Gülistan Kılıç Koçyiğit: Biz direnmesek Türkiye bambaşka yerde olur
Kısa Dalga - Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Kısa Dalga’nın yeni programı Naçizane’ye konuştu. DEM Parti’nin direnmemesi durumunda Türkiye’nin bambaşka bir yerde olacağını söyleyen Koçyiğit, Kemal Kılıçdaroğlu’na açılan dava, Dilruba Kayserilioğlu’nu protokolde olmasını eleştiren Ömer Çelik’e cevap, Can Atalay krizi, Mansur Yavaş’ın olası cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi gündemin öne çıkan konularında açıklamalarda bulundu. Koçyiğit, “Yeşil” maskesi takan taraftarların gözaltına alınmasını “memnuniyetle” karşıladıklarının altını çizdi ve “Biz olmasak MHP ne konuşur merak ediyoruz” dedi.
İşte Kısa Dalga’dan Günel Cantak’ın soruları ve Gülistan Kılıç Koçyiğit’in yanıtları:
-Geniş kitleler sizi, Meclis’teki Can Atalay için toplanan olağanüstü toplantıda yaralanmanızla tanıdı. İsterseniz o günle başlayalım. Görüntülerde gördüğüm kadarıyla siz AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler ile konuşuyorsunuz, orada nasıl bir diyalog geçiyordu?
‘Ama bunu döverler Gülistan Hanım’ diye zaten açık açık söyledi’
Koçyiğit: Evet, şöyle aslında ilk usul tartışması ile başladık ve usul tartışmasını biliyorsunuz: Grubu olmayan partilerin aslında böyle oturumlarda söz hakkı yok ama biz usul tartışmasıyla hem aslında Meclis Başkanlığının Meclis Başkan Vekili görevlendirmesine itiraz etmedik. Usulen yanlıştı çünkü Bekir Bozdağ olmaması gerekiyordu. Gülizar Hanım'ın olması gerekiyordu. Hem onu ifade etmek istedik hem de böylelikle aslında TİP'in en azından söz kurmasını sağlamış olmasını istedik. Ben de söz hakkımı, TİP’e devrettim. Onlar da Ahmet'in kullanacağını söylediler. Zaten Ahmet ilk kürsüye çıktı. Konuşmaya başladığında, başta Abdullah Güler, AKP Grup Başkanı olmak üzere herkes ayağa kalktı ve bir süre sonra da zaten yine aynı şekilde kürsüye yürümeye başladılar. Biz orada çok hızlı davrandık, kürsüyü kuşattık ve Ahmet'i çıkardık.
İkinci aradan sonra. Yine Ahmet Şık kürsüye çıktığında, aynı benzer gürültülerin ve itirazların ve hakaretlerin gelmeye başladığını gördüm AKP grubundan. Zaten içeride, tansiyonun yüksek olduğunu ifade etmiştik biz kendilerine de AKP Grubuna da.
Kürsü arkasındaki görüşmede yani daha önce de böyle saldırı girişimlerinin olduğunu, işin fiili saldırıya varabileceğini, o anlamıyla gruplarını sakinleştirmeleri gerektiğini ifade etmiştik ve öyle dönmüştük içeriye aslında. Yine sesler ve hakaretler, küfürleşmeler başlayınca AKP Grup Başkanının yanına gittim ve grubunu sakinleştirmesine rica ettim. "Lütfen grubunuzu sakinleştirin, iş fiili saldırıya gidiyor. Rica ediyorum, istirham ediyorum, sözünü bitirsin. Ondan sonra siz de söz alın ve ne istiyorsanız onu söyleyin” diye ifade etmeye çalıştım. Abdullah Güler ısrarla, "Ama duymuyor musunuz neler söylüyor? Ama neler söylüyor" dediğinde, "Tamam siz de söz alın siz de sözünüzü söyleyin ama lütfen hatibin sözünü bitirmesine, konuşmasını bitirmesine izin verin. Grubunuzu sakinleştirin, iş başka bir boyuta gidiyor. Fiili saldırıya gidiyor" diye ısrarla söylediğimde, Abdullah Güler dönüp bana, "Ama bunu döverler Gülistan Hanım" diye zaten açık açık söyledi. Orada onu ifade etmek istiyorum. "Bunu döverler Gülistan Hanım" dediğinde, "Ne diyorsunuz Abdullah Bey! Lütfen rica ediyorum, istirham ediyorum engelleyin "dediğimde. Yine Özlem Hanım oradaydı. Özlem Hanım'a, "Lütfen grubu sakinleştirin. Milletvekili arkadaşları sakinleştirin" diye ifade ettik zaten ben o konuşmayı yapıp o söylerken de arkadan saldırı başladı.
‘Araya girmemle yerdeyken onu darp etmelerini engellemiş oldum’
-Evet, evet. Hemen ardından kürsüye doğru koşuyorsunuz. O anı anlatabilir misiniz? Bir refleks miydi o?
Koçyiğit: Tabii ben kürsüye yürüyüp tek başına bir milletvekilinin linç edebileceklerini, yani hani ön görmediğimiz bir şey değil ama o sırada gerçekten beklemiyorum. Çünkü onları grup başkanlarını ve grup başkan vekillerini, gruplarını itidalli olmaya, sakinleştirme üzerine görüşüyordum. Döndüğümde Alpay’ın zaten kürsüye yürüdüğünü gördüğüm anda, inanın ki hiçbir şey düşünmedim.
Ne düşündüm diye soruyorlar. O anda ne hissettin? Tek düşündüğüm şeye gidip araya girmek. Çünkü yürüyorlardı. Hemen hızlıca koştum araya girdim zaten Ahmet kendini savunmak isterken boşa düştü. Yani bir darbeyle değil aslında kendisi boşa düştü ve yere doğru düştü. Mesela ben kafasını çarptı diye düşündüm bir an.
Araya girmemle yerdeyken onu darp etmelerini engellemiş oldum. Çünkü tam üzerine doğru eğilirken ben araya girdim ve böylelikle darp edemediler.
‘Biz direnmesek; Türkiye bambaşka bir yerde olur’
-Peki, diğer muhalif partilerle DEM olarak ilişkilerinizin durumu nedir? Can Atalay konusunda tek ses olabildiniz, lakin diğer konularda bir birliktelik olacak mı? DEM Parti “muhalif blok” için çaba sarf eder mi?
Koçyiğit: Tabii ki biz şunu hep ısrarla söylüyoruz. Bizim temel amacımız sistemi demokratikleştirmek. Bu anlamıyla sistemin demokratik olmadığı bir yerde, partilerin de siyasetin de çok bir anlamı kalmıyor. Çünkü en nihayetinde, bütün bu sistemi hukuksuz bir kararla altüst edebilecek, elinin tersiyle itecek bir rejim gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu nedenle muhalefetin bugün birbirine sataşacağı birbirine söz söyleyeceği, birbirinin tırnak içinde söylüyorum hani “ayağına sıkacağı”, siyaseten birbirini zayıflatacağı bir zeminin doğru olmadığını düşünenlerdenim.
Farklı yelpazelerde siyasi partileriz, farklı ideolojik, politik motivasyonlarda olan partileriz ama bugün mesele artık bambaşka bir yere doğru savrulmuş, bambaşka bir yere doğru gidiyorsa… Burada mümkün olduğunca en demokratik ilkelerde buluşmak ve bu konuda beraber mücadele etmek gerekiyor.
Tabii burada bagajı olan partiler var. Kendisini sistemle aslında çok da ayrıksı görmeyen partiler var. Belki Can Atalay meselesi bir istisna ama rejimin yaptığı, iktidarın yaptığı birçok hukuksuzluğu, dönem dönem görmeyen ya da mübah gören; bize yapılan hukuksuzluklara çoğu zaman sessiz kalan, bazen alkış tutan bir muhalefet gerçeği de var içlerinde. Yani bazı partilerde böyle.
O anlamıyla tabii ki ortaklaşma zemini çok sınırlı kalıyor. Ama en nihayetinde şu gerçek; herkes kendi cephesinden Türkiye'nin demokratik bir yöne evrilmesi için elini taşın altına koymazsa bu rejimin gadrine en fazla uğrayan biz olacağız. En fazla bu rejimin uyguladığı hukuksuzluklardan nasibini biz alan biz olacağız ama günün sonunda bu ülkede gerçek anlamda demokrasinin kırıntısının kalmayacağını da görmemiz gerekiyor.
Bugün DEM Parti’nin, hani siyasi çizgisini eleştirenler için de şunu söylemek isterim: Beğenmeyenler için ya da muhalif olanlar ve bu çizgiden çok uzak olanlar için de biz bu kadar direnmesek, bugün Türkiye'nin bambaşka bir yerde olacağını herkesin bilmesi gerekiyor.
Biz, HDP’den DEM Parti’ye kadar gerçekten bu rejimin bütün hukuksuzluklarına, kayyumuna, hukuksuz bir şekilde arkadaşlarımızı cezaevine koymasına, haksız hukuksuz Kobani kumpas davasındaki yargılamasına, seçimdeki hilelerine, taşıma seçmenlerine, her gün ama her gün bu ülkede mütemadiyen sistematik bir şekilde yaptığı bu hukuksuzluklara biz bu kadar canımız pahasına -çok açık ve net söylüyorum- canımız pahasına direnmeseydik, bugün zaten Türkiye'de çoktan AKP-MHP’nin istediği o koyu faşizm inşa edilmiş olacaktı. Bunu herkesin görmesi gerekir. O nedenle bizim mücadelemizin gerilediği bir zeminin Türkiye'yi daha da büyük bir karanlığa ittiği bir zemin olduğunu herkes görmeli.
Yavaş’ın adaylığına kapıyı kapatmadı: Cumhurbaşkanlığı adaylığında kişilerden bağımsız bir sistem tartışması yaparız
-Muhalefet demişken cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu malumunuz gündemden hiç düşmüyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda açık kapı bıraktı. “Somut bir süreç çıktığında partinin ve Genel Başkanı takdiri neyse onu yapacağız" dedi. DEM, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olması durumunda Yavaş’ı destekler mi? Sizin bu adaylığa bakışınız nasıl olur?
Koçyiğit: Tabii bu zor bir soru, o gün geldiğinde kurullarda konuşacak ve tabii ki kurullarımızın yanıt oluşturabileceği bir soru. Kişisel kanaatimi ifade edebilirim. Biz en nihayetinde demokratik bir rejim inşa etmek istiyoruz. Ayrımcılığın olmadığı, ötekileştirmenin olmadığı, hiç kimsenin kimliğinden, inancından, cinsel eğiliminden, cinsel yöneliminden, cinsel kimliğinden dolayı ve diğer bütün kimliklerinden dolayı hiçbir şekilde ayrımcılığa uğramadığı, gerçekten herkesin bir anayasal yurttaşlık temelinde, eşit anayasal yurttaşlık temelinde, ortak vatanına eşit özgür yaşayacağı bir sistemi benimsiyoruz. Şimdi burada adayların tabii ki bagajlarının kendisi, adayların ideolojik motivasyonları adayların, -söylediğiniz kişi aynı zamanda şu anda Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı- şu ana kadarki bütün politikalarının kendisi, kurdukları her cümlenin kendisinin seçmenimizde toplumumuzla tabanımızda yarattığı etkiler var. Bunu görmek gerekiyor.
Biz sonuçta, Türkiye demokrasisi için birden fazla defa gerçekten elimizi taşın altına koyduk ve bunun gereğini de yaptık. Bunu amasız ve fakatsız kişilerden bağımsız olarak yaptık. Bu anlamıyla nasıl bir rejim kurulacağı tartışması bizim için esas olan tartışmadır. Nasıl bir sistem kurulacağı, nasıl bir geçiş süreci olacağı, bu geçiş sürecinin içerisindeki mekanizmalar daha sonra kurulacak rejimi dengeleme mekanizmaları, demokrasinin gerçekten emniyet sibopları, bir gerçek demokrasiye ulaşıp ulaşmama meselesindeki yol haritasına biz bakarız.
O anlamıyla burada kişilerin kendisi tabii ki kısmen belirleyici olacaktır. Hiç etki etmez hiç belirleyici olmaz dersek yanıltıcı olur. Sonuçta toplumun bir bakış açısı var. Her bir insanın kişisel bir değerlendirmesi var ama en nihayetinde DEM Parti’nin gerçek tartışması kişilerden bağımsız bir sistem tartışmasıdır. Bu sistemi daha demokratik hale getirecek bir yol yürüyüşü olacak mı? Bir demokrasi program olacak mı? Örneğin Kürt sorununun demokratik çözümü için bir söz söylenecek mi? Bir yol haritası çıkarılacak mı gerçekten bu ülkede 40 yıldır akan kan duracak mı mesela? Biz bunlara bakarız, kadınlar eşit özgür olacak mı? İstanbul Sözleşmesi'ne dönülecek mi? Gerçekten geceleri sokakta korkmadan gezebilecek miyiz? Doğa tahribatı duracak mı? Bu ekolojik yıkım engellenecek mi, hayvanların hakları korunacak mı çocuklar gerçekten okula tok gidebilecek mi? Bir öğün ücretsiz yemek verilebilecek mi? Ya da işçiler 17.002 TL gibi komik bir asgari ücretle açlık sınırının altında, yılda bir defa yapılan bir zamla çalışmaya mahkum edilecek mi, yoksa gerçekten emek yüce değer dediğimiz emeğin hakkı verilecek mi? Sermayeye akıtılan rantların muslukları sermaye akıtılan ülke kaynaklarını, gerçekten bu ülkenin yoksullarına, dar gelirlerine harcanacak mı?
Biz, yanıt oluştururken tercih yaparken bu sorulara cevap aramak ve bulmak isteriz. Ve bu sorulara bulduğumuz cevap üzerinden de kararımızı veririz. O anlamıyla sadece bir kişi üzerinden değerlendirme yapmak yanlış olacaktır.
‘Yeşil’ maskelere gözaltı ilk ve memnuniyet verici
-Bir grup Sakaryaspor taraftarının Amedspor maçında “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım maskeleriyle gittiği görüntüleri sosyal medyaya düştü. Ardından maske takanlar gözaltına alındılar ve Sakaryaspor başkanı istifa etti. Hem bu görüntüleri hem de devamdaki gelişmeleri nasıl yorumlarsınız?
Koçyiğit: Bu ilk defa oluyor. Bunu söyleyelim. Daha önce de hatırlayın yine Bursa'da yine Amedspor maçında Yeşil’in posteri açılmıştı. Çok ciddi bir tepki toplamıştı ama onu övücü sözler duymuştuk. Hiçbir soruşturma açılmadı ve o şekilde kaldı. Bu sefer ilk defa bir soruşturma açılması, gözaltının olmasının memnuniyet verici olduğunu ifade etmek istiyorum.
Yeşil dediğimiz kişi kim? Bu ülkede kontrgerillalık yapmış JİTEM’in elemanı olan ve Kürtlerin katledilmesinde birebir fail olan bir katilden bahsediyoruz. Bir katil bakın çok açık ve net. Devletin kullandığı ve sonra da ortadan kaldırıldığı…
Şimdi bu tetikçiyi sahiplenen bir güruh var. Irkçı faşist bir akıl var. Yani bu sadece 3-5 kişinin Amedspor'a duyduğu öfkenin nefretin o ırkçı hezeyanlarının bir yansıması değil, yıllardır bu ülkede tıpkı Yeşil’in işlediği cinayetler yaptığı katliamlar aydınlatılmadığı gibi Yeşil zihniyetine sahip olan, bunu dışa vuran, bunu pratiğe geçiren, ırkçı saldırılarda bulunan, Kürtçe konuştuğu için insanları öldüren, darbeden anlayış da mahkum edilmediği cezalandırılmadığı için bu zihniyet yıllar geçse de bir şekilde hortluyor ve karşımıza çıkıyor.
Bütün bunların iktidarın politikalarından bağımsız olmadığını ifade edelim. Yani bu ülkede eğer emniyet halay çektiği için insanları gözaltına alıyorsa bundan görev çıkaranlar da Kürtçe konuştuğu için insanları darp ediyor, dövüyor bu böyle bir şey. Bu kadar açık ve net.
Bu hayvan yasası çıkarıldığında çok itiraz ettik ve dedik ki “Bu yasayı çıkardığınızda herkes eline bir sopa alıp bir köpeğin başına ezecek. Çünkü yasası var diyecek.”
Ve bir yavru köpeği öldüren adam diyor ki "Devlet yasa çıkardı. Ben gereğini yapıyorum.” İşte tam da böyle bir şey linç kültürü dediğimiz şey, nefret dediğimiz mesele, ırkçılık dediğimiz ya da Türkçülük dediğimiz… Her şeyin en nihayetinde makro siyaseten, en nihayetinde AKP’nin politikalarından beslendiğini görmemiz gerekiyor.
Ömer Çelik’e yanıt: Tam da şuurunu yitirmek bu
-AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik yaptığı açıklamada, Dilruba Kayserilioğlu'nun protokolde ağırlanmasını kabul edilemez olduğunu belirtti ve “Nefret söylemlerine kıymet verilmesi tam bir şuursuzluktur” dedi. Siz bu açıklamayı nasıl değerlendirirsiniz?
Koçyiğit: Keşke Ömer Çelik Dilruba tutuklandığında “Görüş ve düşüncelerini bir sokak röportajında ifade eden kişinin tutuklanması tam bir şuursuzluktur. Tam bir hukuksuzluktur. Tam bir anayasanın ihlalidir” diye açıklama yapsaydı. Yani şimdi özrü kabahatinden beter açıklamalar dinliyoruz. Tabii ki hakareti hiçbirimiz benimseyemeyiz, ama hakaret başka bir şey, politik eleştiri başka bir şey. Vatandaşın eleştirme hakkı yok mu? Vatandaşın isyan etme hakkı yok mu?
Niye konuşmuştu Dilruba? Instagram’ın engellenmesi. Şimdi Instagram'ın engellenmesi iyi bir şey mi? Bunu eleştirmiş olmak nasıl bir insanın tutuklanması gerekçesi olabilir?
Uydurmuşlar bir tane cumhurbaşkanına hakaret suçu diye bir şey, 9 yaşından 79 yaşına kadar insanları bu uyduruk suçtan dolayı cezaevine koyan bir Türkiye gerçeği var. Yani bu ülkede her zaman siyasetçiler eleştirilmiştir. Her zaman da eleştirilir. Eleştiri normal bir şeydir. Eleştiri demokrasinin gereğidir ve vatandaşın en sert eleştiri yapma hakkı vardır. Yurttaş eleştirmeyecek de kim eleştirecek?
Instagram’ın yasaklanması gibi hukuksuzluğu görmeyip, buna tepki gösterdiği için Dilruba’nın tutuklanmasına tepki göstermeyip, gidip CHP ile beraber protokolde ağırlanmasına söz söylemek aslında tam da şuurunu yitirmek bu.
Normalde yargılandıktan sonra bile yatarı olmayan bir suçtan insanları cezaevinde koyuyor bu hükümet. Şimdi Ömer Çelik bunu hangi yere sığdırıyor, hangi hukuka, hangi mantığa, hangi insan hakkına, hangi uluslararası sözleşmeye, hangi yasaya sığdırıyor? Hiçbir şeye…
‘Kılıçdaroğlu’na siyasi yasak istenmesi tam bir akıl tutulması’
-Geçen haftanın en fazla öne çıkan haberi de CHP’nin önceki dönem Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na siyasi yasak istenmesi oldu. Siz bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz? Malum, Demirtaş’ın açıklamaları delil oldu. İddianamede, Kılıçdaroğlu’nun Demirtaş’ın tutukluluğuna dair yaptığı çok sayıda konuşma ve açıklama, suçlamaya delil olarak gösterildi. Siz bu siyasi yasak istenmesini nasıl yorumlarsınız?
Koçyiğit: Tam bir akıl tutulması onu söyleyeyim.
2016 yılında ben yine Diyarbakır Büyükşehir Belediyemize kayyum atanmıştı ve o zaman ben Hakların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsüydüm. Bir toplantı vesilesiyle gitmiştim ve şunu söylemiştim: “Bugün Diyarbakır'a kayyum atanması, yarın İzmir'e kayyum atanmasının yolunun açılmasıdır.”
Bu kadar açık ve net. Bu sadece zaman meselesi, sadece iktidarın bu gücü kendinde bulup bulmayacağı, buna cüret edecek siyasal koşulların olgunlaşıp olgunlaşmamasıyla ilgili bir şey. Şimdi tam da böyle bir süreci yaşıyoruz. Onun için başta söyledim. Biz mücadele etmesek bugün bambaşka bir Türkiye olurdu.
Bize yönelik olan her hukuksuzluğun, diğer bütün muhalefete, diğer bütün toplumsal kesimlere yayılacağının en çarpıcı örneğidir Kemal Bey'e açılan dava.
Bakın bizim belediyelerimize kayyum atandı ama yenildikleri İstanbul seçiminde beğenmedikleri seçim sonucu nedeniyle, İstanbul Büyükşehir’e de kayyum atadılar. Bu anlamıyla bir hukuksuzluk bir yerde başladığında, onun sadece orayla sınırlı kalmayacağını, artık bizim bütün muhalefetin ve Türkiye halklarının görmesi gerekiyor. Bu konuda gerçekten tutum alması gerekiyor.
Şimdi Kemal Bey'e giden süreci ne besledi? Ne yazık ki maalesef Kemal Bey'in de parçası olduğu aslında dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi besledi. Bizim milletvekillerimizin, Eş Genel Başkanlarımızın tutuklanması sonrasında Kobani davası kumpas gibi 6 yıl sonra açılmış, bir tweet ile 34 defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenecek kadar akla ziyan, bir davanın açılması süreci ve o dava açılıp yürütüldüğünde muhalefetin buna söz söylememesi… Muhalefetin gelip “Siz ne yapıyorsunuz? Böyle bir dava açamazsınız. Bu hukuksuzdur.” diyememesi nedeniyle ilerledi ve en sonucunda da 400 yılı aşkın ceza aldı bizim milletvekili arkadaşlarımız.
AKP’nin bunu salt Kemal Bey'e bir dava açalım diye yaptığını düşünmüyorum. Bu dava üzerinden hem Türkiye kamuoyunu meşgul etmek istiyor hem aslında CHP içerisinde farklı dengeleri tetiklemek istiyor. Bu çok açık ve net…
MHP’li vekillerin tek işi “sicil” tutmak
Hem MHP’li vekillerin yıllar süren araştırmasından çıkan konuşmaların, kayıtlarıyla olması da dikkat çekici, onu da not etmekte fayda var
Zaten MHP vekillerinin tek işi var; muhaliflerin sicilini tutmak, yaptıkları konuşmaları kayıt altına almak. Çünkü başka bir marifetleri yok. Ondan sonra da bunu emirlerindeki yargı eliyle de bir dava konusu haline getirmek. Ülkede şu anda yargı sopasını tutan asıl gücün MHP olduğunu da söylememiz gerekiyor. Hem oradan AKP’yi hizaya getiriyor hem de muhalefeti islah etmeye çalışan bir şey var. Sinan Ateş meselesinin gündem olmasından sonra 156 mıydı, 154 müydü ki yanılmış olabilirim… Listenin açıklanması öyle keyfe keder değildi. Çok açık ve net şunu söylüyorlar; “Bu davayı konuşursanız, hedefimizdesiniz.”
Her bir isme, kamuoyu önünde gözdağı vermek amaçlı yapılmış çok bilinçli bir hamleydi ve bunu çok bilerek ve isteyerek yaptıklarını görmemiz gerekiyor.
‘MHP’nin ne kadar siyasi parti olduğunu tartışmak gerekiyor’
-MHP demişken, geçtiğimiz günlerde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli sizi de aslında yakında ilgilendiren bir açıklama yaptı. DEM Parti’nin kapatılmasını, milletvekillerinin, maaşlarının hazineye aktarılmasını istedi. Siz Bahçeli’nin bu açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Koçyiğit: Şöyle yapalım; bize oy verenlerin vergilerini kessinler bizim maaşımız ödesinler. Bahçeli'ye oy verenlerin, MHP’ye oy verenlerin de vergilerini kesip ona versinler böylece içi rahat eder. Böyle bir akıl olabilir mi? Vergi verenler sadece MHP’ye oy veren yurttaşlar mı bu ülkede? Örneğin bize oy veren, geçmiş dönem açısından 6,5 milyon seçmen ve onun çok daha genişindeki çeperinde olan halklar vergi vermiyor mu acaba? Ben Kars milletvekiliyim. Beni seçen yaklaşık 45.000 insan bu ülkeye vergi vermiyor mu? Bu ülkeye karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor mu? Getiriyor.
Ama burada MHP’yi bir siyasi parti olarak değerlendirmek ne kadar doğru artık bunu tartışmak gerekiyor. Yani gerçekten MHP, siyasi bir parti kimliği olan, gerçekten Türkiye'de eşitlik, özgürlük, demokrasi, halk, inanç, hukuk, emek bunlar için söz kuran bir parti mi yoksa her seferinde mafyayı cezaevinden çıkarmak için yasal düzenleme getiren, AKP'yi hizaya getirmek için başka hamleler yapan, sürekli Kürt siyasal hareketini demokratik zeminden tasfiye etmek için hamleler yapan, sürekli varlığını Kürt karşıtlığı üzerinden DEM Parti, HDP, bizim siyasal çizgimiz ve bizim temsil ettiğimiz siyasal çizginin karşıtlığı üzerinden var eden bir partiden bahsediyoruz biz.
‘Biz olmasak MHP ne konuşur merak ediyoruz’
Biz olmasak ne konuşurlar gerçekten merak ediyorum. Yani varlık gerekçeleri ortadan kalkacak neredeyse. Varlık gerekçeleri bizim yokluğumuz. Bunun üzerine kurmuş MHP kendisini. DEM Parti yok olsun, Kürtler yok olsun, HDP yok olsun… Neden? Bu soruyu sormak lazım.
Çok açık ve net: Burası kimsenin babasının çiftliği değil. Biz bu ülkenin yurttaşıyız. Binlerce yıldır burada yaşıyoruz. Bu ülkeye karşı bütün sorumluluklarını yerine getiren milyonlarca insan bize oy veriyor. Biz buraya yurttaşlık bağıyla bağlıyız. Bu ülkede yaşıyoruz ve bu ülkenin demokratik bir sisteminin olmasını istiyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz. Eşit, özgür bir ülkede yaşamak istiyoruz.
Biz bir yerden gelmedik. Bin yıllardır burada yaşıyoruz. Valla kusura bakmasın MHP istedi diye de, siyasetten vazgeçecek, mücadelemizden vazgeçecek, haklarımızdan vazgeçecek bir durumumuz yoktur.
‘Kapatılması gereken bir parti varsa, MHP’nin kendisidir’
Kapatılması gereken bir parti varsa bizzat MHP'nin kendisidir. Herkes sormalıdır. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insan sormalıdır. MHP’nin bu ülkeye iğne ucu kadar bir faydası var mıdır? Emekçiye var mıdır? Emekliye var mıdır? Çiftçiye var mıdır? Mazot alamıyor, gübre alamıyor çiftçi, ekemiyor, artık yol kapatıyor. Gence var mıdır? Milyonlarca genç bu ülkeyi terk ediyor, yurt dışına gidiyor. Çocuğa var mıdır? Çocuklar okulu terk ediyor, ucuz işçi oluyor, mendil satıyor. Çıraklıkta akşama kadar zaman geçiriyor MESEM’lerle. 10 taneden fazla çocuk sadece bir yıl içerisinde yaşamını yitirdi.
Kime var yani bu ülkedeki kadına bir faydası var mıdır? Sabah akşam katlediliyoruz. Günde ortalama 3 kadın bu ülkede katlediliyor. Kime ne faydası var MHP’nin? Bir soralım, gerçekten kim için siyaset yapıyor, kimin yaşamına iğne ucu kadar olumlu pozitif bir katkısı olmuş?
‘MHP, mafyanın çeteleşmenin müsebbibidir’
Ülkede mafyayı çeteyi tasfiye etmiş de biz mi görmüyoruz?
Aksine bu ülkede mafyanın, çeteleşmenin müsebbibidirler. Onların siyaseti ve onların izlediği siyaset çizginin kendisi bu. O anlamıyla herkes konuşurken önce dönüp bir aynaya bakmasında fayda olduğunu düşünüyorum. Öyle, konuşalım.
‘O kapatılsın bu kapatılsın…’ Valla o iş öyle kolay değil. Kusura bakmayın. Biz bir halk hareketiyiz, dükkan değiliz, öyle kapısını kapatınca kapanıyorsun... Biz bir toplumsal hareketiz. Biz bir toplumsal mücadelenin sözcülüğünü yapıyoruz, hatta bir değil, birden fazla toplumsal mücadelenin kestiği, siyasette ete kemiğe büründü bir partiyiz.
‘DEM Parti, Türkiye’nin siyasi haritasını değiştirmeye muktedirdir’
- Hazır başlamışken kapatılma, vesaire gibi konulara. DEM’li belediyelere yeni bir kayyum atanma durumu oluşur mu? Sizin izleniminiz nedir?
Koçyiğit: Keşke öngörülebilir bir ülke olabilseydik ve ben de size, “Ya öyle şey mi olur? Bir demokraside nasıl bir belediyeye kayyum atanabilir.” cevabını verebilmiş olsaydım ama ne yazık ki çok uzun bir süredir Türkiye, öngörülebilir bir ülke, hukukun egemen olduğu bir ülke olmaktan çıktı.
Tabii ki hiçbir zaman hukuk bu ülkede egemen olmadı. Gerçek anlamda bir hukuksal sistem inşa edilemedi. Her zaman biz hukuksuzluklara maruz kaldık. Siyasal çizgi olarak da, halk olarak da, Türkiye yoksulları emekçileri olarak devrimcileri olarak da ama bugün geldiğimiz aşamada artık yeni bir rejim inşa edilmeye çalışılıyor. Bu faşizm dediğimiz, kurumsallaşma meselesi dediğimiz şey, gerçekten hukuksuzluklarla yol alıyor ve bunun da ilk hedefinin Kürt halkı ve Kürt halkının kazanımları olduğunu ifade edelim.
Bu ülkede yurttaş olma mefhumunu ortadan kaldıran bir pratikten bahsediyoruz. Yani düşünün siz de yurttaşsınız, ben de yurttaşım. Ben yerel seçimde işte oyumu diyelim Kars'ta kullandım, benim oyum geçersiz her seferinde kayyum atanıyor, orayı vali yönetiyor siz işte Nevşehir’deyseniz siz oy veriyorsunuz ama sizin seçtiğiniz Belediye Başkanı sizin belediyenizi yönetiyor yerel yönetimlerde. Bunun kendisi temel anayasanın ihlali bir defa. Eşitlik ilkesine aykırı, yurttaş olma meselesini, seçme seçilme hakkını askıya alan bir uygulama.
‘Türkiye’ye yönelik en büyük tehdit AKP ve MHP’
Şunu istiyorlar, Kürtler siyasetle arasında mesafe koysun. Kürtler demokratik siyasetten umudunu kaybetsin istiyorlar. “Artık bu ülkeden bize ekmek çıkmaz. Biz ne yaparsak yapalım. Biz bu ülkede eşit yurttaş olamayız. Bizim bu ülkede hiçbiri hakkımız yok.” deyip küsüp aslında içine kapanmasını isteyen ve Türkiye'deki siyasete Türkiye'deki demokratikleşme meselesinde söz söylemesini istemeyen bir AKP gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Tam da aslında. ortak yaşam dediğimiz mesele var ya o ortak yaşam tahayyülünü, ortadan kaldıracak bir pratik yürütüyor AKP'nin kendisi.
Şimdi dönem dönem duyuyoruz, değerlendirmeler yapıyorlar. Bunu çokça da MHP yapıyor: Ülkenin yüce stratejik önemi, bölgesel dengeler, uluslararası güçlerin işte şuyu, buyu ülkemizin iç tehditleri, dış tehditleri dedikleri şey… Ben söyleyeyim, çok açık ve net: Bu ülkede en büyük tehdit iktidar, onun ortağı ve onların politikasıdır. Türkiye yönelik en büyük tehdit. Bunu açık söylüyorum. Neden tehditler? Çünkü bu ülke yurttaşının, ortak yaşam tahayyülünü ortadan kaldırıyorlar. Birlikte eşit, özgür yaşama aynı ortak vatanda gelecek hülyasını, gelecek yürüyüşünü engellemeye çalışan bir iktidar pratiğiyle karşı karşıyayız.
Kayyum atanmasına karşı, sonuna kadar mücadele edeceğimizi ifade edeyim ama ben bu iktidar kayyum atamaz diyemiyorum. Atamamasının tek bir yolu var, o da bu ülkedeki demokrasi güçlerinin ve Meclis’te MHP dışındaki bütün muhalefetin etkin, aktif kayyum karşısında tutumu sayesinde olabilir. Bunu görelim.
‘Yeni bir kayyum beklemiyorum’
Bugün hali hazırda patır patır kayyum atamıyorlarsa, Van direnişi sayesindedir. Van'da yapmak istedikleri hukuksuzluğun, halk iradesine çarpıp geri gelmesi nedenidir. Türkiye demokrasi güçlerinin, Van hukuksuzluğu karşısında tek yürek olması, yan yana durması, buna karşı birlikte mücadele etmesi sayesindedir. Ve en nihayetinde tabii ki başta ana muhalefet partisi olmak üzere, birçok kesimin -ki içerisinde AKP’li olanlar da vardı- Van'daki hukuksuzluğa ses çıkarması, bunu mahkum etmesi sayesindedir. O nedenle, ben burada eğer bu tutumda ısrarcı olunur, bu tutum devam ettiği sürece, gerçekten kayyum siyaseti, kayyum rejimi mahkum edildiği, bunun karşısında bütün partiler, demokrasi güçleri söz kurduğu ve bu sözü eyledikleri sürece, yeni bir kayyum beklemiyorum. Bu iktidarı caydırabilecek tek şeyin, bu olduğunu düşünüyorum.
‘Kürt sorununu konuşacak demokratik ortam yok’
-Kürt sorunu, artık ülke gündeminde eskisi kadar yer edilmiyor. AK Parti ve MHP Kürt sorunu yok diyor. AK Parti “çözdük yok” diyor. MHP yok diyor. CHP Kürt sorununu tanıyor ve çözüm yeri meclis diyor. DEM Parti ne diyor?
Koçyiğit: Valla aynı şeyi söylüyoruz, Kürt sorunu vardır, Kürt sorunu gerçektir, hakikattir. Yaşadıklarımızın her birisi Kürt sorunun çıktılarıdır, sonuçlarıdır. Bu anlamıyla, biz gerçekten hayret de izliyoruz. “Kürt sorunu yoktur, biz de çözdük” diyen iktidarı. Hani MHP’nin zaten tutumunu biliyoruz. O, çok konuşmaya değer bir durum değil.
Bu ülkede Kürt sorunu var, Kürt halkının eşit yurttaşlık sonu var. Anayasal yurttaşlık sorunu var. Bir sorunun çözülmesi gerekiyor. Şimdi Kürt sorunu yoksa, daha geçen oldu, cezaevinde Kürtçe konuştuğu için darbedilen siyasi mahpuslar, Kürtçe türkü söylediği için linç edilen insanlar. İşte belediyesine kayyum atanan bir yöre gerçeği, Hakkari gerçeği. İşte gasp edilmek istenen bir Van Belediyesi. 8 yıl devam eden bir kayyum meselesi. Kürt milletvekillerinin, milletvekillerinin düşürülmesi, cezaevine gönderilmesi, bugün en fazla Kürtlerin oy verdiği siyasi parti olan HDP’nin kapatılması davası ve yine en fazla son seçimde oy verilen parti olan DEM Parti’nin kapatılması taleplerinin kendisi gibi gibi… Bir başlıkta size yüzlerce binlerce şey sayabileceğim bir meseleden, yer adlarının değiştirilmesinden, Kürtçe anadilinin eğitim verilmemesinden vesaire.
Bütün bunlar nedir? Bütün bunlar Kürt sorununa ilişkin meselelerdir ve Kürt sorununu yoktur demekle yok olan bir şey yok.
Son yıllarda niye Kürt sorunu konuşulmuyor? Çünkü konuşacak bir demokratik ortam yok ki, yok. Şimdi hatırlayalım 2011’i. 2013’ü hatırlayalım, 2014’ü, hatta 2015 7 Haziran’ına kadar olan süreci hatırlayalım… Bizden de birçok milletvekili arkadaşın televizyonlara çıktığı, konuşmalar yaptığı, Meclis’te Kürt sorunu meselesinin konuşulduğu, bir Anayasa Komisyonu’nun kurulduğu, eşit katılımını orada anayasa meselesinde Kürt sorununun bağlamının tartışıldığı bir şeyden bahsediyoruz. Bugün niye konuşulmuyor? Çünkü bugün şöyle bir Türkiye gerçeği var, AKP’nin emrine 7/24 dezenformasyon yapan, bir çamur-çukur medya gerçeği var. Onlar zaten istihbaratı, güvenlik elemanlarını akşama kadar çıkarıyorlar ve oradan bir dezenformasyon yapıyorlar. Onun dışında da zaten çok sınırlı bir mecra var. O mecraya ya da sabah akşam RTÜK üzerinden ceza veriliyor. Neredeyse bize selam vermeye korkuyorlar televizyona çıkacağız üç kelime söyleyeceğiz diye. Çıkarsalar bir dert çıkarmasalar bir dert diye bunun hesabını yapan bir yere evrilmiş. Şimdi nasıl konuşacağız Kürt sorununu?
‘Kürt sorununda muhatap kesinlikle Meclis’
Biz valla akşama kadar Meclis’te söylüyoruz. Kürt sorunu var, Kürt sorunu bu ülkenin hakikati. Bakın, düşünün, biz Meclis’te üç kelime Kürtçe konuştuğumuz için, bir selamlama yaptığımız için, Celal Adan ve Bekir Bozdağ bizim mikrofonumuzu kapatıyor. Bu yeni dönemde oldu. Geçmişte de yapıyorduk. Geçmişte de Kürtçe konuşuyorduk. Tutanaklara ‘bilinmeyen dil’ diye geçiyordu, ‘x’ diye geçiyordu. Bugün Kürtçe konuşulduğunda mikrofonu kapatılan bir halk gerçeği var, Meclis’te oluyor bu.
E hani Kürt sorunu yoktu, hani yoktu. Demek ki var. O anlamıyla biz Kürt sorununun demokratik, barışçıl yollardan çözülmesini istiyoruz. Muhatabın meclis olduğunu, toplumun her kesiminin bu süreçte gerçekten üzerine düşeni yapması, STK’ların demokratik kitle örgütlerinin, her kurumun bu sorunun bir paydaşı olduğunu ve çözümü için katkı sunması gerektiğini düşünüyoruz ve bunun için de bir yol temizliğine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
‘Demirtaş’ın özgül ağırlığı var’
-Kürt sorunu demişken tabi insanın aklına eski aktörlerden Selahattin Demirtaş da geliyor. Selahattin Demirtaş’ın Türkiye'de geniş kitlelerde bir tanınırlığı var. Tanınırlığın ötesinde bir ilgiye de sahip. Kendisi Kürt siyasi hareketinde şu anda Demirtaş nerede duruyor?
Koçyiğit: Öncelikle, eski aktör değil. Hala çok önemli bir aktör. Cezaevinde olmanın getirdiği zorluklar nedeniyle kısmen dediğiniz belki şeyi yaşıyor. Kürt siyasi hareketi içerisinde DEM Parti içerisinde de, Selahattin Demirtaş’ın gerçekten bir karşılığı olduğunu, bir özgül ağırlığı olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Sonuçta sadece Kürt halkı açısından değil, Türkiye halkları açısından da Selahattin Demirtaş bir değer, gerçekten sözü dinlenen, bir açıklama yaptığında bütün kamuoyunun dikkatle takip ettiği, çok önemli bence bizim açımızdan da bir yoldaşımız, çok değerli bir arkadaşımız onu ifade etmemiz gerekiyor.
‘DEM neredeyse Demirtaş da orada’
Bu anlamıyla nerededir sorusu, valla hepimiz neredeysek Selahattin Başkan da orada. Yani Kürt siyasal hareketi neredeyse, DEM Parti bugün çizgi olarak neredeyse Selahattin Demirtaş’ın da orada olduğunu bütün kamuoyunun bilmesi gerekir. Çünkü biz bütün süreçlerimizi sadece bunu Sayın Demirtaş şahsı ile söylemiyorum. diğer bütün arkadaşlarımızla da işte Figen Başkanla da Selahattin Başkanla da diğer milletvekili arkadaşlarımız, belediye başkanı arkadaşlarımıza her kritik sürecin değerlendirmesini, yoldaşlarımızla, arkadaşlarımızla yapıyoruz. Her kritik sürecin bilgilendirmesini enformasyonu bir bir kendilerine yapıyoruz.
Onların her dönemde özellikle konferans, kongre süreçlerinde görüşlerini önerilerini, her seçim öncesi görüşlerini, önerilerini alıyoruz. Yine politik sürece dair eleştirileri, önerileri bizim açımızdan çok kıymetli ve bu tüm bunları alıyoruz. Bütün bunlar değerlendiriliyor. Bütün bunların her birisine kıymet biçiliyor parti açısından.
Bu anlamıyla dediğim gibi biz neredeysek Selahattin Başkan da Figen Başkan da diğer bütün yoldaşlarımızla orada.
Tabii biz arkadaşlarımıza karşı öz eleştirel pozisyonundayız. Onu ifade edeyim. Her bir cezaevinde olan yurttaşa, özellikle de siyasi tutsaklar açısından ifade etmek istiyorum. Yoldaşlarımız açısından biz öz eleştiriyor, pozisyondayız çünkü istediğimiz o demokratik rejimi kuramadık ve arkadaşlarımızı özgürleştiremedik. Bunun için mücadele ediyoruz. Onların orada kaldığı her günün, açıkçası sorumluluğunu hissediyoruz." (Haber Merkezi)
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.