BİR ADA HİKAYESİ: KIBRIS GERÇEKLERİ

BİR ADA HİKAYESİ: KIBRIS GERÇEKLERİ
Ersan Atar, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in Kıbrıs’taki uyuşturucu trafiğinin odağında olduğunu iddia ettiği Halil Falyalı’nın tutuklanmasından sonra ortaya dökülen müstehcen içerikli görüntülerin izini sürdü. Görüntüler, istifa etmek zorunda kalan Başbakan Ersan Saner’in partisi UBP’nin bugünlerle yapılmakta olan kongresine Türkiye’nin müdahalesini engelleme amacını güdüyor. Kıbrıs’ta yaşanan süreç ayrıca, Falyalı’nın “kendiliğinden” teslim olmadığını, Türkiye’deki Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a bağlı olan Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın güdümünde çalışan Kıbrıs Polis Genel Müdürlüğü’nün çemberinden kaçamadığı için teslim olduğunu gösteriyor. Kıbrıslı Gazeteci Can Sarvan da Ada’daki, yargı ve basının da içinde olduğu kamuoyunun artık kara para ile mücadele konusunda anlayış değiştirdiğine işaret ediyor.



Bir ada hikayesi… Podcastimizin başlığını, minnetle andığımız büyük üstadımızdan, Yaşar Kemal’den ödünç aldık. Size bir “Ada hikayesi” anlatacağız. Ama ne yazık ki bizim hikayemizin kahramanları Poyraz Musa kadar onurlu değiller; biz mafyadan bahsedeceğiz. Ne yazık ki bizim Ada hikayemizin kahramanları “Karıncanın Su İçtiği” “ada”daki kadar temiz değiller. Bizim anlatacağımız Ada hikayesinde ne yazık ki bir Ağaefendi yok. Ali Hüseyin yok, Lena Ana yok. Bizim hikayemizde silahlar var, uyuşturucu var, ocak söndüren kumar pulları var. Bizim Ada hikayemizde temiz toplum için medet umulan(!) mafya lideri Sedat Peker var. Sokak ortasında öldürülen “bahis uzmanı” Eray Kenanoğlu var.

Bizimki; uyuşturucu kaçakçısı olarak aranırken sahte bahis baronu olan Halil Falyalı ve O’nunla aynı karede bulunmaktan çekinmeyen siyasilerin hikayesi.

Aslında bizimki bir hikaye de değil; gerçeğin ta kendisi.

“Kahramanlarımızın” kriminal yönlerinden ziyade onların yaptıklarının siyasi yönlerini, sonuçlarını konuşacağız.

Evet sizinle, Kıbrıs’ta neler olup bittiğine ve Ada’yı nelerin beklediğine bakacağız.  Ve bunu, Kıbrıs’ta mikro detayları inceleyen, makro tartışmaları yakından izleyen Mikro Makro’nun Genel Yayın Yönetmeni Can Sarvan ile konuşarak yapacağız. Bir Ada gazetecisi ile.

18 Eylül 2019 akşamı Naci Talat Caddesi’nden 14 el silah sesi geldi. Eray Kenanoğlu’nun otomobilinin hemen yan arkasında beyaz bir otomobil duruyordu. Kenanoğlu tam arabasına binerken arka taraftan bir kişi belirdi ve tabancasındaki bütün mermileri birkaç saniye içinde boşalttı. Beyaz araba ilerledi saldırgan da kendisini kaçıracak bu arabanın yanında bir müddet koşup biraz ilerde bindi. Böylelikle olay yerinde arabaya binmek için zaman kaybetmemiş oldu. Yani tam bir profesyonel işi. İki kişilerdi. Kıbrıs’a Türkiye’den turist olarak gelmişlerdi.  Sonra da ilk uçakla Türkiye’ye döndüler.

Gelin 14 kurşundan sonra hayatta kalmayı başaran bu “bahis uzmanı” Eray Kenanoğlu’nu, Kıbrıs’ı iyi bilen, Ada’daki olayları titizlikle araştırıp yazma cesaretini gösteren Mikro Makro sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci Can Sarvan anlatsın:

Eray Kenanoğlu’nun Sedat Peker’in eski sağ kolu olduğu ileri sürülüyor. Eray Kenanoğlu’nun bahis sitesi uzmanı olarak tanınması ilgi çekici değil mi? Çünkü 2015-2016’ya kadar muhtemelen Kenanoğlu Peker’in adamıymış, öyle görünüyor. Sonradan Peker ile arası bozulmuş. İyi de bu arası bozulan Kenanoğlu bahis altyapısını çok iyi bilen biri olarak anılıyor bu tesadüf müdür?  Gerek Türkiye’de gerek Kıbrıs’ta bunca haber yapılıyor. Buna ilgi çekilmemesi, işin bu kısmı çok ilginç geliyor.

Bir zat var, ‘eski adam’ deniliyor, ‘eski sağ kol’ deniliyor. Bu zatın Falyalı’nın kardeşiyle çalıştığı iddia ediliyor. Ondan sonra iddianameye giriyor, ‘yok efendim beni vurduran Peker’di’ diyor. Ama bu adam aynı zamanda ‘bahis uzmanı’.

Şimdi Peker’in 2014’ün Kasım ayında Kıbrıs’ın kuzeyine geldiğini biliyoruz. Bunu nereden biliyoruz, gelmeden önce bazı yayın organlarına ‘o zaman ki adamı’ olan Eray Kenanoğlu tarafından müjdeleyici ilanlar verilmişti. Bunun haberlerine bugün de internetten ulaşabiliyoruz. Yani çok değil, 6-7 sene önce Peker’in yakın bir adamı, o zaman da bahis sitesi uzmanıydı. Bahis… Peker… Kenanoğlu…

Sonra ne olduysa oldu, Kenanoğlu’nun Falyalı’nın kardeşi Hüsnü Falyalı ile ortak iş yaptığı ileri sürüldü. Bütün bunlar şunun işaretidir bence:

Sedat Peker ile Falyalı arasında henüz bilmediğimiz bir tür çıkar çatışması olabilir. Sırf Kenanoğlu’ndan bile buraya ulaşabiliriz. Ben Peker’in Falyalı’yı sadece Türkiye iktidarı ile iddia olunan kirli ilişkileri nedeniyle Peker tarafından ortaya atılan ve üzerine gidilen bir isim olduğunu düşünmüyorum. Bu arada belki şu aşamada öğrenemeyeceğimiz başka çıkar çatışmaları da olmuştur. Bunun er ya da geç ortaya çıkacağını da düşünüyorum.”

 FALYALI TESLİM OLUYOR: POLİS ÇEMBERİNDE BİR HAFTA

 Eray Kenanoğlu daha sonra kendisini Sedat Peker’in vurdurduğunu iddia edecek ve bu olay Peker iddianamesi içine girecekti. Bakalım önümüzdeki süreçte bu olayın aydınlatılması nasıl bir seyir izleyecek. Şimdi Eray Kenanoğlu’nun uzmanlık alanı olan sahte bahis sistemi pastasının önemli bölümünü elinde tutan Halil Falyalı’dan, Ada hikayesinin asıl kahramanından bahsedelim.

Kenanoğlu’nun vurulmasının üzerinden iki buçuk yıl geçtikten sonra Kıbrıs’ta bir başka gelişme oldu. 2000’li yılların başında kumarhane güvenlikçisi olarak işe başlayan, 20 yılda yüzlerce milyon dolar servete kavuşan Halil Falyalı’nın kumarhanesinde bir olay yaşandı. Turgut Katırcı, bu Ekim ayı başında Halil Falyalı’nın kumarhanelerinden birinden para çaldığı iddiasıyla “kaldırıldı”.  Alıkonulup darp edildi, zorla bazı belgeler imzalatıldı.

İşte Ada’da yıllarca kara para akladığı, sahte bahis sistemini işlettiği bilinen ve hatta ABD’nin uyuşturucu kaçakçısı olarak aradığı Falyalı polise gidip teslim oluyorum dedi ve tutuklandı.  Şimdiye kadar neden yakalanmamış, dahası siyasetten, polisten koruma görmüştü? Bizce asıl soru buydu. Önce Kıbrıs’taki meslektaşımız Can Sarvan’ı dinleyelim, sonra Kıbrıs Polisinin Türkiye ile organik bağını anlatalım, ilginç bir isme çıkacağız bekleyin:  Sarvan polisteki değişimi, Falyalı’nın yakalanmasını anlatıyor:

“KKTC polisinde şu anki Genel Müdür Ahmet Soyalan’ın kara parayla mücadelede başarılı adımlar attığı söylenebilir. Bu çok önemli çünkü daha önceki Kuzey Kıbrıs polisinin Genel Müdürü Sülayman Manavoğlu hakkında olumsuz iddialarda bulunulmuştu. Dolayısıyla bugünkü Polis Genel Müdürü Ahmet Soyalan’dan önce, çok da uzak olmayan bir geçmişte bize ‘Falyalı bu şekilde tutuklanabilecek’ denseydi, açıkçası kimse ihtimal bile vermezdi.

Tabi ki bu buradaki polisin Türkiye Genelkurmay’ına bağlı olduğu gerçeğini değiştirmiyor ve açıkçası Türkiye’ye rağmen Kıbrıs Türk polisinin Halil Falyalı’nın teslim olmasını sağladığına inanmıyorum. Kuşkusuz bu Türkiye’nin de onayıyla olmuştur.

Falyalı kendisi teslim olmadan önce polis tarafından büyük baskı gördü bunu biliyoruz. Polis, evine, oteline, ofisine araçlarını yığdı. Birkaç memurla birlikte her yerde polisler vardı. Öyle söyleniyordu ama bütün bunlara rağmen bir hafta boyunca Falyalı yakalanamadı. Nihayet yakalanacağını ve bundan kaçış olmadığını anladı ve birtakım temaslarda da bulunduğu biliniyor polisle. En an azından mahkemedeki ifadeleri böyle. ‘Yok bugün geleceğim yok yarın geleceğim’ şeklinde. Nihayetinde Bu işin olurunun olmadığını anlamış olmalı ki teslim oldu.

 Sözü Sarvan’a bırakmadan önce, “ilginç bir isme çıkacağız” demiştik.

Önce, Falyalı’yı belki de teslim olmaya zorlayan Kıbrıs Polis Genel Müdürlüğü’nün yapısını anlatalım:

Kıbrıs’ta Polis Genel Müdürlüğü kağıt üzerinde KKTC Başbakanlığı’na bağlı ama “üst kuruluş”u KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı. Bu komutanlık da Türk Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı. Bu komutanlığa atama, Türk Milli Savunma Bakanı’nın isteği üzerine Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın kararnamesi ile gerçekleşiyor.

Nitekim şimdi Ada’da Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Tümgeneral Zorlu Topaloğlu 4 Ağustos 2020’de atandı. Topaloğlu, Genelkurmay’ın kritik noktası olan İstirbarata Karşı Koyma ve Güvenlik Daire Başkanı olarak görev yaptığı sırada ve öncesinde Genelkurmay’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile çalışmış bir isimdi ve Akar ile yakınlıkları biliniyordu. Akar da o dönemde Genelkurmay Başkanı idi.

İşte Gazeteci Sarvan’ın “Kıbrıs polisindeki anlayış değişikliği” ile beraber adını andığı Kıbrıs Polis Genel Müdürü Ahmet Soyalan, Tümgeneral Topaloğlu ve dolayısıyla Milli Savunma Bakanı Akar’a bağlı çalışıyor.

Bu şematik bilgi belki ilk bakışta bir anlam ifade etmeyebilir. Ama KKTC siyasetini finanse ettiği, kardeşinin eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ile ortaklıkları olduğu iddia edilen Halil Falyalı’nın tam da ülkenin müstakbel başbakanın belirleneceği Ulusal Birlik Partisi kongresine sayılı günler kala yukarıda  Ada Polisi tarafından yakalanmasının bir anlamı olmalıydı. Ve bütün bunlar, Türkiye siyasetinde alttan alta dillendirilen “Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrası için Hulusi Akar” iddialarıyla birlikte düşünüldüğünde daha da anlam kazanıyor. Akar’ın özellikle dış politikada ABD’den çok da uzaklaşmadığını gösteren, örneğin F-16 ihtiyacı gibi konulardaki, Dışişleri’nden ve belki de Cumhurbaşkanlığı’ndan farklı olarak değerlendirilebilecek açıklamaları dikkate alındığında daha da anlam kazanıyor. Elbette “Falyalı’ya operasyonu Akar çekti” demiyoruz. Bu iddiada değiliz.  Ada’nın kendi dinamikleri de etkili olmuş olmalıydı.

Nitekim Kıbrıslı meslektaşımız Can Sarvan da yargıda da kara para ile mücadele anlayışının gelişmeye başladığını belirtiyor ve Ada’da değişen dinamikleri, Sedat Peker’in iddialarını da  ekleyerek şöyle özetliyor:

“Kuzey Kıbrıs’ta artık toplumsal değişim için mücadele eden sınırlı sayıda gazeteci olduğunu söyleyebiliriz. Bu gazeteciler Falyalı’nın tehditlerine rağmen haberlerini yapıyorlar ve kimi zaman bu haberler nedeniyle polise yapılan şikayetler oluyor ve polise gitmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun iki örneği bende oldu maalesef ama haberiniz ne kadar güçlüymüş, kanıtları varmış , geçmişte öyleydi bu çok da… İşte şikayet var, polis de onu değerlendiriyor gibi olabiliyordu. Habere konu olan Falyalı’ya da kimse engel olmuyordu. Böyle, bu şartlar altında bir polis örgütü bugün çok başka bir tavır sergiliyor ve bundan halkın da bizim gibi gazetecilerin de –eskiyle kıyaslandığında- çok memnun olduğunu da söylemek isterim.

Bu şartlar oluşmuştu ve bir takım insanlar sus paylarıyla sesi kesilemeyecek gazeteciler ve aktivistler olarak anılmaya başlanmıştı. Yani herkes satın alınamıyordu bu ülkede. Tabi ki doğru düzgün işler yapan birçok gazeteci de var ama bir kısım gazeteciler için bu tür iddialar söyleniyordu, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi.

Yargıda da karapara odaklarına karşı bir iki senedir son derece önemli keskin kararlar verildiğini gördük. Bütün bunları toparladığınızda şöyle bir şey çıkıyor ortaya:

Kıbrıs’ın kuzeyinde siyasilerden bağımsız olarak genel gidişattan memnun olmayan önemli kurumların temsilcileri zaten bu gidişata dur demeye başlamışlardı.

Sedat Peker’in Falyalı’yla ilgili iddiaları da bunda çok büyük değil ama bir nebze de olsa etkili olmuş olabilir. Öte yandan Peker’in kesinlikle güvenilir olmayan bir aktör olduğunu düşünüyorum ve Türkiye’yle, Türkiye iktidarı ile ilişkilerinde Falyalı’yı kuşkusuz bir koz olarak kullanıyordur ve bu nedenle de dengelerin bir kısmı değişmiş olabilir ama bütün bunlardan bağımsız olarak Peker’in başka motivasyonları olabileceğini hiçbir şekilde gözden kaçırmamak gerekiyor. Falyalı’nın eski hesapları ile alakalı, ona karşı diş bileyenler mi Sedat Peker ile işbirliği yapıyor? Sedat Peker’in Falyalı ile eskiden başka bir işbirliği olasılığı mı vardı? Ne vardı, ne oldu ama ne olduysa  oldu bütün bu tabloda Halil Falyalı isminin Peker tarafından bu kadar öne çıkarılmasının Türkiye iktidarıyla Falyalı arasındaki kirli olduğu iddia edilen ilişkilerin yanısıra başka tür motivasyonlar da barındırdığını, başka tür hesaplar da içerdiğini düşünüyorum ve bunda ihtimalin çok yüksek olduğuna inanıyorum.

 SİYASİ DİZAYN ARACI: MÜSTEHCEN GÖRÜNTÜLER

Halil Falyalı tutuklanıp cezaevine konulduktan bir gün sonra Ada’da görüntüler dolaşmaya başlayıverdi. Müstehcen içerikli görüntülerde aralarında, Ulusal Birlik Partisi’nin Genel Başkanı, Başbakan Ersan Saner’in de bulunduğu siyasiler ve kadınlar vardı. Sonra da Saner Başbakanlıktan istifa ettiğini, üstüne bir de siyaseti bıraktığını açıkladı.

İsterseniz gelin önce bu görüntülerin öyle ‘birden ortaya çıkıvermediğinin’ tespitini yapan Gazeteci Can Sarvan’ı dinleyelelim:

Bir defa bu müstehcen görüntülerin olduğunu hatta aynı videolardaki gibi gerçekleştiğini söyleyen insanlar aylar öncesinden peydahlanmıştı Kıbrıs’ta. Birtakım kadınların isimleri geçiyordu hatta bir görüntü telefondan telefona da yayılıyordu. Bize de bunun bilgisi geldi ama biz asla bu görüntüleri kabul etmediğimiz için ilgilenmedim bile açıkçası ama bunun konuşulduğunu çok iyi biliyorum. Yani Sedat Peker’in ele geçirdiğini söylediği görüntüler Kıbrıs’ta çoktan bayatlamıştı. Dört aydır konuşuluyordu, benim bildiğim. Belki de 5 – 6 aydır. Benim kulağıma gelmesi 4 aydır diyebilirim.

Garip olan; yıllardır konuşulan iktidardaki Ulusal Birlik Partisi’nde çok bilinen başka simanın görüntülerinin Falyalı’nın elinde olduğu idi. Yani UBP’li Başbakan Ersan Saner’e ve iktidar ortağı DP’nin genel başkan yardımcısına gelinceye kadar senelerdir konuşulan ve özel hayatı son derece şaibeli olan başka bir siyasetçiden bahsediliyordu.

Bu kişinin Falyalı ile ilişkilerini çok iyi tuttuğunu da biliyoruz. Zaten Halil Falyalı, Ulusal Birlik Partisi’nde uzun yıllardır, gerek kendisi gerek babası üzerinden, aktif bir profil sergiliyor.”

 “TÜRKİYE’NİN UBP’YE MÜDAHALESİNİ BOŞA ÇIKARMAK İÇİN”

 Türkiye’de devlet kurumları içine yerleşen bazı grupların, yapıların siyaseti dizayn etmek için benzer görüntüleri yaydığı dönemleri, Türkiye’nin Kıbrıs’taki birçok süreci müdahale ettiğini hatırladığımız için olsa gerek Can Sarvan’a açıktan sorduk:

Türkiye bu görüntülerin varlığını bilerek UBP kongresine müdahale mi etti?

İlginç bir cevap aldık, öyle anlaşılıyor ki UBP tam tersine ne yazık ki kötü bir yöntemle Türkiye’nin etkisine karşı korunmuştu ve bunu UBP kendisi yapmıştı. Sarvan da başvurulan yöntemi “rezil yol” olarak tanımlayıp, anlatıyor:

“Türkiye’nin UBP Genel Başkanını belirleyecek olan kurultaya müdahalesinden çok Türkiye’nin ‘yeni bir UBP kurultayına daha müdahale etmesini boşa çıkarma operasyonu’ gibi geliyor bana bütün bu yaşanan video skandalı. Dolayısıyla bu dizaynın ‘Kıbrıs eliyle’, ‘Kıbrıslı eliyle’ yapılmıştır diyebiliriz.

Çok değil, geçen sene UBP eski Genel Başkanı Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı seçilmeden önce ki Tatar’ın seçilmesine de daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta, Türkiye’nin seçimlere müdahalesi olmuştu. Ve Tatar’ın yerine UBP başkanını belirleyecek olan kurultayda –geçen sene hemen Ersin Tatar seçildikten sonra yaşandı-  kazanması beklenen isim Faiz Susucuoğlu’ydu. Sucuoğlu, ‘gelen rica üzerine’ bu kendi ifadeleridir. Kurultay’dan aniden çekildi. Dolayısıyla diğer aday Hasan Taçoy da çekildi. 2020’de Ersan Saner elini kolunu sallaya sallaya karşısında bir aday olmadan, Sucuoğlu’nun çekilmesi sayesinde UBP başkanı oldu. Önce UBP Genel Başkanı oldu, sonra da UBP başkanı olduğu için de hükümeti kurdu ve başbakan oldu. Dolayısıyla bir müdahale sonucu Cumhurbaşkanı seçildi arkasından gene UBP kurultayına yapılan müdahale sonucunda iki isim gelen ricalar üzerine çekildi ve bugünün başbakanı Ersan Saner, çok rahat bir şekilde hem genel başkan hem de başbakan oldu.

Dolayısıyla  UBP kurultayından 10 gün önce kaset olayının patlatılmasında Türkiye’nin devrede olduğunu çok düşünmüyorum, hiç düşünmüyorum. Bana kalırsa Saner karşıtlarının devrede olduğunu düşünmek daha makuldür. Nitekim hem kaset olayında tutuklananlar arasında Saner karşıtı UBP’liler var. Bir kişi çok açık şekilde Faiz Sucuoğlu’nun eski özel kalem müdürü, eskiden kendisi bakankenki özel kalem müdürü.

Sadece bu değil, yani kaset olayının organizasyonunda bir UBP’nin üstelik gelen rica üzerine kurultaydan çekilen Sucuoğlu’na yakın bir isimle açıklanabilir bir durum değil bu sadece. UBP’nin geçmişine de bakmak lazım. Daha önce de Türkiye’nin çok kolladığı, 2010-2013 döneminde başbakanlık yapan, artık vefat etmiştir, İrsen Küçük, 2013 erken genel seçimlerinde milletvekili bile seçilemedi. Yani hayatının büyük bir kısmını politikaya adamış ve yıllarca milletvekilliği yapmış, arkasından UBP Genel Başkanı ve Başbakan olmuş bir isim, Türkiye’ye olan yoğun yakınlığının belli olmasından sonra bizzat UBP’liler tarafından operasyona uğramıştır. Ama burada şunu da ayırt etmek gerekiyor: UBP içindeki bu dönüşüm, demokratik değerlere bağlılıktan falan ileri gelmiyor. Çok kişisel çıkarlar için hesaplar soruluyor ve bu tür cezalandırmalar yapılıyor. Dolayısıyla Ersan Saner’in son derece etik dışı olarak mağdur olduğu bu koşulların, geçmişte farklı boyutta örnekleri de olmuştur. İrsen Küçük farklı bağlamda bu örneklerden biridir.

Şunu da düşünüyorum: Hani neden böyle bir yolu, eğer böyleyse neden böyle bir yol tercih etti UBP’liler? Yani Türkiye’nin arkasında durduğu Ersan Saner’e doğrudan muhalefet etme gayreti içine bile girememiş bir UBP görüyoruz. Çünkü bunu yaparsanız Kıbrıs Türk siyasetinde, özellikle UBP’de, bilirsiniz ki bu şekilde seçilseniz bile ardından Türkiye ile başınız ağrıyabilir. Yani Türkiye’nin istediği adayın karşısına çıkıyorsanız bunun da bir bedeli vardır. Dolayısıyla UBP burada da, eğer iddialar doğruysa, son derece çekinik bir hesap sorma biçimi ve tabi ki en rezil yollarla yapıldığı da ortadadır bu koz paylaşımının.”

Anlaşılan o ki Kıbrıs’ta daha çok siyasi hesaplar yapılıp kozlar paylaşılacak. Katılırsınız veya katılmazsınız, Gazeteci Can Sarvan Ada’nın bu “dalgalı” halini kuruluşunda yapılan bir hataya bağlıyor. Sarvan “Neden böyle oluyor?” diye sorduktan sonra Ada’daki sistemin ve ekonomin Rum malları üzerine kurulduğunu, böyle bir altyapı üzerine kurulan siyasetin hallerine de şaşmamak gerektiğini söylüyor.

Podcast