FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER DAVASINDA MAHKEMENİN YOK SAYDIĞI O DELİLLER

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER DAVASINDA MAHKEMENİN YOK SAYDIĞI O DELİLLER
Faili meçhul cinayetlerin araştırıldığı dönemde devletin her kurumunda ayrı çalışmalar yürütüldü. Meclis’te komisyonlar kuruldu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışmalar yapılıp raporlar hazırlandı. Bu kurumların raporları kısmen de olsa yargılamanın yapıldığı Ağır Ceza Mahkemesi’ne de gönderildi. Ama mahkeme bunlar için de “tevatür” deyip geçti.

Yer: İstanbul Kızılçeşme Meydanı… Tarih: 20 Mart 2011… Meydan hıncahınç dolu… Yüzbinler… Kalabalık, Nevruz kutlaması için toplandı. Kutlamalarda sürpriz, “eski bir tanıdık” vardı. Boynunda da sarı-kırmızı-yeşil iplerle örülü bir örgü… O’nun orada olması sürprizdi çünkü kendisi, “Terörle mücadelede bin kişiyi öldürmüş olabilirim” demişti.

Bu kişi, Ayhan Çarkın’dı. Özel Harekatçı… “Eski tanıdıklığı” da Susurluk’tan geliyordu. Çetelerin devlet içine yerleşmişliğinin en somut “vesikalarından” olan Susurluk Davası’nda “çete üyesi” olarak hüküm giymişti. Hal böyle olunca o dönemde basın bu “tanıdığı” hemen buldu ve röportajlar yapıldı. İlk röportaj o dönemde yayında olan Radikal Gazetesi’nde çıktı. Başlık: “İki Abdullah’ı sevdim; Çatlı ve Öcalan”

Başka neler demiyordu ki bu “tanıdık”. Şurada şu öldürüldü, şuraya gömüldü, şu şöyle öldürüldü, şunlar öldürdü… Öldürüldü dediği isimler işadamları, avukatlar, aydınlardı. Öldürdü dedikleri ise Susurluk’tan “arkadaşları”, meslekten abileriydi, “patronlarıydı”.

Aileler yeniden savcılıkların yolunu tuttu: 1993’te öldürülen Altındağ İlçe Nüfus Müdürü Abdulmecit Baskın’ın ailesi, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin, eski özel harekat polisleri Ayhan Çarkın, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Akça, Ercan Ersoy, Seyfettin Lap, Ahmet Demirel, Ayhan Özkan, Uğur Şahin ve Alper Tekdemir hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Özel Yetkili Savcılığına suç duyurusunda bulundu.

Yine Ankara’nın göbeği Kızılay’daki bürosunun önünde 1994’te “kaybedilip” cesedi bir süre sonra Gölbaşı ilçesinde yol işçilerince bulunan Avukat Yusuf Ekinci’nin ailesi ve Toplumsal Bellek Platformu savcılığa gidenlerdendi. Savcılar suç duyurularını alıyor ama biraz da suç duyurularının bir soruşturmaya dönüşeceğini, dilekçeleri alan savcılar bile tahmin etmiyordu. Aileler, “Bu adam dinlensin, ifadesi alınsın” diyordu.

Çarkın Ankara’ya getirildi. İfadesi alındı, tutuklandı. Kendisiyle birlikte Çarkın’ın ifadesinde isimlerini söylediği özel harekatçı polisler Ayhan Akça, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Ayhan Özkan ve Uğur Şahin’de dosya dahil edildi. Onlar da 2011 yılının Haziran ayında tutuklandı. Çarkın, Sapanca’ya, Düzce’ye götürüldü. Çarkın anlatıyordu: Tarık Ümit işte şuraya gömüldü. Behcet Cantürk şuraya. 

NİHAYET DAVA AÇILIYOR 

Çarkın hariç, diğer sanıklar yaklaşık 4 ay tutuklu kaldıktan sonra re’sen yapılan incelemelerle tahliye edildiler. Çarkın’ın 3.5 yıl sürecek cezaevi “misafirliği” devam ediyordu. İddialar somutlaştıkça savcılar da duramadı ve soruşturma kapsamında daha sonra Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin’in ifadeleri alındı. Ama bu isimler de Çarkın’ı, “Susurluk’tan tanıdığı” diğer Özel Harekatçılar gibi kendisini cezaevinde yalnız bıraktı. Tutuklananı olmadı.

Özel Yetkili Savcılık sürdürdüğü soruşturmayı 2013 yılında tamamladı. Savcılık, Ankara, Sakarya, Düzce, Kırıkkale ve İstanbul’da, 1993-1994-1995-1996 yılları arasında işlenen 19 fail meçhul cinayet nedeniyle 19 sanık hakkında dava açtı.

Davanın haberini gazete sayfalarına koyacak sayfa sekreterleri için sanıkların fotoğraflarını bulmak zor olmadı. Bir ikisi hariç hemen hepsi Susurluk Davası’nın hükümlüsü idi:

Mehmet Kemal Ağar, Mehmet Korkut Eken, İbrahim Şahin, Ahmet Demirel, Alper Tekdemir, Ayhan Akça, Ayhan Çarkın, Ayhan Özkan, Abbas Semih Sueri, Ercan Ersoy, Nurettin Güven, Uğur Şahin, Yusuf Yüksel, Ziya Bandırmalıoğlu, Enver Ulu, Lokman Külünk, Mahmut Yıldırım, Muhsin Korman ve Seyfettin Lap.

İddianamenin “Suç” hanesinde şöyle yazıyordu: Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün faaliyetleri çerçevesinde tasarlayarak kasten öldürme. Aslında savcı iddianamesiyle şunu teyit ediyordu: Çete, “Susurluk”tan bildiğimiz isimler, bu sayılanlar da suçlarıydı.

Dava önce Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Dosya daha sonra Özel Yetkili Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesine devredildi. Bu mahkemede yeniden yargılama yapıldı, sanıkların ifadesi yeniden alındı. Özel Yetkili Mahkemeler kapatılınca dosya bu sefer Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine düştü. Mahkemeler değişti, savacılar değişti, heyetler değildi. Sayısını bilen yoktu. Parmak hesabı yapıldığında iki elin yetmediği kesindi: 5 savcı, 15’e yakın hakim. İstinaf’ta bozulan beraat kararını veren mahkeme de 1. Ağır Ceza Mahkemesi oldu.

 DELİ MİDİR NEDİR? 

Dava sırasında neler olmadı ki Mahkeme daha kararını ilk celselerde hissettiriyordu. Davayı “ateşleyen” Ayhan Çarkın, baktı ki “şunlarla yaptık” dediği isimler salıverilince ifadelerini değiştirmeye başladı. Kiminde bazı isimler ekledi, kimi ifadesinde bazılarını çıkardı. Mahkeme’nin ilk işlerinden biri de şu oldu: Sanığın akli melekelerinin yerinde olup olmadığının tespiti yönünde rapor alınması için Adli Tıp Kurumu’na sevkine… Adli Tıp’tan rapor geldi: Sanığın akli melekeleri yerindeydi.

Çarkın, duruşmalar ilerledikçe, Mahkeme’den başkaca hiç esaslı bir araştırma gayreti göremedikçe “sadece bana ceza verecekler” paniğine kapıldı ve 13 Mayıs 2015 tarihli ifadesinde önceki tüm ifadelerinden döndü.

Yargılamadaki gariplikler sadece bunlar değildi. Turbun büyüğü heybedeydi. Herkes Mahkemenin, dosyanın en önemli sanığı Mehmet Ağar’ı dinlemesini bekliyordu. Avukatlar Ağar geldiğinde şunu şunu sorarız diye hazırlık yaparken bir sonraki duruşmada bir de baktılar ki Mehmet Ağar 13 Şubat 2014’te gelmiş dinlenmiş, gitmişti bile. Evet, Ağar için özel celse açılmıştı. Müştekilere, onların avukatlarına haber verilmeden. Avukatlar, “olmaz” dedi, “bu karar bu nedenle bozulur” dedi. Mahkeme yapılan itirazlar üzerlerine Ağar’ın savunmasını bu sefer ancak SEGBİS yöntemi kullanarak almaya karar verdi. Sorular çok basit yerlerden geliyordu. Mahkeme Başkanı, Ağar’a dava konusu cinayetleri sıralayıp, “Bunlarla bir ilginiz var mı?” şeklinde sorular sormakla yetindi. Ağar da “yok, ilgim bilgim yok” deyip SEGBİS kaydının alındığı salondan çıktı gitti. Mahkeme sorgu sırasında, sanıkların oluşturdukları yasadışı teşekküle ve bu teşekkülle cinayetler arasındaki muhtemel ilişkiye dair hiçbir soru sormadı. 

SAVCI: SANIKLAR TAHKİR VE TEZYİF OLUYOR 

Yargılama sırasında Mahkeme sanıkların “duruşmalardan vareste tutulalım” yani “duruşmalara gelmeyelim” taleplerini hiç ikiletmedi. Gereği düşünüldü: Sanıkların talebilinin kabulüne, duruşmadan vareste tutulmalarına…

Bu kararı alırken Mahkeme heyeti “iddia makamına” da soruyordu: Ne diyorsunuz savcı bey?

Savcının mütalaası ilginçti. Savcıya göre müştekiler ve avukatlarının sanıklara soru sormaları, olayı aydınlatmak için değildi. “Sanıkları tahkir ve tezyif etme amacı”ndalardı. Yani savcıya göre sanıklar “küçük düşmemeliydi” ve bu nedenle varestelik talepleri kabul edilmeliydi. 

KENDİNİ ELE VEREN BERAAT KARARI

 Yargılama böyle olunca sonunda çıkan karar da beraat oldu. Mahkeme 13 Aralık 2019’da kararını açıkladı: Sanıkların cezalandırılmalarına yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunamadığı, bu nedenle sanıkların üzerine atılı suçlar sabit olmadığı gerekçesiyle ayrı ayrı beraatlarına.

Mahkeme’nin gerekçeli kararında bu beraat kararını nasıl açıklayacağı merak ediliyordu. Aslına bakılırsa beraat kararı kendini şu cümle ile ele veriyordu: “Cinayetler, güvenlik güçlerine yakalanmayacağına güvenen kişi veya kişilerce işlendiği anlaşılmaktadır” Yani Mahkemeye göre sanıklar, “kendilerini yakalamayacak olanlara güveniyordu.”

Mahkeme gerekçesinde, soruşturması bile olaylardan 10 yıla yakın sonra başlayan olaylara ilişkin, olay yerinde  “parmak izi” bile aramıştı! Doğal olarak bulamamıştı. Ve gerekçesinde şöyle dedi: “Her bir olayda açıklandığı gibi olay yerinde mermi kovanı ya da çekirdeği dışında, olay yerine ilişkin görüntü, parmak izi raporu ya da sair delil bulunamamıştır. Olaylarda kullanılan silahlar da ele geçmemiştir.” 

NE YAPALIM, PANTALONUN ASKISINI BİLEMEDİ 

Mahkeme’nin beraat kararının en önemli dayanağı da Çarkın ifadelerindeki “derin” çelişkilerdi. Mahkeme gerekçeli kararında, Çarkın’ın ifadelerinin çelişkili ve soyut olduğunu belirterek, “Sanık Ayhan Çarkın mahkemedeki 13 Mayıs 2015 tarihli ifadesinde önceki tüm ifadelerinden dönmüştür. Heyetimizin bu genel tespiti nedeni ile, sanık Ayhan Çarkın'ın olaylar ile ilgili ifadesi, diğer sübut deliller ile de teyit edilemediğinden, mahkumiyete yetersiz bulunmuştur. Sanık Ayhan Çarkın dışındaki sanıklar, üzerlerine atılı suçları inkar etmişlerdir” denildi.

Mahkemenin “soyut bulduğu” Çarkın’ın ifadesinde çok fazla ayrıntı yer alıyordu. Çarkın, iş adamı Behçet Cantürk cinayetini anlatırken, maktulün paçasından küçük bir başka tabancanın çıktığına kadar detayları verdi. Çarkın, Yusuf Ekinci cinayetinde 20 yıl sonra 500 metrelik bir yanılma payı ile cinayet yerini doğru olarak gösterebildi. Yine Mecit Baskın cinayeti ile ilgili yer göstermede Ayhan Çarkın’ın cinayet yerini 4,5 kilometrelik bir sapma ile doğru gösterdi. Mahkeme bunlara inandırıcı bulmadı. Çünkü Çarkın ifadesinde 1994’te öldürülen Yusuf Ekinci’nin pantolonunun askılı olduğunu söylüyordu ama Ekinci’nin otopsi raporunda pantolon askısından bahsedilmiyordu! Bu da gerekçeye, “çelişkili ifade verdiğinin göstergesi” olarak şöyle geçti: “Maktule ait otopsi zaptında pantolon askılığı yer almamaktadır.’’

 DEVLET YILLARCA BOŞUNA OYALANMIŞ! 

Faili meçhul cinayetlerin araştırıldığı dönemde devletin her kurumunda ayrı çalışmalar yürütüldü. Meclis’te komisyonlar kuruldu. Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışmalar yapılıp raporlar hazırlandı. Bu kurumların raporları kısmen de olsa yargılamanın yapıldığı Ağır Ceza Mahkemesi’ne de gönderildi. Ama Mahkeme bunlar için de deyim “tevatür” deyip geçti. Mahkeme bu çalışmalara neden inanmadığını gerekçeli kararında şöyle aktardı:

“Dosya içinde bulunan TBMM, Bakanlık, Komisyon ve MİT raporları da duyum ve tahminden ibaret olup, sanıkların mahkumiyetine yeterli görülmemiştir.

Gizli tanık AYIŞIĞI ve mahkemece dinlenen EMEK ifadeleri de doğrudan bilgi ve gözleme ilişkin olmayıp, başkasından duyuma ilişkindir, bu nedenle itibar edilmemiştir. POYRAZ adlı gizli tanığa mahkememizce ulaşılamamıştır.”

Tanık Mehmet Eymür Mahkemeye çetenin çoğunluğu Kürt işadamlarından oluşan ölüm listesini, “işte bunlardı” diye verdi ama bu da Mahkemece  yeterli delil olarak görülmedi. Mahkeme gerekçesinde bu liste için, “Tanık Mehmet Eymür'ün ifadesinde belirttiği ölüm listesi, yine tanık ifadesine göre Tarık Ümit tarafından kendisine verilmiştir. Tarık Ümit'ten Mart 1995 tarihinden itibaren haber alınamamıştır” değerlendirmesini yaptı. 

İŞTE MAHKEMENİN YOK SAYDIĞI O DELİLLER 

Mahkeme beraat gerekçesinde, “Mahkemece hükme esas alınabilecek, suç ile sanıklar arasında illiyet bağı kurabilecek nitelikteki delillerin varlığı, bu delillerin yasa ve usule uygun, yeterli ve inandırıcı olması ile mümkündür” diyor ve bu özellikleri taşıyan delil bulunmadığını söylüyordu.

Mahkemeye göre Ayhan Çarkın’ın ifadeleri, tanıkların anlattıkları bu kriterlere uymuyordu. İşte o “delil listesi”nden bazıları:

*Mehmet Eymür, davadaki tanıklık ifadesinde, gerek soruşturma aşamasında gerekse de Mahkeme’de vermiş olduğu ifadelerde sanıkların içerisinde bulunduğu yasadışı yapıdan haberdar olduğunu, cinayetlerin sorumlularının bu şahıslar olduğunu, yine cinayetlerden devletin yüksek makamlarının haberdar olduğunu ifade etti.

*Yaman Namlı isimli tanık söz konusu cinayetlerin bir kısmının aralarında Tarık Ümit’in bulunduğu ekip tarafından işlendiğini ifade etti. Tarık Ümit’in bu kişilerle arasındaki menfaat çatışmasına bağlı olarak öldürüldüğüne dair bulgular vardı.

*Tanık olarak soruşturma kapsamında dinlenen Doğan Özkan, sanıklar Nurettin Güven, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu, Ömür Çelik’in Tarık Ümit’in organizasyonu ile Behçet Cantürk’ü öldürdüklerini açıkladı. Özkan, aynı şekilde Savaş Buldan cinayetinin de sanıklar tarafından işlendiğini söyledi.

*Tanık Şentürk Demiralp, Ömer Lütfi Topal cinayeti ile ilgili ifadede söz konusu cinayetlerle ilgili olarak Ayhan Çarkın, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir, Oğuz Yorulmaz Ercan Ersoy ve en önemlisi Abdullah Çatlı’nın göz altına alındığını daha sonra da yetkililerin talimatıyla Ankara’dan gelen  Genel Müdürlük yetkililerine sorguları dahi yapılmadan teslim edildiklerini anlattı.

*Kemal Yazıcıoğlu soruşturma kapsamında vermiş olduğu ifadede, Ömer Lütfi Topal cinayeti ile ilgili gözaltına alınanları sıraladı. Gözaltı yapılmasının ardından Susurluk kazasında arabada bulunan Sedat Bucak’ın kendisini arayarak bunları serbest bırakmasını söylediğini ifade etti. Kendisinin bu soruşturma konusunda devam etme iradesinin karşılığı olarak Tansu Çiller tarafından açığa alınması için Meral Akşener’e (İçişleri Bakanı) talimat verdiğini anlattı. Kemal Yazıcıoğlu, bu cinayetin üzerine giderken tam da bu nedenle dönemin Başbakanı tarafından görevden alındığını söyledi.

* Davanın konusu olan cinayetlerden en az dördü, İsrail’den Hospro firması tarafından alınan Uzi marka özel mavi çekirdekli silahlarla gerçekleştirilmişti. Bu marka silahlar yalnızca Özel Harekat Daire Başkanlığı’na bağlı birimlerde bulunuyordu.

*Dosya dahilinde bulunan cinayetlerin bir çoğunda aynı silahlar kullanıldı. Fevzi Aslan cinayeti ile Behçet Cantürk cinayeti aynı silahla işlendi, yine Yusuf Ekinci cinayeti ve Metin Vural cinayetinde kullanan silahlar aynı silahlardı.

*Dosya içinde, Mahmut Yıldırım’ın (Yeşil) MİT içerisinde çalıştığı, MİT tarafından sorgusunun yapıldığını gösteren belgeler vardı. Bu durum Mehmet Eymür’ün ifadeleri ile de uyuşuyordu.

*Savaş Buldan cinayeti ile ilgili olarak cinayetin ardından alınan tanık ifadelerinde, “Savaş Buldan’ın polis yeleği giyen şahıslarca alındığı” anlatılıyordu.

*Kutlu Savaş tanık olarak verdiği ifadede dönemin Başbakanı Tansu Çiller’deki PKK’ya yardım eden iş adamlarını gösterir belgeyi anlatıyordu. 

“Ö” HARFİNİN GEÇMEDİĞİ GEREKÇE 

Sanıklar, “Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün faaliyetleri çerçevesinde tasarlayarak kasten öldürme” suçundan yargılanıp bu suçtan beraat etti ancak Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 262 sayfalık gerekçesinde sadece “tasarlayarak kasten öldürme” suçu tartışıldı. Mahkeme gerekçesinde, “silahlı örgüt” suçlamasından sanıkların nasıl beraat ettiğini açıklamadı. Nitekim İstinaf Mahkemesi bozma nedenlerini sıralarken “Organizasyon nerede” diye sorup bu durumu bozma gerekçesi yaptığını şöyle aktardı:

“Olaylarda ele geçen kovan ve mermi çekirdeklerinin menşei, kullanımlarına ilişkin aidiyetleri, bunların ve diğer maddi olguların birbirleri ile ilişkisi, itham edilen failler, hedef alınan maktuller, organizasyon, oluş ve netice itibariyle olaylar arasında bir irtibat bulunup bulunmadığının değerlendirilmemesi…”

Özel Haber