Van'da öldürülen 6 yaşındaki Yusuf'un annesi: Çocuklarımı ölümün ülkesinden kaçırdım, ama çocuğum burada öldürüldü
Hale GÖNÜLTAŞ
ANKARA- Marziyan Mahrani 3 Temmuz günü Van’ın Saray İlçesi’nde mültecileri taşıyan minibüsün “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle jandarma ve korucuların açtığı ateş sonucu öldürülen altı yaşındaki Yusuf’un annesi. Anne Mahrani’nin söylediğine göre Yusuf kalbinden vurulmuş. Otopsi raporunda Yusuf’un bedenine “üç kurşun isabet ettiği” yazılı. Yusuf vurulmadan kısa bir süre önce tıka basa dolu minibüste annesinin kucağında havasızlıktan nefes alamadığını söyleyip “Anne camları aç” diye ağlıyordu. Marziyan Mahrani “Savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmaya geldim. Çocuklarımı, can güvenliği olmadığı için ölümün ülkesinden çıkarttım. Ama çocuğum burada öldürüldü” diyor.
YUSUF’UN BEDENİNE ÜÇ KURŞUN İSABET ETTİ
Van’ın Saray İlçesi’ne bağlı Karahisar Mahallesi’nde geçen 3 Temmuz günü altı yaşındaki Afgan Yusuf Mahrani’nin ölümü ile sonuçlanan olay saat 16.00 sıralarında gerçekleşti. O gün ajanslardan geçen haber, güvenlik kontrol noktasına yaklaşan minibüsün dur ihtarına uymaması sonucu jandarma ve korucuların ateş açtığı, açılan ateş sonucu bir çocuğun öldüğü, 10’un üzerinde de yaralı olduğu yönündeydi. Van Valiliği’nden olay sonrası yapılan açıklamada "mültecinin” kurşun sekmesi sonucu ”sehven” öldüğü ima edilirken, öldürülenin “çocuk olduğu bilgisine dahi yer verilmedi. Valilik açıklamasında “mültecinin” güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucunda kurşun sekmesi sonucu öldüğü yazıyordu. Fakat otopsi raporuna göre Yusuf’un bedenine bir değil üç kurşun isabet etmişti.
YUSUF ANKARA’DA DEFNEDİLDİ
Yusuf’un cenazesi otopsinin ardından iki hafta Van’da hastane morgunda bekletildi. Ailenin isteği üzerine Yusuf’un cenazesi Van’dan Ankara’ya getirildi. Yusuf, aile bireylerinin katıldığı törenle Ankara Ortaköy Mezarlığı’nda defnedildi.
MARZİYA HENÜZ KAYIT ALAMADI
Mahrazi ailesi şimdilerde Ankara’da İl Göç İdaresi’ne kayıt yaptırıp kimlik alabilmenin gayreti içinde. Afgan vatandaşlarının "uluslararası koruma kayıt” işlemlerinin iki gün içinde gerçekleştiği bilinmekte. Lakin başvurularının üzerinden yaklaşık 13 gün geçmesine karşın İl Göç İdaresi yetkilileri tarafından Marziya Mahrani’ye "bugün git”, “yarın gel” deniliyor. Son yıllarda il göç İdareleri, çok olağanüstü bir durum olmadığı sürece yeni kayıt almıyor. Fakat ailenin durumu, “olağanüstü” koşulları taşıyor. Olağanüstülüğü ortaya koyan silahlı saldırı, bir otopsi raporu, altı yaşındaki bir çocuğun ölüm belgeleri var.
Hal böyleyken kimlik bürokrasisinin haftalara yayılması Türkiye’nin son aylarda uyguladığı “kayıt dışı göçmenlerin sınır dışı edilmesi politikası Mahrani ailesi için de içinde mi uygulanacak?” sorusunu sorduruyor.
BEKAR ODASINDA BEŞ KİŞİ KALIYORLAR
Anne Mahrani kayıt işlemlerini yaptırabilmek için günlerini Ankara İl Göç İdaresi Binası’nın önünde bekleyerek geçiriyor. Eşi Davut İbrahim ise oğlunun kaybının acısıyla baş etmekte zorlandığı için her an eşinin yanında bulunamıyor. Ailenin Ankara İl Göç İdaresi’ndeki işlemleri geçen Cuma günü de tamamlanamadı.
Cuma akşam üzeri Marziyan ve çocuklarla İl Göç İdaresi’nden çıkıp ailenin yaşadığı mahalleye gittik. Kaldıkları bekar odası, hem fiziki koşullar hem de hijyen açısından bir ailenin, çocukların kalabileceği niteliklere sahip değil.
Öz bakım ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için ortak tuvalet ve banyoları kullanmak zorundalar. Odada mutfak olmadığı için yemek pişirme imkanları bulunmuyor.
YUSUF ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE AÇ OLDUĞU İÇİN ANNE VE BABA YEMEK YEMİYOR
Aile dile getirmese de çok ciddi ekonomik sıkıntı içinde bulundukları gözlemleniyor. 14 ve 12 yaşındaki iki çocukları günde bir öğün ekmek arası peynir ya da zeytin ile besleniyor. Anne Marziyan ise oğlu Yusuf minibüs taranmadan kısa bir süre önce “aç olduğunu” söylediği için yemek yemiyor. Anne gibi baba Davut da yemek yemeyi bıraktığı için fiziksel olarak bir hayli yıpranmış oldukları gözlemleniyor. Anne ve babanın bir tür “yas” olarak yemek yememeleri baş dönmesi, dalgınlık, mide bulantısı, el titremesi gibi belirtilerle kendini gösteriyor.
ANNE MARZİYAN ANLATTI: 16 ve 14 YAŞINDAKİ İKİ OĞLUNU GEÇEN YIL TALİBAN’DAN KAÇIRIR
Anne Marziyan ile kaldıkları bekar odalarının olduğu sokakta oturduk. Marziyan, Taliban’ın geçen Ağustos’ta Afganistan’da yönetimi ele geçirmesinin ardından 16 ve 14 yaşındaki iki oğlunu İran üzerinden Türkiye’ye göndermiş. Çünkü Taliban, her iki çocuğu da asker olarak saflarına almak ister. 16 yaşındaki oğlu Niğde’de, 14 yaşındaki oğlu ise Ankara’da yaşıyor. Ankara’daki oğlunun kaydı yok, bir kafede temizlik işçisi olarak çalışıyor. Ailenin şu anda kaldığı bekar odası da 14 yaşındaki oğlunun geçen yıl kiraladığı oda.
Yusuf’un annesi Marziyan Afganistan’daki yaşamlarını, eşinin Taliban’dan gördüğü işkenceyi, Afganistan’dan ayrılma kararlarını, göç yolculuklarını ve Yusuf’un öldürülme anını anlattı.
Sözü Marziyan Mahrali’ye bırakalım:
"34 yaşındayım, Afganistan’da Haret vilayetinde yaşıyorduk. 20 yıllık evliyim. Ailem 14 yaşında evlendirdi. Eşim Davud ile birbirimizi sevdik. Beş çocuğumuz oldu. Çocuklarımın en büyüğü 16 yaşında, diğerleri 14, 12, 8 ve 6 yaşında. En küçük çocuğum Yusuf Van’da öldürüldü. 8 yaşında olan çocuğum ise kız. 12 yaşındaki oğlum da işitme engelli. Mutlu bir aileydik biz.
Eşim Haret’te santral inşaatında işçi olarak çalışıyordu. Taliban Haret'te hep yoğunluktaydı. 16 ve 14 yaşındaki oğullarımı asker olarak almak istiyordu. Geçen sene Taliban ülkede başa geçtikten kısa bir süre sonra her ikisini de ölümden kurtarmak için Türkiye’ye gönderdim. Şimdi 14 yaşındaki oğlumun yaşadığı bekar odasına yerleştik.
Taliban geçen yıl bu zamanlarda ülkemizi ele geçirdi. Eşim Davud bir santralde işçi olarak çalışıyordu. Eşimin patronu Taliban saflarına geçip, onlara ekonomik yardım yapmaya başladı ve santralde çalışan tüm işçilerin de Taliban ordusuna katılmasını emretti. Eşim Taliban askeri olmayı bir gün dahi düşünmedi. Taliban’ın talimatına karşı geldiği için işkence gördü. En son işkenceden bırakıldığında eve geldi, durumu kötüydü. Serbest bırakılmıştı ama biliyorduk ki Taliban eşimi de yanlarına almadan bırakmayacaktı.”
GÖÇMEN KAÇAKÇILARI İLE ANLAŞIRLAR İRAN SINIRINI GEÇERLER
“Bir gecede toparlandık. Borç aldık. Birkaç çanta ile İran’a yola çıktık. İran’da akrabalarımız vardı. Orada 10 gün kadar kaldık. Göçmen kaçakçıları ile anlaştık. Eşim, 12 yaşındaki oğlum, 8 yaşındaki kızım ve 6 yaşındaki oğlum Yusuf ile Tahran’dan Urmiye kentine geldik. Kaçakçılar Urmiye kentinde çeşitli evlerde 15 gün kadar tuttular bizi. Son gece Urmiye Gölü kenarındaydık. Sabaha karşı Türkiye sınırına doğru yürüyüşe geçecektik. Göl kenarı, hava serin çok üşüdük. 45 kişi kadardık. Çocuklar da var. Ateş yaktık, ısındık. Sonradan öğrendiğimize göre orada yakılan ateş Türkiye tarafından görülürmüş ve Türk güvenlik güçleri orada birilerinin olduğunu bilirmiş. O gece Türkiye sınırına doğru yürümeye başladık. Yedi saat kadar yürüdük, tam hatırlamıyorum. Bir yerde bizi bekleyen minibüse bindirdiler. Bir süre araçla gittik. Kaçakçı, Türkiye sınırına yaklaştığımızı, artık araçtan inip yürüyerek sınırı geçeceğimizi söyledi. İki kaçakçı vardı. Biri İran tarafında kaldı, diğeri Türkiye tarafına bizimle geçti.
VAN’IN KÖYÜNE ULAŞTIKLARINDA MİNİBÜSE BİNDİRİLİRLER
Çok uzun süre yürüdük. Türkiye sınırını geçtik. 45 kişi kadardı bulunduğumuz kafile. Çocuklarla yol almak zorluydu. Dağlık, tepelik alan. Özellikle Yusuf’u kucağımızda taşıyorduk. Artık sabah olmak üzereydi. Çok çok yorulmuştuk. Biraz dinlendik. Sonra yeniden yürümeye başladık. Güneşin altında saatlerce yürüdük. Saat öğleden sonra üç gibiydi. Köyü uzaktan gördüm. Kaçakçı, köyün Van’ın sınır köyü olduğunu söyledi. Köyün girişinde bir minibüs bekliyordu. Minibüse binmemiz söylendi. Fakat minibüs 14 kişilikti. Bizler ise 45 kişiydik. Bizler minibüse binerken kaçakçı ile şoför arasında gerilimli bir konuşma oldu. Ne olduğunu tam anlayamadık.
KAÇAKÇI: “ÇOBANLAR, JANDARMAYA ‘KAÇAKLAR VAR’ DİYE HABER VERMİŞ
Kaçakçı çok gergindi. Sorduk. ‘Çobanlar, jandarmaya ‘kaçaklar var’ diye haber vermiş’ dediler. Çok tedirgindiler. O bilgi onlara nasıl geldi bilmiyorum. Ama sonradan söylenen, bizler İran tarafında Urmiye Gölü’nen kenarında ateş yaktığımızda bölgedeki çobanlar güvenlik güçlerine ‘kaçaklar ateş yaktı’ diye haber salmış.
Minibüse bindik. Saat öğleden sonra üç civarıydı. Ben oğlum Yusuf’u kucağıma aldım ve minibüsün sol tarafında pencere kenarındaki koltuğa oturdum. Eşim ise diğer iki çocuğumu kucağına alıp minibüsün sağ tarafındaki bir koltuğa oturdu. Şoför tüm camları kapattı. Sessiz olmamızı söyledi. İnsanlar minibüste yerlerde ve üst üste yatıyordu, dışardan görünmemek için. Dışarıda hava en az 40 derece. Sıcak ve havasızlıktan kusanlar, bayılanlar oldu. Bu halde yolculuğu sürdürdük. Oğlum Yusuf, fenalaştı. Nefes alamadığını tekrarlıyordu sürekli.
YUSUF, ANNE, CAMLARI AÇ DİYE AĞLAR
‘Anne camları aç’ diye yalvarıyordu. Dayanamadım. Pencereyi açtım. Yusuf’u bedeninden tuttum, başını dışarı çıkardı ve derin derin nefes aldı. Fakat şoför de kaçakçı da camı açmamıza çok sinirlendi. Sürekli bağırıyorlardı. Camı kapattım. Yusuf, ağlıyordu. Su istiyordu. Acıkmıştı. İnince ilk iş su içireceğimi söylüyordum. Biraz daha sabretmesini istiyordum Yusuf’tan.
KONTROL NOKTASINDA ŞOFÖR DURMAMIŞ
Kaçakçı, kontrol noktasına doğru yaklaştığımızı bağırarak duyurdu. Şoför de kaçakçı da ‘Susun, sessiz olun, sıkı tutunun’ diye bağırıyordu. Sanırım bu kontrol noktası her zaman orada olmuyormuş. Tam olarak bilmiyorum. Jandarma noktasında minibüsü durdurmak istemişler. Şoför durmamış. Şoför çok hızlı gitmeye başladı. Ben öne bakmıyorum. Yolu görmüyorum. Silah sesleri geldiği andan itibaren Yusuf’un üzerine abandım. Minibüs 100 belki 150 metre kadar daha ilerledi ve hızla durdu.
JANDARMA MİNİBÜSÜ TARAMAYA DEVAM ETTİ
Kaçakçının bağırmasından lastiklere ateş açıldığını ve minibüsün bu nedenle durduğunu anladım. Saniyeler içinde oldu. Araba durdu. Şunu anlamıyorum, düşünmeden edemiyorum. Jandarma minibüsün kapısını kırsa, açsa, ya da camları kırsa minibüsün içinde bizlerin olduğunu görürdü. Ama silahla taramaya devam ettiler. Benim bulunduğum taraftan da kurşunlar geliyordu. Yusuf kucağımda. Kaç kişi ateş ediyordu bilmiyorum ama takır takır çok ateş ettiler. Yusuf’un üzerine abanmıştım. Çocuğumu korumaya almıştım. O kurşunların bana isabet etmesi gerekiyordu. Eğilmiş durumdayken yüzümde, elimde sıcak bir sıvı hissettim. Kafamı kaldırdım, Yusuf’un ağzından burnundan kan geliyordu. Ellerim de kan içindeydi. Ama ben, asla ve asla Yusuf’un ölmüş olabileceğini düşünmedim. Yaralanan başka birinin kanının bulaştığını düşündüm. Çok kalabalık, çok ses ve çok kan vardı. Herkes bağırıyordu. Kulağımda uğultular hissediyordum. İçeri hava girdiğini hissettim. Kapılar açılmış. Kocam ve diğer çocuklarımın seslerini ayırt ettim, diğer sesler içinden.
"YUSUF’UN ÖLDÜĞÜNE İNANMADIM”
Ben yine Yusuf’un üzerindeki kanın başkasına ait olduğunu düşünüyorum. Kocam bize bakıyordu. Yusuf’u benden aldı, kucağında minibüsten indirdi. Yüzüm, üstüm başım kan içindeydi. Acaba kurşunlar bana mı isabet etti ‘ben mi yaralandım da Yusuf’a kan bulaştı’ diye bedenimi yokladım. Acı hissetmedim. Ben de minibüsten indim. Silah seslerini duyan köylüler, kadınlar yardıma gelmişler. Köylü kadınlar da bağırıyordu. Yusuf’u yere yatırışlardı. Öldüğüne inanmadım. Köylü kadınların getirdiği sudan bir ardak aldım. Oğlumu kucağıma alıp yolculuk sırasında istediği suyu içirmek istedim. Kadınlar Yusuf’u kucağıma almama izin vermediler. Üstünü kapattılar. O an anladım.
"JANDARMANIN YAKALARINDAN TUTUP 'NEDEN' DİYE BAĞIRIYORDUM”
Jandarmalar etraftaydı. Döndüm onlara saldırdım. 'Neden? Neden?' diye bağırıyordum. Yakalarından tutup bağırıp sordum, ‘neden? Çocuğumu benden aldınız diye. 14 yaşındaki işitme engelli oğlum sesleri duymuyor, konuşamıyor. Kardeşini yerde yatarken görünce üzerine kapanmış. Sonra jandarmaların bacaklarına vurup ağladığını gördüm bir ara. Kızım da ‘Kardeşimi niye öldürdün’ diye jandarmaların bacaklarına sarılmıştı. Bir süre sonra ambülanslar gelmiş, yetkilerle birlikte. Yaralıları hastaneye götürmüşler. Bir kısım mülteci de yaralı olarak dağlara doğru koşarak kaçmış. Saat 16.00’dan 20.00’ye kadar oğlum yerde yatmış. Ben saat 18.00 gibi bayılmışım. Hastaneye götürmüş bir ambülans diğer iki çocuğum da benimle gelmiş. Eşim ise oğlumuz Yusuf’un cenazesinin başında beklemiş. Gece Yusuf’un cenazesini morga koymuşlar.
VAN VALİLİĞİ: "BİZDEN NE İSTERSİN?”
Ertesi gün ya da bir sonraki gün sanırım Van Valisi ya da Vali Yardımcısı hastaneye geldi. ‘Bizden ne istersin?’ diye sordular. ‘Kocamı da yanımda isterim’ dedim. Kocam Geri Gönderme Merkezi’ne konulmuş. O gün akşama doğru kocamı hastaneye yanımıza getirdiler. Hastaneden çıktıktan sonra dört gün kadar yaklaşık 100 göçmenin bulunduğu bir yere götürdüler bizi.
KURUBAŞ GERİ GÖNDERME MERKEZİ’NE GÖTÜRÜLERLER
Beşinci gün bizi oradan aldılar. Sanırım ismi Kurubaş’tı, Geri Gönderme Merkezi’ne götürdüler. Her aile bir odada kalıyordu. Günde iki kez açık havaya çıkış izni vardı. Geceleri odaların kapıları kilitleniyordu. Ama ben sürekli kriz geçirdiğim için bizim odanın kapısını kilitlemediler. Gece çıkıp hava alıyordum. Yusuf’un otopsi işlemleri tamamlanmış. Üç kurşun çıkarılmış bedeninden. Biri kalbine isabet etmiş. Diğeri böğrüne, üçüncü kurşun ise bacağına. Aklım da almıyor. Bir çocuk nasıl kalbinden vurulur da ölür.
"VALİLİK ‘YUSUF’U VAN’DA DEFNEDELİM DEDİ’ KABUL ETMEDİM”
Yetkililer, ‘Yusuf için Van’da cenaze namazı kılalım, Van mezarlığına defnedelim’ dedi. Kabul etmedim. Bir oğlum Ankara’da. Ankara’da defnetmek istedim. Valilik Yusuf için bir cenaze aracı verdi. Bize de ailemize araç verdiler. Oğlumun cenazesi önümdeki araçta, ben arkadaki araçtayım. Çok ağır bir şey bu. Ankara’da defnettik Yusuf’u. Şimdi 14 yaşındaki oğlumun bekar odasında beş kişi kalıyoruz. Şu anda gelirimiz yok. Eşim de hem psikolojik olarak iyi değil. Bir de kaydı olmadığı için geri gönderilir korkusuyla çalışamıyor. Van’dan ayrılmadan önce yetkililer bize evraklar verdiler, ‘Ankara İl Göç İdaresi’ne gidin. Orada kaydınızı yapacaklar’ dediler. Ama halen kayıt işlemlerimiz yapılmadı. Afganistan’da tüm zorluklara karşın mutlu bir aile olarak yaşıyordum. Taliban yönetime geldikten sonra hayatımız alt üst oldu. Ben savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmaya geldim. Çocuklarımı, ölümün ülkesinden çıkarttım can güvenlikleri olmadığı için. Ama çocuğum burada öldürüldü.”
VAN BAROSU: "DOSYANIN KAPATILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ”
Yusuf’un ölümü ile sonuçlanan saldırı olayında dava sürecine ilişkin son durumu öğrenmek için Van Barosu Yönetim Kurulu üyesi Avukat Mahmut Kaçan ile görüştük.
Mahmut Kaçan, saldırıda ismi geçen iki uzman çavuş ve iki korucunun da serbest olduğunu bildirdi.
Kaçan, olayın gerçekleştiği günün ertesinde Van Barosu olarak hastanelerdeki yaralıları ziyaret ettiklerini belirtti. Kaçan, "Hastaneye gittiğimizde evladını kaybeden anne ve diğer iki çocuğu bir odadaydı. Anne ile görüşmemize izin verilmedi. Olayın mağdurundan olayı dinleyemedik” dedi.
Kaçan, minibüste bulunan göçmenlerden sekiz kişiye ulaşarak Van Barosu olarak vekalet aldıklarını ifade etti. Kaçan, vekalet aldıkları sekiz kişinin geri gönderilme merkezinde tutulduklarını, sınır dışı kararlarının iptali için dava açıldığını bildirdi. Kaçan, minibüsün içinde bulunanların büyük bölümünün Afgan olduğunu, diğerlerinin ise Pakistan ve Filistinli olduğu bilgisine ulaştıklarını ifade etti. Mahmut Kaçan, göçmenlerden iki kişinin Karabük’e, bir kişinin de Çankırı’ya kayıt işlemleri için gönderildiğini ifade etti.
Kaçan, “Mağdurların sınır dışı edilmemesi ve dosyanın kapatılmaması, sorumluların gereken cezayı alması için hukuki yolları sonuna kadar kullanacağız” dedi. Kaçan, “Minibüse isabet eden kurşunların sayısı belirlendi mi?” sorusuna ise, “Henüz hayır. Ama çok sayıda atış yapıldığını biliyoruz” yanıtını verdi.
BİR HATADIR OLMUŞ, ÖYLE DEĞİL Mİ?
Minibüsü tarayan iki uzman çavuş ve iki korucu da serbest.
Hesap vermenize hiç gerek yok elbet. Bir hatadır olmuş, öyle değil mi? Hatta bu konuyu deşmek, Yusuf’un ölümü üstüne suskunluğa gömülmeyi reddetmek de Allah bilir, vatan hainliğidir. Sessizlikle geçiştirmeye çalıştığımız bir çocuğun katledilişidir.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.