UTKU CAN AKYOL | Her şeyin suçlusu “suça sürüklenen çocuk” kavramı mı?
Utku Can Akyol
Çocuk ceza adaletimizin yıllardır kullandığı “suça sürüklenen çocuk” kavramının, bugün hakkında konuşması oldukça zor bir konuya dönüştüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Çocuğun, nasıl "suça sürüklendiğini" anlamak için öncelikle "çocuğun" hukuki tanımını değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin 1990 yılında imzalayıp, 1995 yılında onayladığı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre 18 yaşını doldurmamış herkes, "çocuktur". Bu, Türk Ceza Kanunu'nun 6/1- (b) bendinde de aynen hüküm altına alınmıştır. Bilindiği üzere çocuklar, medeni hukuk anlamında – örneğin evlenme yaşı veya ticari faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri adına – ergin kılınabilirler; ancak bu, onların ceza hukuku anlamında çocuk olup olmadıklarını etkilemeyecektir.
"Suça sürüklenen çocuk" kavramı ise karşımıza 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nun 3/1-(a) bendinde çıkmaktadır. Buna göre; "Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu ...” ifade eder. Yani yargı, çocuğu artık “sanık” ya da “şüpheli” olarak tanımlamaz. Çocuk, kanuna göre yalnızca “suça sürüklenen” çocuktur.
Konuyu anlamak için kanunun kavramı bugün icat etmediğini ve çocukların hangi suça sürüklendiği gibi bir ayrıma gitmediğini de iyi anlamak gerekir.
Kanunun genel gerekçesindeki bir paragraf ise şöyledir: (TBMM, Dönem:22, Yasama Yılı:3)
"Kanunda, çocukların suç sayılan eylemlerinin bir kısmının çocukların içinde bulundukları koşullardan kaynaklandığı, bir kısmının ise ergenliğe özgü davranışlar olduğu öngörüsünden hareketle, risk faktörünün araştırılması ve ortadan kaldırılması için etkili önlemlere başvurulmasını sağlayıcı mekanizmaların oluşturulması hedeflenmektedir. …"
Her çocuğun, “suçsuz doğduğu” şüphesiz bir gerçektir. Öyleyse ilk kabul, çocuk ve suç kavramlarının yan yana gelmemesi gerektiği, ikinci kabul ise çocuk ve suç kavramlarının bir araya gelmesinde toplumun da payı olduğudur. Yani çocuk, bir anlamda toplum tarafından "suça sürüklenir".
Çocuğun suça sürüklendiği ön kabulü, onun suçu bilerek ve isteyerek (kasten) işlemediği anlamına gelmez. Çocuğu suçsuz kılmaz ya da suçunu hafifletmez; suç işlenmiş ve bütün zararlarını doğurmuştur. Mesele, cezalandırmanın ne kadarının topluma yükleneceğidir. Gerçekten, Türk Ceza Kanunu da 12 yaşından küçük çocuklar, 12 – 15 yaş arası çocuklar ve 15 – 18 yaş arası çocuklar arasında dereceli bir cezalandırma sistemine gitmiştir. Bu, “az çocuk – çok çocuk” ayrımı değil, çocuğun kusur yeteneğinin ne derece etkilendiğine ilişkin bir ayrımdır.
İşte, "suça sürüklenmek" ve “suça sürüklenen çocuğun da aslında mağdur olduğu" çıkarımının temeli de budur. Bu çıkarım, başkaca bir kıstasa bakmaksızın her çocuğun suça sürüklenmesinde toplumun da rolünün olduğunu "ön kabul" etmektedir.
Evet, Türkiye’de kanun metinlerinin sanki her şey yolundaymış gibi bir dil kullanması sorunu vardır. Ancak bunun çözümü kanun dilini değiştirmek değil, sorunları çözmektir.
Kanun koyucu bu ön kabulüne kıstas olarak yalnızca “yaş” mevhumunu ele aldıysa uygulayıcılar; – avukatlar, yargıçlar, pedagoglar ve diğerleri – başkaca bir ayrıma gitmeyecek ve hangi suçun, ne şekilde işlendiğini değerlendiremeyeceklerdir. Yani, “şu suçlar işlendiğine çocuklara göre yargılama, bu suçlar işlendiğinde yetişkinlere göre yargılama” öngörülmemiştir. Artık böyle bir uygulama öngörülse bile bu, öncesinde işlenmiş fiillere, yani mevcut davalara sirayet etmeyecektir.
Suça sürüklenen her çocuk gerçekten mağdur mudur?
Peki suça sürüklenen her çocuk gerçekten mağdur mudur? Bu soruya, bir suçlunun aynı zamanda bir mağdur olup olamayacağı tartışmasıyla başlamak gerekir. Bu soru, eğer her suçlunun aslında “mağdur” olduğu gibi bir yoruma genişletilecekse, tüm suçluları “kader mahkûmu” olarak tanımlamak gibi, yersiz olacaktır.
Yetişkinler kendilerini suç işlemekten alı koyacak yeteneğe sahip kabul edilirler; yani artık “şekillenmişlerdir”. Suça sürüklenen her çocuğun da birer mağdur olduğu çıkarımı, onları farklı şekillendirebilecek, başkaca bir toplum ve yaşam düzeni olup olamayacağı tartışmasıdır. Kabule göre de eğer bir çocuk suçlu ise, içinde bulunduğu her şey, yaş bir ağacı “kötüye” şekillendirmiştir.
Bu çıkarım, her şeyin kusursuz işlediği bir toplumda çocukların hiç suç işlemeyeceği sonucuna varmaz. Nasıl ki her şeyin kusursuz işlediği bir toplum mümkün olamayacaksa, her şey kusursuz ve mükemmel olsa dahi suç işleyen insanlar ve çocuklar var olacaktır. Ancak çocukların, her şeyin onlar için daha doğru olduğu bir sistemde “suça sürüklenmeyebilecekleri” varsayımı bugün, İstanbul Barosu tarafından icat edilmemiştir. Bunları söylerken, mevcut durumumuzun idealden oldukça uzakta olduğunu ve ön kabullerin tek başına hiçbir şeye çözüm üretmeyeceğini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Suça sürüklenen çocuk yerine, dünyadaki diğer örnekler gibi “kanunla ihtilaflı/sorunlu çocuk” kavramını tercih etmek elbette bir seçenektir. Ancak bu seçenek, yeni baş belamız Z kuşağı suç örgütlerine, un ufak edilmiş infaz sistemimize, eğitimsizliğe, fakirliğe ve diğer her şeye çözüm olacak mıdır?
Yaşadığımız bu çok büyük sorunu kavramlar ve ön kabullerle kavga ederek, bunları yıkıp yeniden inşa ederek çözme düşüncesi, her zaman yaptığımız gibi günü kurtarmaya çalışmak olacaktır.
Yıllardır cezaların artırılması tartışmalarıyla başlayan, fakat sonu hep “daha da gevşetilmiş infaz düzenlemesiyle” biten kısır döngü, görünen o ki 11., 12. ve hatta 13. yargı paketinde de yaşanacaktır. O halde şimdi bir kez daha aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemeye devam edelim.
Kaynak:Haber Merkezi
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.