Yazı Dizisi: Orta Doğu'nun Casusları 2 - Lanetli aşklar, savaşlar ve intihar
Şüphesiz Orta Doğu’nun kaderini, siyasi mücadelenin seyrini değiştiren en önemli isimlerden biri İngiliz gezgin ve arkeolog Gertrude Bell oldu. Bell, 1.Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulmaya başlandığı yıllarda çizdiği haritalarla İngilizlere büyük avantajlar kazandırdı.
Ancak Bell de bir insandı. Savaşlar, hayati tehlikeler, diplomatik ayak oyunları içinde kendi kaderiyle baş başa bir kadındı.
Bell’in bölgenin kaderini etkileyen faaliyetleri ile intiharla biten hayatını ayırmak mümkün değil. Çünkü Bell’in özel hayatı da eylemleri kadar çarpıcıydı.
Bell dünyaya geldiğinde yani 1800’lü yılların sonlarında dünya üzerindeki bütün ülkeler az ya da çok dönüşüm sancıları yaşıyordu. Sanayi devrimi ile atılım yapan ülkeler ham madde savaşlarına gireli çok olmuştu. Özellikle Avrupa ülkeleri demirden pamuğa her türlü ham maddeyi ağırlıklı olarak Orta Doğu ve Asya’dan temin ediyordu. Bu nedenle, sömürgelerini kaybetmemek için kıyasıya mücadele ediyorlardı. Amerika’nın yeni yeni katılmaya başladığı bu çekişmede bazı ülkeler yeni sömürgeler edinemeseler bile ittifaklar kurma amacındaydı.
14 Temmuz 1868’de İngiltere’nin önde gelen ailelerinden birinin evinde ise farklı bir telaş vardı. “İğneden demiryolları raylarına kadar demir içeren her şey” üreten Thomas Bell ailesinin malikanesinde bir kız çocuğunun dünyaya geldi duyuruldu. Thomas Bell kızına Gertrude Margrate adını verdi.
Bu bebeğin birkaç on yıl sonra Orta Doğu’nun kaderini şekillendirecek isimlerden biri olacağını elbette kimse tahmin edemezdi.
Gertrude şanslı azınlığın dünyasına gözlerini açtı. Ailesinde ve etrafında çok sayıda tüccar, siyasetçi, seyyah, sanatçı, yazar vardı. Aynı zamanda İngiltere hariciyesinden ve akademisinden önemli isimlerle çocukluğundan itibaren oldukça yakındı.
Gertrude Hanım doğduktan kısa süre sonra annesi zatürreden öldü.
Babası Thomas Bell bir süre sonra yazar ve sanatçı Florance Ollife ile evlendi. Aslında üvey annesi Gertrude’un hayatında, tercihlerinde ve günlük rutinlerinde çok derin izler bırakacaktı.
İLKLERİN KADINI!
Gertrude Bell çocukluğundan itibaren o dönemin İngiltere’sinde makbul sayılan genç kız imajından çok uzaktı. Akranlarının aksine çocukluğu haylazlıklarla, ağaç tepelerinde dolaşarak ve babasının sınırsız sevgisi ile geçti. Babası ve üvey annesi bir ara Bell’in böyle devam ederse evlenemeyeceğinden korkarak leydilik okuluna bile gönderdi ancak Gertrude yola getirilecek gibi değildi.
Yine o dönemde İngiltere’de kadınların üniversiteye gitmesi hem hoş karşılanan hem de sık rastlanan bir durum değildi. Buna rağmen Gertrude Bell’in ısrarı, babasının ve üvey annesinin açık görüşlü olması sayesinde Oxford üniversitesine girdi. Tarih bölümünden birincilikle bitiren ilk kadın olan Gertrude Bell evlilik hayalleri kursa da bu hayali asla gerçekleşmeyecekti.
İlk aşk ve iran
Bell, üniversiteden sonra dönemin İngiltere’nin İran büyükelçisi olan amcasının yanına gitmeye karar verdi. İşte bu karar hayatını tamamen değiştirecekti.
İlk aşkıyla İran’da tanıştı Gertrude Bell. İngiltere büyükelçiliği memurlarından biri ile İran’ın büyülü atmosferinin de etkisiyle derin bir aşk yaşamaya başladı. Ailesine aşkından ve evlenmek istediğinden bahsetti. Ne kadar ısrar ettiyse de babası ve üvey annesi elçiliğin sıradan bir memurunu kızlarına denk görmüyordu. Gertrude Bell, İran seyahati ile sadece aşkın değil doğunun gizemli kapılarından da içeri girmiş oldu.
Ailesinin zamanla ikna olacağını düşünen Bell İngiltere’ye döndükten sonra Farsça öğrenmeye başladı. Sevgilisine İran’ın büyük şairi Firdevsi’nin beyitlerinin olduğu mektuplar yazıyordu. Ancak Gertrude Bell’in kaderinde mutlu aşk yoktu ve bir süre sonra büyük aşkının İran kırsalında yaptığı at gezisinde göle düştüğü haberini aldı. Mevsim kıştı ve büyük aşkı zatürreden ölmüştü, tıpkı 3 yaşındayken kaybettiği annesi gibi.
Gertrude Bell yıkıldı, bir süre kendini her şeye kapattı. Sonra ailesinin ve çevresinin zorlamaları ile dağcılıkla ilgilenmeye başladı. O dönemde dağcılık da kadınlara göre bir spor sayılmıyordu. Hobi olarak bu spora başlayan Gertrude Bell birkaç rekor kırıp dağcılıkta pratiklik sağlayan alet edavat tasarımları da yaptı. Ancak aklı Doğu’daydı. Nihayetinde uzun sürecek bir seyahat planladı. Bu defa gemi ile Kudüs’e gidecek, oradan Ürdün ve Suriye’yi geçerek Karkamış’ta arkeolojik kazılar yapacaktı.
O dönemlerde Avrupa ülkelerinde bir çeşit arkeoloji yarışı da vardı.
Bu ülkelerin bir kısmı arkeolojik kazıları ve taşıyabildikleri kalıntıları medeniyet seviyelerinin bir göstergesi olarak görüyordu. Bir kısmı da Yunan atalarından kalanlar gözüyle baktıkları tapınakları, sunakları, devasa heykelleri ve sütunları Anadolu’dan Avrupa’ya taşıyordu. Hala Osmanlı idaresinde olan Anadolu’da arkeoloji ve tarihi eser bilinci yoktu ve her yer kalıntı ve eser kaynıyordu ne de olsa!
Avrupa ülkeleri arasındaki bu arkeoloji yarışı Gertrude Bell’in yakınlarına gönderdikleri mektuplara da yansımıştı.
Hatta yıllar sonra Osmanlı Devleti’nin Arap coğrafyasındaki yenilgisinin sebebi olarak gösterilecek olan meşhur İngiliz casus Lawrance ile Bell’in ilk tanışması da yine Karkamış’ta bir kazı alanında olacaktı.
Kutsal Kudüs
Gertrude Bell Kudüs’e ayak bastığında yıl 1900’dü.
Filistin dahil bölgenin önemli bir kısmı hala Osmanlı idaresindeydi. Birinci dünya savaşına henüz çok vardı ancak Arap coğrafyası dahil dünyanın önemli bir kısmına yüzlerce yıldır hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul kaynıyordu. Zaten çok değil, 8 yıl sonra Tanzimat Fermanı ve sonrasında İttihat Terakki yönetimi ile tanışacaktı Osmanlı tebaası.
Gertrude Bell hiç vakit kaybetmeden Arapça öğrenmeye başladı. Meraklıydı ve çok iyi bir gözlemciydi. Ayrıca o dönemin ayrıcalıklı ailelerinden birinin kızıydı ve maddi durumu çok iyiydi. Her şeyden öte İngiliz’di.
İngiltere bölgede yavaş yavaş etkisini arttırıyordu. İmparatorluğun başkenti İstanbul kendi derdindeydi, iç meselelere o kadar dalmıştı ki, binlerce kilometre ötedeki Kudüs ve ardından uzanan çöl oradaki memurlara bırakılmıştı.
İngilizler, İtalyanlar, Fransızlar kıyasıya bir istihbaratlar savaşına tutuşmuştu. Sanayi atılımı ve makineleşme başka bir zorunlu ihtiyacı doğurmuştu; petrol.
Her bir ülke bulunduğu yerde petrol arama çalışmaları da yapıyordu. Zaten Orta Doğu’da ilk petrol kuyusu 1908 yılında İran’da açıldı.
Bölgede Arap kabilelerin bir kısmı Osmanlı’ya karşıydı. Ancak kabileler arası kan davaları o kadar eski ve derindi ki, bir kabile İngiliz yanlısı ise rakibi bu düşmanlığı sebebiyle Osmanlı’yı destekleyebiliyordu.
Diğer taraftan bölgede Osmanlı’nın hükmü zayıflıyordu. Kurduğu sistem karmaşıktı. Memurlar, amirler İstanbul’dan geliyordu ve sistem yolsuzluğa batmıştı. Yolsuzluk mağduriyet yarattıkça yerel halkın tepkisi de büyüyordu. Bütün bunlar olurken Gertrude Bell Arapçasını ilerletmiş ve bölgede ilk gezintilerine başlamıştı.
Çölün içine doğru!
Arapları, Dürzileri, Hristiyanları, Müslümanları, Yahudileri tanımaya çalışıyordu. Yatmak ve çalışmak için o döneme göre oldukça konforlu iki çadırı vardı. Ancak dantel eldivenleri, porselen çay takımları, ipek masa örtüleri de her yere onunla birlikte gidiyordu. Dikkatliydi, her gittiği yerden bir sonrakine ilişkin bilgi alıyor Osmanlı yanlılarından uzak duruyordu. Tuttuğu notlar oldukça detaylıydı.
Her ne kadar İngilizler o bölgelerde ittifaklar kurmaya çalışsalar da Gertrude Bell henüz hiçbir yabancının ayak basmadığı yerlere de misafir oluyordu. Haritalar da çizmeye başladı. Ancak İngilizler Gertrude’un gezilerinden hiç memnun değildi. Onu koruyamayacaklarını söylüyor, seyahatlerine son vermesini istiyorlardı. Nihayetinde zengin bir ailenin kızı İngiltere’den kalkmış gelmişti, bunca işin gücün arasında İngilizlere iş çıkarıyordu. Ancak bir süre sonra o geziler İngiliz hariciyesi ve istihbaratı için bölgeyi şekillendirecekleri zemin olacaktı.
Osmanlılar ise, İngiliz vatandaşı olduğu için karışmıyor ancak mümkün olduğunca gezmesine engel oluyorlardı.
İlk görevler!
Osmanlı İmparatorluğu son bir hamle ile İstanbul’u Bağdat’a ve Medine’ye bağlayacak demiryolu hattının inşasına girişti. İnşaatı Alman şirketler ve mühendisler üstlenmişti.
İngilizler Osmanlı’yı daha da yakından izlemeye başladı. Bir süre sonra yani inşaat ilerledikçe müttefik oldukları yerel kabilelerle birlikte hatta yönelik sabotaj faaliyetleri başlayacaktı. Bu sabotajlarda Gertrude Bell’in Arap kabilelerle kurduğu dostluklar ve çizdiği haritalar çok etkili olacaktı.
Bell açısından bir başka sorun da Almanlardı. Çünkü Osmanlı ile ittifak halindeydiler ve Almanya ile İngiltere arasında ölümcül bir rekabet devam ediyordu.
Libya’dan Mekke ve Medine’ye, Mısır’dan Irak’a kadar bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika mücadele sahasıydı.
Bölgede henüz modern anlamda devletler ortaya çıkmamıştı. Ancak bu geniş coğrafyada bütün Avrupa ülkeleri Arap kabilelere vaat üstüne vaat veriyor, cömertçe para dağıtıyordu. Osmanlı Devleti’nin iktidarının iyice sarsılmaya başladığı yerlerde daha da ileri gidiyorlardı. İtalyanlar, İngilizler, Almanlar, Fransızlar hatta Amerikalılar yerel aşiretleri örgütlemeye çalışıyordu. Aşiretlere para, silah ve uçak desteği sözleri veren bu ülkelerin kendi aralarında istihbarat savaşları da sürüyordu.
Bir de binlerce yıldır kaynayan ancak ilk filizlerini 1800’lerin ortasında vermeye başlayan Kudüs sorunu belirginleşmeye başlamıştı. İngilizlerin Akdeniz’e açılan limanları gibi önemli sebeplerle kontrol etmeye çalıştığı Kudüs’te Yahudilere, Müslümanlara ve Hristiyanlara ayrı ayrı sözler verdiği artık sır değil. İsrail devletinin kuruluşunun temelini atan bu politikaların şekillenmeye başladığı yıllarda Gertrude Bell Kudüs’ü avucunun içi gibi biliyordu. Ayrıca Filistin’den Ürdün ve Suriye’ye çöl kabileleri ile dostlukları oldukça ilerlemişti.
Nihayet birinci dünya savaşı patlak verdi ve İngiliz hariciyesi Gertrude Bell ve meşhur casus Lawrance’ın da olduğu bir ekip kurup Mısır’da çalışmaya başladı.
Bu ofis haritalar hazırlayıp kendi kaynaklarından bilgiler topluyor, kararsız kabileleri kendi taraflarına çekmeye çalışıyordu.
Bu dönemde İngiltere dışişleri bakanlığı ve istihbaratı arasında çok büyük fark yoktu ve sahada birlikte çalışıyorlardı. Gertrude Bell’in sonraki yıllarda kıymetli petrol yataklarının keşfedileceği Irak’a göndermeye karar verdiler. Bell Irak’a defalarca gitmişti, orada dostlar edinmişti ve dilini de çok iyi konuşuyordu.
Teşkilat-ı Mahsusa
Irak’ın neredeyse tamamı hala Osmanlı idaresindeydi ancak İttihat ve Terakki kumandanlığındaki ordunun durumu pek parlak görünmüyordu.
İngilizler işe Basra’dan başladı. Çünkü kentin bir körfezi vardı ve Hindistan’dan deniz yoluyla destek gelebilirdi. İşte bu dönemde Gertrude Bell’den Irak’a dair bir rapor yazması istendi. Bell Mezopotamya’da 1915-1920 Sivil Yönetimi adlı raporu yazdı.
Rapor o kadar detaylıydı ki, günümüzde bile hala o dönem Irak’ına dair en önemli çalışmalar arasında yer alıyor.
Mesela Bell 1910 tarihli raporda Türklerin idaresindeki bölgelere ilişkin şunları yazıyordu; “Burada Türklerin başarısız olduğunu anlamaları gerekir. Nedeni yeteri kadar açık olduğu halde ancak birkaçı bunun bilincine varabiliyor. Irak, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir parça olmayıp açık deyimle bir ek parçasıdır. Yerli yöneticilerle, İstanbul’un Batı Türkiye için ince hesaplanmış kanunlar, hiçbir zaman Irak’ta yeterli olmaz. Bağdat’a gelmeden önce Türkiye’nin bu kadar kırtasiyeci, memurlarının bu kadar kör ve düşüncesiz olduğuna ve Türk egemenliğinin ne kadar az fiziksel güce dayandığına dair bir düşüncem yoktu”
İngilizlerin askeri, silahlı, finansman desteğiyle yerel Arap aşiretler Basra’dan başlayarak Osmanlı Ordusu’nu Anadolu sınırına çekilmeye zorluyordu.
1910-1911 yıllarında İttihat ve Terakki idaresi de bölgedeki istihbarat savaşlarının farkına varmıştı ancak oldukça geç kalmıştı.
Gertrude Bell raporunda Basra, Bağdat ve Musul ile devam eden Osmanlı Devleti’nin toprak kaybını anlatırken Teşkilat-ı Mahsusa’dan da bahsediyor.
Teşkilat-ı Mahsusa İttihat ve Terakki döneminin vatanseverlerinden oluşan ve bir istihbarat örgütü olarak teşkil edilmişti. Örgütün önemli isimlerinden Süleyman Askeri çatışmalara da katılıyordu.
Bell kitabında Süleyman Askeri’nin intiharına dair şunları yazmıştı; “Türk generali Süleyman Askeri yaralanmış ve bir sedyede taşınıyordu. Savaş 72 saat sürdü. Üçüncü günün akşamında düzenli güçler çekilmeye başladı. Aşiretler zaten kaçmıştı. Yardımcısı Ali Bey Süleyman Askeri’ye genel geri çekilme buyruğunu vermesini rica etti. General istemeyerek bunu kabul etti. Ali Bey ondan birkaç yüz metre uzaklaşmadan bir tabanca sesi duydu. Süleyman Askeri Bey kendini yattığı sedyede vurmuştu. Nuheyla’da gömüldü”
Mekke şerifinin istenmeyen oğlu!
Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanlar ile kurduğu ittifakın baş düşmanı İngilizlerle tek savaş alanı Irak değildi. İngilizler coğrafyanın diğer ucundaki Mekke Şerifi Hüseyin’i destekliyordu. Şerif Hüseyin’in üçüncü oğlu Faysal’ı da Irak’ta Gertrude Bell’in kanatları altına almıştı.
Yine Bell’in yakınlarına gönderdiği mektuplardan anladığımız kadarıyla Faysal babası tarafından pek sevilmiyor ve önemsenmiyordu.
Bütün bunlar olurken Gertrude Bell İngiliz hariciyesinde de sık sık ayak oyunları ile karşılaşıyordu. Birinci dünya savaşında ve sonrasında İngiltere açısından çok işe yarayan haritaları, Arapça’ya lehçeleri ile birlikte vakıf olması, kabilelerle ve aşiretlerle dostlukları olsa da nihayetinde bir kadındı. Yıllar geçtikçe korkulan bir kadın da olmuştu.
Meşhur İngiliz casus Lawrance’ın akıl hocası olarak kabul edilen Bell’den korktuğunu mektuplarından anlıyoruz.
Lawrance, Gertrude Bell’in kendisi hakkında olumsuz görüş bildirmesinden çekiniyordu. Bu nedenle, onunla iyi geçinme çabasını yine yakınlarına yazdığı mektuplar ortaya koyuyor.
Hazin bir aşk daha!
Kaynayan kazan Doğu’da bunlar olurken Gertrude Bell bir kez daha aşık oldu.
Evli bir diplomat arkadaşıydı bu kez aşık olduğu adam ve evliydi. Üstelik Gertrude Bell adamın eşiyle de mektuplaşıyordu. Bell’in mektuplarına göre, karşılıklı olarak duygularını birbirlerine açtılar ancak daha ileri gidemediler.
Bell bir kez daha aşk laneti ile yüzleşmek zorunda kaldı; bu defa sevdiği adam Çanakkale Savaşı’na katıldı ve orada öldü.
Kimileri Gertrude Bell’in aşık olduğu adam Çanakkale’de öldüğü için Türklerden nefret ettiğini söylüyor ve bu yüzden onca Osmanlı karşıtı faaliyeti yürüttüğünü savunuyor. Ancak Gertrude Bell’in Kudüs’e ayak bastığı tarih 1900 yılı ve o tarihten beri bölgeyi karış karış gezip İngiliz yanlısı faaliyetlerine devam ediyordu.
Neyse, dönelim Irak’a…
Gertrude Bell Mekke Şerif’i Hüseyin’in oğlu Faysal’ın 1919’daki Paris Barış Konferansı’na katılımını sağlamak için epey çaba gösterdi ve bunu başardı. Nihayetinde Faysal, 1921 yılında Irak kralı oldu.
Avrupa ülkeleri ya bölgedeki sömürgelerini savaşlar, ayaklanmalar, isyanlar sebebiyle kaybediyordu ya da kendileri çekiliyordu. Irak da İngiltere ile İngiliz manda yönetimi anlaşması yapmıştı.
Değişen zaman ve şartlar!
Artık zaman da ihtiyaçlar da değişiyordu. Gertrude Bell iyice boşluğa düşmeye başlamıştı. Üstelik çocuklarına İngiltere’den oyuncaklar taşıdığı, eşini üst kesimle iletişim kurması için eğittiği Faysal ile de ilişkileri zayıflamaya başlamıştı.
Kısacası artık Gertrude Bell’e ihtiyaç yoktu!
Bütün bunlar olurken ailesinin bir zamanlar neredeyse demir tekelini elinde tutan şirketleri zarar etmeye ve küçülmeye başlamıştı. Babasını, üvey annesini ve nihayet tifodan kardeşini kaybeden Bell için baş edemediği zor zamanlar gelmişti artık. İngiltere’ye tatile, ziyaretlere gitse de Bağdat’ta yaşamaya karar vermişti.
Bir sabah evdeki hizmetçisi Gertrude Bell’i odasında ölü buldu. Başucunda boş bir yatıştırıcı ilaç kutusu vardı. Geride not bırakmamıştı. 58 yaşındaydı.
Araplar ona Çölün Kızı diyorlardı, Bağdat’a gömüldü.
Çöl Kraliçesi adlı kitabında Janet Wallach Gertrude Bell’in ardından şunları yazmıştı; “Çevresi her zaman erkeklerle sarılıydı; zengin, güçlü erkekler, diplomatlar, şeyhler, aşıklar ve akıl hocaları. Onu gözünüzde canlandırmak için Victoria döneminden, alımlı duruşuyla kendine güvenini belli eden, kızıl saçlı bir kadın düşünün; insanı delip geçen yeşil gözler, uzun ve sivri uçlu bir burun, nerede olursa olsun ister Londar, Kahire, Bağdat olsun isterse çölde daima bir erkek halkasının tam merkezinde duran son derece şık, incecik bir beden. Dolayısıyla 4 Nisan 1927’de ölümünden bir yıl kadar sonra çisentili bir akşam Londra’daki Kraliyet Coğrafya Kurumu’nda ona saygılarını sunmak üzere toplananların tamamının erkek olması kimseyi şaşırtmadı.
Adı salonda uçuşuyordu: Gertrude Bell, Gertrude Bell. Hepsinin de kabul ettiği gibi o, I. Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda Britanya İmparatorluğu’nun en güçlü kadınıydı. Alçak sesle de olsa, ona, Irak’ın taçsız kraliçesi deniyor, onun Arabistanlı Lawrance’ın arkasındaki beyin olduğu fısıldanıyordu. Aralarından birkaçı da çöldeki sınır çizgilerini onun çizdiğini, çölü Winston Churchill’e hazırladığını söylemeyi göze alabiliyordu.
Kimileri onun kendini beğenmiş, kibirli ve gözünü hırs bürümüş bir zorba olduğunu söylerken bir avuç erkek, onun modern Irak devletini yaratarak mutlak bir mucize gerçekleştirdiğini kabul ediyordu. Onu Araplara körü körüne desteklemek, kaprislerine boyun eğmek, Britanya’ya bir sürü sorun ve masraf açmakla suçlayanların sayısı daha fazlaydı”
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.