15 TEMMUZ'UN KAYIP KARA KUTUSU: ADİL ÖKSÜZ
15 Temmuz darbe girişiminin en kilit ismi olan Hava Kuvvetleri sivil imamı Adil Öksüz’ün sırrı, kalkışmanın üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen çözülemedi. Halen yaşadığı bilinen Almanya’dan iadesinin gerçekleştirilememiş olması ve salıverilmesinde sorumluluğu bulunanlardan bazılarının beraat etmesi, ceza alanların da hafif cezalarla kurtulması, Öksüz’ün üzerindeki “kara sis”i her yıl daha da yoğunlaştırıyor. Öksüz, Gazeteci Müyesser Yıldız’a göre “kaçırıldı”, eski Emniyetçi Hanefi Avcı’ya göre ise “hengamede kurtuldu.”
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY'E TIKLAYIN
15 Temmuz gecesi kadar karanlık… Bir o kadar “bilinmeyen” bir adam: Adil Öksüz… Anne – babaların çocuklarını, oynamaları için kapı önüne çıkarmaya cesaret edemediği 16 Temmuz 2016’da, öğle sıcağında, bir elinde valiz, bir elinde kendisi kadar “kara” bir çanta… Akıncı Üssü yakınında tarlada yürüyor… Yorgun… Yorgun olmasın mı, gece boyunca bir emriyle savaş uçakları havalanmış, bir emriyle tanklar palet döndürmüş, bir emriyle ölüm yağmış…
15 Temmuz darbe girişiminin karakutusu… Yani uçak düşmüş, karakutu kayıp… O’nu çözmeden 15 Temmuz’u anlamaya çalışmak herhalde bir uçak kazasından sonra yerdeki metal parçalarını toplamaktan ibaret kalır…
Bu karanlık adam, Gazeteci Müyesser Yıldız’a göre, “15 Temmuz’dan önce de devletin elbette bildiği”, “başka istihbarat örgütlerinin elemanı olduğu açık” biriydi ve 16 Temmuz’da kaçırıldı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Eski Daire Başkanı, “Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabının yazarı Hanefi Avcı’ya göre “15 Temmuz’da tam anlaşılamayan, halim – selim duruşuyla hengamede kurtulmuş” biriydi ve “sorgulanabilseydi bütün zinciri tamamlayacak” bir mahrem FETÖ imamıydı.
15 Temmuz 2016 günü saatler 13.00’ü gösterdiğinde bir binbaşı Milli İstihbarat Teşkilatı’na giderek, “darbe yapacaklar” dedi.
Bu ihbarla Türkiye, uzun bir geceye hazırlanmaya başladı. Devlet, durumu anlamaya ve önlem almaya çalışırken, o saatlerde Akıncı Hava Üssü başta olmak üzere birçok askeri tesiste günlerdir gizliden gizliye sürdürülen hazırlıkların sonuna geliniyordu.
Saatler, gece 03:00’e kurulmuştu. Hazırlıklar bu saate yapılıyordu. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın makam arabası saat 18.00’de Genelkurmay Başkanlığı karargahına giriş yaptı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve Genelkurmay 2’nci Başkanı Yaşar Güler ile görüştü. Bu görüşme, “darbe girişiminin” planlanan saatte değil, daha erken bir saate alınmasına neden oldu.
Aylardır sürdürülen çalışmalar sonucu Akıncı Hava Üssü’ndeki 143. Filo’nun Gazinosu, darbe girişiminin yönetim merkezi haline getirilmişti.
“Hakan Fidan’ın karargaha geldiği” bilgisi üzerine darbe girişiminin saati erkene alındı. Artık iki taraf da birbirinin adımlarından haberdardı... Saatler 22.08’i gösterdiğinde ilk uçak Akıncı Hava Üssünde havalanarak, Ankara üzerinde alçak uçuşa başladı. Sonrası ölüm, direniş, korku…
Biz şimdilik, o geceyi tarihçilere bırakalım ve filmi biraz ileri sarıp “karanlık adam Adil Öksüz”e dönelim.
Darbe girişimi “bir şekilde” başarısız olup gün ağarınca 16 Temmuz sabahı saat 09.40’dan itibaren darbeci askerler birer birer teslim olmaya başladı. Akıncı Üssü’nden asker ve siviller kaçıyordu. Kaçışları önlemek için Kazan İlçe Jandarma Komutanlığında bir ekip oluşturuldu, devriye atmaya başladılar.
Karakol görevlileri, Akıncı’dan 650 metre uzaklıkta, bir elinde siyah valiz, diğer elinde siyah bir el çantası, açık mavi gömlekli bir sivilin öğlen sıcağında patika yolda yürüdüğünü fark etti. Kolluk görevlileri, silah çekerek o sivili durdurdu. Jandarma görevlilerinin “sivil misin asker misin” sorusuna “ben sivilim, tarla bakmaya geldim” yanıtını verdi. O isim Adil Öksüz’den başkası değildi.
“DEVLET ÖKSÜZ’Ü BİLİYORDU”
Kimdi bu Adil Öksüz? Devriye atan jandarma eri bilmiyordu belki ama devlet biliyor muydu?
Kendisi de FETÖ mağduru Gazeteci Müyesser Yıldız’a göre elbette biliyordu. Hem de en az, 15 Temmuz öncesinde isimleri, resimleri sanki “kaçsınlar” diye çarşaf yayınlanan sivil imamlar kadar biliyordu:
“15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce sadece yargı değil, TSK başta olmak üzere devletin birçok kurumunda FETÖ’cü listeleri hazırlandığını biliyoruz. Nereden biliyoruz, dava dosyalarından, çıkan belgelerden, verilen ifadelerden.
En somut örnek, 15 Temmuz’dan 1,5 – 2 yıl önce FETÖ’nün il ve ülke imamı olduğu öne sürülen isimlerin tablosunun iktidarı destekleyen Sabah ve Star gazetelerinde yayınlanmasıdır. Bu konuyu biraz detaylandırmamız gerekiyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, FETÖ Çatı İddianamesini hazırlamaya çalışırken 2014’te önce FETÖ’nün Türkiye’deki şehir imamlarının fotoğrafları ve adları yayınlandı. Sonrasında bunların tamamının kaçtığı ortaya çıktı. Şubat 2015’te de Sayın Recep Tayyip Erdoğan aynen şunları söyledi:
‘Türkiye’deki şehir imamları açıklandı ve hepsi birden kaçıverdi. Yakında belki de ülkelerin imamları açıklanacak, uluslar arası camiada bakalım neler olacak.’
Erdoğan’ın bu sözlerinden sadece 3 gün sonra 11 Şubat 2015’te Star Gazetesi’nde bu defa ülke imamlarının tam sayfa tablosu yayınlandı. Bu defa ne mi oldu? Tabi onlar da kaçtı. Bu süreç ile ilgili şu notu da ekleyeyim; Soruşturmayı yürüten dönemin savcısı bu gazetelerin yöneticilerini arayarak, ‘siz ne yapmaya çalışıyorsunuz’ dedi ama geçmişler olsun.
Aynı konuda önemli bir ayrıntı daha var; Meclis’te 15 Temmuz Darbe Teşebbüsünü Araştırma Komisyonu kuruldu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar gibi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Komisyon’a gitmeyip yazılı bilgi ve rapor gönderdi. MİT’in Mayıs 2017’de gönderdiği raporda ne vardı biliyor musunuz? ‘Gizli’ damgalı 7 tablo… Ne tablosu mu? İsimleri ve fotoğraflarıyla FETÖ/ PDY’nin 15 Temmuz öncesi diğer ülkelerdeki sorumluları, yani Dünya imamlarının tablosu… Ve 2 yıl önce iktidar medyasının yayınladığı isimlerin ve fotoğrafların neredeyse birebir aynıydı. Buradan çıkan sonuç ne mi? Ya MİT Dünya imamlarını isim isim biliyordu ve hatta çoğunun fotoğraflarından anlaşıldığı kadarıyla bunları takip etmişti. Ya da koca istihbarat örgütümüz 2 yıl önce gazetelerde yayınlanmış listeleri Meclis’e göndermişti. O süreçte FETÖ’nün önemli adamlarının yurtdışına kaçması engllenemedi(!) denildi. Acaba engellenmedi, hatta kaçmalarına yol mu verildi?
Tam burada, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Kasım 2017’deki şu sözlerini hatırlamamak olmaz. Akıllı olanlar Türkiye’yi terk etti gitti, aklı yetmeyenler burada tuzağa düştü dedi.
Devletin Adil Öksüz’ü 15 Temmuz’dan önce bilip bilmediğine gelirsek, elbette biliyordu. Belgesi mi? FETÖ Çatı Davası İddianamesi. Malum, bu iddianamenin hazırlamasına 17 / 25 Aralık’tan sonra başlandı, yıllarca sürdü. 15 Temmuz’dan hemen sonra da kabul edilip dava açıldı. İşte bu iddianamede Adil Öksüz’ün de adı vardı. Polis ve savcılar Adil Öksüz’ün Cemal Türk isimli bir şüphelinin eşinin kardeşi olduğunu ve Deniz Kuvvetleri imamı olduğunu tespit etmiş, TC numarasına kadar dosyaya koymuştu! Ancak ilginçtir, karakola bile çağrılmamış, iddianamede ondan hiç bahsedilmemişti. Dahası var, kısaca KÖZ denilen Kemalettin Özdemir’i bilirsiniz; eski Emniyet imamıydı. Fetullah Gülen ile yollarının ayrıldığı sonrasında FETÖ ile mücadele devlete yardım ettiği falan söylendi.
İşte FETÖ Çatı Davası’nda bu Kemalettin Özdemir de tanık olarak dinlendi. Tarih, 13 Ocak 2017’ydi. Ben de o duruşmadaydım. Mahkemede 15 Temmuz darbesi öncesinde Emniyet’teki FETÖ yapılanması konusunda yaptığı çalışmalardan söz edip, bunları devletin en üst katına ve MİT Müsteşarına anlattığını, böylece gerekli tedbirlerin alındığını söyledi.
Bir avukat, 2012 ve 2013 yıllarında Adil Öksüz’ün Hava Kuvvetleri imamı olduğunu yetkililere söylediniz mi diye sorunca da ‘Hem Sabah Gazetesi’ne hem yetkililere bildirdim, bunu söylememeliyim; MİT’te resmi de…’ dedi, sözünü yarım bıraktı. Anlaşılan MİT’te Adil Öksüz’ün resminin de olduğuydu.”
AVCI: GARİPLİK ÜZERİNE YAKALANDI
Deneyimli Emniyetçi, kendisi de FETÖ’nün gazabına uğramış, yazdığı kitaplarla FETÖ’nün fotoğrafını çekmiş Hanefi Avcı’ya göre ise Adil Öksüz mahrem yapının en karanlık hücrelerinde saklanmıştı. Bu nedenle devletin 15 Temmuz’dan önce bilgisi çok da belirgin değildi. En azından ismi duyulduğunda, kulak kabartılacak kadar değil:
“Burada çok önemli bir nokta Adil Öksüz… Ancak 15 Temmuz’a kadar bir veya iki ifadede adı geçse de devlet, kişinin varlığı hakkında çok net bilgi sahibi değildi. Bu kişinin görevleri hakkında çok şey bilmiyordu. Zaten çok tanınmış da bir sima değildi. Belki yakın bilen insanlar sadece ‘Cemaat taraftarı, Gülen taraftarı’ diye bilse bile bu tür bir gizli görevi olduğunu, örgüt içerisinde Cemaat içerisinde çok fazla insan bilmiyordu. Çok az sayıda bir ifadede geçmişti.
15 Temmuz gecesi yakalandığında önce tam olarak anlaşılamadı. Sadece yakalanan binlerce kişiyi ayıklamak, gözaltına almak ve bırakmak ve yapılan işlemler esnasında bir polis memurunun yaptığı araştırmada hakkında böyle bir ‘Cemaat mensubu olduğu’ bilgisi olduğu görüldü. Bu kişi, sorgulanmak üzere Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne getirilmesi istendi ancak o gün binlerce kişinin gözaltına alınması, bu kişilerin nakledilmesi, taşınması konusunda çıkan sorunlar ve kargaşa dolayısıyla aynı bölgede yakalanan birçok insan Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sorgulanmak üzere götürüldü. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün sorgu merkezi olarak kullandığı, gözaltı merkezi olarak kullandığı kapalı spor salonuna taşındı ama o gün taşıma esnasında yapılan hatayla Adil Öksüz götürülemedi, orada kaldı. Aynı gün yakalanmış birçok kişi ile birlikte Batı Adliyesi denen, Sincan Adliyesi’ne çıkarıldı. Suç yeri itibariyle onların Sincan Adliyesi’ne çıkarılması gerekiyordu. Burada işlem gördüler. Tabi ki durumları çok net bilinmediği için sadece yakalandıkları zamanki bir anormallik vardı. Onlar bir tarla içerisinde özellikle darbenin Hava Kuvvetlerini idare edildiği merkezin hemen yakınında bir arazide bulunmuşlardı. Ama üzerlerinde yeterli bilgi, doküman yoktu. Bu kişiler de çok ciddi kayıtları olan, tanınan insanlar değildi. Sadece bulundukları gariplik üzerine mahkemeye çıkarıldılar.
“ÖZEL” SORGU, ÖZEL MİSAFİR
Belki tarlada bir elinde valizi, bir elinde “kara” çantası olduğu halde gariplik üzerine rastgele yakalanmıştı ama asıl gariplikler bundan sonra başladı.
Adil Öksüz jandarma karakoluna getirildiğinde saatler 12.12’yi gösteriyordu. Kazan Jandarma Karakolunun güvenlik kamerasına takılan bu görüntü, aslında Adil Öksüz’ün tek görüntüsüydü. Darbenin yönetim merkezi olan 143. Filo’da çok sayıda asker ve sivil imamın görüntüleri ortaya çıkmasına rağmen, Öksüz’ün hiç bir kamera görüntüsü yoktu. En azından açığa çıkmadı.
Adil Öksüz, karakola geldikten sonra, istihbaratçı polis memuru tarafından kimliği sorgulandı. Merkezden polis memuruna “Adil Öksüz’ün FETÖ’nün mahrem imamı olduğu” söylendi.
Hatta o polis memuru Öksüz’ün yüzüne “İmamsın oğlum bundan sonra sen bizdesin, seninle daha özel ilgileneceğim” diyordu. Sonra karakolda o sırada gözaltında bulunan darbeci askerlere dönüp, “Bu sizin imamınız, size emirleri bu getiriyor. Koskoca albay olmuşsunuz şu adamdan emir alıyorsunuz görün işte halini. Gelsin kurtarsın, kurtarabiliyorsa Fetullahınız. Bu, buranın imamı. Ben öğrendim, emirleri veren bu” şeklinde açıklamalarda bulunuyordu. Yani, devlet aslında Öksüz’ün kim olduğunu 16 Temmuz günü öğle saatlerinden itibaren öğrenmişti.
Yoksa bu sözler, Adil Öksüz’ün kaçırılması için bir danışıklı dövüş müydü? İstihbaratçı polis, komşunun camını kıran çocuğuna komşusunun önünde tokat atıp evde o çocuğunu okşayacak babanın rolünü mü oynuyordu acaba?
Bu sözler Adil Öksüz’ün yüreğine su mu serpiyordu yoksa? Çünkü saatten sonra peşi sıra garipler yaşanmaya başladı…
Öksüz’ün kimliğini öğrenen istihbaratçı polis heyecanla, amiri olan Ankara İstihbarat Şube Müdürünü aradı, bilgi verdi. Şube Müdürü, Öksüz’ün kimlik bilgilerini üstlerine, İl Emniyet Müdürüne, Ankara Valisine ya da Cumhuriyet Savcılarına ulaştırmadı. O şube müdürü sonraki günlerde verdiği ifadesinde, Adil Öksüz ismi ile ilgili kendisine bir bilgi verilip verilmediğini hatırlamadığını iddia edecekti.
“SIR” plakalı aracıyla Ankara’ya gelerek darbe toplantıları yapan, darbenin talimatı için Fetullah Gülen ile bizzat görüşen Adil Öksüz, o jandarma karakolunda sıradan bir darbeci muamelesi görüyordu. Sorgulanmak için sırasını bekliyordu…
Ancak o saatlerde Öksüz’ün sıradan biri olmadığını fark eden bir devlet görevlisi jandarma karakoluna kapısından girdi. Bu isim Başbakanlık müşaviri Ali İhsan Sarıkoca’ydı. Öksüz’ün yanına gitti. Sarıkoca Öksüz’e “Bu kadar sivil vatandaşı İslamiyet’teki hangi kritere dayanak öldürdünüz?” diye sordu. Öksüz de “Biz bunları tasvip etmiyoruz” karşılığını verdi. Aralarında ayetlerle atışmalar başladı. Öksüz, bir ilahiyat doçenti olmasından kaynaklı olsa gerek, “masum insanların öldürülmeyeceğine” ilişkin bir ayet okudu. Sarıkoca da Öksüz’e, “niçin söylediğiniz şeyleri yapmazsınız” mealindeki ayetle karşılık verdi. Aralarında Arapça konuşma geçiyordu ve karakolda başkaca kimse Arapça bilmiyordu.
Sarıkoca sonraki günlerde alınan ifadesinde “Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğunu buradaki jandarma görevlileri de biliyordu, çünkü Adil Öksüz’ün FETÖ’nün imamı olduğu konusu o gün orada dillendirilmişti ve herkes çok net bağırarak bunu söylüyordu” açıklanmasını yaptı.
O Başbakanlık müşaviri, AKP ile Gülen cemaatin ortaklığının bozulmasına neden olan 17/25 Aralık sürecinde Fetullah Gülen’in, kendi cemaat üyelerine Banka Asya’nın kurtarılması için “para yatırın” talimatından hemen sonra, bankaya giderek 22 bin lirayı bankaya yatıran bir isimdi. Sarıkoca’nın gizemi bununla da sınırlı değildi. Adil Öksüz serbest kaldıktan sonra gittiği, İstanbul’da telefonlarının sinyalleri tespit edildi. İlginç olan da aynı gün yani 18 Temmuz günü Sarıkoca’nın cep telefonu da İstanbul’dan sinyal veriyordu.
O jandarma karakolundaki tek gariplik bu gizemli Başbakanlık müşavirinin ziyareti değildi…
Öksüz ile birlikte darbe girişimini yöneten sivil imamlar Nurettin Oruç ve Hakan Çiçek’in de aralarında bulunduğu 18 kişi sorgulanmak üzere emniyete götürüldü aynı gün...
Ancak en kritik isim, darbenin bir numaralı yöneticisi olan Öksüz ile birlikte 11 kişi karakolda bırakıldı. İlk gurubu götüren araç karakoldan uzaklaşırken, gelen ikinci polis aracına Öksüz ve diğer 11 şüpheli bindirilmek istendi. Ancak bir polis memurunun, “Onu götürmeyin, ne yapacaksınız, onu götürmeyin” demesi üzerine Öksüz araca bindirilmedi. Öksüz, karakol önündeki duvarın dibinde bekletilmeye başlandı.
Uzun bir gecenin ardından uzun bir gün olan 16 Temmuz günü de bitmişti… Öksüz hala jandarma karakolunda bekletiliyordu. 17 Temmuz günün ilk saatlerinde saat 02.00’de Öksüz ve 11 şüpheli, darbe girişimine ilişkin ana soruşturmayı sürdüren Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na değil de Sincan ilçesindeki Batı Adliyesi’ne götürüldü. Gariplikler sürüyordu.
Darbe girişiminin planlanmasından, icrasına kadar her şeyi bilebilecek kişi olan Adil Öksüz, adeta kaçırılırcasına, gözden uzak bir ilçenin savcılığında sorgulanmak isteniliyordu.
Öksüz’e gösterilen müsamaha bununla da sınırlı kalmadı; Öksüz, nezarete alınmadan önce üst araması yapılmadı. Hatta jandarma komutanı, Öksüz’ün telefonunu delil poşetinden çıkararak, avukatını araması için kendisine verdi.
Jandarma komutanı, ayrıca Öksüz’ün bilgilerinin yer aldığı şeffaf mavi renkli dosyayı da savcılığa teslim etmedi. Böylece Öksüz bomboş bir dosya ile savcının önüne çıkarak ifade verdi. Savcının önüne giden dosyada affedilmeyecek bir eksiklik daha vardı. Gözaltı listesi hazırlanırken Öksüz’ün sivil olduğu bile yazılmamıştı.
Öksüz savcılık sorgusunun ardından tutuklanması istemiyle hakimin önüne çıkarıldı. “Tarla bakmaya geldim” dedi Öksüz, hakim de kendisini adli kontrol şartıyla serbest bıraktı.
Soruşturmayı yürüten savcı, karara itiraz etti. Bir başka hakim tarafında da bu itiraz reddedildi. O gece Sincan Adliyesi’nde tam 100 şüpheli vardı. 99’u tutuklandı. Bir tek o, Adil Öksüz tutuklanmadı.
Bu duruma, Öksüz’ü savunmak için görevlendirilen avukat bile şaşırmıştı.
Serbest kalan Öksüz nezarethaneye döndü, yerden yüksekliği 50-60 cm olan valiz ve içindeki eşyalar ile telefonlarını teslim aldı.
51 adet 200 TL, 11 adet 100 TL yani toplam 11 bin 300 TL.
36 adet 100 Dolar, yani 3 bin 600 Dolar. 3 adet flash bellek ile yer koordinat belirlemeye yarayan GPS cihazı.
Hatta “Bütün malzemelerimi eksiksiz teslim aldım” şeklinde tutanak bile imzaladı.
Bütün bu olup bitenler birçok soruyu gündeme getiriyordu:
Adil Öksüz “önemli adam” denilerek kaçırılmak için mi diğer darbecilerden ayrılmıştı? Başbakanlık Müşavirinin karakolda ne işi vardı? Karşılıklı ayet atışmaları sırasında şifreler mi alınıp verildi? Dosyası hakimin önüne neden eksik çıkarıldı? O günlerde yolda bulduğu elektronik aleti inceleyen devlet Adil Öksüz’e flash belleğini ve GPS cihazını nasıl da öyle kolayca verdi.
Ve dahası, devleti ele geçirmek için yıllarca, darbe yapmak için aylarca plan yapan FETÖ, en önemli adamını tarlada neden yürütüyor ve oradan alıp gitmiyordu? Sorular çoktu. Müyesser Yıldız bunlardan bazılarına şu yanıtları veriyor:
“KİMLERİ ARADIĞI ÇÖZÜLSE ÇOK ŞEY ÇÖZÜLÜR”
“Biliyorsunuz Adil Öksüz Akıncı Üssü civarlarında bir tarlada yakalandı. Arsa bakmak için orada olduğunu söyledi. Eğer darbenin planlayıcısı O ise elbette ki başarısızlık ihtimaline karşı bir kaçış planının olması gerekirdi. Yakalandığına göre iki ihtimal var:
Birincisi yakalanmak istedi ama sonradan firar etmesi, kaçırılması bu ihtimali zayıflatıyor.
İkincisi, onlara göre darbenin başarısız olma ihtimali bulunmuyordu. Onun için herhangi bir kaçış planı yapılmadı. Her halükarda 15 Temmuz’un birçok bilinmeyeni gibi, bu da bilinmeyen ve anlaşılamayan bir muamma.
Jandarma kimliğini tespit ediyor ama O’nun böylesi önemli bir adam olduğunu muhtemelen bilmiyor. 15 Temmuz’daki karmaşayı hatırlayın; herkes üst üste gözaltına alındı. Bir koordinasyon yoktu, savcılar elyordamıyla gidiyordu. Bu karmaşa da Adil Öksüz ve onu koruyanlara yaradı diye düşünüyorum.
Ali İhsan Sarıkoca’yı kastediyorsunuz sanırım. Biliyorsunuz 15 Temmuz’da Kazan Belediye Başkanı Lokman Ertürk’le Antalya’dalardı. Ertesi gün Ankara’ya geliyorlar, kendi anlatımına göre bir istihbaratçıyla görüşüyor, o istihbaratçı konum atıyor, bir bakıyor gittiği yer jandarma karakolu. Kim olursa olsun elini kolunu sallayarak hele 15 Temmuz – 16 Temmuz gibi bir tarihte karakola girip şüphelilerle görüşebilir mi?
Burada nedense sadece Adil Öksüz ilgisini çekiyor. İlahiyatçı olduğunu öğrenince ilgisini çektiğini söylüyor. Yine kendi ifadesiyle ona küfürler ediyor, falan. Bence Sadece Ali İhsan Sarıkoca değil, dönemin Kazan Belediye Başkanı Lokman Ertürk de bildikleri her şeyi anlatmadı. Sizin bana sorduğunuz bu soruyu devletin de Sarıkoca’ya sorup gerçeğe ulaşması gerekmez miydi?
15 Temmuz’dan sonra büyük bir hengame vardı. Adliyeler üst üste insanlarla doluydu. Herkes yakaladığını bir yerlere götürdü. Adil Öksüz’ün yakalandığı yer itibariyle yakın olduğu için Sincan’a götürüldüğünü düşünüyorum. Özel bir muamele yapıldı mı yapılmadı mı bilemiyorum ama gözaltındayken cep telefonunu kullanmasına, birilerini aramasına izin verildiğini biliyorum. Sebebi şu: Bir an önce ifadelerinin alınması için avukatlarını çağırmaları isteniyor. Gözaltındakiler ailelerine veya avukatlarına nasıl ulaşacak? Adil Öksüz işte o zaman ‘benim telefonlarımı getirip arasınlar’ diyor. Jandarma da getiriyor. En önce kendisi bir yerleri arıyor, sonra gözaltındaki diğerleri. İlginçtir, diğerlerinin kimleri aradığı tespit edildi ama Adil Öksüz’ün iki – üç görüşmeyi kiminle yaptığı tespit edilemedi. ‘Normal arama değil, whatsapp veya başka yoldan görüştü’ denildi, geçildi gidildi. Teknoloji bu denli gelişmiş, iddialara göre whatsapp görüşmeleri bile izlenebiliyor ama Adil Öksüz’ün kimlerle nasıl görüştüğü bulunamıyor. Bence en kilit nokta burası. Adil Öksüz’ün o gün kimleri aradığı bulunsa çok şey çözülür, tabi çözülmek isteniyorsa.
Adil Öksüz nasıl serbest kalabildi? Ya karambolden kurtuldu ya da tereyağından kıl çeker gibi kurtarıldı. Başka ihtimal yok. O yüzden gözaltında yaptığı görüşmeler hayati önemde diyorum.
Burada da iki ihtimal var; ya bu denli önemli bir adam olduğu bilinmiyordu, başlangıçta çok da umursanmadı, veya yakalanmak istenmedi.
Şu gerçeğin de altını çizmek gerekiyor. Yıl 2021 oldu. Hala devlette he kadar çok FETÖ’cü olduğu anlatılıp OHAL uzatılıyor. Bir de o günleri düşünün; daha ‘her yerde’lerdi. Daha etkili ve yetkili konumda idiler. Soruşturmaların bu denli karışmasının, içinden çıkılmaz hale gelmesinin bir sebebi de bu değil mi? Renklendiler, hedef saptırdılar, çuvalı büyüttüler. Diyeceğim; o kripto FETÖ’cüler herhalde Adil Öksüz’ün ne denli önemli bir isim olduğunu biliyorlardır. Haliyle de koruma, kollama, kaçırma görevini yerine getirmiş olabilirler.
“DEVLET 3-4 AY SONRA ANLADI”
Hanefi Avcı ise Adil Öksüz’ün salıverilmesini, biraz devletin elinde yeterince bilgi olmamasına biraz da 15 Temmuz’daki hengameden yararlanmasına bağlıyor. Avcı’ya göre devlet daha çok, FETÖ’nün devlet kurumlarındaki isimlerine odaklandı ama örgütün asıl önemli kişileri olan sivil imamları anca soruşturma aşamasında fark etti.
AKINCI'DA YAKALANAN DİĞER İMAMLAR TUTUKLANDI
“Aslında o gün o arazide, Hava Kuvvetlerinin merkezine yakın yerde yakalanan çok fazla insan vardı. Darbeyi yönetmek üzere o merkeze giren sivil imamlardan başlamak üzere görev almış birçok kişi vardı. Darbe başarısız olunca süratle üsten çıkıp uzaklaşmaya çalıştılar. Ancak o bölgede görev yapan jandarma tarafından yakalandılar. Aslında yakalanan birden çok insan vardı. Diğer insanların da çok önemli konumları olmasına, o gün Mürtet (Akıncı) Üssünde darbeyi yönetecek olan sivil imamlar olmasına rağmen o gün durumları anlaşılamadı. O kişiler tutuklandı, Adil Öksüz serbest bırakıldı ama tutuklanan kişilerin de gerçek manada Cemaatteki rolleri, imam oldukları çok sonradan hatta birkaç ay sonra anlaşıldı.
Adil Öksüz’ün yurtdışına giriş çıkışları, havaalanında çekilen kamera ve fotoğraf görüntüleri bulunup O’nunla birlikte yurtdışına girip çıkan insanların kimlikleri tespit edilerek, fotoğraflarla kimlikleri uyuşturulup ondan sonra bu kişilerin cemaat imamı olduğu anlaşıldı. Yani o gün Adil Öksüzle beraber yakalanan diğer imamların 3 ay – 4 ay, kim oldukları ne gibi önemli görevler yaptıkları tam olarak anlaşılamadı, tam da bilinemedi. Çünkü örgütün yönetim merkezi devlet tarafından çok da iyi bilinmiyordu. Onlar daha çok legalde, cemaatin legal kurumlarında görev yapmış, oralarda bulunan, cemaat adına konuşan, basın ve kamuoyunun tanıdığı insanları tanıyorlardı. Yeraltı grubu, yeraltı teşkilatı, mahrem yapı denilen gizli örgütlenme konusunda da devlette de istihbaratta da çok da yeterli bilgi yoktu aslına bakılırsa.
15 Temmuz günü bütün Emniyet ve savcılık birimlerinde kargaşa vardı. Binlerce insan gözaltına alınıyordu. O gün daha çok da darbeye fiilen karışan kimselerin teslim alınması, darbeye karışıp kaçan insanlar varsa onların yakalanması, halen bilinmeyen bir noktada darbeci grup varsa onların tespit edilmesi, belirlenmesi konusu çok daha önemliydi. İkinci derecede, birçok yerde yakalanmış insanların gözaltına alınması, bunların belli bir merkezde toplanması, kimliklerinin tespiti, arşiv kayıtlarının araştırılması, sonra bunların sorgulanması… Tabi bu arada gözaltına alınması ve ifadesi alınanların mahkemeye çıkarılması işlemleri vardı. Binlerde insan olunca binlerce insanı bir anda gözaltına alacak, hakkında işlemler yapacak, soruşturma yapacak, mahkemeye ve savcılıklara çıkaracak bir sistem çok da mümkün değildi. Bundan dolayı, çok bilinen kişiler hariç, daha az bilinen kişiler hemen bulundukları yerlerdeki mahkemelere çıkarıldılar. O gün birçok kişi tutuklanırken birçok kişi de serbest bırakıldı. Ne tutuklananlar hakkında çok sağlam deliller ve çok sağlam kayıtlar vardı ne de bırakılanlar hakkında. Ancak bulunduklardı duruma, konuma bakılarak haklarında işlem yapılıyordu. Böylesi büyük bir tutuklama ve gözaltı olayında birçok şey zaten bir anda yapılamıyordu.
“YAKALANSAYDI ZİNCİR TAMAMLANIRDI”
Peki Adil Öksüz salıverilmeseydi, kapsamlıca sorgulansaydı bugün “15 Temmuz”a daha mı farklı bakardık. Daha çok bilgiye mi sahip olurduk? İsterseniz Müyesser Yıldız ve Hanefi Avcı’nın bu soruya verdikleri yanıtlardan önce, “devlete hatıra kalan o ünlü kol saatinin” hikayesini hatırlayalım.
Hem belki de zihinlerinizde oluşan “Adil Öksüz, ne olduğu anlaşıldıktan sonra neden yakalanmadı?” sorusuna cevap olur:
Adil Öksüz 21 dakika, evet sadece 21 dakika kaldığı Sincan'daki adliyeden çıkarak “sırlarıyla” birlikte kayıplara karıştı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
Darbe girişimine ilişkin birçok konuyu aydınlatmasına yardımcı olma ihtimali bulunan dijital materyaller Öksüz’e teslim edilmişti. Devletin elinde Öksüz’e ait sadece kol saati ve kemeri kalmıştı.
Adil Öksüz’e salıverilme tutanağını imzalatan polis memuru Öksüz’ün hemşeriydi. Birbirlerinin cep telefonlarını bile aldılar. Aceleden olsa gerek Öksüz, adliyeden çıkarken TSK logosu bulunan saatini ve kemerini almayı unutmuştu.
Öksüz hemşerisi polisi aradı, bu eşyalarını da istedi. Ancak polis memuru, eşyalarını, diğer şüphelilerin işlemlerini bittikten sonra verebileceğini söyledi. Polis memuru işlerini bitirdikten sonra Öksüz’ü aradı, Öksüz kendisine Sakarya’da olduğunu söyledi. Sonra ne Adil Öksüz saatini almaya geldi, ne de o saatin gönderilebileceği bir adresi bulunabildi. Anlayacağınız kol saati devlete hatıra kaldı.
Gelelim sorumuza, Adil Öksüz salıverilmeyip yargılansaydı ne olurdu? FETÖ davalarını, elinde not defteri, ilk günkü gazetecilik heyecanı ile izleyen Müyesser Yıldız’a göre hiçbir şey olmazdı:
“Adil Öksüz bence yakalanıp tutuklansa hiçbir şey anlatmazdı. Şu ana kadar kim ne anlattı ki? Büyük bir ‘suskunluk yasası’ var, yıllardır hapisteler, belki ömür boyu yatacaklar ama hiçbirşey söylemiyorlar. Bunu bilemem elbette ama 15 Temmuz’la ilgili bilinmezler ve çelişkiler o denli fazla ki herkes aklına geleni söyleyip fikir yürütüyor. Düşünün Meclis bir rapor hazırlıyor ve bu bile yayınlanamıyor. 15 Temmuz, bu ülkenin başına göz göre gelmiş, getirilmiş büyük bir felaket… Ve daha da gelecek felaketlerin habercisi bir olaydır. Bunu A’dan Z’ye ortaya çıkarması gereken ise devlettir. Ancak siz bunu bir ‘felaket’ değil, ‘Allah’ın lütfu’ sayarsanız her türlü komplo teorisiyle karşılaşırsınız.”
Hanefi Avcı’ya göre ise kaçan balık büyüktü. Avcı, hukukçu ve emniyetçi deneyimiyle Adil Öksüz’ün yapılamamış olan sorgusunu önemsiyor:
“Eğer Adil Öksüz serbest kalmasaydı veya hakkındaki bilgiler daha önce bilinse de yakalandığı zaman hemen sorguya alınsaydı, çok önemli mesafe alınabilirdi. Çünkü darbenin içerisinde en önemli olay. Darbeyi yöneten ve yönlendiren, Türkiye’de bulunan en üst düzeydeki insan olduğu anlaşılıyor. Ayrıca bu kişi, Gülen ile direkt irtibatı kuran, uzun süreden beri mahrem yapılanma içinde görev almış bir kişiydi. Eğer bu kişi sorgulanabilse veya kendisi anlatsaydı, geçmiş dönemden beri ordu içerisindeki yapılanmayı, son dönem bütün darbe hazırlıklarını, darbe ile ilgili yapılan bütün toplantıları, darbenin planlanması, icra edilmesi konusunda Cemaatin aldığı bütün kararları ve bütün işlemleri anlatacağı gibi o gece de darbe olurken Akıncı Üssü’nde darbe ile ilgili neler yaptıklarını, nerelere bilgi verdiklerini nereden hangi bilgiler aldıkları konusunda önemli bilgiler aktarabilirdi. Bu bilgilerden önemlisi bugün darbe ile Gülen arasında bağlantı konusunda –evet bunu soruşturan birçok kişi biliyor ama- elde daha ciddi bilgi ve belge noktasında sorun var.
Birinci elden ifade verebilecek birkaç kişiden en üst düzeyde olan da Adil Öksüz’dü. Eğer Adil Öksüz bu olayı bir bütün halinde anlatsaydı, bize direkt Gülen’den aldığı talimatları, darbenin hazırlık safhasında neler yaptıklarını, Gülen’den darbe ile ilgili hangi talimatları aldığını ve bunları nasıl icra ettiğini, bunlarla ilgili kimleri nasıl koordine ettiği konusunda çok geniş bilgi verme imkanı vardı. Çünkü darbenin en üst yöneticisi. Uzun süreden beri de bu mahrem yapılanma denilen silahlı kuvvetlerinin örgütlenmesi ve oradaki kişilerin Cemaat doğrultusunda yenilenmesi, yetiştirilmesi, organize edilmesi konusunda görevliydi. Bugünkü bilgilerle bir dönem Deniz Kuvvetleri imamı oldu. Mustafa Özcan’ın Hava Kuvvetleri imamı olarak görev yaparken yurtdışına çıkmasıyla birlikte O’nun yerine Adil Öksüz’ün Hava Kuvvetleri imamı olduğu, bundan dolayı hem Hava Kuvvetleri hem Deniz Kuvvetleri hem de darbenin hazırlık süreci ile irtibatlı olan bütün Silahlı Kuvvetleri mensupları hakkında çok geniş bilgi sahibi olunacaktı. Aynı zamanda darbenin Cemaat mensupları ile koordinesi, onlara darbeye yardım etmek amacıyla ne kadar Cemaat mensubu varsa hepsi hakkında ciddi bilgiler verecekti. Bugün Gülen’den başlayan, darbeye karışan subay veya sivil imamlara kadar veya sivil cemaat görevlilerine kadar bütün bir zinciri tamamlayacak, bütün bir zinciri anlamlı şekilde bütünüyle anlatabilecek önemli bir kişiydi. Yakalanmamış olması bu bilgilerin ciddi kaybına sebebiyet verdi.
SAVCI, İSTANBUL’A BAŞSAVCI OLDU
Adil Öksüz, “hengamede kurtuldu” veya “önce yargıdan sonra ülkeden kaçırıldı”. Bunu çözecek bilgilere sahip değiliz ama bütün bu sürecin sonunda kime ne olduğunu biliyoruz. Öksüz kayıplara karıştıktan sonra kamuoyu ve muhalefetin baskısıyla, o jandarma karakolundaki asker ve polisler hakkında dava açıldı. 29 kişi yargılandı.
Mahkeme, Jandarma Karakolu komutanı ve Adil Öksüz’ün hemşerisi olan polise sadece 6 ay hapis cezası verdi. O günün koşullarını da düşünen mahkeme bu iki sanık için iyi hal indirimi yapmayı da ihmal etmedi. Cezaları 5 aya düştü. Adil Öksüz’ün ismini üstlerine bildirmeyen Ankara İstihbarat Müdürünün de aralarında bulunduğu diğer görevliler beraat etti.
Öksüz’ü serbest bırakan hakimler meslekten ihraç edildi. Öksüz’ün serbest kalma kararına yapılan itirazı reddeden hakimin sonradan FETÖ bağlantısı tespit edildi. Yargılandı ceza aldı. Öksüz’ün sorgulandığı Sincan Adliyesinin Başsavcısı ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı oldu.
“MİT’İ BİLMEM AMA YABANCI SERVİSLERİN ADAMI OLDUĞU KESİN”
15 Temmuz darbe girişiminin 5’inci yılındayız. Kimilerine göre “sır adam”, bize göre “karakutu” olan Adil Öksüz’ün serbest kalması üzerindeki “karanlık” hala aydınlanmış değil. Hatta şimdi komplo teorisi kokan bir soru var: Adil Öksüz MİT elemanı mıydı? Sormadan edemezdik. Belki Hanefi Avcı’nın anlatımıyla “üzerinde düşünmeye ve konuşmaya bile değmeyecek, temelsiz bir iddia” ancak Müyesser Yıldız’ın biraz da “Sedat Peker şakası”yla karışık yanıtını not düşmeden de olmazdı. Çünkü önemliydi:
“Evet, Adil Öksüz’ün MİT elemanı olduğu da iddia edildi. Doğru mu değil mi biz bilemeyiz ki belki Sedat Peker biliyordur. Şaka biryana, Öksüz’ün MİT elemanı olup olmadığını bilmem ama başka istihbarat örgütlerinin elemanı olduğu çok açık. Şu anda nerede? Almanya’da olduğu söyleniyor.
Hatırlayın, Erdoğan, sözde savcı Zekeriya Öz için Merkel’e, ‘O’nu vermezseniz biz de size kimseyi vermeyiz’ Almanya Öz’ü vermedi ama Türkiye, Merkel kimi istiyorsa verdi. Dikkatinizi çekerim Almanya’ya Adil Öksüz için böyle bir rest bile çekilmedi. Acaba neden? Nasılsa vermezler diye mi düşünülüyor, yoksa Adil Öksüz’ün gelmesi istenmiyor mu? Farkında mısınız adı bile anılmıyor artık.
Şöyle toparlayayım, 5 yıl geçti, biz Türk milleti, 15 Temmuz’da ne oldu ne olmadı hala anlamaya, öğrenmeye, bulmaya çalışıyoruz. Sanıyorum yabancı ülke yöneticileri ve istihbarat örgütleri 15 Temmuz gerçeklerini maalesef bizden çok daha iyi biliyor. Bunun anlamını ise sizlerin ve dinleyicilerimizin takdirine bırakıyorum.”
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.