SADAT bir paravan mı?

SADAT bir paravan mı?
Türkiye’nin son 30 yıllık tarihi, SADAT’ın şimdi eğitimini verdiğini duyurduğu, gayrı nizami harp, terör ve suikast olaylarıyla yazıldı. Bu da “SADAT 90’lardaki beyaz torosların, JİTEM’in benzeri mi” sorusunu gündeme getirdi.z Emekli Albay Alican Türk, bu yapının 15 Temmuz’dan sonra Eskişehir yakınlarındaki bir köyde eğitim kampı kurduğunu, köylülerin tepkisi üzerine kampın o bölgeden kaldırıldığını ileri sürdü.

Bir gazeteci için uzun süredir kamuoyunda tartışılmakta olan bir konuyu konuşmak hem kolaydır hem de zordur. Kolaydır, çünkü elinizde birçok veri vardır. Zordur, çünkü okurunuz, dinleyeniniz sizden yeni şeyler duymak, okumak isteyecektir.

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY'E TIKLAYINIZ

Önce gelin, var olan bilgileri çok uzatmadan şöyle bir tekrar edelim. Hem hafızalarımızı tazelemiş hem de “SADAT’ın ötesini” anlatırken kullanacağımız kavramları da yerli yerine oturtmuş oluruz.

Birincisi Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi yani SADAT ne?

Bu sorunun üç cevabı var. Önce kendi resmi tanımlarıyla verdikleri cevabı aktaralım: Uluslar arası alanda savunma danışmanlığı yapan, güvenlik güçlerinin organizasyonu, eğitimi, onların ihtiyaç duyacağı silahların tedariki ve üretimini sağlayan bir güvenlik danışma şirketi. Ticaret Sicil Gazetesi’nde kendilerini özetle böyle tanımlıyorlar. Faaliyet alanımız bunlar diyorlar.

SADAT ne? Sorusunun ikinci cevabı kendi gayrı resmi tanımlarında. Bir kurum veya kuruluş için internet sitesindeki biraz da kendini “pazarlamak” için yapılan tanımsa gayrı resmi tanımıdır. Buna göre SADAT, “Biz askeri iç güvenlik alanlarında nizami harp teknikleri veririz” diyor. Bir de başka bir şey söylüyorlar; “Gayrı nizami harp eğitimi ve keskin nişancılık eğitimi veririz” diyorlar ve özetle ekliyorlar:

“Bizden gayrı nizami harp eğitimi alan kursiyerler sabotaj, baskın, pusu, tahrip, suikast, kurtarma ve kaçırma, tedhiş (yani terör) imkan ve kabiliyetine ulaşabilirler” diyorlar. Broşürlerinde, internet sitelerinde, tanıtım kitapçıklarında böyle tanımlıyorlar kendilerini.

Biraz sonra “SADAT’ın Ötesi”ni değerlendirirken bunları uzunca ele alacağız ama durun önce şu “tanımlama” faslını bitirelim.

“SADAT ne?” sorusunun üçüncü cevabı SADAT’a ait değil. Onun nasıl algılandığına, onu dışarıdan bakanların ne gördüklerine göre yapılmış bir tanım. Bu tanıma bakılırsa SADAT, “terörist yetiştiren paramiliter kuruluş” hatta kimine göre de AKP’nin “paralel ordusu”.

Bu tanım; muhalefetin, daha çok da ana muhalefetin gördüklerine dayanıyor. Bu tanımı, şirketin Beylikdüzü’ndeki kapısına dayanan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan aktaralım:

“Şunu herkesin bilmesini isterim. Bu Türkiye asla paramiliter kuruluşlara, kurumlara, kişilere teslim edilmeyecektir. Seçim güvenliği önemlidir. Şu anda önünde bulunduğumuz SADAT, bir paramiliter kuruluştur ve düne kadar bunlar Erdoğan’ın danışmanlığını yapıyordu. Bu kuruluşun hedefleri arasında, gayrı nizami harp eğitimi de var. Dikkatini çekmek isterim kamuoyunun, gayrı nizami harp eğitimi var. Sabota, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhiş. Tedhişin bugünkü diliyle, Arapça ‘terör’ tedhiş olarak tanımlanıyor. Türkçesi de terör. Burası aynı zamanda terörist yetiştiren bir kuruluş. Dolayısıyla eğer bugün Türkiye’de milyonlarca insan varsa ve bunlar Suriye’den gelmişlerse bunların buraya gelişlerinde en büyük rolü oynayan da SADAT’tır.”

NASIL KURULDU, “İLK İŞLERİ” NEYDİ?

Böylelikle tanımlama faslına bitirdikten sonra bu kuruluş nasıl kuruldu ona bakalım. Artık köy kahvesinde domino onayan vatandaş da biliyor ki SADAT’ın kuruluşunun temelinde, daha o zaman ticari yönleri olmayan iki yapı bulunuyor: Adaleti Savunanlar Derneği, yani ASDER ve Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, yani ASSAM.

28 Şubat döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden 700’e yakın askeri personel irticai faaliyetleri nedeniyle atılınca bunlardan bir kısmı ASDER çatısı altında örgütlendi. ASDER, 7 Nisan 2000’de kuruldu. Şimdi kendilerini FETÖ ile mücadelenin de bir parçası olarak gösteren bu yapının kuruluşu biraz ilginçti. Kurucu Genel Başkanı Emekli Tabip Albay Ahmet Alper’di. İlginçlik, bu isim üzerindeki iddialardaydı.

28 Şubat soruşturmalarının ilk dalgasında gözaltına alınıp, birazdan detaylarını işleyeceğimiz bu davada yargılanan Emekli Albay Alican Türk’ün iddiasına göre Ahmet Alper, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden o dönemde Fetullah Gülen Cemaati olarak bilinen yapı ile bağlantıları nedeniyle ayrılmak zorunda kalan bir isimdi. 28 Şubat süreci ve davası üzerine birçok kitap da yazan Emekli Albay Alican Türk ASDER’in kuruluşunu şöyle anlatıyor:

“Bunlar kendilerini Adaleti Savunanlar Derneği üyeleri olarak tanımlayan kişiler. Bu dernek de Haziran 2000’de kurulan bir dernek. Kurucu 7 üyenin tamamı, Yüksek Askeri Şura ile Silahlı Kuvvetler’den ihraç edilen kişiler. Ve kurucu genel başkanı bir profesör tabip albay. Bu kişi de 1997’de yani 28 Şubat sürecinde, o dönem FETÖ diye geçmiyor, Fetullah Gülen Nur Cemaati üyeliği nedeniyle silahlı kuvvetlerden ihraç edilen kişiler.

Aslına bakıldığında bunların arasında Fetullah Gülen Nur Cemaati üyeleri ile birlikte tamamının tarikat – cemaat bağlantıları var. İşte kimisi Nakşibendi, kimisi Menzilci, Fetullahçı şu bu falan. Peki biz bunları nereden biliyoruz; davanın savcısı Yüksek Askeri Şura’dan o süreçte atılanların Yüksek Askeri Şura kararlarını, sevk dosyalarını istemiş. Ve orada da çok ilginçtir, iyi ki böyle bir şey yapmış, görüyoruz ki herkes için tek tek bilgiler derlenmiş ve bu bilgilerde de işte Fetullah Gülen Nur Cemaati örgütünün toplantılarına katılmak ya da hangi tarikatın toplantılarına katılmak, işte bilmem Zaman Gazetesi’ni takip etmek gibi birtakım ifadeler yer aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bunlar aslında, ‘biz inancımız sebebiyle atıldık’ diyorlar ama inançları nedeniyle değil, silahlı kuvvetlerin mevcut yasa, yönetmelik, yönergelerde tamamen yasaklanmış olan tarikat – cemaat bağlantıları nedeniyle atıldıklarını görüyoruz.”

SAVCISI FETÖ HÜKÜMLÜSÜ DAVA: 28 ŞUBAT VE SADAT’IN NÜVELERİ

ASDER, 2000’de kurulmasına rağmen 10 yıllık süreci daha çok örgütlenme dönemi olarak geçirdiğini değerlendirmek mümkün. Belki de daha o dönemlerde Avrupa Birliği rüzgarıyla yürüyen AKP’nin iktidarında İslam Birliği’nden söz etmenin hiç sırası değildi. Hem belki de ASDER’i kuranları tasfiye eden askerlerin, daha sonra açılacak olan Ergenekon davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nden uzaklaştırılması gerekiyordu. Yol temizliği yapılmalıydı.

Ta ki 2011 yılına gelindiğinde artık dernekten öteye geçilmesi gerekiyordu ve üretilen stratejileri daha resmi yollarla paylaşmak gerekiyordu. ASSAM kuruldu. Artık bir dernekten ziyade “bir strateji merkezi”ydi.

ASDER, ASSAM, SADAT… Bunların ilk belirgin işlerinden biri şüphesiz ki 28 Şubat davasının açılmasıydı. Ne de olsa Ergenekon davalarını, yol temizliğini yapmakta olan yargıdaki tanıdık isimler yürütüyordu. Hem 28 Şubat soruşturmasının hedef aldığı isimlerle ASDER üyelerinin doğrudan husumeti vardı. Bu davanın soruşturmasında savcıya destek olunursa kimse “siz ne yapıyorsunuz?” diye soramazdı. Soran olursa da “hakkımızı arıyoruz” denilmesi kolaydı. Ama ne vardı ki 28 Şubat davasını açan savcı Mustafa Bilgili daha sonra FETÖ üyeliğinden 17 yıl hapse mahkum olacaktı. Yani İstanbul’da Zekeriya Öz’ler, Ankara’da Mustafa Bilgili’ler vardı.

O dava sürecinde ASDER üyeleri neler yaptılar bunu yine davanın sanığı Emekli Albay Alican Türk’ten aktaralım:

“Şunu söyleyeyim, ben 28 Şubat davasının sanıklarından biri olarak ta davanın başından bugüne kadar, yani 2012’den günümüze bunu takip ediyorum. Dava sürecinde şunu gördük: Bu davaya özellikle askeri kesimden ‘ben şikayetçiyim’ diye gelen kişilerin şu iddiaları vardı: Biz 28 Şubat postmodern darbesi döneminde inancımız nedeniyle suçlu ilan edilip görevimizden ihraç edildik, Yüksek Askeri Şura kararıyla ya da diğer sebeplerle. Bu çerçevede hazırlanan bir takım şablon dilekçeler var. O dilekçelerde deniyor ki: ‘Cumhuriyet savcılığı 28 Şubat darbesi ile ilgili bir soruşturma yürütüyor, biz de müdahil olmak istiyoruz”.

Bunlar aslında standart dilekçeler. Aşağı yukarı 128 tanesi bu şablon dilekçe ile geliyor. ‘Efendim, biz Batı Çalışma Grubuna katılmadığımız, başka bir vazife kabul etmediğimiz bu örgütün faaliyetlerine engel olacağımız değerlendirilerek Silahlı Kuvvetlerden ihraç edildik, Batı Çalışma Grubu, orduya darbe yaparak yönetimi ele geçiren bir gruptur. Sonra da Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Askeri Şura, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yargı, hükümet, mahalli idareler, eğitim kurumları, üniversiteler bunlar hepsi topyekun Batı Çalışma Grubu’nun kontrolüne alınmıştır, dolayısıyla biz şikayetçiyiz’ diye başvuruyorlar.

Dava sürecine de baktığımızda İstanbul ve çevre illerden bu kişilerin otobüslerle mahkemede insan taşıdıkları, mahkeme önünde basın açıklamaları yaptıkları, mahkemede kalabalık gözükerek heyeti baskı altına alma çabalarını gördük.”

O TANIMDAKİLERİN HATIRLATTIKLARI: BEYAZ TOROSLAR… ŞEMDİNLİ… JİTEM…

2012’ye gelindiğinde artık yol temizliği büyük ölçüde yapılmıştı, üretilen ve üretilecek stratejilerin sahada uygulanmasının zamanı gelmişti. “SATAD’ı şu isim kurdu bu isim kurdu, hisse yapısı şuydu buydu” bunları tekrarlamanın anlamı yok. Hatta Ticaret Sicil Gazetesi’ndeki “faaliyet alanları”yla da sizlerin vaktini almaya gerek yok ne de olsa bunları şimdiye kadar hepimiz okuduk, yazdık. Örneğin şirketin kuruluşu 28 Şubat 2012’de gerçekleşiyor. Bu kuruluş tarihine işaret etmek, elbette SADAT’ın rengini anlatmak için bir veri ama zaten başından beri saklamadılar ki, “Biz 28 Şubat’a karşıyız” dediler. Elbette kuruluş tarihi olarak böyle bir tarih seçeceklerdi.

Şirketin resmi kuruluşunun gerçekleştiği Ticaret Sicil Gazetesi’ndeki resmi “amaçlar”da da boğulmaya gerek yok. Asıl üzerinde durulması gereken, şirketin kendisini anlattığı broşür ve kitapçıklardı. Ne diyordu bu broşür ve kitapçıklarda, “Biz kurs veriyoruz” deniyordu. Ne kursu? “Gayrı nizami harp eğitimi, keskin nişancılık, sabotaj, baskın, pusu, tahrip, suikast, kurtarma ve kaçırma, tedhiş (terör) kursu”.

SADAT diyor ki, “Biz bu eğitimi resmi ordulara veriyoruz.”

İşte sorun tam da burada başlıyor. Şimdi size bu tanımda yer alan kavramların Türkiye’deki karşılıklarından sadece birkaç örnek vereceğiz. Askere de verilse o eğitimlerle neler yapılıyor onlara ilişkin birkaç örnek sıralayacağız. Önce şunun altını çizelim, bu sıralayacağımız örnekler için “SATAD yaptı” demiyoruz, zaten böyle bir iddia kronolojik olarak da örtüşmez. Peki biz ne diyoruz? Bizim söylediğimiz şu: SADAT’ın öğretmeyi garantilediği kavramlar Türkiye’de öyle “yazılı satırlarda durduğu” gibi durmadı. Örneklere geçelim:

ÖZEL HARP DAİRESİ’NDEN JİTEM’E GAYRI NİZAMİ HARP: SADAT’ın verdiği gayrı nizami harp öyle filmlerde görüldüğü gibi askerin başına bandana bağlayıp, yüzüne iki parmak kömür karası çalarak, ormanda kasaturasıyla ilerlerlerkenki görüntüsü kadar sportif değildir ne yazık ki. Türkiye’deki gayrı nizami harp uygulamalarına bakıldığında Özel Harp Dairesi’ni görürüz. Kireç kuyularına insan atan JİTEM’i görürüz. Gayrı nizami harbi 1990’larda beyaz toroslarda görürüz. Hatta o yöntemi Çorum katliamlarında, Sivas katliamlarında ararız.

ŞEMDİNLİ’DEKİ TEDHİŞ: Tekrar söylüyoruz, bu saydıklarımızı SADAT yaptı demiyoruz, SADAT’ın askerlere verdiğini söylediği “tedhiş (terör) kabiliyeti”nin daha önce “sahada” neler yaptıklarını anlatıyoruz. Somut örneği Şemdinli patlaması değil midir? “İyi çocuklar”, kendilerine görev biçmişler ve Umut Kitabevi’ni patlatmışlardı. Ne operasyon emri ne de böyle bir karar vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde silah kalmamış gibi Alman yapımı bombala özel otomobilin bagajından çıkmıştı.

SUİKAST EĞİTİMİNİ UĞUR MUMCU’LARDA GÖRÜRÜZ: O zaman daha ne SADAT vardı, ne ASDER. Türkiye 1990’larda üst üste siyasi cinayetleri gördü: Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve diğerleri. İşte SADAT’ın “ben öğretiyorum” dediği “suikast”in geçmişte sahada yansımaları bunlardı.

Acaba biz mi yanlış biliyoruz deyip gayrı nizami harbi emekli Albay Alican Türk’e sorduk. Bu eğitimi herkes öyle “ben veriyorum” diyebilir miydi? Hele şirketinizin kuruluşu, SADAT’ta olduğu gibi valilikten aldığınız “özel güvenlik sertifikası”na dayanıyorsa? Alican Türk anlatıyor:

“Şimdi SADAT’ın verdiği eğitimlere baktığımız zaman yine tüyler ürperten cinsten. Bakın bir asker olarak bir parça bunları biliyorum. Gayrı nizami harp sadece Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bünyesinde, görev alanında olan bir savaş yöntemidir, tekniğidir. Başka diğer hiçbir birlik bu görevi ircaa edemez. SADAT bunu nasıl ediyor? Bu özel bir şeydir, gayrı nizami harp öyle bir cümleyle geçilecek bir şey değildir. Tekrar söylüyorum; sadece Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın görev alanında olan bir eğitimdir, savaş yöntemidir, bir savunma biçimidir. Ama SADAT bunu verdiğini ifade ediyor. Bu kapsamda, pusu, baskın, yol kapaması, tahrip, bomba imali, araç bina tahribi, tuzaklamalar, sabotajlar, keskin nişancı eğitimleri… Neye dayanarak hangi yetki ile SADAT bunları ifade ediyor.”

Peki bunu söylemek, “ben gayrı nizami harp eğitimi veriyorum”, “ben suikast eğitimi, terör eğitimi veriyorum” demek suç mudur? Bu sorunun cevabını da 28 Şubat ve Ergenekon, Balyoz davalarından yakından tanıdığınız Avukat Hüseyin Ersöz’den alalım ve sonra şu “ASRİKA” ve “İslam Ülkeleri Konfederasyonu Anayasa”sı meselesine geçelim. Evet, “ben sabotaj, suikast hatta terör eğitimi veriyorum” demek suç mudur. Avukat Ersöz’ün buna cevabı şöyle oluyor:

“Burada aslında, söz konusu fiilin, yani sabotaj düzenleme yetisinin kazandırılması için yapılacak çalışmanın neye hizmet ettiğini ortaya koymak gerekir. Eğer buradaki amaç, ülke sınırları içerisindeki bir terör faaliyetini desteklemekse ya da yurtdışında faaliyet gösteren başka terör örgütlerine bu noktada desteklemekse bunun bir suç oluşturduğu kesinlikle açık. Ancak burada verilen yani SADAT’ın eğitim olarak nitelendirdiği fiiller başka bir ülkenin silahlı kuvvetlerinin eğitilmesi amacıyla yapılıyorsa ve o ülkenin sınırları içerisinde bu bir suç olarak düzenlenmemişse böyle bir durumda bunu suç olarak nitelendirmek de mümkün olmaz.

Yani buradaki temel ayrımın, temel itibariyle dünya üzerinde bir terör örgütü olarak tanımlanmış olan bir yapıya hizmet edip etmediğinin göz önünde bulundurulması gerekir. Ben SADAT yetkilileri tarafından bu konuyla ilgili yapılmış olan benzer açıklamalara özellikle televizyonda şahit oldum. Onlar bu faaliyetlerin Türkiye içerisinde yapılmadığını, hatta bunu bir kurs olarak nitelendirip, yabancı devletlere de söz konusu kursun uygulanmadığı yönünde birtakım açıklamalarda bulunmuşlardı.

Eğer bu açıklamalar gerçeği yansıtıyorsa böyle bir durumda teknik hukuk yönünden herhangi bir suçun oluştuğundan bahsedebilmek mümkün olmaz. Ama eğer böyle bir eğitim faaliyeti varsa bu eğitim faaliyeti Türkiye Cumhuriyetinin rejimini değiştirmeye yönelik, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde bir karışıklık yaratmaya yönelik bir faaliyetse ve bunun eğitimini de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ya da dünyada terör örgütü olarak kabul edilmiş olan yapılara verilmişse böyle bir durumda kesinlikle terör örgütü faaliyeti olarak nitelendirebileceğimiz bir faaliyetin gerçekleştiğini de söyleyebiliriz.”

Tam da bu aşamada SADAT’ın başından beri inkar ettiği Pentagon raporundaki iddiaları aktarıp bu faslı kapatalım. Pentagon, ABD hükümeti için hazırladığı raporunda, Libya’ya gönderilen 5 bin Suriyeli paralı askere dikkat çekiyordu. Bunların arasında “SADAT’ın eğittiği, terörle bağlantılı militanlar da bulunuyordu”. Raporda bu paralı askerlerin, Türkiye’nin desteklediği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti için savaştıkları iddiası yer alıyordu.

AMİRALLER BİLDİRSİ SUÇ, ASSAM ‘İSLAMİ ANAYASA’ DİYOR SORUŞTURMA YOK

SADAT gayrı nizami harp eğitimi verdiğini ilan ediyordu. ASSAM da yeni bir Anayasal düzen önerisi ilanında bulunuyordu. Bunu 2019’da İstanbul’da düzenlenen İslam Birliği Kongresi’nde yaptı. “İslam Ülkeleri Konfederasyonu Anayasası” adını verdiği Anayasa taslağında devletin adını “ASRİKA (Asya ve Afrika)” olarak belirledi. ASRİKA İslam Devletler Birliği’nin başkenti İstanbul’dur, resmi dili Arapçadır” dedi. Uzun uzun da bu devletin amaçlarını anlattı.

Avukat Hüseyin Ersöz’e şöyle sorduk: Örneğin sizin bağlı olduğunuz baro veya Türkiye Barolar Birliği böyle bir Anayasa taslağı hazırlasa ve bunu ilan etse ne olur? Avukat Ersöz, emekli amirallerin Montrö Bildirisi’ni hatırlatarak şunları söyledi:

“Tabi belirli bir kişinin ya da belirli bir grubun Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmiş olan bir konuda herhangi bir fiilinin ya da eyleminin korunması söz konusu olamaz. Fakat burada TCK’da mutlak suretle düzenlenmiş olan bir suç fiilinin oluşması gerekir. Bir başka ifadeyle ifade hürriyetinin koruması altında olmayacak olan bir eylemden ve fiilden bahsediyoruz.

Burada bir örnek vermek belki daha aydınlatıcı olabilir. Hatırlayacaksınız, emekli amiraller tarafından geçtiğimiz sene yapılan bir basın açıklaması vardı. Montrö konusu ile ilgili olarak ve sadece bu basın açıklamasını yaptıkları için –ki ifade hürriyetinin koruması altında olduğunda hiçbir şüphe yok- bundan dolayı haklarında, ‘suç için anlaşma’ suçundan yani hükümete karşı suçu işlemek amacıyla suç için anlaşmak suçundan dolayı haklarında dava açıldı ve hala yargılamaları devam ediyor.

Bu çerçevede olaya yaklaştığınız zaman, aslında farklı kişiler için farklı şekillerde uygulanan suç tiplerinden ve kanun uygulamalarından bahsediyoruz. Bunun da tabi ki kabul edilebilir bir yanı yok. Yani hukuk güvenliği ilkesi ve kanunlar önünde eşitlik prensibi çerçevesinde kabul edilebilir bir yanının olmadığını ifade etmek lazım. Öyle ki Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini, başkentini değiştirme amacı güden hiçbir fikrin ve düşüncenin kanun önünde korunması söz konusu olamaz. En azından sadece bu mantıkla dahi, bir eyleme geçilmemiş olsa dahi, suç için anlaşma suçunun unsurlarının oluştuğunu söylemek mümkün olabilecektir.”

YENİ İDDİA: ESKİŞEHİR’DE KAMPLARI VARDI, KÖYLÜLER KARŞI ÇIKINCA AYRILDILAR

SADAT’ın verdiğini ilan ettiği gayrı nizami harp eğitiminden, Meral Akşener’in dillendirdiği, soruşturulduğunda takipsizlikle sonuçlanan Tokat ve Konya kampı iddialarından, Pentagon raporlarından zaten haberdardık. Şimdi bugüne kadar duymadığımız bir iddiayı, podcastin başında sözünü ettiğimiz iddiayı aktaralım. İddianın sahibi, Emekli Albay Alican Türk.

Türk’ün iddiasına göre 15 Temmuz’dan sonra Eskişehir yakınlarındaki bir köyde tam da SADAT’ın verdiği eğitimlere benzer bir eğitim kampı kuruldu ve köylüler şikayetçi olunca o kamplar sessiz sedasız oradan kaldırıldı. SADAT yöneticisi Melih Tanrıverdi “Türkiye’de hiç kampımız olmadı” diyordu ama Alican Türk, Eskişehir’deki bu kampın SADAT’a ait olduğunu, en azından okların SADAT’ı gösterdiğini ileri sürüyor ve bu sonuca nereden vardığını da şöyle anlatıyor:

“Şimdi geçtiğimiz yıllarda Sayın Akşener’in dile getirdiği bazı şeyler var; ‘bu kamplar tekrar var mı’ diye. Örneğin benim yaşadığım Eskişehir civarında burada bir köyde, köy yakınlarında bir kampta, yine 15 Temmuzdan sonra SADAT’ın oralara insanlar getirip eğittiklerine ilişkin, köylülerin başvurusu var. Başvurudan sonra o kampı boşaltıyorlar, terk ediyorlar.

Kamuoyuna yansıyan bir şey değildi. Bir civar köyde, 15 Temmuz’dan sonra kişilerin oraya araçlarla gelip gece ve akşamları silahlı eğitimler yapıldığına ilişkin iddiaları ortaya çıkmıştı. Bu konularda da yetkili makamlara başvuruda bulunduklarını duydum, öğrendim. O başvurulardan sonra da o ilgili kişilerin o bölgeyi terk ettiklerine ilişkin haberler aldım.

Emekli Albay Alican Türk’ün iddiasının öneminin farkındayız. Türk’e yeniden soruyoruz: Duyumunuz ve öğrendikleriniz eğitim alanların veya eğitim verenlerin SADAT’a bağlı olduklarına yönelik miydi diye soruyoruz. Türk, sanırız ki Akşener’in iddialarından sonra başlatılan soruşturmanın takipsizlik kararı ile sonuçlandığını da göz önünde bulundurarak şunları söylüyor:

“Şöyle, 15 Temmuz’dan sonra birtakım silahlı grupların kamp yapmaya, yani 12 Eylül öncesinde işte o ülkücülerin, akıncıların, ona benzer silahlı grupların, ülkenin değişik yerlerinde kampları ortaya çıkarılmıştı 12 Eylül’den sonra. İşte buna benzer kamp çalışmaları. Sayın Akşener de yanlış hatırlamıyorsam Totat ve Konya bölgesi için benzer şeyleri söylemişti. Böyle kamplar olduğu bilgisi kulağımıza geliyor bu ne kadar doğru diye. Bunların SADAT’çı oldukları yönünde dediğim gibi ifadeler… Ya da şöyle söyleyeyim; SADAT’çı ben bunu doğrudan söyleyemem ama bu türden silahlı grupların eğitimlere alındığı… Haa kimler alıyordu bunları eğitime? Bunlar SADAT’ın verdiği hizmetler dikkate alınınca bütün şey, oklar o tarafı gösteriyor bu kez.”

Böylesine bir iddiayı SADAT’a sormamak olmazdı. SADAT’ı aradık ve kuruluşun Yönetim Kurulu Başkanı Melih Tanrıverdi’ye Eskişehir’deki kamp iddiasını ve kamuoyunda bir süredir konuşulan diğer iddiaları sormak istediğimize ilişkin not bıraktık ancak bir dönüş olmadı.

TSK’YI BİÇİMLENDİRMENİN EN SOMUT SONUCU

SADAT tartışmaları sırasında hep şu iddia ortaya atıldı: SADAT Türk Silahlı Kuvvetlerini yeniden şekillendirdi. Bu iddia, kuruluşun temsilcilerinin açıklamalarıyla da teyit edildi.

“Şekillendirmek” soyut bir kavramdı. Nasıl olmuştu? Örneğin Harp Okulları yeniden yapılandırıldı. Bu okullara kabul edilecek öğrencileri belirleyecek mülakat komisyonlarında ASSAM üyeleri yer aldı. Bütün bu iddialar da konuşuldu.

Konuşulan iddialardan belki de en önemlisi, Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının SADAT’ın önerileri doğrultusunda Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasıydı. Bu sadece ASSAM veya SADAT’ın çabalarının değil, 15 Temmuz’un da en önemli sonuçlarından biriydi. Bu değişiklik, çok daha yapısal bir adımdı.

İşte tam da burada konuşulmayan bir şey var. Aslında bilinen ama konuşulmayan o somut gelişme şuydu: Genelkurmay ve kuvvet komutanlıkları SADAT’ın önerileriyle Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmadan sadece 5 gün önce önemli bir kabine değişikliği oldu. 10 Temmuz 2018’de Hulusi Akar Milli Savunma Bakanlığı’na getirildi. Bundan 5 gün sonra da TSK’nın yönetimini değiştiren Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlandı. Dolayısıyla SADAT’ın da inkar etmediği “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şekillendirilmesi”nin en önemli yapısal değişikliğin sonucunda bütün “silahların” patronu Hulusi Akar olmuştu.

Emekli Albay Alican Türk’e göre TSK’nın şekillendirilmesi sürecindeki bu köklü değişik, Adnan Tanrıverdi’nin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olmasından bağımsız değerlendirilemezdi. Türk o sürece ilişkin şunları söylüyor:

“Bunu Tanrıverdi kendisi medyada ifade etti ya da sosyal medyada buna ilişkin videolar yayınlanıyor. Diyor ki ‘Silahlı Kuvvetlerin yeniden yapılandırılması ile ilgili taleplerimizin aşağı yukarı tamamı, 15 Temmuz’dan sonra gerçekleşmiştir’ diyor. Şunu da söyleyeyim; Tanrıverdi, 15 Temmuz’dan bir ay kadar sonra, 17 Ağustos 2016’da Cumhurbaşkanı danışmanı oluyor ve 2020’ye kadar aşağı yukarı 4 yıl bu görevi sürdürüyor. Bu mehdi meselesi nedeniyle istifa etmek zorunda kalıncaya kadar bu görevi sürdürüyor. Ve o süreçte diyor ki ‘taleplerimizin, tespitlerimizin tamamına yakını gerçekleştirdik. Harp okulları ve askeri okulların tamamının Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı dedik, bağlandı. Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri’ne bağlansın dedik bağlandı. Yüksek Askeri Şura’nın yapısı değişsin dedik, değişti’ diyor.”

SADAT BİR PERDELEME ARACI MI?

Bu “Hulusi Akar” detayını da verdikten sonra belki de en önemli sorusuya geldik: Biz SADAT’ı neden bugün konuşuyoruz? Verdikleri eğitimin Türkiye’yi 1990’lara dönemine döndürebileceği endişemizden mi? Sadece bu değil. Çünkü SADAT “Ben gayrı nizami harp eğitimi veriyorum” diyeli çok oldu. Öyle olsaydı bunu çoktan beridir konuşuyor olurduk.

ASSAM’ın düzenlediği İslam Birliği Kongresi’nde İslam Ülkeleri Konfederasyonu Anayasası taslağını hazırlayıp, bu taslakta “Devletin adı ve şekli; ASRİKA’dır, başkenti İstanbul’dur, Resmi dili Arapça’dır” dediği için mi? Hayır. Çünkü bu toplantı yapılalı 3 yıl oldu. Bu endişeyle konuşuyor olsaydık da 3 yıldır konuşuyor olmamız gerekirdi.

Biz SADAT’ı bugün Ukrayna’nın silah satın almak için devlet yerine SADAT ile temasa geçmesinden dolayı mı konuşuyoruz? Hayır.

Peki suç örgütü lideri Sedat Peker “Faili meçhul cinayet ya da kaos çıkarabilirler” dediği için mi? Belki. Ama bu sözlerin üzerinden de çok zaman geçti.

Bizim SADAT’ı bugün konuşuyor olmamızın asıl nedeni seçimlerin yaklaşmış olması. Hafızalarımızda 2015 Haziran ve Kasım seçimleri arasında yaşanan patlamaların hafızalarımızda taze olması. Seçimin tıpkı Kasım 2015 seçimleri gibi normal bir atmosferde yapılmayacak olması endişesi nedeniyle SADAT’ı bugün konuşuyoruz.

O zaman soru şu: Bu kaos ortamını SADAT yaratacaksa SADAT neden kartlarını açık oynuyor? Örneğin neden ASSAM, açıkça olmasa da “Benim hedefim bir İslam Devleti kurmak” diyor?

İşte bu aşamada, “Biz, SADAT’la oyalanırken o korktuğumuz bir başka yapı mı perdeleniyor, SADAT bir paravan mı, başka bir oluşum kamufle ediliyor olabilir mi?

Bu soruyu Ali Türk’e, “Neden şu an bir ‘seçim dönemi kaosu’ korkumuz var? Biz SADAT’ı konuşurken başka bir yapı perdeleniyor olabilir mi, sizce SADAT bir paravan olabilir mi?” diye soruyoruz. Türk, 12 Eylül öncesinden alarak yanıtlamaya başlıyor. Dinleyelim:

“Bizim ülkemizin 12 Eylül öncesinden itibaren yaşadığı birtakım sıkıntılar var. Bunlar artık paranoya şeklinde değil. Öncelikle Ahmet Davutoğlu’nun bir açıklaması vardı, 2015’teki iki seçim arasında. ‘Bildiklerimizi söylersek’ gibi böyle bir imalı konuşmaları geçti. Evet, neler biliyorsa birincisi onları açıklamalı. İkincisi Türk toplumu daha önce çeşitli travmalar yaşadı, 12 Eylül öncesinde; o dönemde gençlik, ülkücüler, devrimciler, akıncılar olmak üzere bölünmüştü. Yine 12 Eylül öncesinde bu grupların silahlı eğitim kampları ortaya çıkmıştı.

12 Eylül’den yaklaşık 10 yıl kadar sonra bir takım radikal İslamcı grupların silahlanma çabası var. Bu 28 Şubat döneminde Milli Güvenlik Kurulu’nda öncelikle dikkat çekilen konulardan bir tanesi. Dışarıda eğitilip ülkemize giren kişilerin, grupların silahlanma çabaları var. Şimdi ASRİKA diye bir devlet kuruluşu öngörülüyor ve bir şeriat devleti kurmayı resmen alenen ifade ediyorlar. Şimdi baktığımız zaman silah sergileri fuarları… Orada, kullanılan silahları tanıtırken insanların kullandığı bir takım üsluplar, imalar, 15 Temmuz’dan hemen sonra çıkan özel halk harekatı adıyla bir takım gruplar ve bunların birtakım görüntüleri. Cübbeli Ahmet, tarikat şefi ne demişti, ‘2 bine yakın selefi derneğin silahlandığını’ söylemişti. Bu yöndeki açıklamalar… Bunları SADAT’tan ayrı diye düşünüyorum. Sadece bir takım kulağımıza gelen ve medyaya düşen haberlerden… Mesela bir gazeteci, Fatih Tezcan ne demişti hatırlayalım, ‘bir daha sokağa çıkarsak kimleri nereden toplayacağımıza ilişkin listelerden zulalardan, yaşanacaklardan haberiniz var mı sizin’ diye böyle tüyler ürperten cümle kurmuştu. Bir sürek avı başlar ki diyor, bir intikam faslı başlar ki durduramazsınız bu ülkenin gençliğini diyor. Yani Bundan büyük tehdit olur mu? Yine bir başka şahıs Sevda Noyan… O’nun ’15 Temmuz kursağımızda kaldı, istediklerimizi yapamadık, boş bulunduk, yanlış anlaşılmasın, doğru anlaşılsın, bizim aile şöyle 50 kişiyi götürür. Biz bu konuda çok donanımlıyız maddi ve manevi olarak. Liderimizin yanındayız ve asla yedirmeyiz bu ülkede onu söyleyeyim. Ayaklarını denk alsınlar, bizim hala sitede böyle 3-5 var, benim listem hazır’ şeklindeki açıklamaları. Bakın bunlar son 5-6 yıl içerisinde gelişen sözler.

Ve beni şöyle bir söz, 28 Şubat sürecinde, o dönemde bir Refah Partisi Milletvekili olan bir şahsın yaptığı açıklama. Diyor ki, RP’nin kapatılmasında kullanılan donelerden bir tanesi olmuştur, kim iktidar müslümanın eline geçmeden cemaati silaha teşvik ediyorsa o ya cahildir ya da başkaları tarafından görevlendirilen bir haindir. Çünkü hiçbir peygamber, devleti ele geçirmeden harbe müsaade vermemiştir, diyor. Yani şimdi düşünebiliyor musunuz? Demek ki mevcut sistemi değiştirip yerine din, İslam hukuku temelli bir devlet kurmayı düşünen adamlar devleti ele geçirdiğimiz zaman silah kullanacağızı ima eden açıklama bunlar.

SADAT bir paravan mıdır, değil midir bunu bilmiyorum ama Türk toplumunun, herkesin, bu cumhuriyet içerisinde yaşayan, cumhuriyete, demokrasiye, laikliğe, cumhuriyetin temel değerlerine inanan herkesin şu konuda duyarlı olmasını isterim; evet, mevcut cumhuriyet rejimini yıkmaya çalışanlar var ve bunlar çeşitli provakatif eylemlerle ülkeyi kan gölüne dönüştürebilirler. Bunun altyapısı ile ilgili birtakım çalışmalar yapıldığı kanısındayım. Nitekim siyasiler de, kamplar oluşturuldu gibi bu türden görüşler beyan ediyorlar.”

Evet, dilimiz döndüğünce SADAT’ı ve “ötesi”ni anlatmaya çalıştık.

Özel Haber