SEDAT PEKER & AYHAN ÇARKIN: İÇERİDEN İKİ SES

SEDAT PEKER & AYHAN ÇARKIN: İÇERİDEN İKİ SES
Türkiye, Sedat Peker'in videolarında dile getirdiği sarsıcı iddiaları konuşmaya devam ederken yargı ve iktidar suskunluğa gömülmüş durumda. Tıpkı 19 cinayete ilişkin ayrıntılı bilgiler veren eski özel harekatçı Ayhan Çarkın'ın itiraflarında olduğu gibi... Ersan Atar, Peker'in videolarına Çarkın'ın itiraflarından bakan bir dosya hazırladı.

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in itiraflarını içeren videoları, Türkiye’de 28 yıldır üstü özenle örtülen, fail meçhul cinayetler dosyasının yeniden tartışılmasına neden oldu. Çünkü içeriden bir sesti. Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya söylediği “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır” sözleri siyah-beyaz bir filmin jenerik müziği gibi akıllara geldi. 

“O tuğlanın neden çekilemediği” sorusuna bugün de yanıt aranmaya çalışılıyor. 28 yıldır ülkenin gündeminde düşmeyen, gözyaşı ve acı ile örülen o duvar nasıl örüldü?…

Tuğlası çekilemeyen duvar, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in,  şu sözleriyle örülmeye başlandı:

“Bu millet uğruna, bu ülke uğruna, devlet uğruna kurşunu atan da kurşunu yiyen de her zaman biçim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler. Bizim bu konuda söyleyeceklerimiz bundan ibarettir.”

Çiller’in, 1993 yılında yaptığı bu açıklama, Türkiye için karanlık bir sürecin başlangıcı oldu. Bu açıklamanın ardından ülkede peş peşe siyasi cinayetler işlenmeye başlandı. Kısa sürede, cinayetlerin aynı ekip tarafından ve aynı şekilde işlendiği anlaşıldı aslında. 

Yöntem aynıydı… Resmi görevliler tarafından, sorgulanmak üzere kurbanlar gözaltına alınıyorlardı. Ancak kendilerinden bir daha haber alınamıyordu. Issız bir bölgede cesetleri bulunuyordu. Cesetler bazen Adapazarı - Hendek - Sapanca üçgeninde bir bölgede bulunuyor. Bazen Ankara’nın bir ilçesindeki bir noktasına bırakılıyordu.  1994 yılında kaçırılarak öldürülen Savaş Buldan’ın eşi Pervin Buldan, verdiği bir röportajda yıllar sonra kocasının kaçırılmasına ilişkin şunları paylaşıyordu.

“Eve gelmeyince kendisini cepten aradım, ulaşamadım. Bana arkadaşları ile birlikte oturduğunu söylemişti. Saat 4 sıralarında aradım. Resepsiyondaki bayanın bana, yaklaşık bir saat önce kapıda bekleyen polisler tarafından gözaltına alındığını söylemesi ile birlikte ne olduğunu anlamaya çalıştık. Oradaki görgü tanıkları eşimin polisler tarafından gözaltına alındığını söylediler.Yaklaşık 8 polis. Ellerinde polis telsizi, çelik yelekli ve polis kimlikli 8 kişi tarafından iki araca zorla bindirildiklerini ifade ettiler… Daha sonra iki aracın hızla otelden uzaklaştığını söylediler. Bir gün kayıp kaldılar. Yaptığımız bütün başvurulara, girişimlere rağmen izlerine ulaşamadık. Ertesi gün, yani 4 Haziran’da üç cesedin Bolu’nun Yığılca ilçesi Melen Çayı kenarında bir balıkçı tarafından bulunduğunu, bunun da oradaki yetkililere iletildiğini öğrendik…. Özellikle Kürtlere yönelik faili meçhul cinayetlerin yaşandığını biliyorduk. Eşimden önce öldürülen işadamları da vardı: Behcet Cantürk, Mecit Baskın, Fevzi Aslan ve kardeşi… Onların öldürülmesiyle birlikte bir tedirginlik başlamıştı. Çünkü dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından, ‘işadamlarının listesi elimizde, bunlardan hesap soracağız’ gibi yapılan açıklamalar yapılmıştı. Eşim o listede kendi isminin de olduğunu öğrenmişti. ‘Sanırım sıra bize geldi’ dediğini hatırlıyorum.”

İÇERİREN İLK SES: AYHAN ÇARKIN

1993-1996 yılları arasında, 19 kişi kaçırılarak, aynı şekilde öldürüldü. İşlenen cinayetlerin üzerine karanlık bir duvar örüldü. Yıllarca o duvardan kimsenin bir tuğla çekmeye niyeti de olmadı cesareti de. Mağdur ailelerinin yaptıkları başvurular da yıllarca sonuçsuz kaldı. Ancak yıllar sonra, 2011 yılında, tıpkı şimdiki Sedat Peker gibi “içeriden bir ses” konuşmaya başladı…

1993-1996 yıllar arasında işlenen 19 faili meçhul cinayet hakkında demeçler veriyordu. Yargısız infazlar hakkında beyanlarda bulunuyordu. Hakim ve savcılara “bildiklerimi anlatacağım ifademi alın” çağrısı yapıyordu. Neden konuştuğu anlaşılamayan o isim Susurluk davasının da hükümlüsü olan Özel Harekatçı Ayhan Çarkın’dı…  Çarkın, verdiği bir röportajda şunları söylüyordu:

“Öyle bir liste var. Zaten dönemin Başbakanı söylemişti. ‘Bölücü örgütlere yardım yapan işadamlarının listeleri elimdedir. Onlar da gereken cevabını görecek’ dedi. Bunun cevabını vermesi gerekenler cevabını verirler. Verilen emirler yerine getirildi. Emir verenler kenara çekildi. Şimdi herkes korkuyor, konuşmuyor. Emirler infaz emirleriydi işte ne olacak. Adam öldürme emirleri. Resmi emirlerdi.” 

EREN BASKIN: BABAMA O SİLAH DOĞRULTUĞUNDA…

Çarkın bu itiraflarının ardından, mağdur aileleri bir kez daha harekete geçti, suç duyurularında bulundu.  Çarkın ifadelerini delil olarak gösterdiler. Yıllar önce yapılan şikayetler nedeniyle açılan, ancak tozlu raflara kaldırılan dosyalar, savcılar tarafından indirilmeye başlandı.

“Ben hayatım boyunca hep babama o silah doğrultulduğunda, babamın aklına ben nasıl geldim diye düşündüm. O sırada babam, ‘Eren ne olur? Eren’e ne yapılır? Eren, ben olmazsam ne yapar diye düşündü mü?’  Benim ömrüm bunu düşünmekle geçiyor.

Bu sözlerin sahibi Eren Baskın, babası kaçırılarak öldürüldüğünde henüz 4 yaşındaydı. Babası, Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın, Ankara’nın gri havasında işlenen faili meçhul cinayetlerin ilk kurbanlarındandı. 

Daha sonra avukat olup babasının da öldürülmesinin sorgulandığı davada hak arayan Eren Baskın, Ayhan Çarkın’ın itirafları üzerine başlatılan soruşturmayı şöyle anlatıyor:

“2011 yılında başka bir üniversitede okurken bir sabah annem aradı.  ‘Kalk bir gazete al gazetenin başlığına bak’ tarzında sözler söylüyordu… Biz davanın zamanaşımına uğrayacağını düşünüyorduk ama bu gazete kupüründe baş sayfada ‘Mehmet Ağar için soruşturma başlatıldı’ yazıyordu. Bu soruşturmada, Mecit Baskın davasıyla ilgiliydi. Ayhan Çarkın'ın vermiş olduğu ifadeler ile alakalı, bazı tanıklıklarıyla ilgiliydi.  Bu tanıklıklardan yola çıkılarak bir soruşturma başlatıldığı söyleniyordu. Gazeteyi elime aldığımda Ayhan Çarkın'la birlikte Mehmet A'nın fotoğrafı, Tansu Çiller ve yanlarında öbür diğer özel hareket polislerinin fotoğrafı vardı. Fotoğrafların üstlerinden bir tanesinden bir kutucuk çıkartılmış ve ‘Mecit Baskın'ı öldüren kişi’ olarak yazılmıştı.  Hayatım, bu hayata bakış açım, bundan sonrası olacak her şey, o yazıyla değişti aslında. Evet biz biliyorduk böyle birşeyin yapıldığını biliyorduk ama hiçbir zaman net isimler yoktu. Babamın, devletin yetkili kıldığı ya da en azından göz yumduğu kişiler tarafından öldürüldüğünü çok iyi biliyordum ama ilk defa o kişileri karşımda görüyordum. Ama yaşamım o günden sonra çok daha farklı evrelere geçti. Böylelikle bir dava süreci başlamış oldu.”

“AĞANIN, YANİ MEHMET AĞAR’IN HABERİ VAR”

Eren Baskın, babası Mecit Baskın’ın nasıl kaçırıldığını, kaçırıldıktan sonra neler olduğunu Ayhan Çarkın’ın ifadelerine dayanarak şöyle anlatıyor:

“Babam, arabayı evinin önüne park etmeye çalışırken gözaltına alınıp götürüldü… Ayhan Çarkın, babamı işyerinden çıktıktan sonra aldığını, ortalama bir boyda olduğunu, çok nazik bir adam olduğunu, kapısının önüne gittiğini, kendisine emniyete gelmesi gerektiğini söyleyip öndeki münübüs tarzı arabaya bindirdiğini ifade ediyor, Çarkın, o arabada Ercan Ersoy, Seyfettin Lap, Ziya Bandırmalıoğlu, Ayhan Özkan dörtlüsüne teslim ettiğini, kendisinin de Ayhan Yorulmaz’la başka bir arabaya bindiğini, Kızılay'da bir tur attıktan sonra Ankara Emniyeti'ne gittiklerinde kapıda İbrahim Şahin’in onları karşıladığını ve İbrahim Şahin'in onlara ‘Burada ne işiniz var, niye o grubun yanında değilsiniz’ dediğini, o anda zaten öldürmüş olacaklarını anladığını ifadelerinde söylüyor. Çarkın, hatta ayak üstü emniyet müdürüyle tartıştıklarını ‘yeter artık ne kadar böyle olacak’ dediğini, onlarla buluşma mekanına gittiğinde de Mecit Baskın’ vurulup öldürüldüğünü, buna çok sinirlendiğini de ifadelerinde aktarıyor. Ayhan Çarkın, Ziya Bandırmalıoğlu’na, ‘Bu adam iyi bir adamdı bir konuşsaydık. Hemen bunu vur bunu vur demekle olmuyor’ diyerek ona silah çektiğini, Bandırmalıoğlu’nun da ‘sana ne sen karışma bundan ağanın haberi var yani Mehmet Ağar’ın haberi var, sen karışma’ dediğini söylüyor…”

TUTUKLAMALARLA UMUTLAR ARTTI, NASIL SÖNDÜ?

Cinayetlere ilişkin ayrıntılı itiraflarda bulunan, savcılara “şöyle öldürüldü, şuraya gömüldü” diye yer göstergen Çarkın, tutuklandı. Çarkın’ın ifadesinde isimlerini söylediği özel harekatçı polisler Ayhan Akça, Seyfettin Lap, Enver Ulu, Ayhan Özkan ve Uğur Şahin de dosyaya dahil edildi. Tutuklandılar. Umutlar artıyordu.

Eren Baskın, umutların neden arttığını şöyle anlatıyor:

“O zamanki bu savcı bu günleri görmüş olacak ki o günki yapılan yer gösterme işlemini çok kaliteli bir şekilde yapmış. Yeri göstertmiş, eski fotoğraflarla karşılaştırmış. Ufak bir anekdot anlatayım: Babam hemen burnunun yanından gözünün aşağısından vuruldu. Savcı Ayhan Çarkın'a, babamın neresinden vurulduğunu soruyor. Çarkın da ‘tam olarak neresinden vurulduğunu bilmiyorum ama bir tane kurşunun yüzünde olduğunu çok iyi hatırlıyorum’ demişti. Otopsi raporu yüzünden vurulduğunu, bunun yanında göbeğinden bir de kalbinden vurulduğunu doğruluyordu. Bunlarda yer gösterme işlemiyle bağlantılı olarak bir savcının notlarında yer alıyordu. Savcı Ayhan Çarkın'ın vermiş olduğu ifadelerin birbiriyle örtüştüğünü yani doğru söylediğini not olarak ekliyor ve dava dosyasına dönüştürülmesi için gönderiyor.”

Devam eden soruşturma kapsamında daha sonra Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin’in ifadeleri alınabildi.  Bu isimler tutuksuz yargılandı. Savcının yürüttüğü titiz soruşturmadan sonra yargılama aşamasında umutların nasıl azaldığı da Avukat Eren Baskın’ın anlatımlarıyla şöyle oldu:

“2013 yılında Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ve bu özel harekat polislerin de içinde bulunduğu kişiler, adam kaçırma, adam öldürme, silahlı örgüt kurma suçlarından ağırlaştırılmış muhabbet hapis cezası istemiyle yargılandılar. Aslında bu tip davalarda genelde tut tutuklama yapılır. Bu tutuklamayla beraber yürür çünkü tutuksuz yargılanmaları çok zordur. Yani Türkiye genelinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanan kişiler genelde tutuklu yargılanır. Bırakın tutuklanmalarını, üçüncü mahkemeden itibaren davadan vareste tutuldular. Yani dediler ki ‘Siz bir daha gelmeyin, sizin can güvenliğiniz yok. Biz size soruları gönderir. Siz yaşadığınız memleketlerde ki adliyelere gider, size sorduğumuz sorularla ilgili ifadeler verir, onları bize gönderirseniz’ dediler. Yani ‘yorulmanıza gerek yok’ tarzında.  Malesef dava sürecinde bunları yaşadık. Yani gerçekten insanı çok ama çok sıkıntıya sokan durumları gördük. Bu durumlar beni, benimle birlikte diğer 18 ailenin çocuklarını, gençlerini, eşlerini, annelerini, babalarını inanılmaz derecede çok yordu ve inanılmaz derecede sıkıntıya soktu.”

Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve özel harekatçı polislerin de aralarında bulunduğu 19 sanık hakkında, 2013 yılında “Tasarlayarak Öldürme, Taammüden Öldürme, Cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturmak” suçunda dava açıldı. Devlet görevlileri suç işlemek için çete kurmuştu. 

Yaklaşık 6 yıl süren yargılama boyunca bir takım özel uygulamalarla, sanıklar korundu. Mahkemelerde görülmemiş şeyler oldu. Sanıkları mağdur avukatı sorgulayamasın diye kimseye haber verilmeden özel celseler açıldı. Dosyadaki birçok delil yok sayıldı. Mahkemenin hakimleri değiştirildi. Sanıkların aklanmasına için uğraşılıyordu. Hakimler uyukluyor, delilleri görmüyorlardı.

Avukat Eren Baskın, mahkemenin görmediği delileri ise şöyle sıraladı:

“Bu kişilerle ilgili gelen evrakların kaliteli olmasıyla alakalı. Mesela Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan gelen bir ses kaydında dönemindeki en tehlikeli insanlardan biri olan itirafçı Tarık Ümit ile Korkut Eken'in bir telefon görüşmesinde ölülerin üzerinden çıkan saat para, cüzdan gibi şeyler için kavga ettiklerini ortaya koydu. Keza öldürülen üç kişinin vücudundan çıkan mermi çekirdekleri aynı silahtan ateş edilmişti ve bu silahlar da polis özel harekat envanterinde bulunan silahlardı. Kaybedildiği söylenen silahlardı. Biz bunların hepsini çok kaliteli bir şekilde done olarak mahkemeye sunsak da hiçbir zaman tutuklama akıllarının ucundan geçmedi. Bu da bizim için gerçekten çok sıkıntılı dönemler olduğunu gösteriyordu.

“İÇERİDEKİ İKİNCİ SES: PEKER” KONUŞURKEN BERAAT BOZULDU

Aslında yargılamanın sonucunu herkes biliyordu. Ama kurbanların yakınları “bir umut” deyip saatlerini duruşma gününe kurdular. Ancak beklenildiği gibi davaya bakan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 2019 yılında beraat kararı verdi.  

“İçerideki ses” Sedat Peker daha yeni konuşmaya başlamıştı ki Ankara İstinaf Mahkemesi’nden sürpriz bir karar çıktığı duyuldu. Beraat kararı bozulmuştu. Kararın “tarih” hanesinde 5 Nisan 2021 yasıyordu. Yani daha Peker daha o meşhur “Pazar buluşmaları”nı yapmaya başlamamıştı. Ancak karar önce, internet olanağı sınırlı olan cezaevindeki avukatlara tebliğ edildi. Haliyle kimse görmedi, duymadı. Sedat Peker’in videoları artıyordu ki bir Pazar günü dışarıdaki avukatlar UYAP’ta kararı fark ettiler. Akıllara şu soru geldi:

İstinaf Mahkemesi kararını Peker videolarından sonra verdi de karara 5 Nisan tarihi mi atıldı? Nasıl verilmiş olursa olsun İstinaf Mahkemesi’nin kararı kayıp yakınları tarafından umutla karşılandı. Eren Baskın yüreklerde oluşan umudu şöyle anlattı:

“Benim adalete olan inancım her zaman tamdı. Bana her zaman ‘Niye? Ne bekliyorsun, ne olacak’ dediler  ama ben son güne kadar da umudum hep taşıdım. Dedim ki evet aksaktır topaldır ama bir gün bir yerde mutlaka bu adalet topuzu ile tanışırlar. Şu ana kadar bunu başaramadım ama bu başaramadığım anlamına gelmiyor. Mutlaka başaracağım. Bu zihniyetten mutlaka hukuk önünde intikamımızı alacağız. Mutlaka bu insanların bu zihniyetleri mahkum ettireceğiz. Bu benim hayata bakış açımdır. Eğer ben bu umudumu kaybedersem zaten ne meslek hayatımda ne de farklı bir hayatta kendi yüzüne de bakamam.”

“PEKER VE ÇARKIN’IN ANLATTIKLARININ BENZERLİKLERİ VAR”

Eren Baskın, mafya lideri Sedat Peker’in açıklamalarıyla, yaşanılan tartışmalardan da rahatsızlık duyduğunu da söylüyor:

“Ben Sedat Peker'in açıklamalarıyla bu işin bu kadar gündem olmasına maalesef karşıyım. Biz yıllardır hak savunucuları, -cumartesi anneleri, İnsan Hakları Derneği, işte diğer sivil toplum örgütleri- insan hayatına değer veren her insan, ‘bu Mehmet Ağar katildir. Bunların avaneleri katildir’ diye haykırıyor. Tam 27 - 28 senedir. Bu kadar görünür olan bu annelerin laflarına değil de aynı cenahın içinden gelen bir insanın söylediği bu cümleleri hala şu an şaşıran insanlar var bende ona şaşırıyorum. Biz zaten bunları söyledik… Bugün de kendisi de (Sedat Peker) bu cenahın içinden gelmedir ve eminim böyle birçok olaya karışmıştır. Birçok olayın da azmettiricisidir kendisinin gereken en ağır cezayı alması gerektiğine inanıyorum.

Özel Harekatçı Ayhan Çarkın da şimdi Sedat Peker gibi “içeriden bir sesti.” Çok sayıda somut bilgiyi yargıyla paylaşmasına rağmen, ne toplumu ne de yargıyı ikna edebildi. Ancak şimdi Sedat Peker’in videoları, toplum üzerinde geniş bir etki yaratmış durumda. Toplumun büyük bir bölümü, doğru söylediğini düşünüyor. Ancak yine de akıllarda hep o soru var:

Bunlar anlatacak ve yine yargı susacak mı?

Bu soruya “hayır” cevabı almayı uman herkes şimdi Çarkın ile Peker’in anlattıkları arasındaki benzerliklerle farklılıkların altını çiziyor. Tıpkı Baskın Eren gibi:

“Ayhan Çarkın'ın konuşmaları biraz daha vicdani olarak ele alınabilirdi. Kendisi vicdan yapıp kendi kendine gittiğini söylüyordu. Ama Sedat Peker'in öyle değil. Sedat Peker, ‘bu devlet, benim bu kadar yapmama rağmen bana sırtını döndü. onun için ben geldim bunları açıklıyorum’ anlamında. Yani ikisinin arasındaki tek paralellik bence buydu. Ama dediğim gibi yine mantık olarak bu insanların mantığında, eğer bu davanın çözülmesine dair en ufak bir gelecek varsa mutlaka dikkate alınmalıdır. İkisinin aynı yönde söylediği birçok şey var aslında. Ayhan Çarkın da Mehmet Ağar'ın katil olduğunu, bunların düzenleyicisinin Mehmet Ağar olduğunu ve bu bakımdan bir örgüt lideri olduğunu dile getiriyordu. Sedat Peker de, -çıkarları doğrultusunda-  Mehmet Ağar’ın, bir mafyavari bir kişi olduğunu, Ankara'da İstanbul'da işlenen birçok cinayetin azmettiricisi olduğunu, ayrıyeten de mafyavari bir yapıyla mafyavari bir durumla şuan paranın peşinde koştuğunu söylüyor. İkisi de aynı düzlemde aynı şeyleri anlatarak gündeme geldiler. Bu gündemdeki bu gelişmeler ne olursa olsun Cumartesi Annelerinin, İnsan Hakları Derneği’nin ve bunun gibi birçok hak savunucusunun yıllardır peşinde koştuğu şeyler. Umarım ama umarım bir sonuç elde edilir. Yani ortaklaşa bir sonuç elde edilir. Şu anlamda söylüyorum bunu eğer bir acı dindirilecekse, Cemil Kırbayır'ın yeri bulunacaksa, Murat Yıldız’ın yeri bulunacaksa. Bu insanlarla alakalı olarak gelişmeler yaşanacaksa tabii ki önemlidir, önemli adımlardır. Şahsım adına bu insanların yapmış olduğu bu açıklamaların ve muhabbetlerin maalesef ki çok ama çok da etkisi yoktur. Çünkü ben yıllardır zaten soğuk betonlar içinde babamın fotoğrafını tutarak bu gerçekleri haykırıyordum. Eğer bunun magazinsel boyutunun peşinde değil de insan hak savunucularının sesine biraz daha ses katılabilseydi. Bugün bunlara hiç gerek kalmadan 20 yıl önce zaten 25 yıl önce bu adamlar mahkum edilebilirdi. Ne olursa olsun umudumu, umudumuzu kaybetmeyelim. Bir insan bir insanı öldürüp evine gidip çocuğunun başını okşayamaması lazım. Ne olursa bunun hukuk önüne hukuki karşılığıyla mutlaka ama mutlaka taşlaşması lazım. Bu insanların hiçbirinin ama hiçbirinin niyeti ‘vatanı kurtaralım’ değil. Bunların tek ama tek amacı vardı; tamamen para, şan, şöhret ve korkulan bir gelecek. Korku salan bir gelecek yaratma peşindeydiler ve maalesef bu zaferi elde ettiler. İsmim Eren Baskın Abdülmecit Baskın'ın oğluyum. Ne olursa olsun onlardan korkmuyorum. Ne olursa olsun, sonu nereye giderse gitsin. Ben yapamazsam çocuğum, çocuğum yapamazsa, çocuğuna bırakacağım tek ama tek mirasım budur. Bu kişiler adil bir ortamda yargılanana kadar bu işin peşinde koşacağım Ben ve benim gibi düşünen binlerce insan var. Bu insanlar için de savaşacağız. Bu insanların bir parça da olsa geçmişten gelen bu acılarının sonlanması için çalışmaya devam edeceğiz.”

HABERİN PODCASTİNİ DİNLEMEK İÇİN PLAY TUŞUNA TIKLAYIN

Özel Haber