Bombardıman altında ‘olağan’ bir hayat: Lübnan

Bombardıman altında ‘olağan’ bir hayat: Lübnan
Bir kez daha kendisini İsrail bombalarının altında bulan Lübnanlılar artık bombardıman altında bir hayat sürüyor.

Bir tarafı Akdeniz diğer tarafı Arap dünyası, yönetimine girdiği her uygarlık her devlet, gelecek nesillerin, bugünkü Lübnanlıların kaderini belirledi. Şimdi yine savaşta olan Lübnan kaynayan Ortadoğu’da bir inci tanesi, başkent Beyrut da Paris miydi? Lübnan’ı, şu an ülkenin güneyinde yaşanan savaşı aktaran Al Jazeera’nin deneyimli muhabiri Lübnanlı Ali Hashem, yine Lübnan’da yıllarını geçirmiş, kızını Avrupa’ya değil Lübnan’da okumaya göndermiş, Ortadoğu’yu iyi bilen yazar Ayşe Karabat ve halen Lübnan’ın kuzeyinde varlığını sürdüren Türkçeyi unutmayan Türkmenlerle konuştum...

İşte o Lübnan geceleri, bombardıman altında kutlamalar

‘Çıktı mı? Çıkacak mı?’ derken, İsrail-Hamas arasındaki savaş ve İsrail’in 7 Ekim saldırısından sonra ettiği intikam yemini Ortadoğu’yu yakar mı diye merak ederken, beklenen oldu ve İsrail Lübnan’ın güneyini 30 Temmuz’dan bu yana bombalamaya başladı. Bombardımanların şiddeti Ağustos ayının son haftasında daha da arttı.

Bir kez daha kendisini İsrail bombalarının altında bulan Lübnanlılar artık bombardıman altında bir hayat sürüyor. Doğumları, düğünleri, doğum günleri, her türlü mutluluk dolu törenleri de bu bombaların altında yapılıyor.

Gazeteci Ali Hashem kendi sosyal medya hesabında bir video paylaştı. Video havuz başında kutlanan bir doğum gününe ait, bir kadının elinde mavi renkli bir doğum günü pastası, diğer kadının elinde cep telefonu var.

Mutluluk çığlıkları atarak video çekmişler ve kendi sosyal medya hesaplarında da yayınlamışlar.

Kayda göre, ailecek gece karanlığında kutlama yapıp, havuza giriyorlar, o sırada gökyüzünde İsrail jetleri ses bariyerini zorluyor.

Lübnan semasındaki İsrail savaş uçakları, güney Lübnan’ı bombalıyor.

Lübnanlı aile hiçbir şey olmamış gibi, bomba seslerini duydukça hoplayıp zıplıyor, sanki düşen bomba değilmiş de havai fişek gösterisi yapılıyormuş gibi çığlıklar atıyorlar. Kucaklarında doğum günü kutlanan çocuk da var. Saklanmak yerine, çocuk için de bu durumu oyuna çeviriyorlar.

Bu rahatlık, kendisi de Lübnanlı bir gazeteci olan ve şu an güneyde Lübnan- İsrail sınırında savaşı aktaran Al Jazeera İngilizce haber kanalının deneyimli savaş muhabiri Ali Hashem’i bile şaşırtıyor.

Al Jazeera savaş muhabiri Ali Hashem’in yorumu şu, “Lübnanlılar, olağanüstü dayanıklı mı? Yoksa sadece savaşlarda yaşamaya mı alıştılar? Bilmiyorum, kesin olan bir şey var, Lübnanlıların hayata olan sevgisi yenilemez”.

Ali Hashem röportaj talebimi geri çevirmedi. Üstelik soruları yanıtlarken güney Lübnan’da yani İsrail’in bombaladığı yerdeydi ve Lübnan gerçeğini şöyle anlatmaya başladı.

Ali Hashem: “Umut, şu an yani savaş varken Lübnan’a gelirsen, seni yine kumarhaneye, sahile, dağlara götürürüm, beraber gideriz, çünkü hayat devam ediyor. Yani başka bir yüzü daha var elbette ama bu paralel bir yaşam, ayrı bir yaşam değil. Yani Lübnan’ın bu güzel canlı yüzü her zaman orada.

Yani iç savaş sırasında bile Lübnan'ın yaşayan, hayatta kalan bir kısmı vardı. Şu anda Lübnan’ın güney sınırına 20 kilometre uzaklıktayım, burada bile devam eden hareketli bir günlük hayat var.”

7 Ekim 2023 Hizbullah ve İsrail gerginliği yeniden başladı

Lübnanlı Gazeteci Ali Hashem’in dediği gibi 15 yıl süren iç savaşta da, Ekim 2023’de başlayan İsrail ile Hizbullah arasında güney sınırındaki çatışmalarda da Lübnan’da hayat devam ediyor.

Bu sefer fitili ateşleyen HAMAS’ın 10 ay önce 7 Ekim 2023’de İsrail’e yaptığı saldırı. Bu saldırıda 250 İsrailli sivil hayatını kaybetti. Sonrasında İsrail’in Hamas’ın elindeki esirleri almak için başlattığı Gazze savaşında 40 bin Filistinli sivil öldürüldü.

7 Ekim’den bir gün sonra, İran'ın desteklediği, bölgedeki güçlü bir silahlı grup olan Hizbullah, Filistin halkıyla "dayanışma amacıyla" Şeba Çiftlikleri'ndeki üç karakola güdümlü roketler ve toplar fırlattığını söyledi. Lübnan'ın hak iddia ettiği Şeba Çiftlikleri, 1967 Altı Gün Savaşı'nda İsrail'in eline geçmişti.

Bu sefer, 10 ay önce başlayan ve şu an şiddetini arttırarak devam eden çatışmalarda sınırda yaşayan Lübnanlılar yerlerinden oldu. Kimi Beyrut’a doğru geldi kimi de Lübnan Dağı’na kaçtı. 95 bin Lübnanlı kendi ülkesinde evini terk etti.

Savaşla yaşamak

Belirsizlik ve sürekli savaş içinde yaşayan insanlar, hazırlık yapıyorlar mı? ‘Yok’, ise savaş ile yaşamak günlük yaşantının bir parçası mı? Bu soruyu daha Lübnan’a gitmeden Lübnan’ın adıyla büyüyen ve sonrasında uzun yıllar başkent Beyrut’ta yaşayan ve hatta kızını bir Avrupa ülkesi yerine Ortadoğu ülkesine okumaya gönderen gazeteci Ayşe Karabat ile konuştuk.

Ayşe Karabat bize şunları anlattı:

“11-12 yaşlarındayken, belki daha ufakken, yani o zaman da Lübnan'a gitmiştim ama evde ne zaman yaramazlık yapsam, babam hep şey derdi, ‘evi Lübnan'a çevirdin’. Adımımı attığım ilk andan itibaren, başkent Beyrut, ne güzel bir yer burası dedirten bir şehir oldu

Lübnan'ın çevresini tanıdıkça, özellikle dağlarına gittikçe, güneyine ve kuzeyine indikçe, Lübnan'ı daha bir sever oldum. Bir kere her şeyden önce çok güzel bir coğrafyası var. Tipik bir Akdeniz ülkesi. Bu coğrafya içinde inanılmaz verimli toprakları var. Özellikle güneye inildikçe.

Turizmin çok yoğun bir biçimde yapıldığı bir ülke ve aslında hem temel geçim kaynağı hem bence Lübnan'ın temel meselesi turizmden geçiniyor olması. Neşesi asla bitmeyen bir şehir Beyrut.

2006 yılında İsrail'le işte bir savaş vardı ve üstelik çok da yoğun bir savaştı.

Ülkenin güneyi ve Beyrut'ta bazı bölgeler neredeyse yerle bir oldu, İsrail uçakları geliyor gece, bombalıyorlar, gidiyorlar ve İsrail uçaklarının bombalaması biter bitmez hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Düğünler de yapılıyordu, eğlencelere de gidiliyordu. Benim aklımın alamayacağı bir şeydi bu.”

Lübnanlıların çoğu, savaş travmasını, hayatları boyunca taşıyorlar. Bu sürekli ve devam eden tehdide alışmış durumdalar. Sınır komşuları İsrail ve Suriye ise yapacak çok da bir şey yok. Çünkü anlatıldığının aksine ne Lübnan Ortadoğu’da inci tanesi ne de Beyrut Ortadoğu’nun Paris’i kim yönetmek istediyse her birinin gücünü göstermeye çalıştığı küçük 6 milyonluk istikrarsız bir ülke.

Ahmet Haşim, iyi bildiği ülkeyi “Bence Lübnan'ın mükemmel bir ülke olduğu bir efsane. Lübnan hiçbir zaman mükemmel bir ülke değildi. Her zaman sorun yaşadık. Her zaman ayrılıklarımız oldu. Hep birbirimizle kavga ettik, birbirimizi öldürdük. Bu yeni bir şey değil” ifadeleriyle anlatıyor.

Lübnan kimin?

Şu an yine Lübnan’ın güneyinde savaşı takip eden Ahmet Haşim’e göre Lübnan tarih boyu ateş hattından hiç uzak kalmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası Lübnan, sonra Fransız kolonisi oldu. Fransızlar için bile, bu çok parçalı, etnik ve mezhepleri yönetmek zordu. 1943’de Lübnan bağımsızlığını ilan etti. Gel zaman git zaman, Lübnan’ı farklı dönemlerde işgal eden devletlerin gelecek nesilleri ve torunları Lübnan’da hak iddia etmeye başladı. Her bir etnik ve mezhep “Lübnan bizim” demeye başladı.

Ali Hashem, ülkeye dair şunları söyledi:

“Lübnan, Perslerin yönetimi altında girdi. Osmanlıyla beraber Türklerin yönetimi altına girdi, Araplar keza öyle, Fransız sömürgesi oldu. İsrail'in işgalindeydi. Geçtiğimiz yüzlerce yılda pek çok uygarlık ve devlet, tüm işgalciler arkalarında çocuklar, torunlar, kadınlar, erkekler bıraktı. Dolayısıyla Lübnan'daki Hıristiyan varlığından dolayı özel bir statü vardı. Aynı zamanda bu mezheplerin her biri Lübnan'ın kendilerine ait olduğuna inanıyor. Yani herkes buranın kendi Lübnan'ı olduğunu düşünüyor.”

İç savaşın nedenleri

Lübnan anayasası tarafından tanınan şu an 18 farklı mezhep var. Nüfusun yarısından fazlasını Müslümanlar oluşturuyor. Müslümanlar kendi içlerinde ayrılıyor: Sünniler, Şiiler, Aleviler.

Hıristiyanlar, çoğunluğu Marunî Katolikler ve Rum Ortodokslar, Ermeni Ortodokslar, Ermeni Katolikler, Süryani Ortodokslar, Süryani Katolikler, Keldani Katolikler, Kıptiler, Protestanlar ve nüfusa oranları yüzde 5’in altında olan Dürziler.

Lübnan’ın mezhepsel olarak ayrışması beraberinde birçok sorunu da getirdi. Her şeyden önce 1975 yılında iç savaşı körükledi. İç savaşın en önemli sebeplerinden biri ülkenin yapacağı ekonomik ve siyasi atılımın nasıl yapılacağı üzerine mezhepler arasında anlaşma sağlanamamasıydı.

Bu konuda Suriye ve Lübnan üzerinde uzmanlaşan yazar Ayşe Karabat’ın anlattıkları çarpıcı:

“Bu gruplar arasında Lübnan ilk kurulduğu andan itibaren başlayan şöyle bir anlaşmazlık var: Ticaretle geçinen bazı gruplar var. Bir de işte tarım arazilerine sahip gruplar var. Ticaretle geçinen grup ülkenin ticaretle geçinmesine devam etmesi gerektiğini savunuyor. ‘Ülkede üretime ihtiyacımız yok. Ne gerek var? 100 yıllardan beri ticaret yapıyoruz. Hatta parayı icat eden insanların ülkesiyiz. Böyle devam edelim’, diyenlerle, ‘hayır mutlaka üretime geçmemiz lazım, bu çok etnisiteli çok mezhepli yapıyı değiştirmemiz lazım’, diyen bu gruplara İsrail'in sürdüğü Filistinlilerin katılmasıyla durum tamamıyla kontrolden çıktı ve bu iç savaşı doğurdu.

Yani iç savaş, Lübnan iç savaşı yoğun Filistinli göçü sayesinde Lübnan'daki bu çok parçalı yapının, nüfus sisteminin, demografisinin değişmesi nedeniyle çıkmış gibi gözüküyor olsa da altındaki temel neden, Lübnan'ın geçim kaynaklarının nasıl olacağı üzerinedir. Lübnan'ın bu çok parçalı yapısının reform edilme talebi üzerine çıkmış bir savaştır.”

Din ve mezheplere dayalı sistem siyasi istikrar getirmedi. Müslüman nüfus Hristiyan nüfusa oranla daha hızlı arttı. Müslüman cemaat liderleri cumhurbaşkanlığının ve dolayısıyla nihai iktidarın Hristiyanların elinde olduğu bir sisteme karşı çıktı.

1948'de İsrail'in kurulmasından sonra Filistinli sığınmacılar Lübnan'a akın edince Filistin Kurtuluş Örgütü de Lübnan'ın içinde güçlendi. Hristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilişkiler bu gelişmeyle daha da gerginleşti. Sonuç olarak, 1975 yılında iç savaş çıktı.

Ali Hashem o dönem yaşananları şöyle anlattı:

“İç savaşın başka nedenleri de vardı. Lübnan'daki Filistin varlığı. Filistinliler, topraklarını işgal eden İsraillilere karşı direniyorlardı. Yani o dönemde varlıklarını gösterip İsrail’e saldırılarını gerçekleştirebilecekleri tek yer Lübnan'dı. Filistinlilerin Lübnanlı müttefikleri vardı. Solculara, milliyetçilere, daha çok Arap milliyetçilerine ve komünistlere yakındılar. Sonra işler çok ama çok karmaşık bir hal aldı çünkü savaşı aynı tarafta başlatanlar bile birbirleriyle savaşmaya başladılar. Böylece Hıristiyanlar kendi aralarında, Müslümanlar kendi aralarında, Şiiler kendi aralarında, Sünniler kendi aralarında, Dürziler kendi aralarında savaşlar yapmaya başladı.”

Paramparça siyaset

Savaş 15 yıl sürdü ve taraflar arasında, sonunda bugünkü siyasal yapıyı hazırlayan Taif Anlaşması imzalandı. Anlaşma Suudi Arabistan’ın Taif kentinde 22 Ekim 1989'da imzalandı. Parlamentonun Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında yarı yarıya bölüştürülmesi üzerinde anlaşma sağlandı.

Ayşe Karabat, Lübnan’daki siyasi yapıyı şöyle aktardı:

“Şimdi bu yapı şöyle, bütün gücü de paylaşmış durumda. Lübnan'da zaten yasal olarak Başbakan'ın Sünni, Meclis Başkan'ın Şii, Cumhurbaşkanının da Hıristiyan olması, Maruni Hristiyan olması gerekiyor. Ama bu yalnızca böyle devletin üst kademesi için değil, basit bir PTT şubesinde, kimin hangi mezhepten, gruptan çalışacağı bile Lübnan'da belirlenmiş durumda. Öyle bir seçim sistemi var ki Lübnan'ın, mesela çok uzun zamandan beri bir anlamı yok.

Ailenizin asıl geldiği yerde oy kullanmanız gerekiyor. Neden ailenizin asıl geldiği yerde oy kullanmanız gerekiyor?

Biz ona kütük diyelim ama kütükten de daha karmaşık bir yapı. Çünkü bütün bu gruplar, mezhepler coğrafi olarak belli yerlere toplanmış durumda. Hemen yanındaki Sünni köyüdür. İki metre ötede Ortodoksların köyü vardır. Böylesine de karmaşık bir yapı. Neden bu böyle yapılmış? Çünkü bütün bu saydığımız grupların siyasi liderleri var. Bu siyasi liderler aynı zamanda ekonomik de liderler. Bu patronaj sistemi sayesinde bir gruba bağlı olduğunuz için Lübnan'da iş bulabiliyorsunuz ya da bir gruba bağlı olduğunuz için geçiminizi sağlayabiliyorsunuz. Yani dolayısıyla ülkenin bu etnisiteden daha ziyade, farklı inançları üzerine kurulmuş sistemi, Lübnan'ı ilerlemekten de geri koyan bir sistem.”

Haliyle yazar Ayşe Karabat’ın anlattığı gibi, böyle bir sistem içerisinde seçim yapmak da, karar almak da yasa çıkartmak da çok güç. Hatta sistem tıkalı. Hristiyan Maruni olması şart olan cumhurbaşkanlığı makamı için 2022 yılında, 2 aday yarışıyordu. 12’den fazla Meclis oturumu yapıldı. Ancak sonuç alınamadı. 31 Ekim 2022'den beri Lübnan’da bir cumhurbaşkanı yok.

Bütün bu çoklu, dağılmış yapının içerisinde Osmanlı’nın torunları olan Türkler de var. Akkar Türkmenleri, Baalbek Türkmenleri, Giritli Türkler, Çerkezler, Beyrut’ta yaşayan Türkler ve Beyrut’ta yaşayan Suriye Türkmenleri. Lübnan’ın kuzeyinde Suriye sınırına yakın bir bölgede 8 ayrı köye dağılan Türkmenler sünniler. Lübnan Türkmenleri’nin bölgeye nasıl gittiklerine dair çeşitli rivayetler var. Bunlardan biri bölgedeki Türkmenlerin anlatımına dayanıyor. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır seferi sırasında ordu ile birlikte götürülmüş, Halep’ten itibaren belirli aralıklarla fethedilen yerlere yerleştirilmiş.

Halid Al Assad da bir Türkmen. Kavaşra köyünde yaşıyor. 3 oğlu 4 kızı var.

Halid Al Assad, ailesinin geçmişini şöyle anlattı:

“Biz buraya geleli çok olmuş. Selçuklu döneminden sonra, yani Yavuz Sultan Selim'in döneminde, burada çoğunlukla Türkmenlerin var olduğu söylenir. Suriye sahil kısmında, Lübnan'ın sahilinde denize yakın yerlerde Türkmenler yaşar. Burada Hicaz yolunun güvenliğini sağlamak için getirilmişiz ya da gönderilmişiz.

O yüzden Sultan Selim bizi gönderdi. Bazı araştırmacılar öyle söylediler. Bir başka bilgi de Selçuklu'nun döneminden bu yana varmış Türkmenler burada. Varlığımızın kökü 1516'ymış, öyle deniyor. Öncesi de olabilir elbette.”

Peki, ya sonrası? Halid Al Assad, sorularıma şöyle yanıt verdi:

Umut Sevdi Tangör: Yine İsrail ile bir savaşın eşiğindesiniz, ve siz 60 yaşında olduğunuza göre demek ki 1975'teki iç savaşı yaşadınız, neler hatırlıyorsunuz?

Halid Al Assad: Biz yaşadık evet. Biz Türkmenler o savaşa dahil olmadık. Türkmenler uzak durdular. Biz kardeşiz, bu ülkede yaşıyoruz dedik ve tarafsız kaldık. Savaş şeydi yani, böyle gücü olmayan insanların malını almak için, diğerlerinin başlattığı bir şeydi. Bizden uzaktı savaş şeydeydi, Beyrut'ta, Cebel-i Lübnan'da.

Umut Sevdi Tangör: Siz kaç yaşındaydınız Lübnan iç savaşında?

Halid Al Assad: Yaklaşık 15 yaşındaydım.

Umut Sevdi Tangör: Sonra evlendiniz, çocuklarınız oldu ama çocuklarınız da 2006 Temmuz Savaşı'nı gördüler. Yani siz bir savaş yaşadınız ve çocuklarınız da yine bir savaşa şahit oldular. Korktular mı?

Halid Al Assad: Biz burada yerimizdeyiz. Bu da kaderimiz oldu.

Halid Al Assad 1983’de Lübnan ordusunda bomba imha uzmanı olarak askerlik yapmış. Askerliği uzun sürmüş. Ailesini geride bırakmış ve tabii çocuklarını da. En büyük kızı Gülay Al Assad, 2006 yılındaki Temmuz ve Ağustos aylarında yaşanan İsrail-Lübnan savaşını çok net hatırlıyor.

Umut Sevdi Tangör: Baban 1975'te iç savaş başladığında daha küçük bir çocukmuş. Yani çok da küçük değil ama çocukmuş. Sonrasında zaten 1983'te askere gittiğinde bomba imha uzmanı olarak çalıştığını falan anlattı. Fakat işte yıllar içinde evlenmiş, sizler dünyaya gelmişsiniz. Maşallah üçe dört, üç erkek dört kız mıydı? Yanlış hatırlamıyorum değil mi?

Gülay Al Assad: Doğru.

Umut Sevdi Tangör: 2006'da sen kaç yaşındaydın ve bu savaş başladığında korktun mu? Annen ve baban sana ne anlattılar?

Gülay Al Assad: O zaman da küçüktüm. Benim kardeşlerim küçücüktü. Şimdi savaş en güneydeydi ve benim babam orada askerdi. Ben hep babamı düşünürdüm. Hani acaba babam “sağ salim geri gelir mi?” diye düşünürdüm. Çünkü o zamanda daha çok yani Lübnan'ın genelini düşünemiyordum çünkü çok küçüktüm. Hatta, sadece televizyonda izliyordum. Mesela, katliam oldu. O zamanda böyle kafam almıyordu. Hani, “nasıl bu kadar insanı öldürebilirler” diye, ama sadece babamı düşünüyordum.Hani babam geri gelecek mi? Gelemeyecek mi? Ve hatırlıyorum, bir gece, haberleri izliyorduk. Tam böyle aşağıda ekranda küçücük bir haber geçti yazılı bir haber. İşte Akkar üzerinde, İsrail füzeleri var diye. Ben korktum. Hemen babamı aramaya çalıştım. Hani asker diye, bize bir şey olur mu diye. Sonra annem bana dedi ki merak etme biz Akkar'dayız. Hani ülkenin kuzey tarafındayız ya bir şey olmaz sanıyor annem. Tam sorumu bitiremedim ki, İsrail vurdu. O zaman da böyle ses anlatılamaz. Annem ne yapması gerektiğini bilemedi. Bizi bir odadan başka bir odaya alıyor. Çünkü maalesef biz öyle bir coğrafyadayız ki sanki kaderimiz gibi. Yani sen bu kaderde yaşamak zorunda kalıyorsun, yani biz savaş bir ülkeyiz.

Dünyanın en büyük ekonomik çöküşlerinden biri Lübnan

Kurulduğu günden bu yana savaşın kader olduğu bir ülkenin ekonomisi tahmin edileceği ve hatta bilindiği üzere hiç parlak değil. Ekonomik olarak iflas etmiş bir Lübnan var. İsrail’in Ağustos’un başından beri yoğun şekilde bombaladığı ülkenin güneyindeki köylerde fakir halk temiz su bile bulamıyor. Barınma en büyük problem. Ayakta kalan aileler ise Lübnan’dan çıkıp giden başka ülkelerde yaşayan akrabalarının gönderdiği sıcak parayla ayakta kalıyorlar.

Ali Hashem, yaşananları şöyle anlattı:

“Umut, Lübnan’ın kendi içindeki nüfusu 5-6 milyon; Lübnan’ın ülke dışında yaşayan diasporası yani ülke dışında yaşayan Lübnanlı sayısı nüfusun 3 – 4 katı. Yaklaşık 15 ila 20 milyon Lübnanlı dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşıyor. Lübnan çok küçük bir ülke. Lübnanlıların çoğu, -aslında ben de onlardan biriyim, ailem de onlardan biri, çünkü ailem ben bildim bileli- Afrika’da yaşadı. Bu ülkede “taze dolar” diye bir şey var. Taze dolar. Ülkeye yeni gelen dolar şimdi gelen dolar.

Umut Sevdi Tangör: Eski dolarlarınıza erişiminiz yok ama dışarıdan gelen yeni dolarlara erişiminiz var. Yani mesela son iki yıldır biriktiriyorsanız ona dokunamazsınız. Banka size ödeme yapamaz, doğru mu anladım?

Ali Hashem: Son iki yıldır kimse bankalarda tasarruf yapmıyor. Herkes başka bir yerde tasarruf yapıyor. İnsanlar arsa alıyor, ev alıyor. Bankacılık sistemine güven yok ve biliyorsunuz, geçmişte bankacılık sistemi Lübnan ekonomisinin temel direğiydi.

Yani artık bankacılık sistemi olmadan; ekonomi sarsılıyor ama insanlar artık bunu farklı şekillerde onarmaya çalışıyor. Ama biliyorsunuz, bu ekonominin lokomotifi olan sektörlerle alakalı değil. Bu durumun sorumluluğu ülkedeki yozlaşmış ve her şeyi yiyen, her şeyi çalan siyasi seçkinlerle ilgili.

Ekonomi ve sıcak para ülke dışında yaşayanlara emanet

Ailesi Afrika’ya göçen Ali Hashem şimdi dünyanın en önemli haber kanallarından birinde savaş muhabiri olarak çalışıyor. Bütün eğitim hayatı neredeyse İngiltere’de geçmiş. Lübnan’dan en çok göç alan lokasyonlardan biri Afrika kıtası olmuş, ekranda sürekli gördüğümüz gazeteciler hariç Lübnan’ın en bilindik sesi şarkıcı Şhakira’da Lübnanlı bir ailenin kızı.

Ayşe Karabat, Lübnanlıların göç etmesine dair şunları söyledi:

“Ama bir şekilde ta Osmanlı döneminden kurulan ilişkiler sayesinde Lübnanlıların ciddi bir diaspora göçü var ve bütün bunların da üzerine, ticareti iyi bildikleri için Lübnanlılar, coğrafi konumu da buna izin verdiğinden Afrika ve daha sonra da Latin Amerika'ya yayılmış durumdalar. Örneğin Shakira ailesi Lübnanlı. İşte bütün bu farklı ülkelere dünyanın dört bir tarafına ticari yetenekleriyle de dağılmış Lübnanlılar yurt dışında çalışıyorlar, Lübnan'a para gönderiyorlar. Ve bütün bu etnik değil, bütün bu çok parçalı yapı, Lübnan'da Dünya Bankası'nın tabiriyle aynı zamanda görülen üç büyük ekonomik krizden de birine neden oldu.”

“Lübnan’ı ne olursa olsun terk etmeyiz” diyen Türkmenlerin de ailelerinde en az bir kişi ülke dışında. Türkmenlerle iletişime geçerken içlerinde çok azının Türkçe konuştuğunu biliyordum. Halid Al Asaad “Kızım Türkiye’de üniversite bitirdi” dediğinde, Gülay’ın hala Türkiye’de yaşadığını düşündüm, ancak yanılmışım. Gülay’ı röportaj için aradığımda, Almanya’daydı. Türkiye’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, sonrasında bir kablo şirketinde iş bularak Almanya’ya gitmiş. Lübnan’daki Türkmenler’in de ailede en az bir ya da iki kişi Avrupa, Amerika, Latin Amerika ya da Kanada’da yaşıyor.

Umut Sevdi Tangör: Gülay, Almanya'dasın. Ailene ekonomik olarak Almanya'dan destek oluyor musun? Onlara para gönderiyor musun?

Gülay Al Assad: Tabii ki de. Biz Lübnanlılar yurt dışında olduğumuz an ailemize, akrabalarımıza para gönderiyoruz, yani yardım ediyoruz. Çünkü ailem bana çok baktı. Şu an öyle bir sistemden geçiyoruz ki, aileme bakmak benim rolüm. Hayat hiç bir zaman aynı seviyede devam edemez ki. Mesela, benim babamın maaş Lübnan lirasıyla daha önceden iki bin dolara eşitti. Şu an Lübnan lirası düştüğü için, şu an iki yüz dolara eşit geliyor. Yani düşün ne kadar büyük bir enflasyon var.

Umut Sevdi Tangör: Peki, şimdi sen uzaktasın, ailen Lübnan'da ve şimdi yeniden bir İsrail tehdidi var. Her ne kadar siz kuzeyde ve savaş daha güneyde olsa da Almanya'da aileni düşündüğün zaman endişe ediyor musun?

Gülay Al Assad: Sürekli, gerçekten sürekli merak ediyorsun. Hani içeride yanlarında olunca diyorsun ki ‘tamam beraber ölüyoruz’ mesela. Ama dışarıda olduğun an şöyle bir şey aklına geliyor: Allah korusun acaba bütün ailem yok mu olacak? Bir tek ben mi kalacağım? Öyle düşünceler geliyor aklına, çok kötü bir his gerçekten.

Gitmek mi zor, kalmak mı?

Lübnan ekonomisi dışarıdan gelen sıcak diaspora kazancına bağlıyken Hizbullah ve İsrail’in çatışması güneyde devam ediyor. Gidenler ve kalanlar Lübnan’ın geleceğini düşünüyor.

Gülay Al Assad: Bu savaşı gerçekten kaldırabilecek bir sistem yok. Ne kadar ‘tamam biz bu sefer galip olacağız’ diye düşünsek bile, bunun için gerçek bir altyapımız ya da gerçek bir sistemimiz yok ki. Şu an eğer bana sorarsanız durum çok kötü. Çünkü artık anneleri düşünüyorsun, çocukları düşünüyorsun, yaşlıları düşünüyorsun ve bir ülkenin geleceğini düşünüyorsun. Lübnan'ı yok etmek ya da Lübnan'ın bir parçasını almak bu kolay bir şey değil. Biz öyle yetiştirildik. Eğer biz bir ülkedeysek o ülkeyi bırakıp gitmeyiz. Biz atalarımızdan, babalarımızdan ve Türklerden öyle öğrendik, bayrak ve vatan şereftir.

Sen bu vatanda tamam barışta yaşıyorsun ama savaş olunca onu bırakacak mısın? Hayır, vatanı hem iyi günlerde hem kötü günlerde korumak zorundasın. O yüzden tek bir kişi kalsa bile bence Lübnanlılar bırakmazlar. Çünkü Lübnanlılarda öyle bir yapı var ki hayatı çok seviyorlar. Ne kadar öldürecekseniz öldürün, ya öleceğiz ya da hayata devam edeceğiz. Yani başka bir orta yol yok ki. Lübnanlılar gerçekten hayatı çok seviyorlar.

Umut Sevdi Tangör: Lübnanlılar yaşamı çok seviyorlar dedin ya onu biraz anlatır mısın?

Gülay Al Assad: Mesela Beyrut'u bombalıyorlardı geçenlerde. İsrail savaş uçakları Beyrut'un üstünde. Beyrut'ta konserler var. İnsanlar dans ediyorlar, şarkı söylüyorlar. Uçaklar geçince şey yapıyorlardı, atlıyorlardı. Yani hiç umurlarında değil ki. Hani vuracaklarsa vursunlar ama biz yine hayata devam ediyoruz, eğlenirken ölmek istiyoruz. Yani Lübnanlar böyle insanlardır. Gerçekten savaşı istemiyoruz. Hiçbir zaman hiç kimse savaş istemez ki. Hani bir neslin geleceğini mahvetmek Lübnan'ın sistemini mahvetmek, bu kadar güzel bir ülkeyi ortadan kaldırmak…

İsrail Lübnan’da da can alıyor

Şehirlerde stresle baş etme yöntemi hayata daha da tutunmak. İsrail’in zaman zaman beyaz fosfor bombaları kullandığı Güney Lübnan’da ise can pazarı iliklere kadar hissediliyor. Düşen bombalar oksijenle yanarak tarım alanlarını tahrip ediyor. Bu bölgede sadece kendi yetiştirdiğini yiyen Lübnanlılar için durum çok zor. Ali Hashem’in de haberinde anlattığı gibi daha zoru bombalardan kaçamamak.

Ali Hashem haberinde şu cümleleri kullanıyor:

”Sadece gece yarısından sonra İsrail bu küçük fabrikayı bombaladı. Metal fabrikasının, insanların yaşadığı kesimiydi burası. 6 kişilik Suriyeli bir aile yaşıyordu ve fabrikada çalışan işçilerin kaldığı yerdi burası. Lübnan Sağlık Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgiye göre 10 kişi burada öldü, bir aile yok oldu. Baba, anne ve iki çocukları.”

Abone Ol

İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.