Sandık güvenliğine 2014 Ankara seçimlerinden bakmak

Sandık güvenliğine 2014 Ankara seçimlerinden bakmak
Sandık ve oy güvenliği üzerinde düşünürken 2014 Ankara seçimlerini iyi okumak gerekir. Sandık o zaman kendisini nasıl güvensiz hissetti? Gökçek ve AKP hangi boşluktan sızdı? Kaos ve korkuyla nasıl bir açık oluşturdu? Benzer tehlike şimdi özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanır mı yoksa siyasi partiler İstanbul seçimleriyle sandığı ve seçmenin oyunu nasıl koruyacağını öğrendiler mi? Hepsini, CHP’li Levent Gök ve Ankara Oyları Platformu’nu oluşturan isimlerden Özgür Berber ile konuşuyoruz.

ERSAN ATAR

Nasıl Oldu’nun bu bölümünde, hemen hemen her seçim öncesinde ve ertesinde konuşulan “sandık güvenliği”ni, “seçim güvenliği”ni ete kemiğe büründüreceğiz. Ne ilginç değil mi? Bir siyasal tercihte bulunuyorsunuz ve bunun güvenliğe ihtiyacı var. Oy, çalınabilecek bir değere dönüşüyor. Neyse kavramsal sorgulamayı bırakalım ve gerçeğe dönelim. Nedir bu sandık güvenliği, seçim güvenliği, oy güvenliği? İşte bunları bir örnek üzerinden, 9 yıl geri, tam da bugünlere giderek bakalım. 30 Mart 2014’teki Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine bakalım. Hem o günün siyasal figürlerinden biri de bugün sıkça telaffuz ettiğimiz bir isim. Mansur Yavaş.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde 2014’te ne oldu? Yavaş, nasıl oldu da “kazandım” dediği seçimleri kaybetti. 30 Mart 2014’te sandıkta neler oldu? Tutanaklara ne oldu? Kim nerde neyi eksik bıraktı? Bunları konuşacağız. Bütün bunları o dönemi de yaşayan, biraz sonra aktaracağımız seçim merkezleri arasında mekik dokuyan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök ve Ankara Oyları oluşumunu kuran isimlerden Özgür Berber ile konuşacağız. Belki de bu sonunda “ben ne yapmayalım” sorusunu soracağız. Başlayalım.

Güneş, Hüseyingazi Dağı’nın ardından pek nazlı doğuyordu. Ara ara bulutları delip gece ayazında üşümüş Ankara’yı ısıtmaya çalışıyordu. Sonra birden önüne bulut geliveriyor pes ediyordu. Botanik Parkı’ndaki badem ağaçları, yeni yeni açan çiçeklerinin derdindeydi. Güneş çıkınca umutlanıyor, bulutlar önüne gelince yine ağacın bedeninde bir telaş başlıyordu. Badem ağacının bu savaşı aslında bütün Mart ayı boyunca devam etmişti.

Doğadaki bu ikircikli hal, Ankara’nın hanelerinde, kahvelerinde, güneşlenmek için dükkanının önüne çıkan esnafında da vardı. Siyasetinde de vardı. Mansur, yavaş yavaş ilerliyor ama O’nda da 30 Mart sabahının güneşindeki tedirginlik vardı. Bu tedirginlik seçim kampanyası boyunca yaşadıklarındandı, geçmiş siyasi kimliğindendi. CHP bir taraftan “kazanacak aday” deyip Yavaş’ı Ankara’da aday göstermişti ama dilden dile de “bir şeyler eksik” diye konuşuluyor, siyaseti takip eden gazetecilerin kulağına, “Mansur sokaklara pankart astıracak adam bulamıyormuş” iddiaları geliyordu.

Ankara’da, hanelerde tercihler belirleniyordu ama yine de “Ben oyumu verdim, gerisi Mansur’un bileceği iştir” havası yabana atılmamalıydı. Tıpkı, 30 Mart sabahı doğan, doğmak isteyen güneşin, “Ben doğdum, ısınıp ısınmamak Botanik’teki badem ağacına kalmış” deyişi gibi. Ankara, kararlılıkla tedirginlik arasında gelip gidiyordu. Ve Melik Gökçek ve AKP bütün bunların farkındaydı. Umudun boşluklarını yokluyordu. Sanki bugün gibi.

Günün ve uzun gecenin ilk habercisi telefonlar

Sandıklar, sabahın şafağında kurulmaya başlanmıştı. Mansur Yavaş’ın Bestekar Sokak’taki seçim ofisinin telefonları çaldı: Yapracık Köyü’nde AKP’li müşahitler kartları olmayan sandık görevlilerini sınıftan çıkarmaya çalışıyorlar. Bir telefon daha çaldı. Bu kez arayanlar Altındağ İnönü İlkokulu’ndaki CHP’lilerdi: Gökçek’in adamları bizi salondan çıkarmaya çalışıyor.

Çok geçmedi, yarım saat sonra bir telefon daha: Ben Mamak Ege Lisesi’nde sandık görevlisiyim. Bizim sandıklarda kullanılmak üzere gönderilen 3 mühürden 2’si, Gökçek’in adamları tarafından çalındı.

Bütün bunlar, gün ve takip edecek gecenin habercisi gibi telefonlardı.

Ardı ardına benzer telefonlar:

Batıkent’te 3 kişilik evden çıkan 7 seçmen, Mamak’ta oy kullanan Suriyeliler, Batıkent’te sandık listelerine fazladan yazılmış isimler, Saimekadın’da sandık başına gittiğinde yerine çoktan oy kullanıldığını görenler… Telefonlar uzayıp gidiyordu: Ölenler adına oy kullanmalar, AKP hanesine evet mührü basılıp seçmene verilen oy pusulaları…

Güneş yorulmuş, şehri terk etmeye hazırlanırken Botanik Parkı’ndaki badem ağacı yine gecenin ayazıyla baş başa kalmıştı.

Gerilim yaralamalı kavgaya dönüşüyor

İşte o saatlerde sandıklar açılmaya başlanmıştı ki Bestekar Sokak’taki seçim ofisinin telefonu bu kez başka çaldı.

Telefondaki ses telaşlıydı: Çok acil buraya müdahale edilmesi gerekiyor. AKP’liler MHP’lilere saldırıyor.

Telefondaki sese göre saldıran Gökçek’in adamlarıydı, saldırıya uğrayan da Mansur Yavaş’ın eski partisinden yanında olan isimlerdi. Bir süre sonra ajanslara haber düştü: Keçiören’deki kavga sırasında 10 kişi yaralandı.

Daha iki saat geçmedi ki benzer telefon Etimesgut’tan geldi: Ufuk Aslan Lisesi’nde AKP’liler, polise ve CHP’lilere saldırıyor. İçinde Gökçek’in adamları dolu olan bir belediye otobüsü okula yanaştı, polis durdurdu. AKP’liler, okula yakın bir noktada toplu halde duruyor.

Bir başka telefon: Keçiören’de elektrikler kesildi. Bir başka telefon: Etimesgut’ta okul bahçesinde beyzbol sopasıyla bekleyen AKP’liler var. Bir telefon daha: Altındağ Çalışkanlar İlkokulu’nda oy sayım işlemi bitince oy çuvalları AKP’nin seçim aracıyla “İlçe Seçim Kurulu’na götürüyoruz” diye götürülüyor.

Seyran – Kalaba – Nazım Hikmet üçgeninde karanlık saatler

Gün geceye devrilmiş, Botanik Parkı’ndaki badem ağacı iyice üşümeye başlamıştı. Saat: 23:00. Gerçekler rivayetlere karışıyor, rivayetler yeni gerçekler doğuruyordu: Bahçelievler’de üç sandık çalınmış. Sincan İlçe Seçim Kurulu’nda elektrikler kesilmiş.

Mansur Yavaş’ın Bestekar Sokak’taki seçim ofisini çınlatan asıl telefonlar saat 01:00 sıralarında yoğunlaştı. Her arayan da şunları söylüyordu: Çok önemli, acil… Osman Gökçek’in adamları okulu basıyor. Bu okul, Çankaya’daki bütün oyların toplandığı, birleştirme tutanaklarının birleştirileceği eski Seyranbağları Lisesi’ydi. Yani oy toplanma merkeziydi. Yeni adıyla Necla Kızılbağ Lisesi.

Mansur Yavaş’ın yüzü asıldı, CHP il örgütüyle görüştü. Durum ciddiydi. Paltosunu giyip kapıdan çıkacakken içerden bir görevli seslendi: Başkanım, Nazım Hikmet’te gerilim artmış. AKP’lilerle CHP’liler arasında arbede yaşanıyormuş. Görevlinin kısaca “Nazım Himket” dediği, Ankara’nın en büyük ilçelerinden Yenimahalle’nin oylarının toplanıp yine tutanakların birleştirileceği seçim merkezi olan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ydi.

Yavaş duraksadı ve içerdeki görevlilere seslendi: CHP’yi arayıp bilgi verin… Yoluna devam etti, Seyranbağları Lisesi’ne gidiyordu.

CHP’de eller telefonlara gitti. İlçe örgütleri, delegeler aranıyordu: Çok acil Nazım Hikmet’e ve Seyranbağları’na geçin. Sandık başındaki görevlileri uyarın. Mümkün olduğu kadar gerilimin tarafı olmamaya çalışın.

Telefonlar durmuyordu: Kalaba’da kavga çıktı. Kalaba denilen yer de yine Ankara’nın nüfusu fazla olan ilçelerinden Keçiören’in oylarının toplandığı Kalaba Lisesi’ydi. Seyran – Kalaba – Nazım Hikmet üçgeninde korku ve endişe vardı. Dikmen’den telefonlar geliyordu. Bu telefonlarda bazı kişilerin ara sokaklarda oy pusulası yaktığı söyleniyordu. Seyranbağları’nda, Nazım Hikmet’te, Kalaba’da sloganlara polis arabalarının, çakarlı arabaların siren sesleri karışıyordu. Bu çakarlı arabalardan biri de dönemin kudretli İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya aitti. Ala, bıraksanız sanki oyları oturup tek tek kendisi sayacak kararlılıkta(!), bir Seyranbağları’na bir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne geçiyordu. Ama ne hikmetse Efkan Ala nereye gitse, oranın elektrikleri kesiliveriyordu. Oy toplama merkezi karanlığa bürünüyordu.

TOMA’lar ve seçim tutanağı dolu çöp arabaları

Karışan sadece sesler değildi. İddialar da birbirine karışıyordu. Necla Kızılbağ Lisesi’nin önünde bir çöp kamyonu durdurulmuş, içinden yüzlerce oy birleştirme tutanağı çıkmıştı. Melih Gökçek bu kamyondaki çöplerin CHP’nin suçüstü yapıldığının göstergesi olduğunu söylüyor, Mansur Yavaş ve avukatları ise çöp kamyonundan çıkan evrakı, hilenin belgesi olarak tutanaklara geçirtiyordu.

Hem AKP hem CHP “Seyranbağları’na gidin” çağrısı yapıyor ama AKP’li İçişleri Bakanı’nın emrindeki polis Bağlar Caddesi üzerinde TOMA’lar yığıyordu. TOMA’ların sanki gözü kulağı, aklı vardı. Kimine geç diyor kimine dur diyordu. TOMA sonra oradan ayrılıyor, kalabalığın üzerine yöneliyor ama kalabalık kaçmıyor, TOMA’nın etrafını sarıyor, “Zıpla, zıpla zıplamayan Tayyip” sloganları atıyordu.

Sonra bir başka TOMA ters yönden okula yanaşmaya çalışıyor gençler bu kez arı kovanından boşalan arılar gibi o TOMA’nın etrafını çeviriyordu. Bir söylenti dolaşıyordu 06 MCL… 06 MCL.. Bu araçla oy kaçırıldığı kulaktan kulağa yayılıyor, o otomobil tam o sırada kalabalığın üzerine doğru geliyordu.

Polis helikopteri Lisenin bahçesine iniyor, dev pervanesinin rüzgarı atılan sloganları Ankara’ya dağıtıyordu.

Keçiören’de Kalaba Lisesi’nde de ve Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde de benzer görüntüler vardı. Elektrikler gidiyor, geliyor, oy sayımları duruyor, sonra tekrar devam ediyor, çakarlar, polis sirenleri, sloganlar birbirine karışıyordu.

“Seçim merkezlerine bakan düzeyinde çıkartma”

O günü, CHP Anakara Milletvekili Levent Gök şöyle özetliyor

“2014 seçimlerinde sayın Mansur Yavaş’ın adaylığında CHP bütün sandıklarda gerekli tedbirleri aldı ama tabi dikkat edemediğimiz, gözden kaçırdığımız muhtemel bazı sandıklar olmuş olabilir. Bu süreçler bize, sandık güvenliği açısından çok önemli dersler çıkartmamızı ve görev yapmamızı temin etti.

2014’te Seyranbağları’ndaki Necla Kızılbağ Lisesi’ne birçok AKP milletvekili geldi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’ne de İçişleri Bakanı Efkan Ala geldi. O zaman yine bakan olan Emrullah İşler geldi ve dolayısıyla, bu haberlerin yayılmasıyla herkeste ciddi bir endişe başladı; acaba sandıkların güvenliği ne oluyor diye. Sayılmayan çok sandık vardı. Birçok oy torbası bekliyordu. Bu oy torbalarının akıbeti konusu o günün yoğun tartışmalarından biri oldu. Mansur Bey’in öne geçtiği duyulduğu anda iktidar partisinin sandıkların bulunduğu birleştirme tutanaklarının merkezi konumunda olan (bu yerlere) bakan düzeyinde çıkartmalar devam etti."

“Osman Gökçek’in adamları vardı, kavga çıktı çıkacak”

O saatlerde Seyranbağları Necla Kızılbağ’da yaşananları, o günlerde sandık güvenliği için bir araya gelen Ankara Oyları platformunu oluşturanlardan Özgür Berber başından itibaren bugün şöyle anlatacaktı:

“İşte Bestekar’da seçim merkezinde telefonlar çalıyor tabi, şurada şu oluyor, burada bu oluyor. Spekülatif şeyler de oluyor tabi ki. İki tane telefon numarası çaldığı zaman diyorsun ki aman bir şey var. Ama bu Necla Kızılbağ’daki olay biraz fazla telefon çalmasıyla oluşunca, işte böyle böyle kavga çıkacak, sandıklara müdahale ediyorlar… Tabi ki en büyük söylem bu. Biz de üç dört arabayla oraya gittik. Sadece gençler değil, seçim merkezindeki insanlar. O arkadaki yokuşun orada indikten sonra bir baktık kalabalık karşımızda kaldırımın üstünde. Tam sayıyı kestiremem belki ama 50-100 kişi. Paltolu falan, zaten karanlık bir ortam. Olay çıkabilir burada dedim, hakikaten bir şey var. İçeriye girmedik, zaten okulların içerisinde o zamanlar CHP’li gençlerin görev aldığını bildiğimiz için içeride avukatlar var, gençler var. Her okuldan sorumlu olan arkadaşlar okul temsilcileri. Orada bir kalabalık oluşmaya başladı. Zaten oranın bir de trafiği vardır. Keşmekeş bir ortam. En sonunda sirenler, işte çakarlı arabalar falan geldi. Biz olayı takip edemiyoruz. Yani olayın içinde olduğumuz için bunların kim olduğunu bilmiyorsunuz. Polis arabaları var. Kulaktan kulağa yayılan söylemler var işte oyları çıkarıyorlar, oyları durdurdular, sayımı durdurdular falan ama yapacak bir şeyiniz yok. Yani müdahale edebileceğiniz bir durum yok.

Ondan sonra o kaosun içerisinde o polis arabaları çıkmaya başladı. İnsanlar daha kalabalıklaştı. Gürültü var, zaten mahalle camlarda. Saat de akşam suları 22:00-23:00 falan yani saat de bir taraftan ilerliyor.

Bakan geldi, işte Osman Gökçek’in adamları var. İşte burası böyle kaos çıkacak, kavga çıkacak. Tabi ki bunlar söylendikçe, dile geldikçe insanlar sinirlenmeye başlıyorlar. Hepimiz aynı şekilde sadece başkalarına dem vurmayayım, biz de genciz o zamanlar. En sonunda arabalar çıkmaya başladıkça yavaş yavaş durdurulmaya başlandı arabalar. Şöyle arabaların içine bakılıyor. Çünkü söylem çok ağır bir söylem: Sandıklar götürülüyor, oylar götürülüyor ve bunu orada kabul edebilecek hiçbir insan evladı yok. Yani ister muhalefet ister diğer taraf olsun. Bu tepkiyle cevaplanıyordu, arabalara bakılmaya başlandı. Kapılar açılıyor, içinde torbalar var mı diye bakılıyor. Bu iki tarafta da sinir harbine sebebiyet veriyor ve polis aralarına kadar bakılmaya başlandı orada. Yani polisin de çaresizliği var tabi ki orada yapabileceği bir şey yok. Bir kaos ortamı var ve vatandaş çok haklı. Kim olursa olsun o arabalara bakılacak sizin de oyunuz kaçırılıyor."

Psikolojik savaş ve kesilen elektrikler

Bu fiziksel hareketlilik birazdan yerini “iletişim savaşları”na bırakacaktı. Ekranlara bir Mansur Yavaş çıkacak, bir Melih çıkacaktı. Her ikisi de açıklamalarında “ben kazanıyorum, ben kazandım” diyordu. Bu açıklamalar, seçimin sonucunu ilan etmekten çok, Necla Kızılbağ Lisesi’nde, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde toplanan kalabalığı diri tutmak, sandık görevlilerinin sandığa, tutanaklara sahip çıkmasını sağlamaktı.

Mansur Yavaş “İlk olarak şu anda yüzde 50’ye yakın oy alıyoruz. Ankara’yı kazanmış bulunmaktayız” diyecekti.

Melih Gökçek ise Yavaş’ın akıl tutulması içinde olduğunu, manipülasyon yaptığını ileri sürecekti.

Bütün bunlar, Cihan Haber Ajansının, “sistemimiz hacklendi” diye açıkladığı veri akışını durdurmasına, TOMA’lara, eli sopalı gruplara karşı yürütülen bir psikolojik savaştı aynı zamanda.

Yavaş taraftarları: Pankart astıracak adam bulamıyoruz

O günü takip eden bir gazeteci olarak söyleyebiliriz ki Yavaş’ın bu açıklamalarının ardında CHP’den aldığı destek vardıysa da bu desteği açıkçası açıklamalar sırasında göremediğimizi belirtmemiz gerekiyor.

O günler ve öncesinde iddialar şöyleydi: Bir şeyler eksik kalmıştı, CHP, 25 yıllık Melih Gökçek dönemini sonlandırmak için, MHP içinden gelmiş ve Mansur Yavaş ile kan uyuşmazlığı da yaşıyordu. Seçim kampanyası döneminde CHP’nin il örgütünün Yavaş’ı yeterince desteklemediği dillendiriliyordu. CHP’nin Yavaş için çalıştığı bir gerçekti ama yine de Yavaş taraftarları, CHP’nin tam istekli olmadığını ileri sürüyordu, hatta “pankart astıracak genç bulamıyoruz” dedikleri Ankara’da dolaşan bir iddiaydı.

CHP’nin özellikle “sol kanadı”ndaki seçmen Gökçek’ten kurtulmak istiyor, Yavaş’a oy vereceğini kendi iç dünyasında da biliyor ama eli bir türlü aktif destek vermeye yanaşmıyordu. CHP’li bu seçmene göre, “Yavaş daha ne istiyor, yüzde 30’ların üstünde, yüzde 40’lara varan oyumuzu veriyoruz, gerisini kendisi getirsin” havasındaydı.

İşte 30 Mart gecesinin yumuşak karnı da buydu ve AKP de Melih Gökçek de bu durumu oldukça iyi görüyor, oradan sızmaya çalışıyordu. Üstüne bir de kimi rivayete kimi gerçeğe dayanan bir korku atmosferi eklenince Kalaba da Nazım Hikmet de Seyranbağları da daha kolay tedirgin oluyordu.

Bunlar elbette o günlerde dolaşan iddialardı. O zaman, derdi sadece “oy ve sandık korumak” olan Ankara Oyları’ndan Özgür Berber’e yeniden dönelim. Berber, “Haklı olmak yetmez, güçlü olmak da gerekir” deyip o günlerdeki eksiklikleri şöyle anlatıyor.

“Örgütten kaynaklı sorunlarımız vardı”

"Tabi ki bizim de o zamanlar örgütten kaynaklı sorunlarımız vardı. Yani saat 18:00’de sandığın başını bırakıp sigaraya çıkan müşahitlerimiz var bizim, ‘hala olursa’ kaygısı güttüğümüz. Amca ne yapıyorsun burada, sigaraya çıktım. E içeride ne yapıyorlar, oy sayıyorlar. E sen niye oturdun o zaman bütün gün orada. Bunu da yaşadık. Sonuç tutanağını, kimseye, bana dahil yani oradaki yaka kartlı arkadaşlarımız dahil güvenmeyip evine götüren teyzelerimiz de oldu. Veya canla başla sandık başında 6-7 tane avukatın etrafında olduğu şekilde oyları koruyan arkadaşlarımız da oldu. Kaostu, eğitim yetersizdi, insan kaynaklarımız yetersizdi. Tutanakları sayacak organlarımız yetersizdi gerek teknolojik, gerek manuel. Ama sonuç, o zamanlar çok çabuk manipüle edilebilir ve rahat manipüle edilebilir sonuçlardı. O yüzden sebebi şudur diyebileceğimiz bir şey yok ama güçlü olmamamızdan mütevellit bunu söyleyemiyoruz. Hani ünlü bir söz vardır. Haklı olmak her şeyi açıklamaz. Güçlü de olmak gerekir. Güçlü olmadığımız için her noktada. İşte İstanbul seçimlerini biz bu sayede aldık. Elimizde ıslak imzalı tutanaklar vardı. Bizim ıslak imzalı tutanaklarımız yoktu ki Çankaya’da. Diğer yerleri size anlatsam…. Benim arkadaşlarım şu anda bu işleri yapıyorlar ilgili partilerde, ilgili kurumlarda, STK’larda. Ben birazcık uzak kaldım işlerim nedeniyle. Yaşadıklarımızı eğer çözebilirsek işte şimdi adı millet ittifakı, yarın başka bir şey olur. Yaşamamak için hiçbir sebep yok. Çok basit hatalar, öngörülen ve düzeltilmesi için başvurulan hatalar ama insanoğlu beşer.”

Gök: Eksiklik olabilir ama bunun bir manası yoktu

Bu, “Ankara’yı kazanma isteğinde eksiklik” iddialarına, Ankara CHP il örgütünün içinden gelmiş, o zaman da milletvekili olan CHP Ankara Milletvekili Levent Gök’e soruyoruz. Gök, bu iddiayı reddederken, “elbette eksiklikler olmuş olabilir ama…” deyip devam ediyor. Dinleyelim:

“Tabi Ankara büyük bir kent, ili var, ilçeleri var. Ben o dönemi çok yakından hatırlıyorum. Ben de keza milletvekiliydim o dönemde. Biz her birimiz sorumluluk üstlenerek, il örgütümüz, ilçe örgütlerimizle beraber olağanüstü bir çalışmanın içerisinde olduk. Ben elbette bir seçimin yürütülmesinin zorluklarını bilirim. Burada eksiklikler de olmuş olabilir ama CHP örgütleri, karar alındıktan sonra alınmış bir kararın tam anlamıyla arkasında dururlar. Bu konuda hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Ben bunun canlı tanığıyım. Dolayısıyla yaşanmış olabilecek eksikliklerin tümü herhangi bir manaya bağlanması mümkün olmayan gerekçelerdir. Herkes elinden geleni yapmaya çalıştı.”

Şimdiye çıkan dersler

Sandık ve oy güvenliği konusunda Ankara seçimlerini örnek olarak almamızın elbette bir sebebi vardı. O günden bugüne bakmak istedik. O gün Mansur Yavaş’ın, partisi tarafından yeterince desteklenmediği, oy ve sandık güvenliğinin de bu ikircikli ortamda yeterince sağlanamadığı iddialarını doğru kabul edersek aynı tehlike bugün diğer partilerin desteğine sahada da ihtiyaç duyan Kılıçdaroğlu için de var mı? CHP’nin genel başkanının cumhurbaşkanı olması için diğer partiler sahada bir adım geride durursa sandık kendini yine güvensiz hisseder mi?

CHP’li Levent Gök 2014’te yaşananların nedeninin ikircikli ortama bağlı olmadığını anlatıyor. Gök’e göre sandığı güvensiz hale getiren asıl etken AKP’nin kendisi. Gök bu düşüncesinin sağlamasını Melih Gökçek’in ilk kez aday olup kazandığı 1994 seçimleri ile yapıyor. Gök, Gökçek’in Refah Partisi’nden aday olup Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını aldığı 1994 seçimlerini hatırlatıyor:

“AKP iktidara geldikten sonra özellikle her seçim döneminde, en çok tartışılan konulardan bir tanesi sandık güvenliği olmuştur. Bu hemen hemen bütün seçimlerde yaşanmıştır hem mahalli seçimlerde hem de milletvekili seçimlerinde. Genellikle iktidar partisinin sandıklardan çıkan birleştirme tutanaklarını kendi lehine düzenlediklerine dair çok yoğun şikayetler ta başından beri gelmiştir. Melih Gökçek’in ilk seçildiği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu seçimde CHP adayına çıkan oyların büyük bir çoğunluğu, Mamak çöplüğünden çıktı. Dolayısıyla iktidar partisinin reddedemediği bir gerçekliktir bu. CHP’nin sandığa atılmış oylarını biz daha sonra Mamak çöplüğünde bulduk. Bu elbette ki milli iradeyi sakatlayan en önemli unsurlardan biridir; oy hırsızlığı yapılmıştır. Bu daha sonra da başka yöntemlerle devam etti. Özellikle seçim günleri, elektriklerin bir anda kesilmesi ve CHP’nin önde olduğu yerlerde bu elektrik kesintisinden sonra AKP’nin öne geçmesine dair belirtiler, iktidar partisinin bu iktidarda kaldığı dönemde olağanüstü ölçüde sandık güvenliği konusunu tartışmalı hale getirdi.”

Başta da söylemiştik. Ne ilginç değil mi? Siz siyasi tercihinizi yapıyorsunuz ve önemli kaygınız bu tercihinizin çalınacağına dair oluyor. Hal böyle olunca da siyasi partiler seçim öncesindeki çalışmalarında enerjilerin önemli bölümünü sandık güvenliğine harcıyor.

Levent Gök, biraz da İstanbul seçimlerinde sandığa sahip çıkılmasının partisine getirisinin farkında olarak yapılan hazırlıkları ve nedenlerini söyle anlatıyor:

“Tabi her seçim bir deneyimdir. Her seçim ne yapılması gerektiği konusunda diğer seçimlere ışık tutar. Çünkü karşımızda güvenemediğimiz devlet kurumları var. Sandık hileleri ile oyları değiştirmeye yatkın, bunu yapacak devlet erkini elinde tutan bir devlet aygıtından bahsediyoruz. Örneğin birleştirme tutanaklarında sandıktan çıkan oy 20 ise AKP’ye bu 200 yazılabiliyor, buna tanık olduk. CHP’nin 200 ise 20 yazılabiliyor. Yani her aşamasında bunlara dikkat edilmesi gerekiyor. Biz buradan şu sonuçları çıkarttık ve özellikle geçtiğimiz yerel seçimlerde İstanbul’da ve elbette ki Türkiye’deki yerel seçimlerin tümünde çok başarılı uyguladık. Sandıklardaki ıslak imzaları birebir elimizde tutmak kaydıyla verileri kendimiz tutuyoruz. Yani sandıkların güvenliğinin birinci koşulu, oy sayımı bittikten sonra her sandıktaki bütün siyasi partilerin temsilcilerinin imzalamış oldukları tutanağın elde edilmesiyle orantılıdır bu iş. Biz bunları başardık, şimdi çok daha güçlü bir şekilde hazırlanıyoruz. Yani her sandıktaki ıslak imzalı tutanak elinizdeyse bu, daha sonra değiştiremeyecekleri bir veri olarak elinizde duruyor ve bu konuda eğitimleri tamamlanmış çok sayıda eğitmenimiz var, sandık görevlimiz var. Dolayısıyla diğer aşamalardaki hileleri birinci basamakta, oy kullanılan sandıklardaki tutanakları elde tutmak suretiyle sağlayabiliyorsunuz. Eğer bunu sağlayamazsanız, daha sonraki aşamalardaki olanaklarınızı kaçırıyorsunuz, biz buna odaklandık ve buna doğru çalışıyoruz.”

“Ben ne yapabilirim” diyenlere tavsiye: Kapıyı kırarak partilerinize gidin

Şimdiye kadar hep siyasi partilerin yaptıklarını ve yapamadıklarını konuştuk. Peki yurttaş ne yapmalı, oyuna nasıl sahip çıkabilir? Bunun bireysel bir yolu var mı? Özgür Berber’e göre yok. Berber, Seçim Kanunu’ndaki son değişiklikleri de hatırlatıp adres olarak siyasi partileri gösteriyor ve yurttaşa, “Partinize gidin, ben oyumu koruyacağım deyin” diyor. Hatta yolunu yordamını da şöyle anlatıyor:

“Birey olarak yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Siz şahıs olarak, tekil olarak hiçbir şey yapamazsınız seçimlerde. Ya gidecektiniz seçim sandıklarını korumak üzere oluşturulmuş sivil toplum hareketlerin üye olacaktınız ki şimdi onun da önü kesildi. Artık onların mümkünatı yok. Şu anda yapacağınız tek şey bir partiye üye olup yani bu sistemine, seçim sandığı güvenliği sistemlerine katılıp orada yeterli bilgi birikimine sahip olup, vazifenizi almak. Başka yapabileceğiniz hiçbir şey kalmadı.

Sandık kurullarına gideceksiniz, partiye ve ben diyeceksiniz. Ve kapıyı kırarak gireceksiniz. Çünkü oradaki keşmekeşliği, kaosu ben çok iyi biliyorum. Herkes de bunu görmeli, her şeyi yetişmeye çalışıyorlar. Hele şu konjonktürde, depremdi, diğer ekonomik sıkıntılardı… Partiler de çok zor durumda bakmayın yani anamuhalefet partisi olabilir CHP ama nelerle uğraştığını hepimiz görüyoruz. Diğer partilerin gücü ne. Yani en iyi arkadan gelen partinin oy oranları belli. Bugün hangi sandıkta hangi partinin müşahit atayabileceğine baksanız, kan ağlarsınız. Dersiniz ki bu ülke nasıl böyle.”

Bizim bütün bu dinlediklerimizden çıkardığımız sonuç şu: Sandık kendini anca kendisine güvenilirse güvende hissediyor. Siyasi parti alacağı sonuca güvenip inanırsa sandığı koruyabiliyor. Seçmen vereceği oyun değerinin farkında olursa partisini bu konuda zorluyor ve daha fazla güvenlik talebinde bulunuyor.

Özel Haber