Aşı karşıtları neye karşı?
Yayınlanma:
Güncelleme:
İlham Verisi’nin konuğu Uzay Sezen, koronavirüs salgınına karşı aşı çalışmalarını, aşıların virüsle nasıl savaştığını, virüsün son mutasyonunu anlattı. Sezen’den bir de çağrı var: Aşı son yüzyıl içinde bilimin geliştirdiği olağanüstü derecede başarılı, hastalıkların üstesinden hastalanmadan gelmeyi sağlayan alkışlanası bir yöntem. O nedenle “haydi gençler aşıya!
Uzay Sezen, ODTÜ biyoloji bölümü mezunu. Doktorasını Connecticut Üniversitesi’nde Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji bölümünde yaptı. Araştırması Kosta Rika yağmur ormanlarındaki ağaçların kesim sonrası genetik çeşitliliğinin DNA yoluyla incelenmesi üzerineydi. Daha sonra Georgia Üniversitesi’nde Bitki Genom Haritalandırma Laboratuvarında çalışmalar yaptı. Şu anda merkezi Washington DC'de bulunan Smithsonian Enstitüsü'nde 26 ülkeye yayılmış "Dünya Ormanlarını İzleme Ağı" projesinde ekolojik genetik uzmanı biyolog olarak çalışıyor. RNA dizilendirmesi yoluyla orman ağaçlarının yapraklarındaki genlerin etkinliklerinin mevsimlere göre olan değişimini gözlemlemekte ve incelemekte. Türkiye'de de Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji derneği üyelerinden. Tarihte aşı Sezen’e sorularımı yöneltmeden önce Türk Tabipleri Birliği’nin” Aşı pazarı can pazarı” isimli broşüründen önemli bilgileri paylaşalım: “Tarihte aşı konusunda ilk uygulama, M.Ö. 590 yılında Çin'de Sung Hanedanı döneminde çiçek hastalığından korunmak için yapılmış. Ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnuna verilerek uygulanmış. Düzenli aşılama ise yine çiçek hastalığına karşı bazı kaynaklarda 1700’lerin sonunda Edward Jenner tarafından başlatılmış ve günümüze kadar dev adımlarla ilerlemiştir. Bizim topraklarda aşı uygulamalarının tarihi 1700'lere uzanmaktadır. O zamanlar Edirne'de çiçek hastalığına tutulmuş biri bulunup, döküntülerindeki irin, çiçek çıkarmamış çocuklara aşı yapmak üzere toplanırmış.
Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden alınan irini biriktirir, deriyi çizerek bu irini aşılar, sonra yara yerini gül yapraklarıyla kapatırlarmış. Bu şekilde aşılananların ölüm oranı % 1 iken, aşısızlarda, çiçek hastalığından ölüm oranı % 17 imiş. Bu uygulamalar İngiliz sefirinin eşi tarafından mektupla İngiltere'ye bildirilmiş ve bu yolla Avrupa'ya yayılmıştır.” “Salgın yıllardır geliyorum” diyordu Dünyayı alt üst eden koronavirüsün gen haritası çözüldü ve aşıları üretildi. Sen ekolojik genetik uzmanı bir biyolog, orman alanlarında projeler yürüten bir bilimcisin. Vahşi doğa ile aramızdaki sınırlar zayıfladığı için bu virüslerin başımıza bela olduğu söyleniyor. Sen bu konuda ne diyorsun? Salgın yıllardır geliyorum diyordu…. Bu konu üzerinden Dünya Sağlık Örgütü danışmanlığında 2011’de ‘Türkiye’de Salgın’ adıyla gösterime giren David Crononberg yönetmenliğinde çok şöhretli oyuncularla bir film çekildi. Bakın o film çok şahane öğreticilik içeren bir filmdir. Gerçekten olabilecek bir senaryoyu işler. Ve gerçekten bu salgın da filmde olduğu gibi Uzakdoğu’da patlak verdi. Dikkat etmemiz gereken şey insanlara sıçramaya hazır birçok hastalık çevremizde kol geziyor. Çin’deki Mao döneminden beri artık kurumsallaşmış canlı hayvan pazarlarının durumu tam bir rezalet. Dünyanın dört bir yanından kaçak olarak getirilmiş envai çeşit hayvan dip dibe kafeslerde tutuluyor. Doğada bu hayvanların bir araya gelmesi olanaksız. Bu olanaksız şeyi siz olanaklı hale getirirseniz böyle salgınların ortaya çıkmasına, virüslerin birbiriyle karılarak yepyeni bir virüs olarak evrilmesine yardım ve yataklık etmiş olursunuz. AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü bunun çarpıcı bir örneği. HIV virüsü insanlara şempanzelerden sıçradı. Şempanze eti ticareti bugün Afrika dışına taşmış durumda. İngiltere'deki Heathrow havaalanında her yıl ortalama iki ton şempanze etine el konuluyor. Bu yalnızca tek bir havaalanı. Daha bunun gibi Avrupa'nın kapısı durumundaki pek çok havaalanı var. Gerisini siz düşünün. Contagion filminde de resmedildiği gibi çıplak elle çiğ eti kesen birinin elindeki ufak bir kesikten virüs içeri girebiliyor ve hemen risk grupları arasında yayılmaya başlıyor.
“Yanlış bilgi üretenler ortalığı darmadağın ediyor” Koronavirüsün ortaya çıkışı ve aşı süreçlerine dair bilim-dışı söylemlerin kaynağına baktığımızda 3 farklı tip çıkıyor karşımıza: Dindarlar , aşırı kuşkucu anti-kapitalistler, popülerlik peşindeki komplo teorisyenleri aslında uydurukçuları demek daha doğru sanırım. Bu 3 farklı grubun aynı konu başlığı altında buluşması ne kadar tuhaf değil mi?
Saydığın 3 grubun öne sürdükleri savları Medyascope’ a konuk olan Özgür Mumcu çok güzel işlemiş. Söylenenleri yinelemek istemem. Gerçekten de bu zamanda yanlış bilgi üretenler cehalet dozerine bindiklerinde güldür güldür ortalığı darmadağın edebiliyorlar. Bu konularda geçmişte uygulanan bilgi kirliliği yöntemleri üzerine Harvard Üniversitesi profesörü Dr. Naomi Oreskes’in “Kuşku Tacirleri” adlı araştırmacı gazetecilik örneği niteliğinde bilgilendirici bir kitabı vardır. Okunmasını öneririm: https://en.wikipedia.org/wiki/Merchants_of_Doubt
“Aşının geliştirilme hızı gurur verici” Koronavirüs aşıları üretildi hatta bazı ülkelerde uygulanmaya başladı, en fazla kuşku uyandıran konulardan biri aşının 1 yıl civarında üretilmiş olması, öyle ya belli başlı aşıların üretim süreçlerinin ortalaması 30 yıl iken nasıl oldu da aşı bu kadar hızlı üretilebildi?
Nature bilim dergisinin sanıyorum 2013 veya 2014'te olsa gerek, bir yılsonu değerlendirmesi vardı. Bir yılda bilimin ürettikleri ve tükettikleri çerçevesinde bir infografik tasarlamışlar. Bir yılda bilim insanlarının içtikleri toplam çay ve kahve miktarı gibi ilginç birtakım sayıları derlemişler. Orada çok çarpıcı bir sayı vardı. Tüm dünyanın bilim insanlarının bir yılda harcadıkları zamanın toplamı 3 milyon yıl ediyordu.... Ve bu yalnızca harcanan insan saati. Bilgisayar zamanını da eklersek ortaya gerçekten şapka uçurucu etkileyicilikte devasa bir emek olgusu çıkıyor. Şimdi siz böyle bir gücü tek bir sorunu çözmeye odaklarsanız, o güç sorunu havada kapar ve de çiğ çiğ yer... Daha virüs haberi ortaya çıkar çıkmaz virüsün RNA dizisinin bilgisi ortaya çıkarılmış ve tüm dünya araştırmacıları arasında paylaşılmıştı. Zaten AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü üzerinden ve bağışıklık düzeneğini kansere karşı yönlendirme çalışmalarından kazanılan müthiş bir deneyim var. Elde şahane verimli çalışan DNA ve RNA dizilendirme aygıtları var. Bu dizilendirme aygıtlarının ürettiği verileri ve sonuçları inceleyebilecek araştırmacıların ortak kullanımına açık yüksek performanslı bilgisayarlar var. Yapılan çözümlemeler hata payını en aza indirmeye yönelik ve güvenilir. Bu yüzden aşının geliştirilme hızı gurur verici ve gayet anlaşılabilir bir düzeyde.
Türkiye’deki çalışmalar Virüsün genetik yapısına dair Türkiye’de çalışmalar yapıldı mı şimdi ne aşamada?
Nisan ayında Ekoloji ve Evrimsel biyoloji derneği üyeleri bağımsız olarak Türkiye’deki virüsün genetik yapısına baktılar. RNA dizi incelemelerinin ilk vardığı sonuç virüsün Belçika ve Suudi Arabistan kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Ama ardından Sağlık Bakanlığı hemen bir komisyon kurduğunu ve bu konudaki çalışmaların bu komisyonun iznine bağlı olduğunu duyurdu. Cumhuriyet gazetesi bu konuda 30 Nisan 2020 tarihinde haber yapmıştı. Bu kararın ardından hızımız kesildi. Şu anda ne yazık ki böylesi bir gönüllü imece yok. Fakat 9 Eylul Üniversitesi'nde Dr. Zeynep Kocer tarafından kapsamlı virüs dizilendirme calışmaları yürütüldügünü biliyorum.
“Covid19 karşımızda tek başlı bir ejderha” Bu virüs dünyanın her yerinde aynı şekilde mi mutasyona uğruyor ki aşılar her herde kullanılabiliyor?
Mutasyon yerine Türkçe karşılığı olan değişinim demeyi uygun görüyorum. Değişinim canlılığın DNA veya RNA üretimi sırasında yaptığı hata demek. Daha bu virüs o kadar büyük değişimlere neden olacak RNA değişinimlerini biriktiremedi dolayısıyla aşılar göreceli küçük bir RNA kokteyli ile neredeyse tüm değişinimlere karşı etkili olabilecek yetide. Örneğin nezleye karşı olan yıllık aşılar ortalama 4 veya 5 cins o mevsim dolaşımda olması beklenen nezle virüslerine karşı karma olarak uygulanır. Buna rağmen karşımıza o beklediğimiz 5 virüs dışında 6 veya 7 değişik nezle virüsü çıkabilir. 5 başlı bir ejderha beklerken 6 başlı bir ejderhaya çatabiliriz. Dolaşımda hep fazladan ön görülemeyen bir iki nezle virüsü daha olabildiğinden aşıların başarı düzeyleri yüzde 40 ila 60 arasındadır. Demek istediğim Covid19 karşımızda tek başlı bir ejderha olarak duruyor hala. “Ejderhanın başını tek iken kesmeliyiz!” Virüsün son mutasyonu ve aşılar Tam da tek başlı ejderha demişken İngiltere’den sanki ejderhaların başlarının çoğalma eğiliminde olduğunu gösteren iki yeni mutasyon haberi geldi. Sen ne diyorsun bu konuda? Bu yeni mutasyonlar aşıları etkisiz kılabilir mi?
Virüs Çin’den çıkalı beri 25 mutasyon gözlemlendi. Bu neredeyse virüsün RNA dizisinde her ay iki yeni mutasyon ortaya çıkıyor demek. Virüs virüslüğünü yapıyor ve sürekli evrimleşiyor. Bu iki mutasyon da virüsün diken proteininde yer almakta. Eğer mutasyonlar diken proteinindeyse her zaman alarm zilleri çalar, borular öter. Çünkü biyolojik anlamda en kilit yapılardan biri bu diken proteini. İlk mutasyon gerçekten dikkat çekici çünkü diken proteininin tam da insan hücrelerine bağlandığı noktada yer alıyor. Acaba bu mutasyon bulaşıcılığı artıracak mı? Bilemiyoruz izlemeye aldık. Gözümüz üzerinde…. Virüs şu anda hiçbir aşı engeliyle karşılaşmadığı için kendi doğal evrimleşme hızında rastgele değişiyor. Daha aşının o soğuk nefesini ensesinde hissetmedi bu virüs. Eğer bu mutasyonlar aşılama başladıktan sonra gözlemlenseydi içimize bir kuşku düşerdi. Acaba virüs aşının oluşturduğu seçici baskı nedeniyle mi yepyeni bir taktiğe yöneldi diye? Çünkü o aşamada virüs artık bağışıklık kazanmış bireylere tutunmaya çalışacak. Tabii bu arada bu gözlemlenen yeni mutasyonlar aşılama sonrasında da geldikleri gibi gidebilirler de. Özellikle ikinci mutasyon böyle gelip giden türden.
Okuma önerisi: Virüsün doğal yollardan nasıl evrimleştiği ve ve diken proteinleri üzerine Uzay Sezen’in bir makalesi: Koronavirüs Doğal Yollarla Nasıl Evrildi? Şimdi aşılar bu mutasyonların sonucunda etkisiz kalabilir mi?
İçimiz şimdilik rahat olsun. Aşılar diken proteininin tümünü bağışıklık sistemine tanıtıyor. Diken proteininin eşkali bu biçimde bağışıklık sistemine tanıtılıyor. Sakalını da kesse, peruk da taksa bu diken proteininin değişmeyen bölümleri virüsü ele veriyor. Bağışıklık sistemi diken proteininin tek bir noktasına saldırmıyor. Her yerine saldırıyor. O yüzden aşıların çalışması beklenir.
Aşılar sentetik mi, DNA’yı bozar mı? BioNtech ve Moderna’nın aşısı DNA bazlı diğerleri ise daha tanıdık yönetmle üretilen aşılar. BioNtech ve Moderna’nın aşıısndan DNA’mızı bozacak diye korkanlar var. Bu korku yersiz mi? Neden? Dinleyicilerimizden bu aşı için sentetik ne diyorsun? Sentetik mi ?
Hah tam bu noktada çok güldüğüm bir duvar yazısı espirisi var. “Herkes dine çalıştı, soru biyolojiden geldi” diye... Tüm dünya halkları olarak artık biyoloji çalışmamızın zamanı geldi.... mRNA hücre içinde tek yönlü olarak bilgi taşıyan bir bileşik (yani molekül dediğimiz şey). mRNA hücre çekirdeğinden çıkış yapmışşa geri dönüp DNA ile etkileşime girmez. mRNA, DNA’daki bilgiyi hücrenin protein üretim hattına taşıyan çok kısa ömürlü bir aracı. Türkçede ulak RNA diye de geçiyor. Ben ingilizce kısaltması ile uyumlu olsun diye "metinRNA" diyorum. Aşıdaki mRNA virüsün insan hücrelerine tutunup içeri girmesine yol açan diken proteini bilgisini içeren çok kısa bir bilgi zinciri. Hücre aşıyla içeri boca edilen metin RNA’yı okuyup çok sayıda bu diken proteinini üretince devriye gezen beyaz kan hücreleri (akyuvarların) anında paçaları tutuşup eyvah ortalığı virüsler basmış diye tabiri caizse savunmaya geçip süngü takıyorlar. Diken proteinlerini sararak etkisiz hale getirecek antikor (antibody) üretmeye başlıyorlar. Beyaz kan hücrelerinin ya da akyuvarların belleği var. Başarılı olan antikorları dağarcığında belli bir süre (ve hatta bazen ömür boyu) tutuyor. Böylece bağışıklık oluşuyor. Kızamık gibi hastalıklar bu nedenle çok tehlikeli çünkü doğrudan beyaz kan hücrelerini öldürdüğü için bütün bağışıklık kütüphanesi yok olabiliyor.
Ruslar da aşılamaya başladı ama kimse onları kaale almıyor, bizim de alışveriş listemizde yoklar anladığım kadarıyla. Hayır o kadar S-400 aldık aşıyı niye almıyoruz? Sebebi nedir?
Daha önce dediğim gibi biyoloji ve tıp bilimi bu virüsü havada kaptı ve 10, 20 koldan birden 3. aşama deneyleri tamamlanmak üzere olan aşı haberleri gündeme düşmeye başladı. Kimden alınırsa alınsın, aşının çeşitliliği ve 3. aşama deneyleri alnının akıyla geçmiş olması önemli. Rusların 3. aşama deneyleri pek tatmin edici düzeyde değil. O yüzden pek ciddiye alınmıyorlar. 3. aşama (çoğu kisi buna faz diyor) tıpta bir başarı ölçütüdür. Herkesin kurallarına uyduğu artık yerleşmiş, oturmuş, endüstri standardı haline gelmiş bir deney yöntemidir. 3. aşamadaki uygulama (double-blind) “çifte kör” diye Türkçeleştirilebilecek hem deneklerin, hem de deneyi uygulayan görevlilerin yapılan aşı konusunda ön bilgilerinin olmamasıdır. Deney sonunda zarf açılır ve kimlere gerçekten aşı uygulanmış kimler placebo denilen yutturmaca verilmiş görülür ve sonuç değerlendirmeleri önyargılardan arındırılmış olarak yapılır. 3. aşamayı başarı ile geçen bir aşıya güvenimizin tam olması gerekir. Bütün yumurtaları tek sepete koymamalı. Elimizdeki her türlü aşı ile bu halen tek başlı ejderhanın kalbine şırıngayı saplamalıyız. mRNA aşısı çok yeni bir silah. Belki de bugüne kadar klasik aşı dediğimiz aşılarla ağızdan dolma eski zaman tek patlar tüfeklerle savaşmaktaydık. Şimdi elimizde ilk defa virüs gibi bir düşmana karşı mRNA aşısı mitralyözleri var. Böyle düşünmek gerek. Güvenlik konusunda kilit kıstas 3. aşamayı geçebilmiş olmak. Rus ve Çin aşıları ara taşıyıcı olarak içi boşaltılmış adenovirus kullanır. Bu taşıyıcı adenoviruslerin hastalık yapıcı genleri silinmiştir. Bu genlerin yerine koronavirüsün diken proteini bilgisi konmuş. Kavram olarak senin deyiminle geleneksel ama teknoloji olarak gayet çağdaş aşılar yine de.
“Aşı dağıtımı için iyi örgütlenme gerekir” BioNtech / Pfızer aşısı için gereken -70 soğuk zincir kırılırsa, dağıtım sırasında aşı korunamazsa -ki bu çok olası- ne olur -70 koruması çok zor bir ısı düzeyi değil mi?
Açıkçası işin dağıtım ve uygulama zincirinin nasıl olacağını uzakta yaşayan biri olarak bilemeyeceğim. Ama bildiğim şey, PfızerBıoNtech aşısının kullanmadan önce çözülmesi gerekiyor ve alışık olduğumuz buz dolaplarında bir hafta kullanılabilir durumda tutulabiliyor. Yani -80 buzdolabı taşıyan bir kamyon ile köy köy mahalle mahalle gezmek zorunda değiliz. Fakat, her şey gibi örgütlenme ve planlama yapılması gerek. En azından sağlık kesiminde çalışanların bu hastalık ile en başından beri göğüs göğüse çarpışanların bu etkili aşı türüne erişiminin sağlanması gerekir diye düşünüyorum.
“Haydi gençler aşıya” Sen aşı olacak mısın, ne zaman? T
Tabii ki. En kısa zamanda! Yıllardır sonbaharda nezle aşılarımı düzenli olurum. Aşının bağışıklık sistemini eğitmek olduğunu ve ne kadar çok aşı olunursa bağışıklık sisteminin bilgi dağarcığının o kadar genişlediğini sürekli vurgulamakta yarar var. Olaya evrimsel biyolog gözüyle bakarsak, canlı bir varlığın önünde iki varoluşsal durum var. Canlı ya kendisini onaracak, ya da hastalık, açlık, asalaklar, aşırı soğuk, aşırı sıcak gibi yaşamın dayattığı sorunların üstesinden gelebilmek için kendini savunacak. Eğer canlı sürekli savunmada kalırsa, onarıma fırsat bulamaz ve yaşlanır. Yaşlılığın bir nedeni bu onarım yapamadan savunma zorunluluğudur. Bugün tüm olumsuzluklara rağmen insan ömrü geçen yüzyıllara oranla hayli uzamış durumda, çünkü temiz su içmek gibisinden bir takım çok temel şeyleri insanlık doğru yapıyor. Yaşlanmayı anlamaya çalışan çağdaş jerontolojik tıp bilimi artık yaşlanmayı doğal bir süreç olarak değil bir hastalık olarak görüyor. Aşı son yüzyıl içinde bilimin geliştirdiği olağanüstü derecede başarılı, hastalıkların üstesinden hastalanmadan gelmeyi sağlayan alkışlanası bir yöntem. O nedenle “haydi gençler aşıya!” diyorum ve sözlerimi bitiriyorum.
Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden alınan irini biriktirir, deriyi çizerek bu irini aşılar, sonra yara yerini gül yapraklarıyla kapatırlarmış. Bu şekilde aşılananların ölüm oranı % 1 iken, aşısızlarda, çiçek hastalığından ölüm oranı % 17 imiş. Bu uygulamalar İngiliz sefirinin eşi tarafından mektupla İngiltere'ye bildirilmiş ve bu yolla Avrupa'ya yayılmıştır.” “Salgın yıllardır geliyorum” diyordu Dünyayı alt üst eden koronavirüsün gen haritası çözüldü ve aşıları üretildi. Sen ekolojik genetik uzmanı bir biyolog, orman alanlarında projeler yürüten bir bilimcisin. Vahşi doğa ile aramızdaki sınırlar zayıfladığı için bu virüslerin başımıza bela olduğu söyleniyor. Sen bu konuda ne diyorsun? Salgın yıllardır geliyorum diyordu…. Bu konu üzerinden Dünya Sağlık Örgütü danışmanlığında 2011’de ‘Türkiye’de Salgın’ adıyla gösterime giren David Crononberg yönetmenliğinde çok şöhretli oyuncularla bir film çekildi. Bakın o film çok şahane öğreticilik içeren bir filmdir. Gerçekten olabilecek bir senaryoyu işler. Ve gerçekten bu salgın da filmde olduğu gibi Uzakdoğu’da patlak verdi. Dikkat etmemiz gereken şey insanlara sıçramaya hazır birçok hastalık çevremizde kol geziyor. Çin’deki Mao döneminden beri artık kurumsallaşmış canlı hayvan pazarlarının durumu tam bir rezalet. Dünyanın dört bir yanından kaçak olarak getirilmiş envai çeşit hayvan dip dibe kafeslerde tutuluyor. Doğada bu hayvanların bir araya gelmesi olanaksız. Bu olanaksız şeyi siz olanaklı hale getirirseniz böyle salgınların ortaya çıkmasına, virüslerin birbiriyle karılarak yepyeni bir virüs olarak evrilmesine yardım ve yataklık etmiş olursunuz. AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü bunun çarpıcı bir örneği. HIV virüsü insanlara şempanzelerden sıçradı. Şempanze eti ticareti bugün Afrika dışına taşmış durumda. İngiltere'deki Heathrow havaalanında her yıl ortalama iki ton şempanze etine el konuluyor. Bu yalnızca tek bir havaalanı. Daha bunun gibi Avrupa'nın kapısı durumundaki pek çok havaalanı var. Gerisini siz düşünün. Contagion filminde de resmedildiği gibi çıplak elle çiğ eti kesen birinin elindeki ufak bir kesikten virüs içeri girebiliyor ve hemen risk grupları arasında yayılmaya başlıyor.
“Yanlış bilgi üretenler ortalığı darmadağın ediyor” Koronavirüsün ortaya çıkışı ve aşı süreçlerine dair bilim-dışı söylemlerin kaynağına baktığımızda 3 farklı tip çıkıyor karşımıza: Dindarlar , aşırı kuşkucu anti-kapitalistler, popülerlik peşindeki komplo teorisyenleri aslında uydurukçuları demek daha doğru sanırım. Bu 3 farklı grubun aynı konu başlığı altında buluşması ne kadar tuhaf değil mi?
Saydığın 3 grubun öne sürdükleri savları Medyascope’ a konuk olan Özgür Mumcu çok güzel işlemiş. Söylenenleri yinelemek istemem. Gerçekten de bu zamanda yanlış bilgi üretenler cehalet dozerine bindiklerinde güldür güldür ortalığı darmadağın edebiliyorlar. Bu konularda geçmişte uygulanan bilgi kirliliği yöntemleri üzerine Harvard Üniversitesi profesörü Dr. Naomi Oreskes’in “Kuşku Tacirleri” adlı araştırmacı gazetecilik örneği niteliğinde bilgilendirici bir kitabı vardır. Okunmasını öneririm: https://en.wikipedia.org/wiki/Merchants_of_Doubt
“Aşının geliştirilme hızı gurur verici” Koronavirüs aşıları üretildi hatta bazı ülkelerde uygulanmaya başladı, en fazla kuşku uyandıran konulardan biri aşının 1 yıl civarında üretilmiş olması, öyle ya belli başlı aşıların üretim süreçlerinin ortalaması 30 yıl iken nasıl oldu da aşı bu kadar hızlı üretilebildi?
Nature bilim dergisinin sanıyorum 2013 veya 2014'te olsa gerek, bir yılsonu değerlendirmesi vardı. Bir yılda bilimin ürettikleri ve tükettikleri çerçevesinde bir infografik tasarlamışlar. Bir yılda bilim insanlarının içtikleri toplam çay ve kahve miktarı gibi ilginç birtakım sayıları derlemişler. Orada çok çarpıcı bir sayı vardı. Tüm dünyanın bilim insanlarının bir yılda harcadıkları zamanın toplamı 3 milyon yıl ediyordu.... Ve bu yalnızca harcanan insan saati. Bilgisayar zamanını da eklersek ortaya gerçekten şapka uçurucu etkileyicilikte devasa bir emek olgusu çıkıyor. Şimdi siz böyle bir gücü tek bir sorunu çözmeye odaklarsanız, o güç sorunu havada kapar ve de çiğ çiğ yer... Daha virüs haberi ortaya çıkar çıkmaz virüsün RNA dizisinin bilgisi ortaya çıkarılmış ve tüm dünya araştırmacıları arasında paylaşılmıştı. Zaten AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü üzerinden ve bağışıklık düzeneğini kansere karşı yönlendirme çalışmalarından kazanılan müthiş bir deneyim var. Elde şahane verimli çalışan DNA ve RNA dizilendirme aygıtları var. Bu dizilendirme aygıtlarının ürettiği verileri ve sonuçları inceleyebilecek araştırmacıların ortak kullanımına açık yüksek performanslı bilgisayarlar var. Yapılan çözümlemeler hata payını en aza indirmeye yönelik ve güvenilir. Bu yüzden aşının geliştirilme hızı gurur verici ve gayet anlaşılabilir bir düzeyde.
Türkiye’deki çalışmalar Virüsün genetik yapısına dair Türkiye’de çalışmalar yapıldı mı şimdi ne aşamada?
Nisan ayında Ekoloji ve Evrimsel biyoloji derneği üyeleri bağımsız olarak Türkiye’deki virüsün genetik yapısına baktılar. RNA dizi incelemelerinin ilk vardığı sonuç virüsün Belçika ve Suudi Arabistan kaynaklı olduğunu gösteriyordu. Ama ardından Sağlık Bakanlığı hemen bir komisyon kurduğunu ve bu konudaki çalışmaların bu komisyonun iznine bağlı olduğunu duyurdu. Cumhuriyet gazetesi bu konuda 30 Nisan 2020 tarihinde haber yapmıştı. Bu kararın ardından hızımız kesildi. Şu anda ne yazık ki böylesi bir gönüllü imece yok. Fakat 9 Eylul Üniversitesi'nde Dr. Zeynep Kocer tarafından kapsamlı virüs dizilendirme calışmaları yürütüldügünü biliyorum.
“Covid19 karşımızda tek başlı bir ejderha” Bu virüs dünyanın her yerinde aynı şekilde mi mutasyona uğruyor ki aşılar her herde kullanılabiliyor?
Mutasyon yerine Türkçe karşılığı olan değişinim demeyi uygun görüyorum. Değişinim canlılığın DNA veya RNA üretimi sırasında yaptığı hata demek. Daha bu virüs o kadar büyük değişimlere neden olacak RNA değişinimlerini biriktiremedi dolayısıyla aşılar göreceli küçük bir RNA kokteyli ile neredeyse tüm değişinimlere karşı etkili olabilecek yetide. Örneğin nezleye karşı olan yıllık aşılar ortalama 4 veya 5 cins o mevsim dolaşımda olması beklenen nezle virüslerine karşı karma olarak uygulanır. Buna rağmen karşımıza o beklediğimiz 5 virüs dışında 6 veya 7 değişik nezle virüsü çıkabilir. 5 başlı bir ejderha beklerken 6 başlı bir ejderhaya çatabiliriz. Dolaşımda hep fazladan ön görülemeyen bir iki nezle virüsü daha olabildiğinden aşıların başarı düzeyleri yüzde 40 ila 60 arasındadır. Demek istediğim Covid19 karşımızda tek başlı bir ejderha olarak duruyor hala. “Ejderhanın başını tek iken kesmeliyiz!” Virüsün son mutasyonu ve aşılar Tam da tek başlı ejderha demişken İngiltere’den sanki ejderhaların başlarının çoğalma eğiliminde olduğunu gösteren iki yeni mutasyon haberi geldi. Sen ne diyorsun bu konuda? Bu yeni mutasyonlar aşıları etkisiz kılabilir mi?
Virüs Çin’den çıkalı beri 25 mutasyon gözlemlendi. Bu neredeyse virüsün RNA dizisinde her ay iki yeni mutasyon ortaya çıkıyor demek. Virüs virüslüğünü yapıyor ve sürekli evrimleşiyor. Bu iki mutasyon da virüsün diken proteininde yer almakta. Eğer mutasyonlar diken proteinindeyse her zaman alarm zilleri çalar, borular öter. Çünkü biyolojik anlamda en kilit yapılardan biri bu diken proteini. İlk mutasyon gerçekten dikkat çekici çünkü diken proteininin tam da insan hücrelerine bağlandığı noktada yer alıyor. Acaba bu mutasyon bulaşıcılığı artıracak mı? Bilemiyoruz izlemeye aldık. Gözümüz üzerinde…. Virüs şu anda hiçbir aşı engeliyle karşılaşmadığı için kendi doğal evrimleşme hızında rastgele değişiyor. Daha aşının o soğuk nefesini ensesinde hissetmedi bu virüs. Eğer bu mutasyonlar aşılama başladıktan sonra gözlemlenseydi içimize bir kuşku düşerdi. Acaba virüs aşının oluşturduğu seçici baskı nedeniyle mi yepyeni bir taktiğe yöneldi diye? Çünkü o aşamada virüs artık bağışıklık kazanmış bireylere tutunmaya çalışacak. Tabii bu arada bu gözlemlenen yeni mutasyonlar aşılama sonrasında da geldikleri gibi gidebilirler de. Özellikle ikinci mutasyon böyle gelip giden türden.
Okuma önerisi: Virüsün doğal yollardan nasıl evrimleştiği ve ve diken proteinleri üzerine Uzay Sezen’in bir makalesi: Koronavirüs Doğal Yollarla Nasıl Evrildi? Şimdi aşılar bu mutasyonların sonucunda etkisiz kalabilir mi?
İçimiz şimdilik rahat olsun. Aşılar diken proteininin tümünü bağışıklık sistemine tanıtıyor. Diken proteininin eşkali bu biçimde bağışıklık sistemine tanıtılıyor. Sakalını da kesse, peruk da taksa bu diken proteininin değişmeyen bölümleri virüsü ele veriyor. Bağışıklık sistemi diken proteininin tek bir noktasına saldırmıyor. Her yerine saldırıyor. O yüzden aşıların çalışması beklenir.
Aşılar sentetik mi, DNA’yı bozar mı? BioNtech ve Moderna’nın aşısı DNA bazlı diğerleri ise daha tanıdık yönetmle üretilen aşılar. BioNtech ve Moderna’nın aşıısndan DNA’mızı bozacak diye korkanlar var. Bu korku yersiz mi? Neden? Dinleyicilerimizden bu aşı için sentetik ne diyorsun? Sentetik mi ?
Hah tam bu noktada çok güldüğüm bir duvar yazısı espirisi var. “Herkes dine çalıştı, soru biyolojiden geldi” diye... Tüm dünya halkları olarak artık biyoloji çalışmamızın zamanı geldi.... mRNA hücre içinde tek yönlü olarak bilgi taşıyan bir bileşik (yani molekül dediğimiz şey). mRNA hücre çekirdeğinden çıkış yapmışşa geri dönüp DNA ile etkileşime girmez. mRNA, DNA’daki bilgiyi hücrenin protein üretim hattına taşıyan çok kısa ömürlü bir aracı. Türkçede ulak RNA diye de geçiyor. Ben ingilizce kısaltması ile uyumlu olsun diye "metinRNA" diyorum. Aşıdaki mRNA virüsün insan hücrelerine tutunup içeri girmesine yol açan diken proteini bilgisini içeren çok kısa bir bilgi zinciri. Hücre aşıyla içeri boca edilen metin RNA’yı okuyup çok sayıda bu diken proteinini üretince devriye gezen beyaz kan hücreleri (akyuvarların) anında paçaları tutuşup eyvah ortalığı virüsler basmış diye tabiri caizse savunmaya geçip süngü takıyorlar. Diken proteinlerini sararak etkisiz hale getirecek antikor (antibody) üretmeye başlıyorlar. Beyaz kan hücrelerinin ya da akyuvarların belleği var. Başarılı olan antikorları dağarcığında belli bir süre (ve hatta bazen ömür boyu) tutuyor. Böylece bağışıklık oluşuyor. Kızamık gibi hastalıklar bu nedenle çok tehlikeli çünkü doğrudan beyaz kan hücrelerini öldürdüğü için bütün bağışıklık kütüphanesi yok olabiliyor.
Ruslar da aşılamaya başladı ama kimse onları kaale almıyor, bizim de alışveriş listemizde yoklar anladığım kadarıyla. Hayır o kadar S-400 aldık aşıyı niye almıyoruz? Sebebi nedir?
Daha önce dediğim gibi biyoloji ve tıp bilimi bu virüsü havada kaptı ve 10, 20 koldan birden 3. aşama deneyleri tamamlanmak üzere olan aşı haberleri gündeme düşmeye başladı. Kimden alınırsa alınsın, aşının çeşitliliği ve 3. aşama deneyleri alnının akıyla geçmiş olması önemli. Rusların 3. aşama deneyleri pek tatmin edici düzeyde değil. O yüzden pek ciddiye alınmıyorlar. 3. aşama (çoğu kisi buna faz diyor) tıpta bir başarı ölçütüdür. Herkesin kurallarına uyduğu artık yerleşmiş, oturmuş, endüstri standardı haline gelmiş bir deney yöntemidir. 3. aşamadaki uygulama (double-blind) “çifte kör” diye Türkçeleştirilebilecek hem deneklerin, hem de deneyi uygulayan görevlilerin yapılan aşı konusunda ön bilgilerinin olmamasıdır. Deney sonunda zarf açılır ve kimlere gerçekten aşı uygulanmış kimler placebo denilen yutturmaca verilmiş görülür ve sonuç değerlendirmeleri önyargılardan arındırılmış olarak yapılır. 3. aşamayı başarı ile geçen bir aşıya güvenimizin tam olması gerekir. Bütün yumurtaları tek sepete koymamalı. Elimizdeki her türlü aşı ile bu halen tek başlı ejderhanın kalbine şırıngayı saplamalıyız. mRNA aşısı çok yeni bir silah. Belki de bugüne kadar klasik aşı dediğimiz aşılarla ağızdan dolma eski zaman tek patlar tüfeklerle savaşmaktaydık. Şimdi elimizde ilk defa virüs gibi bir düşmana karşı mRNA aşısı mitralyözleri var. Böyle düşünmek gerek. Güvenlik konusunda kilit kıstas 3. aşamayı geçebilmiş olmak. Rus ve Çin aşıları ara taşıyıcı olarak içi boşaltılmış adenovirus kullanır. Bu taşıyıcı adenoviruslerin hastalık yapıcı genleri silinmiştir. Bu genlerin yerine koronavirüsün diken proteini bilgisi konmuş. Kavram olarak senin deyiminle geleneksel ama teknoloji olarak gayet çağdaş aşılar yine de.
“Aşı dağıtımı için iyi örgütlenme gerekir” BioNtech / Pfızer aşısı için gereken -70 soğuk zincir kırılırsa, dağıtım sırasında aşı korunamazsa -ki bu çok olası- ne olur -70 koruması çok zor bir ısı düzeyi değil mi?
Açıkçası işin dağıtım ve uygulama zincirinin nasıl olacağını uzakta yaşayan biri olarak bilemeyeceğim. Ama bildiğim şey, PfızerBıoNtech aşısının kullanmadan önce çözülmesi gerekiyor ve alışık olduğumuz buz dolaplarında bir hafta kullanılabilir durumda tutulabiliyor. Yani -80 buzdolabı taşıyan bir kamyon ile köy köy mahalle mahalle gezmek zorunda değiliz. Fakat, her şey gibi örgütlenme ve planlama yapılması gerek. En azından sağlık kesiminde çalışanların bu hastalık ile en başından beri göğüs göğüse çarpışanların bu etkili aşı türüne erişiminin sağlanması gerekir diye düşünüyorum.
“Haydi gençler aşıya” Sen aşı olacak mısın, ne zaman? T
Tabii ki. En kısa zamanda! Yıllardır sonbaharda nezle aşılarımı düzenli olurum. Aşının bağışıklık sistemini eğitmek olduğunu ve ne kadar çok aşı olunursa bağışıklık sisteminin bilgi dağarcığının o kadar genişlediğini sürekli vurgulamakta yarar var. Olaya evrimsel biyolog gözüyle bakarsak, canlı bir varlığın önünde iki varoluşsal durum var. Canlı ya kendisini onaracak, ya da hastalık, açlık, asalaklar, aşırı soğuk, aşırı sıcak gibi yaşamın dayattığı sorunların üstesinden gelebilmek için kendini savunacak. Eğer canlı sürekli savunmada kalırsa, onarıma fırsat bulamaz ve yaşlanır. Yaşlılığın bir nedeni bu onarım yapamadan savunma zorunluluğudur. Bugün tüm olumsuzluklara rağmen insan ömrü geçen yüzyıllara oranla hayli uzamış durumda, çünkü temiz su içmek gibisinden bir takım çok temel şeyleri insanlık doğru yapıyor. Yaşlanmayı anlamaya çalışan çağdaş jerontolojik tıp bilimi artık yaşlanmayı doğal bir süreç olarak değil bir hastalık olarak görüyor. Aşı son yüzyıl içinde bilimin geliştirdiği olağanüstü derecede başarılı, hastalıkların üstesinden hastalanmadan gelmeyi sağlayan alkışlanası bir yöntem. O nedenle “haydi gençler aşıya!” diyorum ve sözlerimi bitiriyorum.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.