Sırrı Süreyya Önder'den Kılıçdaroğlu'na: Kemal Bey cesur ve kararlı bir yaklaşım sergiledi
Azmi Karaveli: Merhaba Kısa Dalga dinleyicileri ben Azmi Karaveli. Muhabbet 23’ adıyla başlattığımız bu podcast serisinde bugünkü konuğumuz Yeşil ve Sol Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder.
Kendisine öncelikle hoş geldiniz diyorum. Davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER SÖYLEŞİSİNİ DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Sırrı Süreyya Önder Hoş bulduk. Dinleyenlere sağlık ve sıhhat diliyorum.
AK: Sizinle seçimlerden önce görüşmek istemiştik, açıkçası çok yoğundunuz, hatta bir gün “Ankara'ya partidekileri benim milletvekili olmamam için ikna etmeye gidiyorum” demiştiniz. Anlaşılan o ki pek başarılı olamamışsınız. Peki siz nasıl ikna oldunuz isterseniz onunla başlayalım.
Sırrı Süreyya Önder: Benim ikna gücüm zayıf, partininki kuvvetliymiş demek. Büyük bir beklenti vardı seçimden önce demokratikleşme konusunda. İlk defa muhalefetin bu kadar bir araya gelme iradesi; ülkedeki birçok bozucu alanın demokratik zeminde çözülmesi için, başta Kürt meselesi olmak üzere bir umut vermişti herkese. Arkadaşlar da açıkçası onunla ikna ettiler beni. “Belli bir hafızanın sahibisiniz buna çok ihtiyacı olacak önümüzdeki dönemde onun için olmalısınız” dediler. Ona rağmen epey kaytarmaya çalıştım ama bundan fazlası sorumluluktan kaçmak olur diye düşündüm.
Yoksa herkes siyaseti parlamenter siyaset olarak düşünüyor, sanki o olmazsa siyaset yapılamazmış gibi ama o anlamda parlamenter siyaset defterini gerçekten kapatmıştım. Milletvekili adayı olmamın önünde bir engel yokken ben bırakmıştım zaten. Daha doğrusu 2011’de bu adaylığı kabul ederken sadece bir dönem bir dayanışma ve yoldaşlık nöbeti gibi düşünmüştüm, ardından bu çözüm süreci başladı. Bizler rol ve sorumluluk üstlendiğimiz için bırakamadık. Öyle devam etti yani. Yoksa parlamenter siyasette çok fazla yatkın birisi olduğumu düşünmüyorum.
Azmi Karaveli: Hem ikna oldunuz, hem de başkan vekili oldunuz. 1980 sürecinde ve sonrasında iki binli yıllarda cezaevine girmiş, mevcut düzenin tabiri caizse sillesini yeterince yemiş biri olarak meclis başkan vekili olarak meclisi yönettiniz geçtiğimiz haftalarda ve üç haftada bir yanlış bilmiyorsan yöneteceksiniz. Üstelik çoğu zaman da meclis konuşmalarınızda başkanlarla hep atışan bir milletvekiliydiniz. Burada şunu sormak istiyorum. Nasıl bir duyguydu o koltuğa oturmak? “Yaa gün olur devran döner.” dediniz mi içinizden?
Sırrı Süreyya Önder: Ya o fasılları geçeli çok oldu benim açımdan. Yani “bak işte dün oradaydık, bugün buradaydık”. Hayat buradan akmıyor. Hayat başka bir şey, bir anlamda diyorsunuz yani. Kemalat mıdır yoksa yaşlanma mıdır bilmiyorsunuz, her zaman aynı anlama da gelmeyebiliyor.
Başkanlarla çok atışırdım bu doğru. Zaten ilk konuşmam da bunun üzerineydi. Çünkü oraya oturan bizim gibi bir milletvekili. Ben nasıl seçilmişsem o da öyle seçilmiş. Yani onun bir altın oyu yok, altın seçmeni de yok… İşte partisine düşen kontenjandan partisi onu aday göstermiş. Biz de öyle aldığımız, çıkardığımız milletvekili sayısına göre bir partiye eğer başkan vekilliği düşüyorsa o parti içinden hangi arkadaş bunu yapmalı ya da daha iyi yapabilir yönlü bir değerlendirme yapıyor. Bazen seçim yapılıyor.
Şimdi benim başkanlarla tartışmama tekrar dönecek olursak, dediğim gibi hepimiz milletvekili olmamıza rağmen oraya oturanlar benim tartıştığım meclis başkan vekilleri en azından bir hiyerarşik ilişki biçimi geliştiriyorlar. Yani tamam adı başkan ya da başkan vekili olabilir ama bunu bir moderasyondan öteye taşıma hakkını ve gücünü sana vermemeli diye düşünüyorum. Dolayısıyla ilk konuşmamda hani bu sorumluluğu yerine getirirken hiçbir milletvekiliyle hiyerarşik bir ilişki içinde olmayacağım. Elbette ki anayasa ve iç tüzükle bağlıyız orayı yönetirken fakat söz söyleme özgürlüğünü o hakkın etkin ve yetkin kullanımını sağlama anlamında bir tercih yapmak gerektiğinde kendi siyasal düşüncelerimden azade ben bütün inisiyatifimi oradaki her milletvekiline ister A partisi ister B partisine sözünü gargaraya gelmeden, rabarbaya gitmeden söyleyebilmesini sağlamak noktasında kendimi sadece sınırladım.
Yani bir eğer var ise bir inisiyatifim ki var, bunu söz söyleme ya da sözümü söyleyenin sözünün engellenmemesi doğrultusunda kullanacağımı söyledim. Genellikle geriye dönüp o tartışmalara baktığınızda evet benim başkanlarla didişmem hep bu söz hakkının verilmesi, verilmemesi etkin kullandırılması, kullandırılmaması bahsinde olmuştur, çoğu zaman.
Azmi Karaveli: Peki ortaokul kitaplık kolu başkanlığınızda çok gurur duymuştunuz. Onla mı çok gurur duyuyorsunuz yoksa şu anda gelmiş olduğunuz durumdan mı? Ya da Adıyaman'da bilge sohbetlerinin yapıldığı şu huzur meclislerinden bahsetmiştiniz bir söyleşinizde. Şimdi Meclis’tesiniz, Meclis mi huzur meclisleri mi? Büyük Millet Meclisi başkanlığı mı, ortaokul kitap kolu başkanlığı mı?
Sırrı Süreyya Önder: Ya tabii ki bütün saydıklarınızın ilk olanları kronoloji olarak da yani ilk sırada yer alanları daha kıymetli. Çünkü birçok şeyle de ilk karşılaştığımız zamanlara ve anlara tekabül ediyor aradan bunca yarım asırdan fazla zaman geçince hiçbir şey şaşırtmıyor insanı. Dolayısıyla o ilk yani hep o mu bu mu dediğinizde hep o eski olanların hali bir başka. “Ah nerede o günler” nostaljisiyle de değil. İlk defa karşılaşıyorsunuz ve her şey bir çocuk gibi düşünün, yeni bir bilgi ediniyorsunuz, yeni bir insan tanıyorsunuz, değişik bir bakış açısı ile karşılaşıyorsunuz. Ben meraklı ve itiraz etme duygusu güçlü bir çocuktum sanırım gençliğim de öyle geçti dolayısıyla çok dikkatimi çekiyordu ve feyz alıyordum. Belki bir avantajım hiç kimseyi dinlemezlik etmedim ben ya da cebimde ön yargılarla oturmadım herhangi bir meclise. Bu yüzden çok sıkıntı da çektim ben. Çok pervasız konuşuyorum, yani ilk defa karşılaştığım biriyle bile öyle dur ya bu kimin nesidir kimin fesidir demem, düşüncelerim neyse perdesiz anlatırım. Bu ön yargısız yaklaşmayla alakalı bir şey sanırım.
Azmi Karaveli: Alameti farikanız da bu zaten.
Sırrı Süreyya Önder: Bilmiyorum bir alameti farikam var mı, ondan da emin değilim.
Azmi Karaveli: Bu rejimde hakikaten meclisin bir öneminin olduğunu düşünüyor musunuz? Yani biz sizi Gezi Parkı eylemlerinin başlarında kepçelerin önünde kendini siper eden bir vekil olarak biliyoruz, elbette başka sanatçı kimliğinizi de biliyoruz başka özelliklerinizi de biliyoruz. Gezi Parkı siyasilerden azade olarak aslında halkın başarısıyla tarihe geçen ve AKP'nin isteyip de belki de hayata geçiremediği tek eylem. Muhalefetin bunca zamanda öyle bir başarısı yok itiraf etmek gerekirse ya da kabul etmek gerekirse. Şunu sormak istiyorum, Ankara odaklı bir siyasetin AKP rejiminin olduğu bir ortamda miadının dolduğunu düşünüyor musunuz? Yani hala meclisin bir anlamı var mı? Ya da sizin için ne anlam taşıyor?
Sırrı Süreyya Önder: Klasik bir klişe olacak... Öncelikle bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ediyorum. Gezi hakkında cümle kurarken çok temkinli olmak gerekiyor diye düşünüyorum iki üç sebepten dolayı. Birincisi başta Osman Kavala, Mücella, Can olmak üzere birçok arkadaşımız dünyanın en büyük zulmüne maruz kalarak bundan dolayı cezaevinde yatıyorlar. Ondan daha önemlisi hayatını kaybeden kardeşlerimiz oldu. Çeşitli uzuvlarını, sağlığını yitiren insanlarımız oldu.
Fakat mesela şöyle bir şey vardı, halen belli platformlara girdiğinizde şununla karşılaşırsınız benim için… İşte ilk bir hafta oradaydı, sonra ortadan kayboldu, bu bir hafta sonra işte 5 güne sonra 3 güne sonra ilk günü oradaydı falana kadar indi, böyle bir değerlendirme var. Bu benim çok iradi bir tercihim. Çünkü toplumsal muhalefetin bütün alanlarında ya yer almış ya gözlemlemiş birisi olarak Gezi’nin başlama biçiminin çok kıymetli olduğunu düşünüyordum ve biz buna müdahil olursak mevcut ezberlerimizle müdahil olacağız. Oysa burada bambaşka bir duygu var gerçekten. 11 gün oradaydım ben fakat kitleselleşince, mesele milyonlara ulaşınca başlangıçtaki 200-300 kişinin içinde tabii ki görünüyorsunuz ama milyonlara ulaşınca gözükmek zor ya da gözükmeye ne gerek var, biz buna müdahil olmamalıyız. Bu kitle kendi yolunu kendi çizmeli, düşüncesine çok çabuk ve kesin bir şekilde varmıştım. Çok yaratıcıydı, çok özgündü ve hiyerarşik bir şey içermiyordu.
Yüz binlerce insanın aynı feraseti aynı serinkanlılığı ve bütün provokatif yaklaşımlara rağmen bunu muhafaza edebilmesi, hatta üstesinden gelmesi, hatta onu o alanın dışına itebilmesi falan bunlar çok kıymetli yaklaşımlardı. O anlamda aynı şeyi Akbelen için de söyleyebiliriz. Siyaset parlamenteri olmak gidip orada bir söz söylemekle sınırlı olmamalı. Göründük vazifemizi yaptık duygusu olmamalı.
Şöyle bir şey var, bütün bunlar, büyük yanlışlar değil büyük tercihler sistem açısından. Son derece ince hesaplanmış yani bir hatanın sonucu değil, bir yanlış planlama sonucu da değil, uzun planlama sonucu da değil, bir yağma talan politikasının adım adım hayata geçirilmesi…Rant bile değil yani, çok yanlış ve yetersiz bir kullanımı, böylesi ancak yağmacılar tarafından yapılabilir, işgalciler tarafından yapılabilir.
Hal böyle olunca bir siyasetçiye düşen, bütün bu yaklaşımın büyüklüğü kadar büyük bir örgütlenmeyi hayata geçirebilmek. Yoksa ne Akbelen’e yetişebilirsin ne Gezi’ye yetişebilirsin. Hatırlayalım Gezi öyle bir hal almıştı ki dönemin Belediye Başkanı bundan sonra bir otobüs durağının yerini bile halka soracağız demişti. İşte bu mesela forumlara taşınabilseydi, bu bilinç çok başka bir dönüşümün kapısını açabilirdi. Bir hayıflanma olarak söylüyorum, tarih böyle okunamaz biliyorum…
Dolayısıyla parlamenter siyaset, kendisini sadece bunun bir parçası olarak görürse bir işlev görebilir. Öbür türlü, halka rağmen halkın talebine sadece orada kısa süreli bir gözükme ile görünür kılmak sonra dönüp normal hayatına devam etmekle karşılayabileceğimiz bir zulüm değil bu. Karşısına sabırlı ve gerçekten zaman isteyen bir geniş cephe kurmak gerekiyor ki, bu memleketin ağacına, kuşuna, insanına, geleceğine, onuruna, kimse kolayından musallat olamasın.
AK: Bunun koşulları var mı sizce?
Sırrı Süreyya Önder: Belki de soru böyle sorulmamalı diye başlayabiliriz. Biz kendimiz solcu olarak tarif edenler olarak, solla sağı birbirinden ayıran yöntemsel şeylerin başında koşulları veri olarak kabul etmemek gelir. Koşullar yoksa yaratırız. Emeğimizi enerjimizi buraya sarf etmeliyiz. Bu o zaman halkta karşılığını oluşturacaktır. Gazete Duvar’da Bahadır Özgür’ün bu besin zinciri diye Akbelen meselesini anlatan bir yazısını okudum. Böyle bir sözü böyle bir derin derinliğine çalışmayı ve bu kadar patolojisini yapabilmeyi ben isterdim. Siyasete düşen tam da Bahadır Bey’in yaptığı; bunu görünür kılmak, öyle slogan aralığına sıkıştırmamak. Çünkü ne çekiyorsa bu tarz mücadeleler yaşasın kahrolsun aralığına hapsolunca çekiyor.
Oysa patolojisini yaptığında, bu nereye tekabül ediyor, niye böyle yapıyorlar, anlattığında, bir sürü insanı kendi spektrumunuza almış oluyorsunuz. Onun için uzun bir mesele bu siyaset, tam da buradan siyaseti kurmalı. Biraz şeye dönüyor iş, gittik vazifemizi yaptık. Eskinin basın açıklamaları vardı dünyanın en yararsız aktivitelerinden birisi, en yüzeysel tabii ki basın açıklaması yaparsınız. Ama bu eylem tarzı bir müddet sonra bir ritüeli eda etmiş olmanın sığlığına düştü.
O anlamda bize düşen, özeleştiri olarak da kabul edebilirsiniz, gerçekten halka bunun niye böyle olduğunu anlatmak ve bunu teşhir etmek. Bunu yapmazsanız, orada işte yuhalanabilirsiniz, doğru bir şey değildir. Protesto edilebilirsiniz hiçbir şey orada bunu teşhir etmek ve ne anlama geldiğini kavratmak kadar etkili olamaz. Parlamenter siyaset iş görür mü meselesinde, işte tam da bu zeminlerde bir uzmanlaşma, derinleşme, yoğunlaşma çabasına girerse büyük iş görür.
Azmi Karaveli: Siz genelde kürsüye çıktığınızda ideolojik olarak taban tabana zıt olduğunuz insanlar bile bir gülümsemeyle size yaklaşıyorlar. Aslında kapkara bir 21 yıllık meclis tarihinin sizin hiç hazzetmediğiniz kavramla tırnaklar içerisinde, meclisin en renkli vekilleri arasında yer aldığınız çok aşikâr. Normalde kürsüde atıştığınız insanlarla meclis koridorlarında da herhalde insani birtakım diyaloglarda bulunuyorsunuzdur. Bunun sınırı nedir? Nasıl beceriyorsunuz bunu?
Sırrı Süreyya Önder: Belki bu 10 yıla varan parlamenterliğimde, kürsüde atıştıktan sonra koridorda ya da herhangi bir sosyal toplumsal mekânda karşılaştığımda merhaba vermeyecek duruma gelebildiğim ya da geldiğim insan sayısı üçü beşi geçmez. Onlar da zaten kürsüde atışmasam da el sıkışmaktan ya da bir merhabadan imtina etmeyi tercih edeceğim yapıda insanlar. Dolayısıyla diyaloğa inanan bir insanım, biraz da iyimser bir insanım. Konuşmanın gücüne belki fazla önem atfeden bir insanım. Çünkü bu şevkim her seferinde yer ile yeksan oluyor ama durum bu. O şey geyiği gibi değil, bunlar kürsüde atışıyorlar arkada tokalaşıyorlar gibi değil. Üslup meselesine çok önem veriyorum. Genellikle bağır çağır tarzı benimseyenler heybesinde fazlaca turp olmayanlar.
Eğer konuşma argümanlarınız güçlüyse ve şablon değilse, gerçeklikten el alıyorsa onun için bağırmaya çağırmaya ihtiyaç yoktur ve buna biraz yönetmenlik deneyimi de diyebilirsiniz belki. Bağırma çağırma en netice almayacak ilişkilenme biçimidir. Onun için bir bağırma çağırma meselesine kötü bir metafor olacak ama bir mermi gibi bakmanız lazım. Nefsi müdafaa konumuna düşmeden, onurunuza tasa bir iş olmadan, çok ona tenezzül etmemek lazım ama hiçbirimizde peygamber değiliz tabii ki sinirleniyoruz, kontrol duygunuzu da yitirebiliyoruz, böyle bir şey hayat.
Azmi Karaveli: Peki milletvekili olmanın en iyi yanı nedir?
- Emekli olunca güzel maaş almak
- 2,5 liraya çorba içmek
- Çok havalı olmak, üstelik dokunulmaz
- Ne kadar gayrı ciddi sorular bunlar, elbette halkımızın vekili olmak.
- Hiçbir esprisi yok valla ya da isterseniz f olarak hiçbiri deyin.
Sırrı Süreyya Öner : Yok hepsinden birazcık konuşalım. Birkaç tane yanlış bilinen şey var bunu düzeltmek boynumun borcu. İki sene vekil oluyorlar emekli oluyorlar diye kimin uydurduğunu bilmediğimiz bir yalan var böyle bir şey yok arkadaşlar. Ben 8 sene vekillik yaptım, vekilliğim bittiğinden yaklaşık 1 yıl sonra da cezaevine girdim. Ancak cezaevine girdiğimde emekliliğime hak kazanabilmiştim. Yani bir işçi bir memur ne kadar prim ve gün sayısına, yaş sınırına tabiyse bir milletvekili için de o geçerli. Bir istisnası var herkes onunla bunu karıştırıyor.
Eğer emekli biri olarak meclise gelmişseniz, iki yıl o emekli ödeneğiniz kesiliyor, 2 yıl sonra emekliliğiniz milletvekili emekliliğine dönüşüyor. Bunu bir kayıtlara düzeltmekle başlayalım.
İkincisi milletvekilinin parasal şeyi gerçekten kendisine ait bir para değildir yani kalmaz. Eğer bir lobicilik yürütmüyorsanız, bir halkın yani demokrat olarak burada halkın dertleriyle ilgileneyim diyorsanız, hangi partiden olursanız olun, genellikle gelene gideniniz yardım talep edeniniz sizin kendinizi sorumlu hissettiğiniz meselelerden size fırsat kalmaz. Ben kendi adıma hesabımı çok net verebilirim. Cebimde 20.000 liraya yakın bir parayla milletvekili olmuştum, yönetmendim. Efendime söyleyeyim Radikal gazetesinde yazıyordum. Ortalamanın üstünde bir gelirim vardı. Milletvekilini bitirdiğimde 80 bin lira tüketici kredisi borcum vardı.
Dolayısıyla para işini bir yana bırakabiliriz. Emeklilik gelirini de kendini bilen bir siyasetçi iseniz onu da böyle değerlendirebiliriz. Onun dışında meclis lokantası, ben İdare Amirliği de yaptım. Orayı sadece kâr amacı gütmeden şöyle hesap ederiz yemeklerinin maliyetini, buraya meclis bütçesinden bir kuruş katkıda bulunmayacağız dolayısıyla aylık veriler vardır elimizde yaklaşık 6.000 kişiye yemek servisi yapılır günde. Bu yaklaşık 12-13.000 porsiyon anlamına gelir. Oradaki vekil sayısı 600 bunların da çoğu her gün orada değildir. Biz bunu meclisten bir kuruş finanse etmeden toplam gideri hesaplayıp ürününe göre yemeğine göre bölüştürürüz. Yani orası kar ve zarar etmeyen bir yer konumundadır. Piyasaya göre evet çok ucuzdur ama bunun bütün yükü ağırlıklı yükü milletvekillerinin omuzundadır. Bu o kadar dillerde dolaşan bir konu ki…
Diğer seçeneklere gelelim. Dokunulmazlığımız yok. Benim şu an ben bu meclisin başkan vekiliyim ve yurt dışı çıkış yasağım var ve yargılanmaya devam ediyorum. 39 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis isteniyor hakkımda. Bu yüzden biz Milletvekilliğine hiç bu pencerelerden bakmadık, bakmayız da. Biz burayı birtakım sorunları daha görünür kılmanın en etkili mecralarından birisi olarak değerlendiriyoruz, beklediğimiz murat ettiğimiz en büyük faydası bu. Onun dışındaki hiçbir şey en azından HDP’'li ya da YSP’li vekiller için geçerli değil. Bütün arkadaşlarım için bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Barış talebini toplumsallaştırmakta yetersiz kaldık
Azmi Karaveli: Meclis bölümü bahsini kapatıp tırnak içerisinde daha ciddi konulara geçelim. Siz, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar isimleri gündeme geldiğinde seçim sonrası yeni bir çözüm süreci mi gelecek acaba beklentisi oluşmuştu, Kılıçdaroğlu da kazansaydı olası bir yeni çözüm sürecinin bu isimlerle olacağını sanki beklemeye başlamıştı insanlar. Siz de zaten seçim öncesinde böyle bir beklentiniz olduğunu ifade etmiştiniz. Ancak şimdiki gelinen noktada, AKP-MHP-BBP koalisyonu olduğu müddetçe yeni bir çözüm sürecinin emareleri sanki şu an için yok gibi görünüyor. Eğer öyle bir süreç olsaydı sizin de içinde bulunduğunuz dönemden ne gibi dersler çıkartarak bu yeni sürece başlamak isterdiniz? Çünkü siz o sürecin en önemli aktörlerinden biriydiniz. Yani başka deyişle eski çözüm sürecinin nasıl bir öz eleştirisini yapardınız?
Sırrı Süreyya Önder: Yani önceki çözüm sürecinde mesele o kadar zehirlenmişti ki bu ön yargılarla boğuşmamız, keskin bir çatışma sürecini bir anda barış sürecine evirebilmemiz için bu barış talebini toplumsallaştırmakta yetersiz kaldık. En büyük özeleştirimiz budur. Gerekçelerimiz yok mu? Var. 20 civarında vekildik o zaman. Türkiye’nin bütün sorun alanlarına koşturmaya çalışan çok etkili bir muhalefet yürütmeye çalışan bir noktadaydık ama hayat gerekçelerle sürebilen bir şey değil.
Dolayısıyla enerjimizin önemli bir bölümünü bu barış talebinin toplumsallaşmasına harcamakla başlamalıyız bugün eğer yürüyeceksek. O dönem olmadı mı? O dönem her şey bir parça mış gibi oldu. Tek ayaklı oldu. Bir kuş tek kanatla nasıl uçamazsa kanat çırpan sadece bizdik. Bir akil insanlar oluşturuldu, ne kadar akil oldukları kamu oyunda çok tartışıldı fakat devlet bunun bir ritüel olmaktan öteye götürecek herhangi bir rol ve sorumluluk üstlenmedi.
Canı yanan bu süreçte evladına, eşini, yakınını kaybeden ya da kendisi yararlanan uzuvlarını kaybeden insanlar, tıpkı Latin Amerika sonrası çözüm süreçlerinde olduğu gibi onların bu sürece etkin bir şekilde dahil edilebilmesinin yolları hiç aranmadı. En önemlisi ve en sağlatıcı şey bunun büyük bir dert olduğu ve sağaltımı yapılmadan sağlıklı bir yol alınamayacağı bir vaka iken ve bunun en etkili yolu da bilinen dünyada keşfedilen hikayelerini anlattırmak ve hikayelerini dinlemek. Dünyada çatışma sonrası çözüm süreçlerinin bilinen en etkili yollarından birisiydi bu…
Onun yerine önyargıların ve itibarsızlaştırmaların gırla gittiği sabotaj çabalarının gırla gittiği bir şey. Son olarak bir eğer heyet varsa ortada bir heyet teşekkül ettirilecek ise bunun yetkilerinin de olması ve bu yetkilerin çerçevelendirilmesi, belirlenmesi gerekiyordu. Bu yapılmadı. Sorumluluk bizim omuzlarımızda ama herhangi bir yetkimiz yok. Onu bırakın dokunulmazlığımız bile yok, üstelik bu konuda yasal düzenleme yapılmasına rağmen…Bunun gibi ders çıkarılacak, daha belki günlerce konuşsak bitmeyecek, gerek bizden gerek hükümet/devlet tarafından kaynaklanan birçok şey sayabiliriz. Asıl olan ve zor olan barış iradesini sarsılmaz bir şekilde ortaya koymak ve arkasında durmak. Gerçekten barış savaştan çok daha zor ve cesaret isteyen bir iştir.
Dünyada sonsuza kadar sürmüş hiçbir savaş yoktur
Azmi Karaveli: Gerçi ben sorumu sorarken biraz fazla ön yargılı gibi sordum. Sanki bu yeni dönemde, bu iktidarla yeni sürecin hiçbir ihtimali yokmuş gibi peşin yargıyla… Görece ekonomide halkın ezilmesine sebebiyet olacak şekilde, klasik deyimle Ortodoks politikalara geri dönüldü, dış politikada biraz daha geleneksel politikaya dönüldü gibi birtakım işaretler var. Günün birinde yeni bir çözüm süreci bekleyebilir miyiz, MHP ile ortaklık olduğu müddetçe?
Sırrı Süreyya Önder: Dünyada sonsuza kadar sürmüş hiçbir savaş yoktur. Belki bu mesele çözümü kolay bir mesele değil, içinde bunca yer almış birisi olarak söylüyorum. Çünkü arka planda yüzlerce yıllık tarihsel, sosyo-kültürel, sosyal ekonomik yüzlerce meseleyi barındırıyor. Ama işin çatışma ve eşitlik boyutunu çözebiliriz, bu bizim elimizde. Yani bir çatışmasızlığı sağlayabiliriz, buna hiçbir mazeretimiz yok.
İnsanların doğuştan sahip olduğu hakların gaspını bir kenara bırakabiliriz, bunun da önünde hiçbir mâni yok. Buna hiçbir şeyi mazeret edemezsiniz. Bu dolayısıyla yönetilebilir bir duruma getirmeyi murat ederek başlarsanız çözüme de giden yolları açmış olursunuz. Bunun bir iktidar meselesi olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Şu an mecliste bu meseleye iktidardan daha şedit bakan onlarca muhalefet milletvekili sayabilirim bir nefeste…
Ama geçmişten farkı ne derseniz tarihte hiçbir zaman Kürtlük bu kadar kategorik olarak karşıya alınmamıştı. Kürt karşıtlığı hükümet eliyle beslendi, halen beslenmeye devam ediyor. Bu barışın önündeki en büyük engel şu an, çatışma ya da silah olmaktan çıktı. İki şey çok ön planda, birincisi bu kadar yükseltilen ve her gün her gün her vesileyle insanlara zerk edilen bu milliyetçilik dalgası… Bir de meselenin bölgesel bir karakter olması, zaten bölgesel bir karakteri vardı ama kendi iç dinamikleri ile Kürt-Türk oturup bunu çözebilecek iken artık meselenin bölgesel bir anlamda da küresel boyuta taşınmış olmasıdır.
Hükümetin aymazlığı, tercihleri, politik tutumu, yeterince cesur olamaması gibi birçok sebep tabii ki bizim yetmezliklerimizi de bu alanda sayılabilir ama adettir ve gerçektir, bu işte önce kamu otoritesi sorumludur. Çünkü irade ondadır, bütün bu meşru alanlarda biz elimizden gelenin azamisini yapmaya gayret gösterdik.
Demirtaş’ın incindiği, yorulduğu, yıprandığını hissettiği birçok alanda da sonuna kadar haklı olduğunu düşünenlerdenim
Azmi Karaveli: Kürt siyasi tarihinin en önemi figürleri arasında Selahattin Demirtaş yer alıyor diyebiliriz ve siyaseti bırakmış olmasının çok da üzerinde sanki durulmadı, kendisi de çok fazla detaya girmek istemedi. Siz de geçtiğimiz günlerde ziyarete gittiniz. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu siyaseti bırakma kararını ve kendisiyle bir değerlendirme yaptınız mı?
Sırrı Süreyya Önder: İnanın bu söyleyeceğime güvenin. Ben o karardan önce mi gittim sonra mı gittim onu hatırlamıyorum şu anda. Fakat Selahattin Bey bu geleneğin çıkardığı en yetkin arkadaşlarımızdan, kardeşlerimizden, yoldaşlarımızdan birisidir. Dolayısıyla incindiği, yorulduğu, yıprandığını hissettiği birçok alanda da sonuna kadar haklı olduğunu düşünenlerdenim, onun bütün duygularını görebilen bir yerdeyim. Tarihsel olarak yaşayacağız ve göreceğiz bu ülkenin geleceğinde ister günlük siyaset aktör olarak ister günlük siyasetin dışında bir yerde bu şart değil, Selahattin Bey bu ülkenin geleceğinde yer alabilecek önemli aktörlerden birisidir ve kendisini bundan alıkoymayacağını yakinen biliyorum. Bunun farkında olan bir tek ben değilim.
Böyle dönemler, biraz karşılamaya hazırlıklı değilseniz, Selahattin Bey'i kastederek söylemiyorum, genel bir şey olarak, insanların genellikle duygularla ve birbiriyle uğraştığı dönemler olarak hep kayda geçer. Oysa bunu bir an önce geride bırakıp kimin üzerine ne düşüyor, kim neresinden tutar bu meseleyi bu zemine geri getirdiğimizde Selahattin Bey'in kendi üzerine düşeni ilk yapacak insanlardan biri olacağından da eminim, bu kesinlikle söyleyeyim.
Azmi Karaveli: Peki biraz da seçimlerden bahsedelim. Şimdi genelde sol kesimde gözlemlediğim belki de subjektif bir gözlem olduğu için doğru olmayabilir, katılmayabilirsiniz ama eleştiri dendiğinde bütün oklar CHP'ye yöneliyor HDP’de uğramış olduğu baskılar nedeniyle, milletvekillerinin içeride olması ya da kayyım baskıları nedeniyle sanki bu eleştirilerden biraz azade gibi görünüyor. O zaman iş biraz sanki size düşüyor. Örneğin Cengiz Çandar ve Hasan Cemal isimleri çok eleştiri almıştı seçimlerden önce. Sizce bunlar doğru isimler miydi? Seçim sonuçları açısından bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Sırrı Süreyya Önder: Tabii ki şimdi biliyorsunuz bir Kurultay süreci başlattık ve bütün seçmenlerimizle buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Hem il ilçe yöneticilerimiz hem dost kurumlarımız hem sıradan seçmenlerimiz herkese açık ve mümkün olan en geniş katılımı sağlamaya çalışan bir yerden bu toplantıları gerçekleştiriyoruz, bunları raporluyoruz, bunlar değerlendiriliyor kurullarımızda. Bunlardan sonuç çıkararak kurultayı bu anlayışla karşılamaya çalışıyoruz.
Daha bir tek yerde şunu niye vekil yaptınız ya da aday yaptınız ya da şu arkadaşı niye yapmadınız sorusuna muhatap olmadık. Çünkü bizim seçmenimiz politik analiz yapabilme gücü çok güçlü ve bir tarihselliğin üzerinde oturuyor. Bize yöneltilen eleştiriler; ittifak sürecini doğru yönetemediniz, altılı masayla ilişkilenme ya da tutumunuzu deklare etme biçiminiz bundan farklı olabilirdi falan diye başlayan bir dizi çalışma yöntemlerimiz, metotlarımız, seçim kampanyasının şekline varana değin birçok şey üzerineydi.
Bir tek yerde ben şeyi duymadım; şunu niye yaptınız ya da bunu niye yapmadınız diye. Bu bir bilince işaret ediyor. Zaten oy kaybının ya da oy artmasının gerekçeleri arasında sanılandan çok daha az yer tutar isimler. Siz daha çok kendi alanında çalışan insanlarınızın gayreti, seçimi, yoğunlaşması, yöntemleri ve bunların isabetli olup olmadığıyla, genel anlamda kampanyanızı oturttuğunuz zemin efendim çerçeve, sloganlarınız, talepleriniz, itirazlarınız, manifestonuz ile değerlendirilirsiniz.
Cemal ve Çandar üzerinden isimleri tartışmak ne yaa, parti düşünmüşse bir rol biçmiştir…
Azmi Karaveli: Ben bu iki ismi özellikle sembol isimler olması ve çok gündeme gelmesi nedeniyle sordum. İsimlere özellikle HDP açısından çok önem atfedilmediğini biliyorum…
Sırrı Süreyya Önder: Genellikle üstüne vazife olmayan kesimler hep buradan didiklemişlerdir. Bu bütün partiler için de böyledir. İsim tartışmak ne yaa… Bir siyasi parti bunu düşünmüşse bir beklentisi vardır, rol biçmiştir.
Kaldı ki Kürt siyasal hareketinin ilk defa yaptığı bir şey değil, hep Türkiye kamuoyundan farklı siyasal eğilimlerden ama demokrasi ortak paydasında bir dirayet gösterebilecek olanlara daima bir alan açmış ve bunların pek azından hüsrana uğramıştır, kendisini üzgün hissetmiştir yani niye buna bu alanı açtık diye. Bir parti düşünün; Müslümanı, Süryanisi, Ermenisi, sosyalisti, feministi, İslamcısı bir arada, bir demokrasi ve özgürlükler paydası altında yol yürümeye çalışıyor, onun için buna böyle bakmak lazım.
Keşke Hasan abi de seçilebilseydi, bunlar önemli tarihsel birikime tekabül eden insanlar. Görüşlerimiz farklı olabilir, oturursak Cengiz Çandar’la saatlerce tartışabiliriz ama özellikle Kürt meselesi bahsinde bu ülkede yoğunlaşmış, emek vermiş, bunun için yaptırımlara uğramış insanların arasında, buna böyle bakmak lazım.
Bizim sol vicdanı bir araya getirebilecek bir hamle yapmamız şart
Azmi Karaveli: Peki siz az önce dediniz, özellikle Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yapısına yönelik birtakım eleştiriler var demiştiniz tabandan gelen. Siz de özellikle Demokratik Cumhuriyet Konferansı sırasında üstü kapalı biçimde TİP’i eleştirmiştiniz. Daha sonra Ahmet Şık’a da ağır eleştiriler getirdiniz, o malum görüntüler nedeniyle. Seçimler de geçti artık, o süreçte bunları fazla konuşmayalım demiştiniz. Emek ve Özgürlük İttifakı bundan sonra nereye evrilir?
Sırrı Süreyya Önder: Şimdi başta Ahmet, tabii ki arkadaşımız ve halen de arkadaşım. Milletin ıskaladığı şey şu, biz en çok arkadaşlarımızla tartışırız. Hadi Ahmet’i bir kenara bırakalım. Bizim parti içindeki tartışmalarımızı mümkün olsa da görseler, herhalde sabaha parti diye bir şey kalmaz diye düşünürler. Fakat bunu güç veren bir yerden yapmaya çalışmak lazım.
Bu ayar, bizden ya da ismini saydığımız arkadaşlarımızdan birinden kaçarsa, o verimsiz ve çürütücü bir tartışma olur, benim işaret ettiğim nokta oydu. Yoksa vaktinde Ahmet Şık istifa ettiğinde, sıkıntılı bir süreçti ve insanlar çok öfkeliydi, onun önünde durmaya çalıştım çok net bir şekilde. HDP partimiz, Ahmet de yoldaşımız dedim ve o tartışmalar önemli ölçüde kesilmişti.
Dolayısıyla buradan alınacak bir yol yok ama şuradan alınacak bir yol var. Bu ülkede demokratik muhalefet nicel olarak herhangi bir hesap yapılmadan yani bunu şu kadar oyu var ya da bunun yüzdeye gelmeyen bir şeyi var duygusundan uzak bizim sol vicdanı bir araya getirebilecek bir hamle yapmamız şart. Bunu yapamazsak bu enerji yeraltına doğru akar ve magma tabakalarında buhar olur gider. Bu anlamda birbirinize mutlak saygılı ve tahammüllü olmak zorundayız, öncelikli görevimiz bu. Bu demokrasi paydasına inanan herkese de kapsayacak şekilde genişlemeli, bu olursa buradan çok yaratıcı yol ve yordamlar çıkacaktır.
Çünkü demokrasi sınavında yüzünü öne eğdirmeyen tek kesim sol sosyalist kesimlerdir. Bunların bu alanda herhangi bir sabıkaları söz konusu değildir ama bunun dışında her kesimin yalpa vurduğunu söylemek mümkün. Bu anlamda biz birbirimiz için bir sarılırız eğer varsa incinmişliğimiz, sorun gider ama tartışmaya bütün hızıyla devam ederiz.
Kemal Bey cesur ve kararlı bir yaklaşım sergiledi, en azından teşebbüs etti
Azmi Karaveli: Peki HDP/YSP 2019- 2023 seçimlerinde aday göstermeyerek aslında dolaylı destek verdi katılan adaylara, buna rağmen de özellikle ulusalcı kesimde partinin kriminalize edildiğini söyleyebiliriz. Şimdi bundan yola çıkarak YSP kendi adayları ile mi katılacak yerel seçimlere? Belki biraz erken bir soru ama...
Buna ek olarak da siz daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığına aday olmuştunuz, yine böyle bir görev verilse nasıl bir tavır alırsınız?
Sırrı Süreyya Önder: Birincisi ben o zaman cezaevindeydim ve doğru bulmadığımı kampanyayı baltalamadan ifade etmiştim. Sanırım ya Gazete Duvar’a ya Yeni Yaşam’a verdiğim bir röportajda. Sonra bunu biraz daha açıkladım Selahattin Bey'in ‘bağrınıza taş basın gidin verin’ sözüne atfen niye kimse merak etmiyor, bu destek verdiklerimiz niye bağrınızı taş basıyorsunuz, biz size ne yaptık ki bu soruyu sorsalar, her şey yoluna girmeye başlayacak, bu soruyu merak eden kimse yok, çok ağır bir laf bağrına taş basmak. Dolayısıyla yerel seçimlerdeki tutumun, biz ittifak yapmayalım şeklinde değildi, yani mesafeliydim derken, biz ittifakı reddedelim şeklinde değildi. Biz taleplerimizi ortaya koyalım ve bunu bir deklarasyon gibi yapalım, kim bunu kamuoyu önünde kabul ederse oyumuzu büyük şehirlerde, iddiamız olmayan yerlerde ona verelim, yerel seçim için izlenecek yol bu olmalı demiştim. Benim düşüncem öyleydi halen de öyle.
İşte su asgari yaşam hakkı için su tüketimini yoksullara kim ücretsiz verecekse diyebilirdik, kadın istihdamına eşitlik temelinde kim yaklaşacaksa diyebilirdik, yani bir dizi bizim öncelikli savunduğumuz şeyleri yerele özgüleyen birtakım şeyler talep edebilirdik. Kategorik bir karşıtlık temelinden, bağrımıza taş basarak bir yol izlemeyebilirdik, o zamanki düşüncem oydu.
Bugüne gelirsek Kemal Bey'in bir yaklaşımını çok kıymetli buldum, halen de kıymetli buluyorum sürece olan yaklaşımını. Tartışmaları biliyorum, bu gizli protokol vesaire falan bütün bunları bilerek söylüyorum. Kemal Bey, ilk defa CHP kadroları içerisinde bugüne kadar statükonun, hani gece aklına gelse şeytan vesvese soktu diyebileceği, birçok alana bugüne kadar hiçbir CHP kadrosunda görmediğimiz cesur ve kararlı bir yaklaşım sergiledi, en azından teşebbüs etti.
Yerel seçimlerde sol bir anlayışla, halkçı bir anlayışla ve adaylarla yaklaşırlarsa yeniden değerlendirilir
Bir yenilgi üzerinden sadece skor üzerinden bir siyaseti mahkûm etmeyi doğru bulmuyorum. Dolayısıyla Eğer CHP yüzünü sola dönecekse bir sağ muhalefetle savcılık yapmaya çalışarak yol alınamayacağını yeterince deneyimlediğimizi düşünüyorum. Ama sağ tabandaki yoksulları sol politikalarla cezbedebiliriz, ikna edebiliriz, bizi görmelerini sağlayabiliriz. Olabilecek piyasada sağcı kalmadı. Kemal Bey'in çabalarını mahkûm eden bir yerden konuşmuyorum, olumluyorum tersine ama artık bu deneyimi yaşadık. Bence kendi içindeki sağcılardan da bu süreci arındırarak, sol bir anlayışla, halkçı bir anlayışla ve adaylarla ve süreçlerle yaklaşırlarsa tabii ki her şey yeniden değerlendirir.
Âmâ ben bunu bir kişisel görüş olarak söylüyorum yani partimizin resmi görüşünü söylemeye mezun değilim daha bu süreç bitmedi de… Tartışıyoruz, tartışacağız.
İkinci kez aynı havuzda çimmeye gerek yok
Azmi Karaveli: Diyelim ki altılı masa artı Özdağ gibi bir ittifak söz konusu olursa, yerel seçimlere kendi adaylarınız ile girebileceğinizi anlıyorum sanki söyleminizden…
Sırrı Süreyya Önder: Anlatmaya çalıştığım şu: Davutoğlu'nu ya da Temel Bey’i ya da Ümit Özdağ’ı bunları bir araya toplayarak oy toplayamazsınız. Taleplerinizle programınızla oy toplarsınız. Bunlar süreç bittikten sonra ortaya çıktı ki birçoğu riyakâr yaklaşıyor. Dolayısıyla bunu yaşadık, gördük… Artık ikinci kez aynı havuzda çimmeye gerek yok. Yeni bir enerji ile, yeni bir gayretle hareket etmek gerek. Eğer bu örülebilirse bence büyük sonuç alınır ama bu yapılabilir mi? Yaşayacağız, göreceğiz.
Azmi Karaveli: Şayet CHP tarafından böyle bir irade ortaya konulmazsa da YSP belki farklı bir inisiyatif alabilir mi? Güneydoğu'da belediyelerin deneyimleri var… Türkiye'nin aslında çeşitli küçük ilçelerinde ve şu anda Dersim deneyimi var. Terzi Fikri’den gelen Fatsa, Ovacık, Hopa belki CHP'nin Dikili Belediyesi'ni de buna sayabiliriz, bir gelenek var. 2024'te az önce siz ifade ettiniz, herkesi kapsayacak alternatif bir hareket, bir ittifak oluşturmak da bir model olabilir mi?
Yerel seçimlerde herkesi kapsayacak bir hareket, ittifak olmalı
Sırrı Süreyya Önder: Olmalı. Yani muhtemelen partimiz ve ittifakımız belli tartışma süreçlerini bir an önce bitirip bir yerel yönetim çalıştayı düzenleyecekler ve bunu alışıldık kadroları aşan bir genişlikle yapacaklar diye düşünüyorum. Buna bir arama çalışmaları da diyebiliriz, konferansları da diyebiliriz. Buradan ortaya çok verimli sonuçlar çıkacağını düşünüyorum. İnsanların değil programların ve yaklaşımların tartışıldığı ve belli manifestoların oluşturduğu bir şey olmalı ya da olacak gibi duruyor o zaman falanca müteahhit, filanca lobinin adamı falan filanca grubun temsilcisi aralığından çıkaracağız bir program ortaya çıkacak, bakalım süreç ne gösterecek.
Özel yaşamım yok
Azmi Karaveli: Peki son olarak da aslında biraz da yaşama dair birkaç şey söyleyerek sohbetimizi isterseniz kapatalım. Siyaset bir yandan yorucu bir uğraş kendinize, kitaplarınıza, ailenize, dostlarınıza, kısaca yaşama zaman ayırabiliyor musunuz?
Sırrı Süreyya Önder: Çok zor, yani siyaset gerçekten mesai ile yapılabilen bir iş değil. Telefonunuzu kapatamıyorsunuz örneğin, çaldığında açmamazlık edemiyorsunuz. Bizim partimizde eğer siyaset yapıyorsanız özel yaşamınızdan bir hayli iskonto yapmanız gerekiyor. Eskisi gibi yani artık yaşla beraber eskiden her şeye bir vakit ayırdığım için...
Çünkü yapamıyorum yani eski üç sene önceki enerjim yok, beş sene önceki hiç yok ve bu hayıflanacak bir şey değil, yani bunun keyfini bile çıkardığım söylenebilir. Onun için siyasetçi eğer bu yolu halk lehine, halkın sözcüsü olarak yürütmek gibi bir niyet ve gayretle yola çıkıyorsa özel yaşamının pek kalmayacağını bilmesi gerekir, ben de o vaziyetteyim, özel yaşamımız ya da ona fazla bir zaman ayırabilme gücümüz ve zeminimiz yok şimdilik.
Sosyal medyayı çok yüzeysel buluyorum
Azmi Karaveli: Sosyal medyayı çok aktif kullanmadığınız düşünüyorum, var mı bunun bir nedeni?
Sırrı Süreyya Önder: Var. Çok yüzeysel buluyorum yani orayı bir ilan tahtası gibi görüyorum. Onun dışında bu bot hesaplar ya da belli bir nickin (takma isim) arkasından, yani kendi kimliği ile söz söyleyemeyen insanlar türlü çeşitli networkler oluşturuyorlar. Bu networkler anında linç ve manipülasyon amaçlı seferber oluyorlar. Buna girerseniz çok yıpranırsınız.
Bunları görmezden geliyorum. Daha birçoğunu sonuna kadar okumamışım, belli çünkü adını söyleyecek yüreği yok ya da kendini güvenli bir alana çekmiş. İşte diyelim ki yurt dışında kendini güvenli bir alana çekmiş 40 parmağında kırk kara, oraya buraya dalaşıp duruyor. Buna ayıracak zamana yazık.
Onun dışında ama değer yaratan insanlar var toplumda, yani bir nörolog kendini adamış diyelim işte Alzheimer çalışmasına, ben de tesadüfen denk gelmişim onu takibe alıyorum. Bu bana onun çalışmalarını onu izleyebilmek adına iyi geliyor, işte bir başka bir tıp insanı diyabetle uğraşıyor bu iyi geliyor, bir sosyolog, bir ilahiyatçı hiç bugüne kadar bakmadığımız yerden Anadolu inanç geçmişini irdelemeye çalışıyor… Takip listem böyle insanlardan oluşuyor. Yani orayı bir polemik, ona buna laf yetiştirme mecrası olmaktan çok, biraz böyle kullanıyorum, mizahçıları takip ediyorum, kıskandığım şeyler var. O tweet limiti içerisinde bir meseleye çok çarpıcı yaklaşabilen insanlar var, dolayısıyla bir şey söylemekten çok bir şeyler okumak için kullanıyorum orayı.
Her şeyin incesi insanın kabası dayanıksızdır
Azmi Karaveli: Son sorum şu, seçimler sonrası ülkenin yarısında ciddi bir hayal kırıklığı oldu. Geçenlerde bir nörolog arkadaşım seçim sonrası çok ciddi anlamda insanların psikolog, psikiyatrist ve nörologlara gittiğini söyledi. İmkânı olanlar kapağı yurt dışına atmaya çalışıyorlar. Gençler Google’da Kanada'da yaşamak kelimelerini bir şekilde aratıyor. Siz üç kez cezaevine girmiş bir insansınız ve üstüne üstlükte mücadele ediyorsunuz bir şekilde.
Umutsuz yaşanmaz klişesinin dışında bize ayağı yere basan bir umut mesajı verebilir misiniz? Yani bu belki de çok kolay bir şey değil çünkü en kolayı bu, “umutsuz yaşanmaz”. Tamam ama hayatın pratik gerçekleri bize bunu söylemiyor. Bu morali bozulmuş insanlara “nasıl devam edeceğiz biz bu ülkede” ile ilgili neler söylemek isteseniz, enseyi karartalım mı?
Sırrı Süreyya Önder: Hayır. Kürtçede bir deyim var onunla söyleyeyim Kürtçesini telaffuz edemeyeceğim beni bağışlasınlar ama Kürtçe bir hazine bu anlamda, Kürt halkının deyişleri deyimleri. Her şeyin incesi, insanın kabası dayanaksızdır. Bu kaba olan her şey genellikle de sizin bu saydığınız insan profili genellikle. İnce incelikle hayata belli bir zarafet penceresinden bakan ve çok çabuk incinebilen çok çabuk umutsuzluğa kapılabilen insanlar.
Onlara özellikle bu şekilde seslenmek isterim ki kabalık ve hoyratlık zannedildiği kadar baki değildir ve 20 yıl toplumsal süreçler söz konusu olduğunda öyle uzun bir süre değildir. Hiç gitmeyecek hiç bitmeyecekmiş gibi zorlukları aşmanın sihirli bir yolu yok ama deneyimlenmiş bir yöntemi var; yan yana durmak, dayanışmayı yükseltmek, düşerseniz elinizden tutacak biri olduğunu ya da yanınızdaki düşerse elini tutabileceğinizi bilmek, hissettirmek, bunlar bu havayı bir anda dağıtırlar.
Dünyanın en büyük örgütlenmeleri önce bir kişinin akıl etmesiyle başlar hiç iki kişi birden başlayan hareket yok yeryüzünde. Örgütlü kötülüğe karşı örgütlü hoyratlığa karşı da tek tek karşı durulamaz. Ancak bir arada örgütlü olarak durursanız ama hayatın her alanında yani bu illa da bir siyasi parti olmak zorunda değil, kendi uzmanlığınız kendi yatkınlığınız hayatın neresine tekabül ediyorsa oradan birileriyle birlikte bir eyleyişin içine girmek inanın psikiyatri seanslarından çok daha kısa sürede sonuç almanızı sağlayacak yol ve yöntemlerdir.
Enseyi karartmayalım, onun yerine bir şeyler yapalım
Gerçekten karamsarlığı anlamıyorum, bugün baktığınız zaman işte diyelim ki %48'e 52 deniyor bunun çalma çırpma işlerini bir an için yok varsayalım, bu %52’nin içinden sadece %3’lük bir insanı ikna ettiğiniz zaman %3’e tekabül edecek bir insanı etkilediğiniz zaman tablo tam tersine değişiyor. Sizin böyle bir iddianız yoksa zaten karamsar olmaktan başka bir şey de sizi paklamaz zaten. Onun için genellikle insanlarımızın büyük çoğunluğu kendisi adına birçok etkinliği başkasının yapmasından yana, böyle bir dünya yok.
Türkler de Kürtler de biraz başçı milletler, hani birisi alsın bizim yerimize yürütsün, o gitsin şuna göğüs gersin bu cümleyi o kursun öyle bir dünya yok. Ne kadar katılımcılığı geliştirebilirsek, ne kadar kendimizi ve çevremizi dahil edebilirsek güzel günler o kadar çabuk gelir ve kalıcı olur. Öbür türlü, işte bir bakıyorsunuz muktedirin canı istemediğinde ya da çıkarları ters yüz olduğunda bir anda gasp edebiliyor. Örgütlenme yan yana durma ve dayanışma bunu söyleyebilirim.
Azmi Karaveli: Peki çok çok teşekkürler keyifli bir sohbetti. Umarım dinleyenler da aynı keyifi alacaklardır.
Sırrı Süreyya Önder: Ben de herkesi selamlıyorum, enseyi karartmayalım, onun yerine bir şeyler yapalım.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.