Diva Uluçay ile Psiko-Cast: Şeytanı salıvermek: Karantinada terapi odası
Karantinada terapi odası
Karantinada çalışan bir psikolog olarak gözlemlerim…
DİVA ULUÇAY
Yüz yüze olan seanslarımızın yerini ilk önce telefon, daha sonra da video almaya başladı. Bir süre sonra, iş yerinde randevu saati geldiğinde bekleme odasına gidip danışanı karşılamanın, ikimizin birlikte odaya yürümemizin, karşılıklı oturup seansı yaptıktan sonra ikimizin ayağa kalkıp, ayrılan danışanımı uğurlamamın, bu çok küçük eylemlerin her birinin bir önemi, anlamı olduğunu fark ettim. Telefon ve videoda karşılama olmadığı gibi uğurlama da yok. Başlangıcı da bitişi de aynı tuşa basarak, aynı yerde oturarak yapıyorsunuz. Karşınızdaki insan bir anda belirdiği gibi, bir anda da kayboluveriyor. Bunu sadece terapist danışan ilişkisinde değil, tüm insan ilişkilerinde düşünebiliriz. Arkadaşınızla buluşmak için bir yerden bir yere seyahat edersiniz. İlk önce onu uzaktan görürsünüz, gülümsersiniz, birbirinize doğru yürümeye başlarsınız. Bu süre zarfında belki yüz ifadesine dikkat edersiniz, gözleriniz buluşur, ne giydiğine bakarsınız. Temas kurana kadar kafanızda bir resim belirmiş olur.
Kendini açmakta zorlanan, gardını zor indiren ve kendini olduğu gibi göstermek konusunda çok ciddi endişeleri olan danışanlar için telefondaki seanslar biraz destekleyici olabiliyor. Benim açımdan ise, bu yeni çalışma modlarını ilk başta garipsedim. Odanın içinde farklı bir dinamik var normalde. Siz de tüm bedeninizle oradasınız, danışan da tüm bedeniyle orada. Bu durum ikinizi de daha çıplak, korunmasız hale getirirken, aynı zamanda empatiyi ve dikkatinizi bölünmeden o insana verebilmenizi kolaylaştırıyordur. En doğal iletişim yöntemi bu değil mi? Daha telefon veya hiçbir iletişim aracı icat edilmeden en ilkel, en doğal iletişim şeklimiz insandan insana doğrudan temastı. Telefon görüşmelerinde karşınızdaki insanın sadece sesiyle idare etmek zorundasınız. İlk fark ettiğim şey doğal sessizliklerin yarattığı boşlukları doldurma telaşı oldu. Terapi odasındaki görüşmede sık sık boşluklar olur, sessizlik olur doğal olarak. Bu birçok anlama gelebilir. Veya hem danışan için hem terapist için, düşünmeyi mümkün kılan bir mola sessizliği de olabilir. İnsanlar arasındaki tüm temaslar aslında, beden dili de işin içinde olduğunda sanırım çok daha akıcı, çok daha kolay anlaşılır oluyor.
“Tekrar 70’lerde gibi hissettim”: Karantinada iyileşen yorgunluk
Benim yaptığım işin bir kısmı, kronik yorgunluk sendromu hastalara psikolojik terapi hizmeti sunmak. Bu sendromdan mustarip kişiler sürekli, günlük aktivitelerini limitleyecek derecede yorgun hissediyor. Hepimizin hissettiği yorgunluğun daha uç hali; öyle ki, ileri derecelerde, zamanının büyük bir çoğunluğunu yatakta geçirenler var. Bir de genele göre daha kolay virütik semptomlarla rahatsız hissedebiliyorlar. Normal şartlarda, terapi için hastaneye gelmeyi zül görenler vardı. Hastaneden uzak kalanlar vardı, uzun süreler toplu taşıma kullanarak oraya seyahat etmek zorunda kalanlar vardı. Bu yüzden kronik yorgunluk hastalarını yoruyorduk seanslara getirtmek için. Ve ileride birçok işyeri için geçerli olacak daha esnek çalışma modları, bizim servis için de şimdiden konuşulmaya başlandı.
Özellikle kronik yorgunluk hastalarının hayatı bazılarının hayat kalitesinde artış belirdi. Full-time çalışıp işe uzun süreler toplu taşımaya seyahat etmek zorunda olan ve salgın dönemi çalışmayanlardan duyduğum, “artık yorgun hissetmiyorum.” Bir yandan sevindirici, bir yandan da isyan ettirici. Aslında hayatları daha doyumlu, daha kolay olabilecekken, belki de yaşam koşulları ve yaşadıkları ülkedeki çalışma sistemlerinin dayattıkları yüzünden, esneklik sunulmadığı için hayat kaliteleri düşürüyordu. Onları dinleyen terapist olarak isyan ve bir şeyleri değiştirme isteği uyanıyor içimde ve “bundan sonra daha farklı olabilir mi, daha çok evden çalışabilir misiniz” diye sorarken buluyorum kendimi. Danışanlarımın bana anlattığı, “eskisi kadar yorgun değilim, küçük küçük projeler başlattım, evimi dekore ediyorum, yürüyüşlere çıkıyorum, insanlara selam veriyorum, bahçede oturuyoruz sosyal mesafeyi koruyarak, birbirimize kek falan veriyoruz.” Bir danışanım hatta kendini tekrar 70lerde hissettiğini söyledi, çünkü muhtemelen en son o zaman bu kadar zamanı olmuş ve en son o zaman Londra’da toplum hissini hissetmiş. Bu benim için çarpıcı bir şeydi, ben de aslında toplum hissinin özlemini çeken biri olduğum için. Benim bunlardan çıkardığım anlam, daha az iş, daha çok zaman, daha çok insandan insana temas, daha çok hayatta keyif veren aktivitelerle dolu olması lazım hayatlarımızın. Aynı tempoda çalışıyor olsaydı bu danışanlar, benimle terapi yaptıkları bu dönemde, bir yandan full-time yoğun bir işte çalışıp, mesaiden ayrıldıktan sonra hastaneye gelip, bir de bu yoğunluğun ağırlaştırdığı kronik yorgunluk semptomlarıyla nasıl başa çıkacaklarına kafa yoruyor olacaktılar. Kronik yorgunluk sendromunun tek sebebinin zorlu iş temposu olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Kronik yorgunluğa sebebiyet verebilecek bir sürü etken var. Veya dinlenebilmek bu danışanların kronik yorgunluk sendromunu bitirmedi kesinlikle. Benim söylemeye çalıştığım, hayat koşullarındaki zorunlu değişiklikle daha iyi hissetmeye başladıkları.
“Şeytanı salıverdim”: İçe yolculuk
Karantinada dikkatimizi dağıtan şeyler, zihnimizi uyaran şeyler azaldı ve kendi kendimize kaldığımız zaman arttı. Karantina dönemi boyunca çok sık dillendirilen içe dönmeleri danışanlarımda da gördüm. Kendileri üzerinde daha fazla düşünüyorlar. Ve bunun sadece ve sadece faydaları olduğuna inanıyorum. Tek zararı- ki bence bu zarar değil, kaçınılmaz bir yan etki diyebiliriz belki- bir süreliğine daha üzgün hissedebiliyorlar. İçlerine baktıklarında içte buldukları şeyden ötürü ve su yüzüne çıkmasından ötürü birtakım zor duygular da su yüzüne çıkabiliyor. Acı, üzgünlük ve incinmişlik gibi mesela. Normal zamanda belki çok daha uzun sürede, terapi alarak veya bir şekilde süregelen rutinlerine olan bir müdahale sonucu varılacak olan noktalara, karantina dolayısıyla daha kısa sürede varıldı. Tabii karantina da normal rutinimize çok ciddi bir müdahaleydi. Ve biliyoruz ki, hayatlarımızdaki radikal değişiklikler, yaşanılanların tekrar tekrar düşünülmesine, yeniden gözden geçirilmesine yol açar. Eski travmaların su yüzüne çıktığı, hem de bunun çok güçlü yaşandığı danışanlarım var. “Şeytanı salıverdim” diye bir ifade kullandı örneğin danışanlarımdan biri. Yıllarca gömülü olan bu şeytanı, yani travmatik anıları salıverdi ve onunla başa çıkmaya çalışıyor. Çok zorlanıyor, ama böyle olduğu için memnun, ona çok faydası olduğunu düşünüyor. Normal hayatında hiç durmayan, hafta içi de hafta sonu da sürekli dışarıda ve hareket halinde olan bir arkadaşım ise karantinanın başından itibaren yavaşlamak zorunda kalınca kendini yogaya, meditasyona verdi. Bir terapistler çalışmaya başladı, geçmiş travmaları üzerine düşünmeye başladı ve son iki ayda çok değiştiğini söyledi bana. Bir başka arkadaşım ise karantina koşularının birinde aniden durdu ve gözlerinden yaşlar boşaldı. Geçmişinden, aile yaşantısından, onu kıran şeylerden bahsetti. Şeytanı salıveren danışanım gibi, bu arkadaş da belli ki yıllarca görmezden geldiği şeyleri artık açığa vuruyor. Bir sonraki adımı umarım bu açığa çıkan şeylere iyice bir bakmak ve iyileşmek olacak.
Bu sürecin sonunda insanların kaçta kaçı değişecek hiçbir fikrim yok, bunu tahmin edecek bir verim de yok, ama belki de önemli sayıda insanın sürekli ertelediği şeyleri daha ciddi düşündüğü süreçler sonucunda hayatlarının etkilendiğini göreceğiz gibi geliyor bana. Böyle bakıldığında biraz büyülü, biraz da çarpık bir şey gibi. Dışarıda insanları öldüren bir virüs olması gerekiyormuş demek ki içimizdekileri idrak edebilmemiz için. Biraz belki bu dönemin romantikleştirilmesi gibi duyulabilir. Evet insanlar ölüyor, çok karanlık bir zamandan geciyoruz ama bu sadece bir yan etki. Olumlu yan etkileri de oluyor demek ki sürecin. Sadece yıkım değil, katkıları da olacak.
Bizi neler bekliyor?
Bu dönem geçtikten sonra psikolojik olarak bizi nasıl bir toplum bekliyor? Yaşadığımız kolektif stresin etkileri nasıl görülecek? Neden korktuğumuz, nelere değer verdiğimiz gibi birtakım algılarımızın değişiyor sanıyorum. Bunun yanı sıra, bireysel olarak hastalığı geçirmiş olanlar, travmatik bir şekilde geçirmiş olanlar, yoğun bakıma yatmış olanlar, bunların yaşayabileceği travma sonrası stresle karşılaşabileceğiz. Sağlık çalışanlarının ve bu dönemde çalışmaya devam edenlerin yaşadığı stres ve bittikten sonra yasayabilecekleri bir takım depresif duygularla karşı karşıya kalacağız muhtemelen. Benim birlikte çalıştığım bir iş arkadaşım salgın döneminde koronavirüs hastalarıyla zor şartlarda çalıştı, tabii ki bir hayli ölüme tanık oldu ve oldukça karanlık hislerden geçtiğini benimle paylaştı. Karantina boyunca hepimiz zorlandık ama zor bir süreçten geçerken kendinizi hep devam etmeye zorlarsınız ya (çünkü süreç devam ediyordur ve koyveremezsiniz) belki de karantinada zorlamayanlarımız karantina sonrası zorluk hissetmeye başlayacak.
Karantina sonrası yeni normale uyum sağlamak da zor olacak sanırım. Hepimiz biraz kendi kabuğumuza çekildik. Aslında bir yandan üzücü, sıkıcı, yalnızlaştırıcı bir deneyim olsa da bir yandan da bir çoğumuz- imkanı olanlarımız- korunaklı olan kendi dünyalarımıza çekildik. Sanıyorum etraf açıldıktan sonra, farklı farklı derecelerde sosyal kaygı yasamamız da çok olası. Nasıl sosyalleştiğimizi unutmuş olabiliriz. Eskiden doğalından gelen o kabiliyet, bu süreç bittikten sonra belki de doğal gelmeyecek bize. Biraz belki yeniden öğrenmeye çalışacağız bu davranışları. Kalabalık bir puba girmek mesela, başkalarına yaklaşmak veya yaklaşamamak, konuşmak, akıllarda hep virüs bilinci varken ilginç olacak.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.