Alin Taşçıyan ve Ali Şimşek'le "Bir Başkadır" üzerine: Nedir başka olan?

Alin Taşçıyan ve Ali Şimşek'le "Bir Başkadır" üzerine: Nedir başka olan?
Ancak sinema dilinden çok, içinde barındırdığı eski Türkiye, yeni Türkiye okumaları, dizinin kendi içinde yarattığı kutuplaşmaları, politik duruşu konuşuldu.
Bir Başkadır dizisiyle ilgili her telden ayrı bir ses çıktı diziyle ilgili. Biz de o seslerden ikisine kulak verdik. Sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan ve Ali Şimşek'le her açıdan Bir Başkadır'ı konuştuk.

Son günlerde üzerine herkesin konuştuğu, kiminin yerden yere vurup kiminin göklere çıkardığı Berkun Oya imzalı Bir Başkadır dizisi, belki de son yılların en çok tartışılan, gündem yaratan  yapımı oldu.

Ancak sinema dilinden çok, içinde barındırdığı eski Türkiye, yeni Türkiye okumaları, dizinin kendi içinde yarattığı kutuplaşmaları, politik duruşu konuşuldu.

Birçok sinema eleştirmeni, dizinin, kültürel, dinsel ve sınıfsal fay hatlarında cesurca dolaşması, muazzam sahiciliği, Türkiyeli olma hallerini fazlasıyla içermesi üzerine pozitif yorumlar yaptı. Ancak dizinin hesaplı, ticari ve tepeden bir bakışla izleyiciye sunulduğu eleştirileri de az değildi. Öyle ki, “Bir araba dolusu lafa gerek yok, ‘derinlikli olma’ izlenimi adı altında yüzeysel, abartılı bir dram, sığ bir anlatım” şeklinde daha sert eleştiriler de geldi. Elbette, bu kritikleri de fazlasıyla acımasız bulanlar oldu…

Beğenin ya da beğenmeyin, hatta “E biz bu filmi daha önce görmüştük” deyin su götürmez gerçek şu ki; dizinin yarattığı etki alanı epey büyük. Kadrosunda Öykü Karayel, Fatih Artman, Defne Kayalar, Settar Tanrıöğen, Tülin Özen gibi isimlerin bulunduğu, yayınlandığı günden bu yana üzerine methiyeler dizilen 8 bölümlük dizide, galiba herkesin hem fikir oldu konu, oyuncuların enfes performanslarıydı.

Tüm bu tartışmalar eşliğinde sorulması gereken; Dizi izleyiciye neden cazip geldi ve gücünü nereden alıyor? Yoksa sadece, o kadar yapay iş arasından azıcık sahicilik görmek miydi çekici kılan, ekran başına oturtan.. Her telden ayrı bir ses çıktı diziyle ilgili. Biz de o seslerden bazılarına kulak vermek istedik. İçeriğini, anlatım dilini, benzerlerinden farkını, bu yapımın dizi sektöründe bir kırılma noktası yaratıp yaratmayacağını Sinema eleştirmeni Ali Şimşek ve Alin Taşçıyan ile konuştuk. Türkiye’nin dilinden düşürmediği Bir Başkadır’ın neden sevildiğini ya da bu kadar ayrı uçlarda duran eleştirilerin hedefi olduğunu konuştuk.

DİZİ KENDİ KUTUPLAŞMASINI DA YARATTI

Eleştirmen Ali Şimşek, dizinin seyirciye ulaştığı andan itibaren neden gündem olduğunu,  filmin çeperinde dönen eleştirileri, kendi içinde yarattığı kutuplaşmayı Türkiye’nin politik iklimine de değinerek anlatıyor:

“Bir başkadır dizisi müthiş bir tartışma yarattı, günlerdir kendi içinde kutuplaşmasını da yarattı. Diziyi beğenenler, beğenmeyenler diye. Öncelikle bu dizi niye bu kadar ses getirdi diye düşünmek gerek. Bana göre zaten hemen hemen herkesin bildiği artan muhafazakarlaşma ve AKP’nin bilinçli yaptığı kutuplaşma dolayısıyla toplumdaki fay hatlarını, sınıflaşmayı çok net göstermesi, sınıfları çok net göstermesi bu anlamda, bir anda insanlar dizi formatını daha önce görmedikleri bir yüzleşme ve kimliklenme yaşadılar. Kimliklenme diyorum dizideki her bir kahraman izleyiciler açısından kimliklenmeye denk düşüyor. Hem twitterdaki tartışmanın kimler tarafından yapıldığı hem de kimliklenmenin nasıl algılandığı önemli.

“Tartışma açması verimli. Belli bir kesim, çok beğenildiği için kültürel sermaye üreterek mesafeli bakmaya başladı. Bunun kendisi de bana göre tartışılması gereken bir şey. Ama şunun hakkını vermek gerekiyor. Başarılı, rezervleri ile beraber samimi bir dizi. Yeni Türkiye sinemasının dizi formatına geçmesi anlamında ilk örneklerden biri. Gelecek dizileri de belirleyecek potansiyeller taşıyor. Çünkü festival filmlerine, festivallere hapsolmuş bir yeni Türkiye Sineması’ndan bahsediyoruz. Özellikle alt-orta sınıfların algılayabilecekleri filmler değillerdi. O anlamda Bir Başkadır’ın alt-orta sınıflar ya da yoksullar anlamında belli bir izlenirlik zorluğu var sinema dili açısından, ama çok tartışılınca o kesimlerden de merak edip seyredenler olacaktır.”

YENİ TÜRKİYE SİNEMASI DİZİYE GEÇİŞİ

Dizinin, sinema dili açısından bugüne kadar izlediğimiz diğer yapımlardan farkını, referanslarını, hangi sınıfa hitap ettiğini biraz daha detaylandırıyor Ali Şimşek:

Türkiye’de geniş kitlelere üretilmiş diziler Perihan Abla, apartman orta sınıfını anlatan Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları gibi… Bu diziler çok tuttu, benim mahalle ruhu, hayaleti dediğim bir şey. Oysa Asmalı Konak gibi dizilerle, holdinglerin, güzel kadınların, yakışıklı erkeklerin geçit yaptığı binbir entrikanın döndüğü, Dallas gibi diziler de tuttu. Ya da Çukur’da gördüğümüz gibi kentin varoşlarını, lümpen proletaryasına seslenen bol şiddetli diziler yaygındı. Reytinglerini AB sınıfı gibi, alt orta sınıfa denk düşen bir kitleye denk düşüyor. Onlar düşünüldüğünde bu çok farklı elbette.”

Bir Başkadır aynı zamanda, kendi alanında referans yapan, refleks dediğimiz yere sahip. Dizinin içinde Show Tv’ye, Halk TV’ye gönderme, imamın seyrettiği TRT’ye gönderme var. Meşhur plastik gül örneğinden sonra Çukur’a geçmek bir kesmeyle gibi. O anlamda sinema dili anlamında da farklılar taşıyor. Sinema dili de 1990’lı  yıllardan itibaren bana göre Zeki Demirkubuz’un Masumiyet ile başlamış Yeşim Ustaoğulları, Derviş Zaimlerle ama en önemlisi alt sınıflara anlatma ustası Zeki Demirkubuz düşünüldüğünde, Çoğunluk filmi gibi, Türkiye’de, gerek orta sınıfa zenginleşmiş müteahhit aile üzerinden bakan filmler düşünüldüğünde bu dili kullanması anlamında da yeni. Dizide bir de bu refleksiyonu ve referansları görüyoruz. Uçurtmayı Vurmasınlar gibi çok önemli bir filme de referansı var mesela. Konuşmayan küçük çocukla bilinçli bir referansı var. Alamancı imamın kendi karavanına baktığında arka camda görünen palmiyeler. Dünya sinemasına, Haneke’ye de göndermeler var. Bu sinemasal dili de, yeni Türkiye sinemasının diziye geçişi anlamında önemli.”

SEKÜLER HAYAT TARZINA SAHİP BİR KİTLE TARTIŞIYOR

“Şu an tartışmayı yürütenlerin büyük kısmı, eğitimli üniversite mezunu bir kitle ve daha çok seküler hayat tarzına sahip; hatta yer yer sol duyuya sahip bir kitle tartışıyor. Bunun muhafazakar kesimde ya da alt sınıfta nasıl algılandığı önemli. İslami kesimin genç kuşağı 1980’den sonrası 1990 ve 2000’lerdeki kuşak kendi çapında bir eleştiri getirdiler. Kendi ideolojik konumlarını savunma açısından.”

PROMOSYON HARİKASI

Sinema eleştirmeni Alin Taşçıyan’ın ise diziye dair bir çok eleştirisi var. “Ancak karşımızda içeriği incelenmeye değer bir eser duruyor” vurgusunu yapmadan da edemiyor. “Türkiye’de Dallas ve Şahin Tepesi’ni taklit etmeyen bir dizi bu” diyor.

“Şimdi öncelikle bunun bir promosyon harikası olduğunun altını çizmek isterim. Çünkü bana oturup bir gecede sekiz bölüm dizi izletti. Bu bir promosyon harikası demektir. Özellikle bu kadar da popüler olan işlerden ki kaçarım, çünkü çok sıkılırım. Öncelikle karşımızda içeriği incelenmeye değer bir eser var. Biçimsel olarak nasıl olduğunun da önemi vardı. Bu gerçekten senaryosunu teknik olarak çok iyi oturtabilmiş, gerçek anlamda dizi mantığından söz ediyorum.

Burada eserin kendisi promosyon malzemesi değil, eserin promosyonu doğru yapıldığı için söyledim. İzlemeye başladığımdan itibaren çok net bir şey gördüm. Dizi izlemeyi seven ama Türkiye’de çekilen diğer dizileri izleyemeyen insanlar hedef alınarak yapılmış bir iş. Onun ticari paketlemesi tastamam burada yatıyor. Çünkü dizinin içinde çok net göndermeler var. Bir tanesi bir dizi karakteri var Melisa, Nesrin Cavadzade. Türkiye’de çok ender görülen örneğine çok az rastlanan bir özeleştiri yaparak giriyor. Nesri’nin bir dizi yıldızı personası var. Bütün güzelliğiyle, inanılmaz şık kıyafetleriyle, dizilerde boy gösteren bir yıldız o. Şimdi o persona ile dalga geçiyor çok net olarak söylüyor. Mesela ona karşı konumlanan, yeni arkadaş olduğu kişinin dizilerle ilişkisi var. Bir tane bar sahnesinde Berkun Oya bile isteye, ‘ay bir Türk dizisini başından sonuna izleyecek değilim’ dedirtiyor. Bu cümlenin altına imzamı atarım. Birincisi gerçekten kim 3 saat oturacak, her şey o kadar kendini tekrar ediyor, o kadar bildik o kadar gelişme olmuyor ki.”

DALLAS VE ŞAHİN TEPESİNİ TAKLİT ETMEYEN BİR DİZİ

Bu dizinin özelliği şu. Türkiye’de hala daha Dallas ve Şahin Tepesi’ni taklit etmeyen bir dizi. Türkiye’deki dizilerin tamamının bir formülü var. Bir aile var, Yuing ailesi gibi. Çiftlikleri olabilir, yalıları olabilir, konakları olabilir önemli değil. Büyük bir malikanenin içinde yaşıyorlar. İç düşmanları dış düşmanları var. İç, dış çekişmeleri var, kimin kiminle olduğu kimin kimden çocuğu olduğu belli değil. Bire bir Dallas bu muydu, buydu. Bizim dizilerin tamamı aynı formülü kullanıyor mu, birisi hayır desin lütfen. Şimdi nihayet birisi bunun dışına çıkmış. Bir iş yapıyor, bir kere bu farklılıktan yakalıyor. Aynı zamanda sevilerek izlenen bir platformda yapıyor yani Netflix’te. Dijital platformda olmasının avantajı var.”

AKP’Yİ İMTİYAZLANDIRAN KİMLİKÇİLİĞİ ÜRETME UCU AÇIK

Ali Şimşek’e göre de dizinin tartışmaya açık, eleştirilmesi gereken yanları var. AKP’yi imtiyazlandıran kimlikçiliği besleyip beslemediğini, filmde Cumhuriyetçilerin konumlandırılış şeklini sorguluyor. Ancak son tahlilde dizinin bütününe yayılmış dili samimi ve empatik buluyor.

“Özellikle 1990’lı yıllarda sol liberalizm dolayısıyla AKP’yi imtiyazlandıran kimlikçiliği tekrar üretiyor mu? Yani bunlar da tartışmaya açık yönler. Bir kısmı ile üretme ucu var elbette. Özellikle Halk Tv’den gelen itirazlar düşünüldüğünde. Cumhuriyetçi, Kemalist kesimi yalı üzerinden başka bir yerde konumlandırması ya da niye Başakşehir gibi İslami burjuvazinin, İslami yeni orta sınıfının yaşadığı yerler dizide yok gibi tartışmaya açık. Ama dizi bunların hepsini kuşatamaz. Bütün diline yayılmış sinemasal dili, ürettiği bir samimiyet, empati duygusu bir anlama duygusu çokomel, Jung konuşan imam ya da imam yardımcısı ya da cemaat ferdi diyelim, çokomel poşeti bile çok duygusal bir şey taşıyor.”

FERDİ ÖZBEĞEN ŞARKILARI SICAKLIK YAYIYOR

“Gerekse orta sınıf evlerindeki dekorasyonlar ya da yoksul evlerindeki dekorasyonlar, objeler. En önemlisi de 1980 sonrası hayaleti çağıran Ferdi Özbeğen şarkıları bunlar sıcaklık yayıyor. Uzlaşma talebi var, bu uzlaşma talebini de anlamak mümkün elbette. ‘Niye uzlaşıyoruz?’ gibi eleştiriler de getirilebilir. Bir kısmı AKP’nin de işine yaracak kutuplaşmayı konsolide edebilir. Ama şimdi 2013’ten itibaren Gezi sonrası dörtnala koşan bir kutuplaşma var. Dolayısıyla özellikle ülkenin orta sınıfları ve yeni orta sınıfları bu kutuplaşmadan, hayat tarzı üzerine bunalmış durumda. Eski Türkiye özlemi var. Eski Türkiye’de elbette ideal bir Türkiye değil ama 1970’ler, 1980’ler, 1990’lar, hatta Özallar Mesut Yılmazlar, Tansu Çiller dönemlerindeki Türkiye’nin bir iç savaş atmosferi yaşadığı bir Doğu ve Güneydoğu düşünüldüğünde gerilimi de ve o ortamı da özleme var. Regresyon var bu da AKP iktidarının ürettiği, bir biraya karışmak, bir şampanyaya karışmak, hayat tarzlarına karışmak, cinsiyetçi söylemleriyle alakalı.” 

NE ÇOK EKMEĞİ YENİLDİ ESKİ – YENİ TÜRKİYE FORMÜLÜNÜN 

Ancak Alin Taşçıyan, diziler üzerinden sıkça yapılan Eski Türkiye Yeni Türkiye göndermelerinden rahatsız. Daha gerçekçi bir Türkiye geçmişine bakmanın zamanı geldi diyor.

Bazı şeyler insanların sinirine dokunuyor. Çünkü herkes kendisini burada anlatılan meseleye karşı konumlandırıyor. Beni sinirlendiren ne oluyor? Eleştirmen olarak değil, şahsen söylüyorum. Başlayacağım artık sizin eski Türkiye yeni Türkiye’nize diyorum. ‘Ne formülmüş, amma ekmeğini yediniz’ diyorum.”

Eleştirmen Taşçıyan şöyle diyor: Ama Türkiye gerçekten yeni Türkiye eski Türkiye dikotomisine çok alıştı. Bunun üzerinden daha ne kadar çok eser üretilir? ‘Nedir bu nostaljik mesele?’ diyorum. Sonra içimdeki kişi şöyle diyor; ‘Ay hep aynı hikaye, eskiden buralar hep dutluktu.’ Bir bakın dutluktan önce neymiş, kimmiş!. “

Artık gerçekten dikotamiden bir kurtulmamız lazım. Nostalji duygusu, son yılların her şeye egemen duygusu. Ay ne güzelmiş o geçmiş, doyamadılar! Artık bir geriye dönüp, daha gerçekçi bir Türkiye geçmişine bakmak lazım. Bizim geçmişimizde çok daha ciddi sorunlar var. Yani Ferdi Özbeğen’i gördük diye niye gözyaşlarına boğulacakmış hiç anlamadım.” 

KÜRT AİLE AŞIRI KARİKATÜRİZEYDİ

Taşçıyan, dizide bir Kürt ailenin betimlenme şeklinden de rahatsızlık duyuyor. Peki neden? Mazlum, boynu bükük, sersefil hale gelmiş iki yaşlı. Onların saç saça baş başa birbirine girmiş, bir tanesinin de psikiyatr olduğunu düşünürsek iyice fena. Diğeri muhafazakar bir hayat tarzını seçmiş ama bunda samimi olmadığının altı kanırta kanırta çizilmiş. Psikiyatrist öfke kontrol sorunu yaşıyor. Aşırı karikatürizeydiler. Aydın Kürt, başörtülü muhafazakar Kürt. İki kız kardeşin ideolojik açıdan birbirlerine girmeleri, aradaki bahanenin serebral palsiden mustarip bir erkek kardeş olması.”

ÇOK GÜZEL AYRINTILAR DA VAR DİZİDE

Filmin karakterlere, kadına ve erkeğe bakışını, kullanılan imgelerle nasıl ilişkilendirildiğini ve oyuncu performanslarını da soruyoruz Taşçıyan’a:

Çok güzel ayrıntılar var dizinin içinde. Meryem’in dört başı mamur bir karakter olarak tanımlanması iyi bir şey. Sinan ise hiç geliştirilmemiş bir karakter. Aşırı steril rezidans hayatının nedeninin istifçi gibi yaşayan annesi olduğu ortaya çıktı. O da çok sevimsiz. Kadınlar adamların nedeni yani. Eninde sonunda adamları hep hoş gördük. Settar Tanrıöğen, her zamanki gibi döktürüyor. Çok hoş mizahi yönleri var. Herkese aynı örneği veriyor. Bir laleyle asla kokmayan kasımpatılarla. Keşke kasımpatıların mis gibi kokmadığını hatırlasaydık.” 

BİR KİŞİ MAJÖR DEPRESYONDAN BÖYLE Mİ ÇIKAR?

Senaryoyu zenginleştirmek için gerçekten çok da uğraşmışlar. Çokomel bir simge ama bir sürü gastronomik simge de var. Kıyma kavurma, portakallı kek, börek meselesi, vejeteryanlık. Herkesi bir yerden yakalayabilecek zengin bir metin oluşturulmak için çok uğraşıldığını görüyorum. Güzel incelikleri olan şeyler var ama onlar dizi formatı içinde galiba çok uymuyor. Mesela konuşamayan küçük çocuğun masum bakışları, dizi boyunca bizi takip etti, en sonunda annesinin çözülmesiyle onun da dili çözüldü. Bu noktada psikiyatristler ne diyor merak ederim. Yani bir insan majör depresyondan öyle mi çıkar, birdenbire bu kadar çabuk iyileşir mi? Bunu bilemiyoruz. Bunlar biraz hap çözümler, öyle görmek istediğimiz şeyler. Duygusal olarak bir şey katma, derinlik ve boyut katma çabası.”

KEŞKE KADIN BİR SENARİSTİN İMZASI DA OLSAYDI

“Kadınlar üzerine çok laf ediyor, odaklanıyor. Ülkenin sorunu olan erkekler üzerine çok ütopik bir görüşü var. Hepsindeki iyiliği, saflığı, içlerinde kalan hassasiyeti, kırık erkeklik hallerini çok ortaya çıkarıyor. Bunlar benim genel rahatsızlıklarımın bir özeti gibi. Ben isterdim ki, bir kadın senaristin de imzası olsun. Eminim çok büyük fark yaratırdı. Bu kadar çok kadın karakterin içinde, erkeklerin hep aklanarak çıkması yer yer çok rahatsız edici boyutlara varıyor.”

BİR LA CASA DE PAPEL OLMAYACAK 

Netflix’de yayınlanan dizinin yurtdışı izleyicisi üzerinde yaratacağı etki de merak konusu. Ali Şimşek, dizinin bu konuda çok başarılı olacağına inanmıyor.

Küresel bir şirket Netflix İngilizce altyazıyla elbette yeni orta sınıfının ya da psikiyatristlerin dili bir İngilizce çevrilme kolaylığı taşıyor. Robert kolej gibi ama Meryem’in dili  lümpen özellikler gösteren hınçlı abisinin dilinin İngilizce’ye çevirme anlamında zorluğu olacak. Yurtdışı izleyicisi açıkçası Türkiye’deki kutuplaşmaları belli ana başlıklar dışında çok tanımıyorlar. O anlamda bize anında çarpıcı gelen kutuplaşmalar bir başörtüsüyle seküler kesim arasındaki kutuplaşmalar yoksulluğun durumu orada, La Casa De Papel gibi bir başarı kazanmayacaklar Netflix açısından. Düşünüldüğünde yine tabii Osmanlıcı hamaset dizileri organik diziye yakışıklı erkekler güzel kadınlar vesaireler düşünüldüğünde bu değil bu Türkiye’de dizi alanında bir nefes açması anlamlı önemsenmeli. Hemen sinik bir vaziyette dışlanmanın kendisini bir yeni orta sınıf sorunu olarak görüyorum.”

Podcast