1934’TE TANINAN SEÇİLME HAKKI, 2021’DE TANINMAYAN YAŞAM HAKKI

1934’TE TANINAN SEÇİLME HAKKI, 2021’DE TANINMAYAN YAŞAM HAKKI
Türkiye'de kadınlar 1934’te Anayasa değişikliğiyle “milletvekili seçilme” hakkını aldı ama 2021’de bir gece yarısı kararıyla “yaşama hakları”nın güvencelerinden İstanbul Sözleşmesi’nden mahrum kaldılar. Türkiye, kadınların 87 yıl önce Beyazıt Meydanı’nı nasıl mutlulukla doldurduklarına, 87 yıl sonra Kadıköy Meydanı’nda nasıl seslerinin kısıldığına tanık oldu. Ve dahası 2021’de yargının kendilerini nasıl yalnız bıraktığını gördüler. “Eşit temsil”se onlar için bir hayaldi, en azından şimdilik. Bütün bunları, İstanbul Sözleşmesi geri gelsin diye dava Ankara Barosu’nun Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Ceren Kalay Eken ve “Kadınlarla erkekler eşit temsil edilsin” diye kanun teklifi veren CHP’nin Hatay Milletvekili, Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi Suzan Şahin ile konuştuk.


PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY'E TIKLAYIN




Meclis Başkanı Kazım Fikri Özalp kürsüdeki yerine oturdu. Başbakan ‘General İsmet İnönü’yü kürsüye çağırdı… Meclis Genel Kurulu salonu tıklım tıklım doluydu ve İnönü’nün seslendiği bu güruhta bir tek kadın bile yoktu. Tarih, 5 Aralık 1934 Çarşamba günüydü. İnönü söze başladı, Meclis zabıt ceridesinden aynen aktarıyoruz:

“Yüce saylavlar, kadınların saylav seçmek ve saylav seçilmek hakkına sahib olmaları için yüce katınıza teklif sunuyoruz. Kadınlarımızın Türk tarihindeki haklı yerleri erkeklerle beraber, daima, memleketin ve milletin mukadderatı üzerinde söz ve tesir sahibi olmalarıdır… Arkadaşlar, Türk kadınının, haklı olduğu yerden ayrılıb, bir süs gibi, memleket işine karışmaz bir varlık gibi bir köşeye konması Türk ananesi değildir… Arkadaşlar, yeni teklifimizle Türk kadınına bu hakkı bir lütuf olarak veriyoruz kanaatinde asla değiliz ve kimse bu kanaatte olamaz.”

İsmet İnönü, Meclis cediresindeki ifadeyle, “Sürekli alkışlar ve okay sesleriyle” kürsüden indi.

“PADİŞAHTAN İSTESELERDİ, İPE ÇEKERDİ”

İnönü’den sonra milletvekilleri kürsüye çıktı.

Konya mebusu Refik bey, “Dün bir evin pırtısı gibi değeri küçültülen Türk kadını durmadan yürüyen, olgunlaşan büyük inkılabın, bu atıma girmesiyle yepyeni bir acuna giriyor” diye seslendi.

Şebinkarahisar mebusu Sadri Maksudi, diğer ülkelerden örnekler verdi, “Bu hak Finlandiya gibi küçük bir memlekette bile var” dedi.

Manisalı Refik Şevket İnce “Türk Teşkilatı Esasiyesinde bir gedik” vardı deyip Anayasa’daki eksikliğin dolduruluyor olmasından bahsetti.

Sivas mebusu İsmail Mehmet, “Baylar, senelerden beri hizmet ettiğimiz padişahlardan biz bu hakkı isteseydik, Türk köylüsü, Türk kadını mebusluk hakkı isteseydi mükafat olarak bizi ya ipe çekerdi ya denize atardı” diyordu.

Birazdan Nezihe Muhiddin’in, erkekler tarafından engellenen mücadelesini de anlatacağız. Önce şu Anayasa değişikliğini yapıp, Beyazıt Meydanı’nda kutlayalım.

Üzerinde bu şekilde müzakereler yapılan Anayasa değişikliğinin oylanmasına geçildi. Katip üye okudu:

“Teşkilatı Esasiye Kanununun onuncu ve on birinci maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

Madde 10: Yirmi iki yaşını bitiren kadın erkek her Türk mebus seçmek hakkını haizdir.

Madde 11: Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçilebilir.”

Başkan Kazım Fikri,  Genel Kurul’a sordu:

“Maddeyi onay bulanlar… Bulmayanlar… Onay bulunmuştur”

O güne dair her şeyi özetleyerek de olsa anlattık. Hakkını alan kadınlar 2 gün sonra İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda buluştu ve bu durumu kutladı. 8 Aralık’ta çıkan gazeteler bu mitingi şu başlıklarla duyuracaktı:

“Kadınlığın kutlu sesi… Dün yurdun her yerinde kadınlar bayram yaptılar, sevinçlerini yaydılar. Kadınların mitingi… Dünkü tezahürat, 3 saat kadar devam etmiş, nutuklar söylenmiştir.”

Şimdi, 7 Aralık 1934’teki Beyazıt Meydanı’nı neden mi anlatıyoruz. Biraz sonra, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini 2021’de Kadıköy Meydanı’nda protesto eden kadınların sesinin nasıl kısılmaya çalışıldığını anlatacağız da ondan.

BU TOPRAKLARDA BİR NEZİHE MUHİDDİN YAŞADI

Şimdi siz soracaksınız, “O zamanlar whatsap da yoktu, twitter da yoktu, bu kadınlar 1934’te bu kutlamayı 1 günde nasıl organize ettiler?”

İşte Türkiye kadınlarının milletvekili seçme ve seçilme hakkı kazanmasının sırrı da buradaydı. Öyle kolay olmadı.

Bu topraklarda bir Nezihe Muhiddin ve onun mücadelesine inanan kadınlar yaşadı. Nezihe Muhiddin ve 13 arkadaşı, Nezihe Muhiddin’in evinde “kadın hakları için bir parti kurmalıyız” dediler. 15 Haziran 1923’te de partilerinin kurulduğunu ilan ettiler. Daha Halk Fırkası, yani bugünkü CHP bile yoktu. Valiliğe başvurdular, İstanbul Valiliği, “Seçim Kanununa göre kadınların siyasi temsili mümkün değildir” deyip partinin kuruluşuna izin vermedi.

O zaman kadınların “siyasi temsilini” sağlamak gerekiyordu. Nezihe Muhiddin ve arkadaşları Türk Kadınlar Birliği’ni kurdu. İşte o Türk Kadınlar Birliği tam 11 yıl çalıştı ve az önce Meclis’te erkeklerin tezahüratlarla kabul ettiği milletvekili seçilme hakkını elde etti. Yani, Türkiye kadınları öyle söylendiği gibi, seçilme hakkını tepeden inme kazanmadı. Erkeklerin siyasetini hep zorladılar. Ama tabi o zaman siyasette, kadınların hak mücadelesini 2021’deki gibi “marjinal” kabul eden erkekler de yoktu.

5 Aralık 1934’teki Anayasa değişikliğinden sonra yapılan ilk seçimlerde 1935’te, 17 kadın Meclis’e girdi. Bu sayı 1936’daki ara seçimde 18 oldu. Oran mı istiyorsunuz yüzde 4.5. Şimdiki oranı mı soruyorsunuz? Aradan asır geçti, yüzde 17.

Biz, 1934 sürecine ilişkin sözü daha fazla uzatmayalım çünkü daha İstanbul Sözleşmesi karşısında bugün devletin tutumunu, Temsiliyette Eşitlik Kanun teklifinin nasıl reddedildiğini konuşacağız. Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Avukat Ceren Kalay Eken 1934 sürecini değerlendiriyor:

“5 Aralık 1934’te Türkiye’deki kadınların seçme ve seçilme hakları tanınıyor ve bu o dönem için oldukça ileri bir hareket. Çünkü dünyanın özellikle çağdaşı olduğu, ileri medeniyetler seviyesindeki birçok ülkede olmayan bir hak, birçok ülkeden önce Türkiye’deki kadınlara tanınmış oluyor. Tabi bu hak, en önemli Atatürk devrimlerinden bir tanesi. Kadının toplumsal hayatta, siyasi hayatta var olması süreci çok önemli. 

1930 ve 34 yılları arasındaki birçok düzenlemeyle son olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkı gündeme geliyor. Fakat öncesinde belediye seçimlerine katılma ve hatta ilk belde başkanı kadın o yıllarda seçilmiş oluyor. Muhtar olma, ihtiyar meclisine seçilme gibi haklar. Bunlar o dönem için oldukça ilerici, devrimci, aydınlanmacı bir durum. 

Şimdi o günlerden bugüne geldiğimizde aslında 2011’deki İstanbul Sözleşmesi dönemi de önemli. Fakat Türkiye’deki kadınlar şu an bulunduğumuz noktada çok ciddi hak kayıplarına uğramış durumda diyebiliriz.”

ÖKSÜZ KALAN YAŞAM HAKKI

Baştan beri 1934 – 2021 deyip duruyoruz. Gelin o zaman sizi bu gel-gitten kurtaralım. Bakalım 2021 ve biraz öncesinde neler olmuş?

20 Mart 2021 gecesiydi, Ankara’da hava sıcaklığı 2 dereceydi. Dondurucu soğuklar geride kalıyordu, sıcaklık mevsim normallerinde seyrediyordu. Ama o gece kan donduran bir şey oldu. Resmi Gazete’de bir Cumhurbaşkanı Kararı vardı:

“Türkiye Cumhuriyeti adına 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan ve 10 Şubat 2012 tarihli ve 2012 / 2816 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3’üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.”

Türkiye’nin adını koyduğu, parlamentosunda onayladığı ilk ülke olmakla övünç duyduğu İstanbul Sözleşmesi feshediliyordu. 

“Kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkından İstanbul Sözleşmesi’ne nasıl geldik” diye sorarsanız hakkınızdır. Bize göre Sözleşme, en başta kadının yaşam hakkını korumaktaydı. Haklar hiyerarşisinin en üst noktasında olan hakkını. Zaten bu nedenle podcastimizin başlığında “1934’te tanınan seçilme hakkı, 2021’de tanınmayan yaşam hakkı” dedik.

Peki bu feshedilen İstanbul Sözleşmesi neydi? Sözü yine Avukat Ceren Kalay Eken’e bırakalım. Sözleşmeyi Kalay Eken özetlesin:

“İstanbul Sözleşmesi neydi? Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi sözleşmesidir.

Avrupa Konseyi, 1940’lı yıllardan itibaren içinde kurucu olarak yer aldığımız oldukça önemli bir milletler topluluğu. Dolaysıyla burada özellikle şiddetsiz bir Avrupa’yı hedefleyen ve bunun yolunun da kadın erkek eşitliğinden, gerçek hayatta toplumsal eşitliğin sağlanmasından geçtiğine işaret eden sözleşme. Bu Sözleşme, hem şiddetin sebebini net bir şekilde ayrımcılık olarak belirleyen hem de nasıl önlenebileceğine dair üye devletlere birçok yükümlülükler yüklüyor. Sonrasında da GREVIO tarafından izlenilmesini sağlıyor. Yani üye devletlerin sözleşmeye uygun davranıp davranmadığını denetliyor. Dolaysıyla üye devletlerin de bu GREVIO dediğimiz, bütün üye devletlerden temsilcilerin olduğu bu heyete belli aralıklarla raporlar göndermesi gerekiyor. Ülkeler bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ne uygun davrandıklarına ilişkin raporlamalar yapmak durumunda kalıyorlardı. En önemlisi, bu elimizden alındı. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak, GREVIO denetiminden tamamen çıkmış olduk. 

Dünya üzerinde, çağına göre Türkiye’deki kadınların çok daha önemli, medeni haklarına, siyasal haklarına kavuştuğu bir ülkede son derece önemli bir tablo bizler için.”

CHP Hatay Milletvekili ve Meclis Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi Suzan Şahin’e göre de Sözleşme, Türkiye kadınlarının  kazanımlarının en önemlilerinden biriydi. Şahin Sözleşmenin varlığını ve yokluğunu şöyle anlatıyor:

“1934’ten bu yana ve daha öncesi Dünya kadınları, Dünya var olduğu süreden beri kadın mücadelesini sürdürüyorlar. Ve uzun yıllardır bu mücadelenin belli konumda kazanımları oldu. İstanbul Sözleşmesi Türkiye kadınları için uluslar arası bir alanda ciddi, çok önemli, tarihi bir kazanımdı tarihi bir fırsattı. 

O dönemde ne değişti bilmiyoruz ama bunu bir bayram havasında, müjdeli haberlerle, dönemin başbakanları, bakanları inanılmaz bir müjdeyle bize müjdelemişlerdi. Ne değişti bilmiyoruz, bugün tek adam rejiminin, sistemin getirdiği bir sonuçtur bu (fesih). Bir kişi kalktı; ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçeceğiz’ dedi, sabah vazgeçildi.”

“GİRERİZ, GİRDİĞİMİZ GİBİ DE ÇIKARIZ, BU KADAR BASİT”

İstanbul Sözleşmesi feshedildikten sonra hukukçular tartışmaya başladı; “Olur muydu? Bu, uluslar arası bir sözleşmeydi kanunlardan üstündeydi…  Meclis’te onaylanmıştı, Meclis kararı olmadan feshedilebilir miydi?”

Muhalefet ve kadınlar tepki gösterdi, pandemi yasakları olduğu için tepkiler ilk günlerde sokağa dökülemedi elbette ama deyim yerindeyse sosyal medya yıkıldı. Hukukçular saatler süren programlarda günlerce tartıştılar: Feshedilebilirdi, feshedilemezdi… Oysa ki “feshettim” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre “bu kadar basit”ti. Erdoğan, 26 Mart’ta yine bir Cuma namazından çıkarken bu konunun kendisine sorulmasını istedi ve soruldu. Erdoğan cevap verdi:

 “Arkadaşlar, Meclis’in alacağı bir karar filan değildir. Muhalefet bu işleri bilmiyor. Bilse zaten böyle bir ifadeyi de böyle bir lafı da yapmazlar. Burada Cumhurbaşkanlığı’nın attığı adım tamamıyla yasaldır ve bu attığı adımla da yoluna devam edecektir. Bunlar birçok şeyleri karıştırıyorlar. Yani bir defa uluslar arası anlaşmaların altında mıdır üstünde midir, bunları konuşmak, sadece havayı bulandırmaktan başka bir şey değildir ve biz bu kararımızı aldık ve 3 ay içerisinde, zaten bunu özellikle Konsey de söylüyor, 3 ay sonra da bununla ilgili kararını onlar da açıklayacaktır. Bizler de buradan çıkmış olacağız. Olay bu kadar basit. Yani bu bizimle alakalı değil yine Meclisle alakalıdır diye burada herhangi bir şey söz konusu değil. Biz kararımızı verdik; gireriz ve girdiğimiz gibi de çıkarız. Bunun kimse de ne önünü ne arkasını karıştırmasın. Çıkma kararını verdik, kendilerine de durumu bildirdik ve bu iş de böylece bitmiştir.” 

ÖNÜNDE DE ARKASINDA “OY” VARDI

Cumhurbaşkanı, “kimse bunun önünü arkasını karıştırmasın” diyordu ama biz duramadık karıştırdık.

Önce önüne bakalım: İşin önü, Türkiye’nin Sözleşmeye girdiği süreçteki anketlerdi. Türkiye, Sözleşme’yi 11 Mayıs 2011’de imzaladı. Bir ay sonra Milletvekili Seçimleri vardı. Yapılan anketlerde AKP’nin oy oranı yüzde 48 ile 51 arasında değişiyordu. Aslında bu oy oranı AKP’yi yine birinci parti yapardı da asıl hedef “başkanlık”tı. Bu nedenle AKP için “bir oy”un bile önemi vardı. Meclis’e güçlü gelmeliydi. Hedef 400 milletvekiliydi. Bunun için de “ehvel-i şer” diyenleri de kaybetmemesi gerekiyordu. İşte İstanbul Sözleşmesi bu atmosferde imzalandı.

Şimdi arkasına bakalım: Mart 2021’de AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik en önemli eleştiriler, “gereği kadar corona aşısı sağlanmaması” ve “pandemide devletin yeterince destek olmaması”ydı. Bu “ekonomik destek kıtlığı”, özellikle AKP’nin tabanındaki muhafazakar kesimden dillendiriliyordu. Yani AKP’nin çekirdeği eriyordu. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Taban konsolide edilmeliydi. Zemin de hazırdı, İslami tabanlı siyasi partilerde ve cemaatlerde, tarikatlarda İstanbul Sözleşmesi’nden duyulan rahatsızlıklar dile getiriliyordu. Onlara göre ‘sapkınlıktı’ bu İstanbul Sözleşmesi (!) Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP işte tam bu aşamada tabanını kenetleyecek bir adım attı ve Sözleşme’yi feshediverdi.

İşte önü de arkası da buydu. Erdoğan’ın deyimiyle; “Bu kadar basit”.

İstanbul Sözleşmesi feshedildikten sonra ne oldu? Hukukçular Danıştay’ın yolunu, kadınlar da pandemi yasakları kalkınca meydanların yolunu tuttu. Hani yukarda 1934’te Beyazıt Meydanı’ndaki sevinci anlatmıştık ya kadınların bu kez adresi Kadıköy Meydanı’ydı. Bu kez sevinç yoktu, öfke vardı. Polis kadınların yanında getirdikleri megafonları alana almak istemedi. Yani kadınların sesi kısılıyordu. Sonunda kadınlar megofonlarıyla alana girdiler: Sözleşmeyi uygula dediler, susmayacağız dediler Ve “ses çıkarıyoruz” dediler. 

ERKEK YARGIÇLAR: DURDURMUYORUZ

Meydanlarda bunlar olurken, kadınların sesi, hukukçuların yolunu tuttuğu yargıda da kısılıyordu. Cumhurbaşkanlığı kararı durdurulsun, iptal edilsin diye açılan davalar Danıştay’daydı. Hani olmazdı ya bir umut. Sonuçta bu ülkenin bir kurumu değil miydi 87 yıl önce kadınların sesini dinleyip seçme ve seçilme hakkı tanıyan? Olur ya yine bu ülkenin kurumu olan Danıştay “fesih kararını, durdurdum” deyiverirdi. Olmadı.

Kadınlar inat ediyordu, kararı idari yargının en üst makamı olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na götürdü. 13 yargıçtı bu kuruldakiler. Bir kadın vardı. Oran mı istiyorsunuz? Yüzde 7.6.

Bu Kurul da tıptı 10’uncu Daire gibi ne kadına şiddeti konuştu, ne sözleşmenin neler getirdiğini. “Anayasa 90” dedi, “Cumhurbaşkanının yetkileri” dedi ve sonunda, “durdurmuyorum” dedi.

Bir kadın yargıç ve 4 erkek yargıç diğer 8 erkek yargıcı ikna edemedi. Böylelikle kadınlara, 1934’te tanınan seçilme hakkından daha üst sırada olan yaşam hakkı güvencesi tanınmamış oldu. 

Avukat Ceren Kalay Eken, Danıştay’ın kararını, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini de hatırlattıktan sonra şöyle yorumluyor:

“Anayasamıza göre temel insan hak ve özgürlüklerine ilişkin değişiklikleri Cumhurbaşkanı kararname ile belirleyemez. Dolayısıyla Cumhurbaşkanına milletlerarası sözleşmelere imza koyma ve imza çekme yetkisi tanındığı iddia edilse dahi uluslar arası teamüller gereği bir uluslar arası sözleşme nasıl yürürlüğe konuyorsa aynı yöntemle yürürlükten kaldırılması gerekir. Yapılan, bu yönüyle de birçok ulusal ve uluslar arası hukuk aykırıydı. Hukuken asla kabulü mümkün olmayan bir şekilde makam kararıyla ve çok üzücü ki bir cumartesi gece yarısı ülkenin imzasını geri çektiği, sözleşmeden çekildiği ilan edildi. Biz hukukçular olarak bunu yok hükmünde görüyoruz. Tam olarak da öyle. 

Danıştay’ın bu makam kararının iptaline yönelik taleplere karşı yürütmeyi durdurma kararı vermesi için çok sayıda hem şahsi hem kurumsal birçok başvuru oldu. Çünkü bu kimsenin, cumhurbaşkanının dahi, keyfi şekilde temel hak ve özgürlüklere ilişkin düzenleme yapamayacağı bir alan. En başta kadınların yaşam hakkını koruyan bir uluslar arası sözleşme. Çok çok kıymetli. Dolayısıyla kabul etmiyoruz. Yine de yasal hakkımızı kullanarak Danıştay’da davalar açıldı. Fakat Danıştay’ın çok üzücü, Türk hukuk tarihinde  yüzümüzü yere indiren bir davranışıyla (kararıyla reddedildi). 

Gerçi hani çok güzel karşı oylar da var. O karşı oyların her biri bizim gerekçelerimizi tam olarak karşılıyor. Fakat maalesef hukuki olmaktan çok siyasi, bağımsız olmaktan çok maalesef taraflı bir şekilde hukuka açıkça aykırı kötü kararlar verdi Danıştay. Aslında henüz davanın esasına ilişkin bir karar vermiş değil, fakat yürütmeyi durdurma iki halde verilir; açık hukuka aykırılık ve telafisi güç ve imkansız zararların doğması. Burada ikisi de olduğu halde yürütmeyi durdurmayı reddetti. Daire’nin bu reddini,  Dava Daireleri Kurulu’na itiraza götürdük ve maalesef onlar tarafından da itirazımız reddedildi. Dava (esastan) sonuçlanmış değil fakat Danıştay’ın tavrı, ‘açık hukuka aykırılığı görmeme’ yönünde siyasi bir tavır maalesef.”

1934: TEMSİLİYETE KABUL, 2021: EŞİT TEMSİLİYETE RET 

Kadınların yaşam hakkı, yürütmede ve yargıda böyle korumasız kalırken Meclis’e bir yasa teklifi verildi. Öyle ya Meclis değil miydi 1934’te kadınların seçilme hakkını alkışlarla tanıyan. Bu yasa teklifinin konusu “eşit temsiliyet”ti. 

CHP’li kadınlar, partilerinin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na gittiler ve dediler ki, “5 Aralık öncesinde kadınlar için bir şey yapalım. Eşit Temsiliyet Kanunu için teklif verelim.”

Kılıçdaroğlu, “hazırlayın, getirin ilk imzayı da ben atacağım” dedi. İlk imzayı da attı. Teklife göre siyasi partiler seçimlerde milletvekili adaylarının sayısının yarısını kadınlardan yarısını erkeklerden oluşturacaktı. Kadınlar öyle seçilmeyecek sıralara da yazılmayacaktı. Fermuar sistemi getirilecekti. Yani aday listesinin birinci sırasında erkek yer alıyorsa ikinci sırada kadın, üçte erkek, dörtte kadın aday olacaktı. Oylama 30 Kasım’da yapıldı. “Kabul edenler… Kabul etmeyenler…?” Meclis’teki oturumu yöneten başkan AKP ve MHP sıralarını saydı… “Kabul edilmemiştir…”

1934’te, yüzde 100’ü erkeklerden oluşan Meclis’ten “seçilme hakkı”nı alan kadınlar, 87 yıl sonra yüzde 83’ü erkeklerden oluşan Meclis’ten “eşit seçilme hakkı” istedi ve elleri boş döndü. 

Teklifi Meclis Genel Kurulu’nda anlatan CHP Hatay Milletvekili ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi Suzan Şahin şunları söylüyor:

 “Bugün İstanbul Sözleşmesinin de feshedilmesinin ardından böyle bir teklif bütün 42 milyon Türk kadınına iyi gelecekti. Ülkemizde her gün artan şiddet sarmalı içerisindeyiz biz kadınlar. Taciz… Tecavüz… Her geçen gün hunharca öldürülen kadınlar var, kadın cinayetleriyle karşı karşıyayız. Her sabah yeni bir kötü habere uyanıyoruz. 

Bu teklif moral motivasyon açısından da çok önemliydi. Bu bizim hakkımız, Türkiye’de 84 milyon insanın yüzde 50’si hatta 50’den bir nebze fazlası kadın nüfusu. Seçmenin de öyle. 42 milyon kadın ve bunların yüzde 50’si seçmeni olan bir ülkede temsiliyette yüzde 50 temsil edilmiyor. Meclis’te, belediyelerde, diğer il genel meclislerinde, seçimle olan her yerde. 

Neden bu hakkımızı teslim etmek istemediler? Bu bir iç iradedir. Bilinçaltıdır. Aslında Ak Parti iktidarının, iktidar mensuplarının gerçek düşüncesi bu. Kadın ve erkeği fıtratında eşit bulmayıp, kadın ve erkek eşit değildir söylemlerini yapan bir iktidarın kararıdır. Efendim, ‘örtüsüz kadın perdesiz eve benzer’, ‘yok efendim, mini etek giyen tahrik ediyor’, ‘hamile kadın sokakta yürüyemez’, ‘kadın gülmemelidir’ ve saire gibi birçok söylemlerini hatırlayabiliriz. Bu hatırladıklarımıza baktığımız zaman bugün eşit temsili kabul etmeyenlerle İstanbul Sözleşmesinden vazgeçenlerin hangi iradeye sahip olduğunu 42 milyon kadın bilmelidir.”

Suzan Şahin, sözlerinin devamında, “Eşit Temsiliyet Kanunu’nu çıkarabilseydik, Dünyada ilk olacaktık ama hayır dediler” diyor ve ekliyor: “Asla hiçbir kadınımız merak etmesin, bu sandık gelip iktidar değiştiğinde İstanbul Sözleşmesi’nin de tarafı olacağız, eşit temsil sistemini de getireceğiz” diyor.

Ve “Gereği Düşünüldü” diyoruz: Kadınlara 1934’te seçilme hakkı tanındı ama 2021’de “yaşam hakkı” tanınmadı.

Podcast