Türkiye'de adil bir seçim mümkün mü?

Türkiye'de adil bir seçim mümkün mü?
Türkiye'de son dönemde gerçekleşen seçimleri değerlendiren Özbudun, "İktidarın uygulamaları seçimi eşitsiz kılıyor" dedi. Özer "İktidar tarafından kamu kaynaklarının kullanılması hem de bakanların istifa etmeden adaylıklarını sürdürmeleri seçimin eşit koşullarda ve tarafsız yapılması konusuna gölge düşüren belki de meşruiyetini zayıflatan bir unsur oldu" derken Tokyay ise "Yerel seçimlere kadar olan dönemde sosyal medya okur yazarlığı konusunda herkesin bilinçli olması" uyarısında bulundu.

ESRA TOKAT


Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerinin ardından seçimin eşit şartlar altında gerçekleşip gerçekleşmediği tartışmaları devam ediyor.

Türkiye’de özellikle de 2015 yılından itibaren yapılan her seçimde bu konu az ya da çok tartışıldı. Son dönemde bu tartışmanın yoğunlaşmasının nedeni ise 21 yıldır iktidarda olan AKP’nin ve onun adayı olan mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tekrar seçilmesi ve pek çok anket şirketi sonuçlarına göre kazanması beklenen muhalefetin ortaklaştığı aday olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi.

Demokratik sistemlerde ‘adil’ seçimler halkı bilgilendirecek özgür bir basın, seçimi denetleme ve gözetleme görevi yürüten bağımsız bir yargı, şeffaf ve hesap veren bir yönetim ile birlikte gerçekleşebilir. Bu durum Anayasa ile de güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 67. maddesine göre seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.

Ancak bu Türkiye’de mümkün mü?

Kılıçdaroğlu’nun ‘Alevi’ videosundan sonra İçişleri Bakanlığı'nın 81 valiliği AKP’nin ‘24 Adımda Alevi-Bektaşi Vatandaşlarımız ile Cemevlerine Yönelik Çalışmalar’ başlıklı kampanyası için görevlendirdiği ortaya çıkmış ve bu kampanyanın broşürlerinin dağıtılmasını emretmişti. Bu küçük örnekte bile kamu kaynaklarının seçim döneminde iktidar lehine kullanıldığını görebiliyoruz.

14 Mayıs seçiminden kısa bir süre önce ise Erzurum’da tehlikeli bir provokasyon yaşandı. Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun Erzurum mitinginden önce alana belediye otobüsleri dizildi. Miting öncesi tekbir atarak kentte dolaşan bir grup miting başlarken de İmamoğlu’nun otobüsüne taşla saldırdı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu takip eden ve ona soru soran gazetecinin etrafı korumalar tarafından kuşatıldı, telefonundan görüntüler silindi. Oy ve Ötesi hedef gösterildi...

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair gözlemlerini de geçtiğimiz hafta açıklamış ve “14 Mayıs’taki eşit bir mücadele ortamının olmaması ve kampanyanın adil olmaması sorunu 28 Mayıs sürecinde de devam etmiş ve mevcut Cumhurbaşkanı ikinci turda da haksız bir avantaj sağlamıştır” açıklamasında bulunmuştu.

Konuya ilişkin Prof. Dr. Ergun Özbudun, Prof. Dr. Ahmet Özer ve gazeteci-yazar Menekşe Tokyay Kısa Dalga’ya değerlendirmelerde bulundu.

‘Türkiye’de seçimlerdeki eşitsizlik durumu ancak iktidar değişirse önlenebilir’

Zaten birkaç dönemdir seçimlerin adil şartlar altında gerçekleşmediğini ifade eden Özbudun, “Bu seferki de istisna değil. Hem de daha önceki seçimlerde başvurulmamış bir takım iftira, yalan, montaj gibi usullere başvuruldu” dedi.

“Çok fazla eşitsizlikler var” diyen Özbudun “Devlet kaynaklarının kullanılmasındaki eşitsizlikler, medyanın yüzde 90’ını ve daha çoğunun kontrol altına alınması, hür medya ya da bağımsız medya üzerindeki çeşitli baskılar ve yasaklar ile Sansür veya Dezenformasyon Kanunu’nun olması bunlardan bazıları” dedi ve şunları söyledi:

“Türkiye’de seçimlerdeki eşitsizlik durumu ancak iktidar değişirse önlenebilir. Bu iktidarın uygulamaları seçimi eşitsiz kılıyor bu bir gerçek. Ama bunlar sadece bu seçimde olmuş bir şey değil bundan evvelkilerde de yani 2017’den beri gördüğümüz bir olay. Ama bu seçimde iftira, yalan kaset, montaj gibi etik olmayan metotlara da başvuruldu.”

Yabancı seçmen meselesi

Seçimlerin adil olmamasında iki önemli sorun olduğunu belirten Özer, “Birisi seçmen boyutu. Seçmen boyutunda en önemli sorunlardan biri yabancı seçmen meselesi. Yabancı seçmen meselesi de iki kategoriye ayrılıyor. Biri para ile vatandaşlık alanlar bir diğeri de vatandaş yapılan sığınmacılar. Bunların sayısının ne kadar olduğu, ne kadar oy kullandıkları, oylarını en çok kime verdikleri konusunda net bir bilgi olmadığı için bir şaibenin, bir sıkıntının burada olduğu ileri sürülüyor” dedi.

İkinci önemli sorunun ise sandıklarla ilgili olduğunu ifade eden Özer şunları söyledi:

“Sandıklarla ilgili CHP açıklama yaptı. Birinci seçimde 77 bin ikinci seçimde 23 bin ıslak imzalı tutanağının kendilerine ulaşmadığı anlamında CHP Parti Meclisi üyelerinin bir takım açıklamaları oldu. Bu da aslında bir yanıyla Millet İttifakı’nın bir zaafı. Çünkü sandığa sahip çıkamama muhalefetin eksikliğidir, bu bir yana. Bu olduğu içinde bir takım hilelerin meydana geldiği yönünde iddialar var. Hatta bununla ilgili kanıtlar da var.”

Atanmış bürokratların verdiği kararlar iktidar lehine mi?

“Mesela MHP’nin aldığı oy ile ilgili toplumda şaşkınlık meydana geldi. Çünkü bütün kamuoyu yoklamaları MHP’nin oyunu yüzde 5-6 civarında gösteriyordu. Ama yüzde 10 civarında oy alınca herkes şaşırdı. Peki bu oy nasıl meydana geldi? Bütün kamuoyu araştırmalarının bu kadar büyük oranda yanılması akıla, bilime ve sosyoloji bilimine aykırı bir durumdur. O zaman ortaya şu çıkıyor. Doğu ve Güneydoğu’da Yeşil Sol Parti’ye verilen oyların MHP’ye verildiği yolunda bir takım kanıtlar ortaya konuldu ilgili parti tarafından. Bu da gösteriyor ki sandıkların güvende olmayan yerlerde böyle bir şey yapılmış olabilir. Bir diğer noktada mükerrer oy kullanma meselesidir. Biliyorsunuz güvenlik ile ilgili görevli olan kesimler bulundukları yerlerde oy kullanabilirler. Gene bu türden mükerrer oy kullanıldığına yönelik tespitler yapıldığını da söylediler.”

Tüm bunlara karşı çok sayıda itiraz da yapıldığını vurgulayan Özer, “Ancak bu tür kararları verilen kesimlerin iktidar tarafından atanmış bürokratlar olduğu için daha çok iktidarın lehine olabilecek kararlar verdikleri yönünde bir takım beyanlar da oldu. Aynı şekilde geçtiğimiz yıl değiştirilen seçim yasasında yeni il ve ilçe seçim kurullarının tayin biçimine yönelik de önemli tartışma konusu olduğu da hep gündemdeydi. Bütün bu ve benzeri noktalar bunu ortaya koyuyor” dedi.

'Bakanlar, bakanlık olanaklarını maddi manevi kullandılar'

“Bir seçimin meşruiyeti o seçimin eşit koşullarda, adil ve özgür ortamda yapılması demektir. Eşit koşullarda yapılması demek de iktidar ve muhalefetin aynı oranlarda eşit olmaları anlamına gelir” diyen Özer şunları söyledi:

“Örneğin önceden parlamenter sistemde bazı bakanlar seçime dahil olmasınlar diye istifa ederlerdi ve onların yerine bürokratlar atanırdı. Bu seçimde bakanlar istifa etmeden aday oldular ve seçim bölgelerinde hem bakanlık güçlerini manevi olarak hem de bakanlık olanaklarını maddi olarak kullandılar. Diğer taraftan da zaten kamu kaynaklarının ve devlet gücünün iktidarda olan parti lehine kullanıldığını herkes biliyor ve görüyor.”

‘TRT’nin halkın vergileriyle kurulmuş bir kamu kurumu olmasına rağmen burada eşit ve adil davranmadığı ortaya çıkıyor’

“Bir başka noktada da medya gücünün özellikle büyük oranda iktidar lehine kullanılması söz konusuydu. Medya demişken TRT’yi de ele almak gerek. CHP’nin HDP’nin, AK Parti’nin ya da Kılıçdaroğlu ile Erdoğan’ın ekranda yer alma durumlarına baktığımızda aralarında derin uçurumlar var. TRT’nin halkın vergileriyle kurulmuş bir kamu kurumu olmasına rağmen burada eşit ve adil davranmadığı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla iktidar tarafından hem devlet gücünün hem de kamu kaynaklarının kullanılması hem de bakanlar kurulunun iki kişi hariç milletvekili adayı olması ve istifa etmeden adaylıklarını sürdürmeleri bu anlamda seçimin eşit koşullarda ve tarafsız yapılması konusuna gölde düşüren belki de meşruiyetini zayıflatan bir unsur oldu.”

‘Toplumu yöneten en üst düzeydeki bir kişinin yani Cumhurbaşkanı’nın da kamu düzenini sağlama gibi görevleri var ama...’

Özer, Kılıçdaroğlu hakkında hazırlanan montaj videoya da değindi:

“Seçimin özgür ve adil olması için böyle bir montaj da olmamalıydı ki Cumhurbaşkanı kendisi söyledi montajı itiraf etti. Kılıçdaroğlu’nun Kandil ile ilgili ilişkisi söz konusu olamaz zaten bunu Sayın Cumhurbaşkanı da biliyor. Kaldı ki seçim, kamu düzeninin daha iyi yürütülmesi için yapılan ve demokrasinin en önemli unsurlarından biridir. Toplumu yöneten en üst düzeydeki bir kişinin yani Cumhurbaşkanı’nın da kamu düzenini sağlama, toplumun birlik ve beraberliğini korumak gibi görevleri var. Ama maalesef seçimde de gördük ki bunun yerine kutuplaştırıcı, herkesin kendi tarafını domine etmeye ve hatta motive etmeye dair bir takım atraksiyonlar yapıldı. Bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Türkiye’de artık siyasetin bu tür şeyleri bırakması gerekir. Nihayetinde savaşa değil seçime gidiyoruz.”

‘Seçimler savaş hukuku şeklinde yapılmamalı’

“Seçimde evet bir yarış olmalı ama bu yarış da nezaketle yapılmalı, seçimler bir savaş hukuku şeklinde yapılmamalı. Bu aynı zamanda toplumsal birliktelik için gerekli hem de siyasetin deforme olmadan, kirlenmeden, çürümeden sürdürülebilmesi ve arkadan gelen bir takım genç kesimlere de örnek teşkil etmesi adına önem taşıyor. Ama bu maalesef bu seçimde yapılamadı. Karşılıklı düşmanca tutumlar, söylenmemesi gereken sözler söylendi. Bu belki kısa vadeli kazançlar sağlayabilir ama uzun vadede toplumsal dokuya zarar veren bir işlev gördüğünü düşünüyorum.”

‘Seçim yasasının ve Siyasi Partiler Kanunu’nun baştan sona daha demokratik bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerek’

“Şu ya da bu biçimde bu seçim bitti. Bundan sonraki seçimlerin daha dürüst, daha adil, daha tarafsız ve özgür bir ortamda yapılması dileğimizdir. Ama bunun sadece dilekte kalmaması için de Türkiye’de bana göre seçim yasasının ve Siyasi Partiler Kanunu’nun baştan sona daha demokratik bir biçimde yeniden düzenlenmesi gerekir. Nitekim yeni Adalet Bakanı göreve başlarken yeni bir anayasa değişikliğinden bahsetti, anayasa değişikliği tabi ki hepimizin özlemi; özgür ve demokratik olması koşuluyla.”

‘Yerel seçimlere kadar olan dönemde sosyal medya okur yazarlığı konusunda bilinçlendirme kampanyaları yapılmalı’

Medyanın bağımsız olmadığı, derin sahte de dahil olmak üzere karşı-propaganda taktiklerinin kullanıldığı ve hakikatin önemsizleştirildiği (post-truth) bir ortamda, gerçek bir seçim olmasına rağmen adil bir seçim olamayacağını vurgulayan Tokyay ise önümüzdeki seçimlerde yapılması gerekenlere dikkat çekti ve şunları söyledi:

“Yerel seçimlere kadar olan dönemde sosyal medya okur yazarlığı konusunda herkesin bilinçli olması gerekiyor. Gerekirse de bu konuda bilinçlendirme kampanyaları, spotlar yapılmalı. Zira birçok belediyenin - özellikle de muhalif belediye başkanlarının elinde olan büyükşehir belediyelerinin- yeterince iyi yönetilmediği konusunda somut kanıta dayalı olmayan (factual-based), kulaktan dolma, derin sahte ürünü bilgiler ve haberler daha şimdiden ortalıkta dolaşmaya başladı. Eğer önümüzdeki seçimin adil olmasını istiyorsak, buna kendimizle başlamalıyız ve güvenilirliğinden emin olmadığımız hiçbir haberi dolaşıma sokmamalıyız - gerek medya mensupları gerekse sosyal medya kullanıcıları olarak.”

‘Mikro düzeyden itibaren herkesin sorumlu ve yapıcı bir dil ve eylem içerisinde olması gerekiyor’

“Bu süreçte medya mensuplarının da, sıradan sosyal medya kullanıcılarının da mevcut kutuplaşmayı derinleştirecek söylemler, anlık günah keçisi yaratan ve vicdan rahatlatan hedefler bulmak yerine, yaklaşan yerel seçimlerde nasıl bir strateji izlenmesi gerektiği konusunda ortak akıl üretecek birer aktif yurttaş haline gelmelerini bekliyorum. Aynı şekilde "seçim sadece İzmir'de olsa Kemal Kılıçdaroğlu açık ara cumhurbaşkanı olurdu" şeklinde siyaset bilimini ağlatan açıklamalar yerine, yerelden yani mikro düzeyden itibaren herkesin sorumlu ve yapıcı bir dil ve eylem içerisinde olması gerekiyor - seçimlerden bir ay önce havaya kalp işaretlerini yükseltmekten çok daha yararlı ve sonuç getiren bir uğraş olur bu şekilde.”

Gündem