu Avrupa’nın gördüğü en büyük orman yangını olarak kayda geçti. Pek çok ev yandı, on bin kişi yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı. Daha fecisi ise hayatını kaybeden göçmenler. 18 göçmenin kapatıldıkları bir yerde yanarak öldükleri bildirildi. Bu faciaya rağmen Yunan halkı yaşanan felaketin sebebi olarak da göçmenleri görüyor. Güya, o ormanlardan ülkeye girmeye çalışan göçmenler çıkartmış yangınları…

Cezayir’de de feci yangınlar sürüyor. On altı vilayette birden çıkan yüze yakın yangında hayatını kaybedenlerin sayısı 34 oldu.

Yangınlar, sel felaketleri, depremler yaşadığımız dünyayı bir kabusa çeviriyor. Antroposen çağını yaşıyoruz, yani dünyanın dengesini insanların değiştirdiği bir zaman. Bu felaketlerin boyutu artacak ve türümüzün de sonunu getirecek sanki. Bilim kurgu romanlarında, distopyalarda anlatıldığı gibi bir dünya hiç olmadığı kadar mümkün. Mad Max gibi bir dünyada yaşayabiliriz yakın gelecekte. İnsanlık nükleer savaş ya da kaynakların tükenmesi gibi sebeplerle başına gelmesinden korktuğu felaketi şimdi, doğanın dengesini bozarak yaşıyor. Kendi aç gözlülüğümüzden oluyor bütün bunlar. Yüzüklerin Efendisi romanında aç gözlülükle yeri kaza kaza iblisi uyandıran cüceler gibiyiz. İşin kötüsü cücelerin ceplerini doldurmak için uyandırdığı kötülük, şimdi tüm insanlığı en çok da yoksulları vuruyor.

İklim değişikliği, varlığı tartışmasız bir gerçeklikken insanlığın hala buna karşı kolektif bir tavır almaması anlaşılır gibi değil. Tüm dünya vatandaşlarının bu meseleyi yeterince kavradığını sanmıyorum. Hala başımıza gelenlerden başkalarını, diğerlerini, düşmanlarımızı, sevmediklerimizi sorumlu tutuyoruz. Bu hasımlardan kurutulup, sorumluları cezalandırırsak mesele de çözülecek sanıyoruz.

Evet yangınların önemli bir kısmı insan sebebiyle çıkıyor. Bazen bir ihmal, bazen vicdansız bir sabotaj, çoğunlukla unutulmuş bir cam parçası, ‘mecburen’ oradan geçen yüksek gerilim hattı şu ya da bu… Nüfus arttıkça ormanlar ıssızlığını yitiriyor. Evler yapılıyor, pikniğe, yürüyüşlere gidiliyor, doğada zaman geçirmek ya da doğal alanı yaşam alanı yapmak isteyenlerin sayısı çoğalıyor. Esas mesele şu ki ormanların bu yoğunluğa dayanacak hali yok. Zaten dengesini bozduğumuz iklim onları çok daha kırılgan yaptı ve ağaçlar kolayca yanıp gidiyor. İnsanlar ise hep başkalarını suçluyor. Yunanistan ne ihmalleri ne iklim değişikliğini yeterince konuşmuyor; varsa yoksa göçmenler. Yangınları onların çıkarttığına inanan geniş bir kitle var, hatta bir tv spikeri ölen göçmenlerin kömürleşmiş bedenlerini bile alay konusu edebiliyor… Yunan halkı, korktuğu, bezdiği göçmenleri bu felaketin sorumlusu kılarak hem gerçeklere gözünü kapatmak hem de istemediği bu insanlardan kurtulmak istiyor.

Çanakkale’de bize huzur veren çamların bir kısmı daha geçen hafta yandı. Bu, o bölgedeki ilk büyük yangın değil. Ne yazık ki her yıl en az birkaç yangın çıkıyor, tıpkı Türkiye’nin ve dünyanın diğer yerleri gibi. Bu kez yangın kent merkezine, yerleşim alanlarına çok yakındı. Yine pek çok köy boşaltıldı, insanların hayvanları ekinleri mahvoldu. Yangının şehrin hastanesine sıçramasından bile korkuldu. Yangın çıktığından bu yana merak edilen, bunu kimin yaptığı… Çanakkaleliler, yangını yeni rant alanları yaratmak, kentin eteklerindeki bu ormanlık bölgeyi imara açmak için birilerinin çıkarttığını düşünüyor. En çok bu konuşuluyor.

Kimsenin kimseye, hele ki imar kanunlarını, yapı izinlerini verenlere güven duymadığı bir dünyada ilk akla gelen de bu rant kavgası oluyor. Hoş yanan ormanların ne kadarı anayasaya göre tekrar ormanlaştırılıyor, ne kadarı yeni Türkiye’ye uygun biçimde inşaat alanı oluyor bundan da kimse emin değil. Yani bu şüpheleri besleyen belirsizlikler pek çok. Ama bu şüphe başka bir gerçeğin üstünü örtüyor. İklim değişti ve bundan hangi partiden ya da milletten olursa olsun hepimiz belli oranlarda suçluyuz. Yangınlarda bu kolektif kabahatimizin üstünü, gündelik rekabet, siyasi çatışma, politik ve ekonomik çıkarlarımız, dertlerimiz kaplıyor. Suçu böylece birbirimizin üstüne atıp dururken asıl paylaştığımız gerçek kabahati de görmezden geliyoruz: İklim krizi. Ve bu krizi aşacak gerçek çözüm yöntemleri bulup uygulamak yerine, gündelik siyasetin içinde debelenip duruyoruz…

Gündem