CHP'li Yunus Emre, CHP'nin Kürt sorununa çözüm önerilerini anlattı: "İlk adımlardan biri siyasi mahkumların salıverilmesi"

CHP'li Yunus Emre, CHP'nin Kürt sorununa çözüm önerilerini anlattı: "İlk adımlardan biri siyasi mahkumların salıverilmesi"
CHP’li Yunus Emre CHP’nin Kürt sorununda çözüm önerilerini Kısa Dalga’ya anlattı: "HDP’nin tutum belgesi bizimle benzer şeyler söylüyor... Sosyal demokrat vizyon ile Kürt kimliğini geliştirmek isteyen vatandaşların görüşlerini sentezlemek lazım”

KEMAL GÖKTAŞ / ZOR SORU

Türkiye, 14 Mayıs seçimlerine giderken en önemli buluşmalardan biri Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP ziyaretiydi. HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek verip vermeyeceğini belirleyecek olan bu ziyaret tartışılırken CHP’nin akademisyen kökenli vekillerinden, aynı zamanda Parti Meclisi üyesi olan Yunus Emre ile CHP’nin Kürt sorununa çözüm önerilerini konuştuk.

CHP’nin Kürt sorununun temelinde demokrasi eksikliğini gördüğünü belirten Emre, HDP’nin yaklaşık 1,5 yıl önce ilan ettiği 11 maddelik tutum belgesinin de benzer tespitleri yaptığını belirtti.

İfade özgürlüğü ve siyasal katılımın sorunun çözümündeki önemini anlatan Emre, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın yanlış yorumlandığını kaydeden Emre “Finansal, idari özerklik başka, siyasi özerklik başka” diye konuştu.

Halen iktidarın terörist olarak gördüğü Suriye’nin kuzeyindeki oluşuma ilişkin olarak da Kuzey Irak’taki Kürtlere yaklaşımı örnek veren Emre, şiddete bulaşanları dışta tutarak siyaset yaptıkları için hapiste olanların salıverilmesinin ilk atılacak adımlardan biri olduğunu söyledi.

Bölgesel eşitsizlikler ve ayrımcılığa karşı yasaların çıkarılabileceğini ifade eden Emre, anadilde eğitim konusunda ise CHP’nin klasik yaklaşımını tekrarlayarak “konunun uzmanlara sorulması gerektiğini” söyledi.

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN

Yunus Emre’nin sorularımıza verdiği yanıtlar özetle şöyle:

“AK Parti çözüm sürecinden siyasi rant çıkarmak istedi”

Toplumun katıldığı, yerine getirilmeyecek sözlerin kesinlikle verilmediği ve gerçekten hesap verme yaklaşımından hareket eden bir yaklaşıma Türkiye’nin ihtiyacı var.

15 Temmuz darbesinden sonra Meclis’te bir araştırma komisyonu kuruldu. Eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in katıldığı oturumda CHP’li vekiller önemli bir soru sordular. Dediler ki ‘Biz CHP olarak Kürt sorununun çözümünde Meclis’in temel aktör olmasını önerdik. İktidar bunu kabul etmedi. Gizli servisleriyle görüşmeleri tercih etti…’

Sayın Taner, ‘Bu söylediğiniz doğru politikaydı. Ama iktidar çözüm sürecinin başarıya ulaşabileceğini düşünüyordu. Bunun siyasi rantını muhalefet partileriyle paylaşmak istemiyordu’ dedi.

Muhatap kim olacak?

Karşınızda milyonlarca insanın bulunduğu bir aidiyet var. Çok karmaşık bir toplumsal hadise var. Bir kitle var. O kitlenin tek talebi, tek önderi var denebilir mi? Bu açılım süreçlerinin biraz öncesinde Alevi açılımı vardı. Aynı problem Alevi açılımında da vardı.

Bütün o yurttaşlarınızı bir özne olarak görüyor olmanız lazım.

Belli ikiliklerle düşünmemek lazım. Bu meseleyi Ankara - Diyarbakır ikiliği olarak göremeyiz. Türkiye’de başka şehirler de var. İster istemez AK Parti’nin bu açılım politikası böyle bir ikiliği gündeme getirdi. Hızla bu Ankara – Diyarbakır kutuplaşmasına döndü.

İfade özgürlüğü ve siyasal katılım

Özellikle kimlik konuları ile ilgili vatandaşın siyasete katılımının önünde hiçbir engel olmaması lazım. Bugün problemin özü buradadır. Bir demokraside bir partinin söylediği şey tek ‘hakikat’ değildir. Hakikat çok karmaşık bir şekilde ortaya çıkar. Biz bütün vatandaşların siyasete katıldığı, düşüncelerini özgürce aktardığı bir ortam istiyoruz.

CHP olarak başta Kürt meselesi olmak üzere bütün toplumsal, tarihsel sorunlara baktığımızda en büyük eksikliği siyasi katılım olamamasında, bunun engellemesinde görüyoruz.

Finansal, idari özerklik başka, siyasi özerklik başka

Kürt sorununun Türkiye’de çözümü konusunda bir ilkeyi hatırlatmak istiyorum. Yerindelik, yerellik ilkesi. Toplumsal hizmetlerin halka en yakın birim tarafından görülmesinden bahsediyoruz. Bu hem üyesi olduğumuz Avrupa Birliği’nin hem de kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi’nin en temel ilkelerinden birisidir.

Özerklik deyince insanların aklına Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması geliyor. Biz CHP olarak Türkiye’yi kuran, Atatürk’ün kurduğu bir partinin mensuplarıyız. Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması bizim kabul edebileceğimiz bir şey olamaz. Yeri geldiğinde her CHP’li buna karşı canını verir.

Ama burada başka bir şey var: Yerel yönetimlerin güçlü olması… Finansal, idari özerklik başka bir olay, siyasi özerklik başka bir olay. Türkiye olarak Avrupa ülkelerinin idari hukuk anlayışını devralmış bir ülkeyiz. Önemli bir gelişme oldu 70’li 80’li yıllardan sonra. Yerel yönetimlerin güç kazanması, kapasite kazanması öne çıktı. Aynı zamanda yerel yönetimlerle merkezi devlet arasında ara yönetim kademeleri öne çıtı. Türkiye, Kürt sorunu çerçevesinde süren tartışmalar neticesinde bu gelişmeleri ıskaladı. Avrupa’nın yerelleşme bakımından 40-50 yılda aldığı mesafeyi alamadı.

Bugün hala birçok kamusal hizmetin Ankara’dan planlandığı, yürütüldüğü bir dönemi yaşıyoruz.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da bu kapsamda ele alınmalı. Zaten Türkiye olarak bu şarta karşı değiliz, bazı çekincelerimiz var sadece.

“Bütün meseleleri beyefendinin uhdesine bırakmak”

Türkiye’de anlamadığımız mesele, 1980 darbesinden sonra Türkiye’nin başına musallat olan anti-demokratik anlayış, Türkiye’ye Batı’daki gelişmelerden koparan otoriter zihniyet Türkiye’ye bu kötülüğü yaptı. Yerelin güçlenmesi, yetkisinin artması, kayyum uygulamalarının çöpe atılması, yerelde daha etkili belediyelerin çıkması, Avrupa’daki gelişmelerin Türkiye’ye taşınması, Türkiye’nin bütünlüğünü güçlendirir. Aksine Türkiye’nin bütünlüğüne zarar veren, bütün meseleleri Ankara’ya, hatta o da yetmez beyefendinin sarayına, hatta o da yetmez beyefendinin uhdesinde bırakmaktır.

Ekonomik sonuçları bakımından da yerelin güçlenmesi Türkiye’nin önünü açacaktır.

“Bölgesel eşitsizlik ve ayrımcılığa karşı yasalar çıkarılabilir”

Türkiye’de kimi bölgesel adaletsizlerin bulunduğunu söylemeliyiz. Türkiye’de büyük eşitsizlikler var. Gelir eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve benzeri... Ama kabul edelim ki Türkiye’de bölgeler arası eşitsizlik de var. Diyarbakır’da, Batman’da, Şırnak’ta doğan bir çocuk Kocaeli’nde, Bursa’da, Balıkesir’de var olan imkanlara, öğrenmen sayısına, hastane sayısına, doktor sayısına erişebiliyor mu? Erişemiyor. Dürüst olmak lazım. Ben bunu anlatırken Kürt sorununun temelinde bölgesel eşitsizlik vardır gibi sınırlı bir yaklaşım ortaya koymuyorum ama bunu da görmek lazım.

Hala Türkiye GAP’ı bitiremedi. 50 yıldır bu projeyi tamamlayamadık. İkincisi, Mardin’de biliyorsunuz çok ciddi geçmişte tarıma dayalı sanayi yatırımları yapıldı. Bu tarım ürünlerinin dünya pazarlarına açılması bakımından en kritik konu Suriye pazarına ulaşmasıydı. Ama bu iktidarın politikaları nedeniyle tırların ta Hatay’a gidip oradan Suriye’ye ulaşması gerekiyor.

Belli ayrımcılık konuları ile birlikte düşünülmesi lazım.

Bunlar yasa yolu ile ele alınabilir. Eşitsizliklerle mücadele alanında çok ciddi düzenlemeler yapılabilir. Eşitsizlikle, ayrımcılıkla mücadele bakamından yeni adımlar atılması gerekiyor.

Kürt sorununun özünde ayrımcılık ve sosyal dışlanma görüyorum. Böyle bir problemin karşısında sosyal demokrat bir parti olarak CHP’nin kayıtsız kalması düşünülemez.

Anadilde eğitim uzmanlara sorulmalı

CHP olarak bizim yaklaşımımız bütün dillerin, Kürtçe başta olmak üzere özgürce kendini ortaya koyması, bu kültürlerin gelişmesi için eylem içinde olmak isteyen yurttaşların da hiçbir engelle karşılaşmamasıdır. Tabii ki Türkiye’nin bir ulus devlet olarak kurulmuş olması ve böyle bir tarihsel gelişim içinde bugüne gelmesini de dışlamıyoruz. Bunu da sahipleniyoruz. Kürt kimliğini geliştirmek isteyen vatandaşlarımızın büyük kısmı da Türkiye’nin bütünlüğü ve Türkiye’de resmi dilin geçerli olması bakımından bir problem hissetmiyorlar.

Çocukların eğitimi ile ilgili meseleler belli uzmanlıklar da gerektiriyor. Bir büyük Türkiye ekonomisi var ve o ekonominin parçası olarak Dünya’ya açılma süreci de var. Eğitimdeki politikalar gençleri ne kadar dünya ile yarışır kılmalı, ya da ne kadar kendi mahallesine kapatmalı? Bunları uzmanlarla tartışmak lazım.

“Kürt sorunu temel itibariyle bir demokrasi sorunu”

Bizim sorumluluğumuz var. Türkiye’de geçmişte çok büyük sentezleri başardık. Büyük çatışmaları, problemleri bünyesinde barındıran bir toplum olarak kendimizde bir yol bulduk. O sorumluluk bizim sırtımızda. Gerçekten Kürt kimliğini yaşamak isteyen, geliştirmek isteyen, bunun üzerinden politikleşen toplum kesimleri ile bizim sosyal demokrat çağdaş siyasi anlayışımızın sentezlenmesini yapmamız lazım. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ilerici siyaset potansiyeli de bu sentezin içerisinde. Bize düşen görevler var. Anlamamız ve eksikliklerimizi gidermemiz lazım. Bizim dışımızdaki kesimlere de görev düşüyor. Türkiye’nin birliği, bütünlüğü içinde bu sorunları çözecek toplamsal taleplerin çözümlenmesi lazım. Bu, için demokratikleşme adımlarının atılması ile mümkün olacak. Kürt sorunu temel itibariyle bir demokrasi sorunudur.

“Anadilde eğitim kimliğe saygı talebinin bir sonucu”

Bir vakitler bir seyahatte, AK Partili bir milletvekili arkadaşa bu meseleyi (ana dilde eğitim) sordum. Ben evladımı Kürtçe bir okula göndermem ama Türkiye’de Kürtçe eğitim yapılsın mı diye sorsan canımı veririm dedi. Bu yanıtı anlamaya çalıştım. Burada bir hissiyat var. Kürt kimliğinin saygı görmesi ile ilgili bir talebi var bu arkadaşın. (Kürtçe ana dilde eğitim) Olmamasını kendi kimliğime saygısızlık olarak görüyorum diyor.

Bizim açımızdan, CHP açısından toplumun görmesi gereken bir mesele var: 1991 seçimlerinde Kürt vatandaşlardan çok büyük bir oy aldık.

O dönemde terör de yükseldi, SHP’nin ve sonra CHP’nin üzerinde bir baskı oldu. DEP’le, HEP’le arana mesafe koy diye. Bu öyle bir şey oldu da: biz DEP’le aramıza mesafe koyalım derken bölge ile aramıza mesafe koyduk. Bu çok kötü bir gelişme oldu. Bölgede Kürt kimliği çerçevesinde politika yapan partiler ve diğer taraftan da devletin resmi partisi olarak AK Parti destek buldu. Biz bölgede temsil edilme konumundan çıktık.

“Bizim için de bölge için de fırsat”

Bugün bizim için de bölge için de bir fırsat ortaya çıktı. Şimdi gerçekten gönül köprüleri kuruldu. Bölgeye gittiğimizde vatandaşların bize sempatisini, özellikle gençlerin bize olan ilgisini görüyoruz. İstediğimiz noktada değiliz ama Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de, bölgedeki önemli merkezlerde güçlü olalım istiyoruz. İktidar olalım diyoruz, aramızda o illeri temsil eden, o hissiyati taşıyan, CHP grubunda çıkıp ‘Yunus sen yanlış söylüyorsun’ diyen arkadaşların olmasını istiyoruz. Bu olmayınca olmuyor. O ızdırabın, o hissiyatın içinden çıkan insanın gelip o ızdırabı anlatması başka bir olay. Bu herkes için de en iyisidir. CHP’de bu temsiliyete kavuşması, bu sorunların CHP bünyesinde tartışılması bir ihtiyaçtır. Bu sentezi yaratmamız lazım. Bu Türkiye’nin çok önünü açacaktır. CHP olarak 60’lı yıllarda Cumhuriyet’in birikimi, Atatürk’ün vizyonu ile sosyal demokrasinin, solun değerlerini sentezledik. Bugün de benzer bir sentezlemeyi yapmak lazım. Sosyal demokrat vizyonu ile Kürt kimliğini geliştirmek isteyen vatandaşların görüşlerini sentezlemek lazım. Bu büyük demokrasi bloğunun bu şekilde iktidara gelmesi mümkün.

Kuzey Suriye: “Geçmişte Irak’ta yaşanan şeyin bir benzeri Suriye’de de yaşanabilir”

Türkiye’nin en önemli diplomatlarından birisi bana şunları anlatmıştı: “Biz bu Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerden çok korkuyorduk. Türkiye’yi bölecekler, parçalayacaklar diye büyük bir endişe taşıyorduk. Hatta kimi arkadaşlar Saddam’a büyük bir sempati hissediyorlardı, oradaki Kürt siyasetini ezer diye. Sonra yıllar içinde öyle bir noktaya vardık ki, ABD Başkanı Obama’dan Ankara’ya şöyle bir mektup ulaştı: Sizin Irak Kürtleri’yle o kadar yoğun ilişkileriniz var ki bunu biz Irak’ın bütünlüğü bakımından mahsurlu görüyoruz.” Aynı diplomat bana ‘Bu Suriye’de niye olmasın?’ demişti.

Suriye’de 2 milyon Kürt bulunuyor. Büyük kısmı da Türkiye kökenli, Türkiye’deki kimi olaylar neticesi Suriye’ye gitmiş insanlardan bahsediyoruz. 80-90 milyonun oradaki 2 milyon Kürt’ten çekinecek bir şeyi yok.

Türkiye ne zaman ki yüzünü Batı’ya döner, AB üyesi bir Türkiye vizyonu hâkim olur, Irak’taki, Suriye’deki Kürtler de yüzünü Türkiye’ye dönecektir. Türkiye, demokrasisi ile ekonomik gelişme potansiyeli ile oradaki kardeşlerimiz için de çekim potansiyeli olacaktır.

Türkiye kendi içinde kavga ettikçe, otoriter bir yönetim içine girdikçe ekonomik potansiyelini yitirdikçe bu sorunlar daha da kötüleşiyor. Bir yandan da Türkiye’deki otoriterleşme, ekonomik kötü performansın bir çıkış yolu olarak görüyor sınır ötesi operasyonları.

Dünyanın en uzun sınırlarından biri olan ABD-Kanada sınırında tek bir asker yoktur. Güvenlik, güç meseleleri zihniyet değiştiğinde çok farklı ele alınabilir.

O nedenle de Irak ve Suriye için başta söylüyorum, yepyeni bir dönem başlayacaktır.

CHP olarak bölgesel bir iş birliği örgütü önerimiz de var: Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) kurulmasını öneriyoruz. Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti değiştiğinde yeni bir dönem başlayacak.

Merkez sağ da soruna gözünü kapatmayacaktır

(İyi Parti sizin Kürt sorununda çözüm önerilerinize ikna olabilir mi? sorusuna yanıt olarak) Bizim ortaya koyduğumuz mutabakat metni, anayasa paketi var. Geçiş süreci yaşanacak Türkiye’de. Baştan beri farklı partileriz dedik. Ama ortak mutabakat metni oluşturduk. CHP’nin yaklaşım tarzını, 13 maddelik İkinci Yüzyıl vizyon belgesinde ortaya koyduk ve

13 maddeden biri de Kürt sorununun Meclis’te çözülmesidir.

Haddimi aşarak birkaç şey söyleyebilirim: Merkez sağ siyasetin aktörleri de o dönem Kürt sorununun aşılabilmesi için bir takım politika önerileri ortaya koyuyordu. Demirel’in ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ çıkışlarını, Özal döneminde atılan adımları, özellikle Körfez Savaşı döneminde Irak Kürtlerine yardım etme anlayışını nereye koyacağız? Merkez sağın geçmişte vizyonunda olan konulardı. AK Parti ve MHP’nin siyasi iklimi terörize eden çıkışları nedeniyle, siyasi fikir tartışmak Türkiye’de bir suç haline geldi. Tartışmamız, kimi zaman en aşırı görüşlerin bile dolaşıma sokulması gerekiyor. Tartışarak topluma bunları değerlendirme imkânı vermek gerekiyor.

O nedenle özgür tartışma platformuna Türkiye taşındığında, doğal olarak merkez sağda da (bu konu) gündeme gelecek. Mehmet Ağar bile DYP Genel Başkanı olduğunda ‘dağda terörist olacaklarına düz ovada siyaset yapsınlar’ dedi ve kıyamet kopmadı. Türkiye’de merkez sağ ve sol siyaset Türkiye’nin en büyük sorununa gözünü kapatmayacaktır diye düşünüyorum.

Avrupa’da bambaşka bir dünya var. Türkiye’de siyaset toplumun gerçek sorunlarına kapalı. Kimse kimseyi dinlemiyor. Uzmanlıklardan faydalanılmıyor. Kavga dövüş siyaset ortamı var. Dünya’da ise o konunun uzmanı kimdir, çağırın konuşalım diyorlar. Farklı partilerden insanlar birbirlerini gerçekten dinliyorlar. Ortaya somut normlar çıkarıyorlar ve toplum böyle değişiyor. Ne yazık ki bu iktidar nedeniyle demokrasinin sunduğu en temel konudan faydalanamıyoruz.

Demokrasi yaraların sarılması için var

Genel başkanımız helalleşme çağrısında ‘Türkiye yaralı bir toplumdur’ demişti.

Geçmişte yayınlanan Mesut Yeğen hocanın yaptığı ‘Kürtler ne istiyor?’ başlıklı bir araştırma vardı. Orada çatışma ortamından etkilenen nüfusun büyüklüğü çok dikkat çekiciydi. Yakınını kaybeden, kendisi işkenceye uğramış, gösteride gözaltına alınmış, milyonlarca insan var. Demokrasi niye var Allah aşkına? Yaralı bir toplumda yaraları sarabilmek için, geçmişte yaşanan acılardan dersler çıkararak bir daha yaşanmasın diye var.

19. asırda işçi sınıfı hareketi de böyle çıktı. İşçi hareketi kavgalı, çatışmalı günlerden sonra partilerini kurdu ve seçimlerde birinci parti oldu işçilerin partileri. ‘Papers stone’ derler, kağıttan taşlar. Eskiden taş atıyorlardı şimdi oy pusulaları atıyorlar…

Çatışmaların çözülmesi, dışlanan kesimlerin içerilmesi için temsili demokrasi büyük bir fırsat sunmaktadır. Türkiye’de konuştuğumuz etno-politik sorun bakımından da bu böyledir. Türkiye’nin bunu kullanamamış olması Türkiye’nin ayıbıdır.

Demokrasinin kapısı Türkiye’ye gerçekten açıldığında Türkiye gerçekten bu yola girecektir.

İlk atılacak adımlardan biri siyasi mahkumların salıverilmesi

Siyasi suç ile şiddet ayrı bir konu. Eline silah almak, insan öldürmek ayrı bir konu, siyasi suç ayrı bir konu. Siz insanları bir partinin üyesi olduğu diye siyaset yaptı diye cezalandıramazsınız. AİHM’in Selahattin Demirtaş kararı Türkiye’de yaşanan iki skandalı gündeme getirdi: İlki Adalet Bakanlığı mahkemeye yalan söylüyor. Bakanlığın AİHM’e gönderdiği yazıda deniyor ki ‘sadece Demirtaş hapse girmedi, AK Partili, MHP’li politikacılar da hapse girdi.’ AİHM bunu soruyor, Adalet Bakanlığı tekrar aynı şeyi söylüyor. Türkiye’de hak hukuku koruyacak Adalet Bakanlığı yalan söylüyor. Bundan daha kötü ne olabilir?

İkincisi AİHM diyor ki ‘sen Demirtaş’ı ve diğerlerini o insanlara siyaset yaptırmamak için hapse attın.’

O nedenle başta Demirtaş olmak üzere siyasi mahkumların, siyasi suç isnadıyla hapiste tutulması hem Türkiye için bir ayıptır hem de uluslararası planda Türkiye’nin sözleşmelerden kaynaklı yükümlülüklerine uymamasıdır. O nedenle ilk atılacak adımlardan birisi budur. Demirtaş kararı da zaten orta yerde duruyor.

Demirtaş başta olmak üzere siyasi suç isnadıyla hapiste tutulan insanların en tez şekilde salıverilmeleri gerekiyor.

HDP’nin tutum belgesi bizimle benzer şeyler söylüyor

HDP’nin de meseleyi demokrasi bahsinde ele aldığını gözlemliyorum. HDP’nin tutum belgesi incelendiğinde onlar da benzer bir şey söylüyorlar.

Temel teşhisi Türkiye’nin demokrasisi olarak yapıyor çözümü de siyasi katılımın önündeki engellerin kaldırılması olarak görüyor. Bizim söylediğimiz de bu zaten.

Ben HDP’nin tutum belgesini okudum. Ama geçen gün bir gazetede şöyle bir başlık gördüm: HDP’nin Türkiye’yi bölecek talepleri… Olmayan bir şey, yalan. O metni okuyan hiç kimse Türkiye’yi bölecek talepler diye bir şey göremez. Ama böyle sunuluyor topluma. Siyasetin içindeki insanlar olarak bunu görmemiz lazım. Türkiye’de zaten özgür bir tartışma, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi diye bir şey yok.

Özel Haber