Ebru Nihan Celkan: Umut bir iyi niyet değil, eylemdir
Sevgili Kısa Dalga okuyucuları,
Yaklaşık 5 yıllık bir aradan sonra Apaçık Radyo’da yeni yayın döneminde Kulis Sesleri programında tiyatro üzerine sohbetlerime devam ediyorum. Bu sohbetlerimizi her Cuma Kısa Dalga’da okuyabilirsiniz.
9 Ekim Perşembe günü yayınlanan Kulis Sesleri’nde oyun yazarı, yönetmen ve dramaturg Ebru Nihan Celkan ile konuştuk.
Celkan, oyunlarındaki tüm karakterlere aynı adı veriyor: Umut. Çünkü onun için her bir “Umut”, başka bir yüz, başka bir dil, başka bir cesaret demek:
“Bugüne kadar 18 oyun yazdım, 18’inde de ana karakterin adı Umut. Hepsinin cinsiyeti, kimliği, dili, inancı farklı. Çünkü hepimiz olabiliriz. Kendi kararlarımızı verip, umudu eyleme çevirdiğimizde değişim mümkün.”
İstersen biraz genel olarak tiyatronun, Türkiye'deki tiyatronun halinden bahsedelim. Bir yandan bir sürü tiyatro salonlar açılıyormuş gibi görünüyor. Bir sürü tiyatro ekipleri oluşuyor. Bir sürü oyun artmış gibi görünüyor. Fakat bunların gerçekten de tiyatroya ne kadar etkisi olduğu üzerine seni dinleyelim.
Ekonomi modelleriyle cevap vermek istemem ama burada görünen arz taleple ilgili bir sıkıntı var. Senin söylediğin gibi çok ciddi bir arz var. Bugün herhangi bir web sitesini açıp bu akşamki oyunlara baktığımızda gerçekten envai çeşit oyunla karşı karşıya kalabiliyoruz. Ama niceliğin artması, acaba niteliğe ne yapıyor diye düşündüğümüz zaman orada yenilikçi biçimler, yenilikçi içerikler konusunda ben kendi adıma çok çeşitlilik görme şansına erişmedim. Bu benim izlediğim oyunlar yüzünden olabilir veya belki denk geldiğim oyunlar yüzünden olabilir.
Bir diğer konu da bu kadar çok çeşitliliğin sadece İstanbul ve çevresinde yaşanıyor olması. Birazcık Ankara'ya taştı bu. Birazcık İzmir'e taştığını görebiliyoruz. Ama Türkiye geneline yayılan bir tiyatro hareketinden, çoğullaşan tiyatro oyunlarının Türkiye geneline yayılmasından da bahsedemiyoruz. Dolayısıyla seyirci sayısının da çok arttığı gibi bir varsayımda bulunmak bana iyimser geliyor. Yani büyük salonlardaki büyük prodüksiyonların yarattığı geçici seyirci dediğimiz, yani gerçek bir tiyatro seyircisi gibi sezonu takip edip sezonda en az haftada bir, iki haftada bir oyuna giden bir seyirci yaratıyor mu bu hareketlilik? Bundan da çok emin değilim. Ama tiyatro sayısının artması iyidir. Bu demek oluyor ki aslında yapma cesaretli insanlar da artıyor. O yüzden ben hem iyi hem de kötü tarafları olduğunu düşünüyorum bunun. Ama... Bu da bir yere evrilecektir herhalde. Bir de tiyatrolar arasında uçurum var.
Evet, böyle bir durum var değil mi? Bir büyük prodüksiyonlar yapan tiyatro salonları artık var. Bin kişi, bin beş yüz kişilik salonlar var. Bir yandan da küçücük mekanları sıkışmış salonlar var. Ekonomik anlamdaki fark seyircileri açısından da bir farklılık oluşturuyor.
Aynen. Tiyatronun lokasyonu da birazcık değişti. Son yıllarda baktığımızda Taksim çevresinde yer alan küçük tiyatroların daha fazla Kadıköy ve çevresine yerleştiğini görmeye başladık. Senin söylediğin gibi büyük prodüksiyonların olduğu büyük alanlar, farklı alışveriş merkezlerinin içerisindeki tiyatrolar vs. olmaya başladı. Yani orta ölçekli bir salon da yok aslında. Ya çok fazla insana hitap eden salonlar ya da çok daha küçük salonlar. Bu da bence hem yapımcıları hem yazarları hem yönetmenleri etkileyen bir süreç diye düşünüyorum.
Evet, orta büyüklükte salon olmaması sorun. Ben çok büyük salonları sevmeyen biriyim ama bir sürü büyük prodüksiyon da oralarda yer alıyor. Bir yandan da çok küçük, neredeyse mahalle arası tiyatro salonları var. Bütün bu salon karmaşası aslında tiyatro ekiplerinin oyun seçimini de etkiliyor.
Evet, sonuçta hem ekonomik hem de pratik olmak zorunda hissediyor tiyatro yapanlar kendilerini. Biz de geçen sene Loop isimli bir oyun yaptık. Ve bu açıklığı görerek, o açıklığa uygun yapmak istedik aslında oyunu. Dedik ki ne çok küçük bir sahne, ne çok büyük bir sahne olsun. 100 kişiye, 150 kişiye konuşabileceğimiz bir alana oyun yapalım dedik ama bu tip tiyatro salonu da çok fazla yok. Salon da olmadığı için oyunu bu sefer çok fazla insana ulaştırma şansın olmuyor. Dekorunu 100-150 kişilik salon için yaptığın oyunla 30-40-50 kişilik salonlara girme şansın da yok. Daha yüksek seyircili salonlarda küçük kalıyorsun. O da tabii ki hazırlanırken veya düşünürken, zannediyorum ‘bu sezon ne yapalım’ diyen insanların kafasının bir kenarında duruyor. Bu da tabii ki tek kişilik oyunların sayısını arttırıyor.
Evet, o konuya da girmeliyiz. Türkiye'deki tiyatro meselesi biraz oraya doğru kaymış vaziyette. Mekân meselesi tiyatro seçimini etkiliyor gibi görünüyor. Kalabalık sahneler neredeyse büyük prodüksiyonlar dışında başka oyunlarda yok gibi bir şey. Birkaç kişiyi aşmayan oyun tercihleri arttı. Tek kişilik oyunlar çok arttı. Bazıları çok başarılı gerçekten ama bütün içerisine baktığınızda tek kişilik oyunlar ciddi yer kaplıyor aslında.
Hem tek kişilik oyunlar çok yer kaplıyor. Bununla birlikte de o büyük prodüksiyonların isimlerini şöyle bir dinleyiciler akıllarından geçirsinler. Onlar da aslında büyük prodüksiyon gibi görünen tek kişilik oyunlar. Kişilere odaklanan yani X, Y, Z isimleri olan oyunlar. Aslında büyük bir kadro, tek bir hikâyeyi parlatmak için çalışıyormuş gibi orada da. Bir sürü açıdan bunu dünyanın gittiği yerden, Türkiye'nin gittiği yerden çok bağımsız olduğunu düşünmüyorum. Bir taraftan tek kişilik oyunlar, oyun sayısını arttırmak konusunda, çeşitliliği bakımından, genel perspektifi arttırmak konusunda bize yardımcı oluyor. Ama içeriklerine baktığımızda neyi görüyoruz? Bir kere tek taraflı bir anlatı görüyoruz. Yani benim en azından deneyimlediğim birçok tek kişilik oyun, interaktif dediğimiz, seyirciyle etkileşim içerisindeki oyunlardan ziyade, bireylerin sahneye çıkıp, benim derdim, benim meselem, benim düşüncelerim, benim duygularım diyerek iletişim kurması. Bunun iyi tarafları var. Ama bu kadar çok olması... Kolektifin kaybı demeyeyim ama kolektifi aratıyor bana. Biz çoğunluğu nerede göreceğiz? Nerede sahnede çok dilli, çok renkli, çok hikâyeli durumlar göreceğiz? Bir de tabii ki diyaloğun olmaması ne demek diye düşünmek lazım.
Evet, sonuçta bütün tek kişilik oyunlarda bir monolog dinliyoruz.
Aynen öyle ve diyaloğun olmaması demek aslında çok dolaylı bir yerden düşüncenin doğumunun önünü de kapatıyor. Yani alternatif düşüncenin. Siyah ve beyazın ötesinde görmek istediğimizde. Burada seninle benim yaptığım gibi diyaloğa ihtiyacımız var. Ben son yıllarda açıkçası bunu sahnede görmüyor olmanın birazcık burukluğunu hissediyorum.
Bunu galiba Türkiye'deki ve dünyadaki ekonomik meselelerin doğrudan sanata, tiyatroya etkisi gibi de görmek lazım. Büyük dekorlu oyunlar yapamıyorlar. Her an taşınabilir olmanın bir ihtiyaç olduğu ortada, ki rahatlıkla başka başka sahnelerde oyunlar sahnelenebilsin. Sanırım eskiden daha fazla oyun ekiplerinin kendilerine ait salonları vardı. Ama artık bu değişiyor.
Evet, kendilerine ait salonu olan çok az yer kaldı. Onlar da bir yaşam mücadelesi veriyorlar. Eskiden, eskiden dediğimizi de tanımlamak lazım. 2013'ten bahsediyorum ben, eski diyerek bahsettiğim. 2013, 2012, 2011 yıllarına baktığımızda, tiyatroların daha çok Taksim ve çevresinde yer aldığı döneme baktığımızda neyi görüyoruz? Her bir oyunun her bir salona çok rahat entegre olduğunu, her bir salonun başka oyunlara kapılarını açtığını. İnanılmaz bir çeşitliliği, sahnede de çeşitliliği görüyoruz bu sırada.
Mesela o zamanlar tek kişilik oyunlar bu kadar revaçta değildi.
Aynen ve aslında bakarsak o zaman bizim şartlarımız daha da zordu. Çünkü tiyatronun yapımcı dediğimiz, yani tiyatroya belli bir miktar avans veren diyelim, yatırım yapan insanlar da yoktu. Tamamen el yordamıyla yapılan bir süreçte, yine de sahnede çoğulculuğu görüyorduk. Demek ki çoğulculuğun önünü açan şey maddiyat değil. Başka bir şeye ihtiyaç var demek ki. Tiyatro açısından şu anda pratik ve ekonomik iki önemli kelime diye düşünüyorum. Hemen hemen tiyatro gruplarının hepsi buna doğru gidiyorlar. Hem ekiplerde; küçük ekipler, kontrol edilebilir, rahat hareket edilebilir. Hem dekorda küçülme, metinde küçülme, oyuncu sayısında küçülme, ışıkta küçülmeye doğru gidiyor. Bu bir taraftan yaratıcılığın önünü açıyor. Bunu düşünmek lazım. Ama bir taraftan da tiyatroda çok sesliliği özlediğimiz zamanlardayız diye düşünüyorum.
Tiyatroyu daha da küçülten bir şey ama bir anlamda daha “büyük” iş yapmaya zorlayan bir şey. Kısacık metinlerde, tek kişilik konuşmalarda büyük şeyler anlatma ihtiyacı, zorunluluğu aynı zamanda doğuyor. Bu arada atlamayayım ve Afife Jale Ödülleri jüri üyeliğini kutlayalım.
Çok teşekkür ederim.
Bu jüri üyeliği sebebiyle oyunları konuşamayacağız. Ama Tiyatro Festivali’ni konuşabiliyoruz. İstanbul Tiyatro Festivali 20 Ekim'den itibaren başlıyor. Birçok oyun var. Gördüğüm kadarıyla 16 farklı gösteri var. Bunların içinde sanırım 7 tanesi de yabancı ya da yabancı ortaklı olan. Diğerleri yerli oyunlar olacak.
Bence sahip çıkmamız gereken en önemli organizasyonlardan biri İstanbul Tiyatro Festivali. Bunu birkaç sebepten söylüyorum. Birincisi hala ve ısrarla kapsayıcı olmak konusunda çabalarını görüyorum. Öğrenciler için kullandıkları özel yöntemler vs. ile de seyirci sayısını artırmaya yönelik bir potansiyeli var. İnsanlara tiyatroyu sevdirmek dediğimiz şeyi yapma ihtimali çok yüksek. Bir başka sebebi son yıllarda gittikçe artan oranda yerli metinler, yerli yazarlar, yerli yapımlara alan açması. Bizim de oyunumuz Loop geçen sene tiyatro festivaliyle premier yapmıştı. Tiyatro festivalinin içerisinde olmanın avantajlarını kullanıyorsunuz. Dolayısıyla tiyatro festivalinde mümkünse -umarım herkes için mümkündür- en azından bir oyun izleme fırsatı bulursa insanlar çok farklı bir deneyim yaşayacaklarına eminim.
Benim en çok merak ettiğim oyun, “Biz Kimiz” isimli oyunu. Onu merakla bekliyorum. Çünkü hem felsefe var içinde hem son dönemde yaşadığımız dünyadaki olan bitene nasıl bakmalıyız, bunun içinden insan olarak nasıl çıkarız yaklaşımı var. Hem de bildiğim kadarıyla sahneleme açısından farklı disiplinleri de kullanıyorlar. Merakla onu bekliyorum. Hamlet'i çok merakla bekliyorum. Aslında programın hepsi benim için heyecan verici açık söylemek gerekirse. Fakat bu ikisi benim yıldızım diyeyim bu festival boyunca.
Epey yerli oyun da var aslında. Konuşurken aklıma geldi. Daha önceki yıllardaki sohbetlerimizde Türkiye'de tiyatro metin yazarlığı konusunda bir problem olduğu, daha doğrusu çıkamadığını tartışmıştık. Peki sence son on yılda bu konuda ne oldu? Çok fazla metin yazarı çıktı ama düşündüğümüz kadar ya da olması gerektiği kadar olabildi mi?
Bunu birkaç açıdan değerlendirmek lazım. Evet, oyun yazarlığının arttığını görüyoruz. Ben kendi neslimden, beraber aynı dönemde çıktığımızı düşündüğüm yazarları düşündüğümde üretmeye devam ettiklerini görüyorum. Benim kendi akranım olarak gördüğüm yazarların hala ürettiğini görüyor olmak bence çok büyük bir kazanım. Dolayısıyla Türkiye tiyatrosunun bir metin problemi var mı çok emin değilim. Açıkçası bunu tanımlayabileceğimiz şey nedir? Yeteri kadar nedir? Onu da bilmiyorum. Ama aradığımızda var. Bugün herhangi bir büyük sahnede biz bir tiyatro oyunu yapmak istediğimizde, yerli yazar değerlendirmek istediğimizde gerçekten elimizde güçlü bir kadro var, liste var. Yeni gelenler var, yavaş yavaş çıkıyorlar. Beni endişelendiren sürdürülebilirliğin nasıl olacağı açıkçası. Özellikle büyük sahnelerin, özellikle yerli yazarlara destek olabilecek alanların bu konuda sorumluluk alıp almadığından çok emin değilim. Dolayısıyla buralarda yerli yazarları daha çok görebileceğimiz projelere ihtiyacımız var. Büyük sahne dediğimiz sahnelerin oyun yazarlığı programları geliştirmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Şehir ve devlet tiyatrolarında dönemsel olarak birtakım projeler yapılıyor. Yerli yazarlarla ilgili, kadın yazarlarla ilgili vs. Ama orada da sürdürülebilirlikle ilgili bir problemimiz var. En ufak bir yönetim değişikliği o projenin rafa kaldırılmasına sebep oluyor. Oysa süreklilik ihtiyacı içerisindeyiz. Yazarın çıkması, yazarın çıktıktan sonra oyunun sahnelenmesi, oyunun sahnelendikten sonra ikinci oyunun yazılması vs. vs. diye baktığımızda her anlamda süreklilik esas. O yüzden akranlarımın devam ediyor olmasını önemsiyorum. Yani burada ben “umutlu bir inat” görüyorum. Fakat yeni gelen yazarlara bu kadar kapılar açık mı? Çok emin değilim. Bunu yeni yazarlara sormakta fayda var bence. Onlar adına konuşmuş olmayayım. Ama benim gördüğüm yerden, benim deneyimlediğim yerden çok kolay değil şu anda Türkiye'de yeni bir yerli yazar olmak, işte dramaturjiden mezun olmak veya konservatuvardan mezun olmak.
Bir yandan yazarsın, bir metin yazıyorsun ama bu metni götürüp tiyatro mekanizmasına dahil olmak kolay değil. Orada da sonuçta bazı çarklar var, içine dahil olup, doğru yere o metni verip, doğru kişiye okutmak bile ciddi bir mesele değil mi?
Evet kesinlikle öyle. Yine de şehir tiyatroları ve devlet tiyatroları bağımsız başvuru kanalları olması açısından önemli. Yani bir yazar olarak metninizi 7 kopya yapıp her ikisine de gönderebiliyorsunuz. Bağımsız olduğunu bildiğimiz, düşündüğümüz bir dramaturg ekibi tarafından değerlendiriliyor. Ondan sonra kendi arşivlerini alıyorlar, oynuyorlar veya oynamıyorlar. Ama önemli olan bir yazar olarak bence o arşive girmek. Benim oyunlarım mesela hem devlet tiyatrosunda hem şehir tiyatrosunda oynandı mı? Hayır.
Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda oynanan bir oyunum var. Dolayısıyla aslında oralara ulaşmak bu anlamda prosedürleri olduğu için biraz daha kolay gibi geliyor. Yapım tiyatroları dediğimiz tiyatrolarda ise süreç birazcık daha farklı işliyor. Çünkü proje temelinde çalıştıkları için projeye uygun yazar bulduklarını düşünüyorum. Küçük sahnelerde de zaten yazar kendi ekibini kurup sahneliyor.
Peki o zaman senin oyunlarına geçelim. Az önce bahsettiğin oyun, Babil Kuleleri değil mi? Bakırköy Belediye Tiyatroları şu anda hala sahneleniyor. Bunun dışında ne vardı?
Babil Kuleleri’nin yönetmeni Fidan Alp, ismini anmadan geçmeyelim. Şimdi Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda oynuyor olması benim için çok anlamlı. Biz bu oyunu zannediyorum 2016'da, yani 10 yıl önce kendimiz sahnelemiştik. Bir belediye tiyatrosunun onu alıp, sahneliyor olması çok anlamlı geliyor bana. Çünkü iş cinayetleriyle ilgili bir metin o. Ben kendim izlerken çok heyecanlandım, öyle söyleyeyim. Çok beğenerek izledim oyunun bu şeklini. Bunun dışında Loop isimli oyunumuz var. Geçen sene tiyatro festivalinde premierini yaptık. Bu sene devam edeceğiz. İlk oyunumuz 17 Ekim’de Boğa Sahne’de oynayacağız. Loop da Berlin-İstanbul arası bir göç hikayesi. Hem bir aşk hem bir göç hikayesi. Nagihan Gürkan yönetti, Berfu Öngören, Uğur Karabulut ve Bora Çınar oynuyorlar. Bu sezon devam edecek ama dediğim gibi devamlılığı biraz da sahne bulmamıza bağlı ama biz devam etme iradesi içerisindeyiz. Gönlümüzden öyle geçiyor. Bir de dramaturjisini yaptığım Yeter isimli bir oyun var. O da Craft'da oynamaya devam edecek.
Son soru olarak şunu sorayım. Oyun karakterlerinin hepsinin adı Umut. Bunu yaparak seyirciye ne demek istiyorsun?
Şöyle ki umut Türkiye'de genel kullanımda sanki bir pasif bir hale geliyor. Umut ediyorum deniyor ve ondan sonra bir aksiyon görmüyoruz. Ben ana karakterlere Umut adını vererek şunu demek istiyorum, kimseye değil kendime şunu demek istiyorum. Umut dediğimiz şey karar alarak, eylem yaparak, eyleme geçerek ve bu kararların sorumluluğunu alarak devam eden bir şey. Yani umut bir iyi niyetler tamlaması değil. Tam tersine her aldığım kararı yerine getirme arzusunu gösterdiğim anda Umut ortaya çıkıyor. Dolayısıyla benim ana karakterlerimde Umut adını taşıyorlar ve yaptıklarıyla, karşılaştıklarıyla, kararlarıyla, sorumluluklarıyla o Umut'u taşıma niyetini gösteriyorlar. Benim için böyle. O yüzden hepsinin ismini Umut koyuyorum. Bugüne kadar 18 tane Umut oldu. 18 oyunum var. 18 Umut'un farklı ana dilleri var. Farklı cinsiyetteler, farklı cinsel yönelim, cinsiyet kimliğindeler. Etnik kökenleri farklı, inanç sistemleri farklı, eğitim durumları, gelir seviyeleri farklı. Galiba seyirciyle aramda şöyle bir mutabakat yapmaya çalışıyorum. Hepimiz olabiliriz. Yani kendi kararlarımızı verip umudu eyleme çevirdiğimizde hepimiz değişimi yaratabiliriz. Aslında söylemeye çalıştığım böyle bir şey galiba.
Söyleşiyi dinlemek için tıklayın...
Kaynak:Haber Merkezi
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.