BİR ÇOCUĞUN BÜYÜME HAKKI VE DERİN YOKSULLUK
Ne? Nasıl? Programının beşinci bölümünde konum yoksulluk. TÜİK verilerine göre tüketici enflasyonu yüzde 20’lere dayanmış, Türk Lirası dolar karşısında 2021 yılının başından bu yana yüzde 30’dan fazla değer kaybetmişken yoksulluğun gündem olması kaçınılmaz.
Her gün traktörüne haciz gelmiş çiftçilerin, pandemiden sonra belini doğrultamamış esnafın, düşük ücretlerle çalışan işçilerin, dolar kuru karşısında ezildiğini söyleyen işverenlerin, filesini adetle aldığı sebze meyveyle dolduran, kiralarını, faturalarını ödeyemeyen insanların hikayelerini duyuyoruz.
Fakat belki de bu tabloyu daha da ağırlaştıran hükümetin bu durumu bir nevi yok sayması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdogan’ın yaşanan bu krizi en azından söylemlerinde görmezden gelmesi. Hele ki güvenceli çalışmadan yoksun milyonlarca kişi asgari ücretle yoksulluk sınırının altında bir miktarla geçinirken böyle ifade edilmesi tartışmaları kaçınılmaz hale getiriyor.
Ancak iş bir yandan öyle bir noktaya geldi ki 23 Kasım günü kabine toplantısından sonra konuşan Erdoğan Türkiye’nin bir ekonomik kurtuluş savaşı verdiğini söyledi.
Ama yoksulluk gittikçe büyüyor, derinleşiyor. Tam bunların ortasında Derin Yoksulluk Ağı’ndan Proje Koordinatörü Selen Yüksel bu yoksulluğun etkilerini, özellikle çocuk yoksulluğunu anlattı.
Selen Yüksel: Biz araştırmamızda görüştüğümüz çocukların yüzde 6’sının evin tek çalışanı olduğunu gördük. Hiçbir yetişkin çalışamadığı için çocuk bu sorumluluğu alıyor. Yoksulluk içinde büyüyen çocukluk, bizim çocukluk kavramını koyduğumuz yerden çok farklı olabiliyor. Kaygısının oyun oynamak olmasını beklediğiniz 12 yaşındaki bir çocuk, yoksulluk koşulları içinde yaşarken çok farklı kaygıların içinde olabiliyor. Aslında o çocuğun yoksulluk koşulları içinde yaşaması ve büyümesi demek pek çok hakkının ihlal edilmesi anlamına geliyor. Başta oyun hakkı, yaşam hakkı, besin hakkı, güvenli gıdaya ulaşma hakkı, en temeli de büyüme hakkını elinden almış oluyoruz. Döngüsel olduğunu söyleyebilirim. Karşılaştığımız ailelerin bir çoğunda, çocukken yoksulluk içinde büyümüş ailelerin şimdi de çocuklarını yoksulluk içinde büyüdüğünü görüyoruz.
Rengin Arslan: “Türkiye’de Çocuk Yoksulluğu” araştırmanızdan bazı veriler aktarmak istiyorum. Şöyle demişsiniz: “Ailelerin %74’ü bebek maması ve bezi almakta zorlanırken, %21’i hiç alamıyor. Aileler 0-3 yaş çocuklarını hazır çorba, şekerli su, pirinç lapası gibi besin değeri bu yaş grubu için yeterli olmayan besinlerle beslemek zorunda kalıyor. Hanelerin %38,7’sinde neredeyse her gün öğün atlanıyor. Görüşülen ailelerin %39’u pandemi döneminden önce de temiz içme suyuna erişemediğini söylerken, %49 pandemi döneminde içme suyuna erişemiyor.”
Selen Yüksel: Sahada gördüğümüz, birlikte çalıştığımız ailelerin bebekleri var çok sayıda. Yoksulluğun o bebeğin hayatına doğduğu andan itibaren girdiğini görmek çok etkiliyor bizi. Bez, mama bir bebeğin gelişimi için çok kritik. O anne de sağlıklı beslenemediğinde yeterli sütü olmuyor ve bebeğe de sütü yetmiyor. Mama vermesi gerekiyor ama mama da alamıyor. Sonra aynı bebek sağlıklı katı gıdaya geçmesi gerekirken yine geçemiyor ve lapa ile, şekerli su ile, hazır çorba ile beslenmeye devam ediyorlar. O yoksulluğun içine doğduktan sonra, yoksulluğun adım adım o çocuğun gelişimini hayatını etkilediğini görüyoruz.
Rengin Arslan: Peki bu nasıl çözülür? Ne olacak ki hiçbir çocuk yarından itibaren açlık duyacağı, yoksullukla büyüyeceği bir ailenin içine doğmayacak?
Selen Yüksel: Öncelikle yoksulluğun bir insan hakları meselesi olduğu, yoksulluğun sorumlusunun da karar vericiler olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yoksulluğu suçlayıcı ve kaderci bir yaklaşımla değil aslında yoksulluğun devletin ve hükümetin sorumluluğunda olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Sonrasında da yoksullukla mücadele etmek için sivil toplumun, kamuoyunun, toplumdaki herkesin, hükümetlerin ve yerel yönetimlerin topyekun bir çalışma içine girmesi gerekiyor. Sürdürülebilir ve bütünsel bir politika planına ihtiyacımız var yoksullukla mücadele etmek için.
***
Rengin Arslan: Yoksulluk deyince aklıma son zamanlarda ilk kez 10 bin lirayı aşan yoksulluk sınırı ve hemen ardından asgari ücret geliyor kaçınılmaz olarak. Neden kaçınılmaz olarak? Çünkü Türkiye’de çalışanların yarısından fazlası asgari ücret karşılığında çalışıyor. Bu Avrupa’nın en yüksek asgari ücretli oranını da denk geliyor.
Üstelik artan gıda fiyatları ve enflasyon nedeniyle asgari ücret Ekim ayında açlık sınırının bile altında kaldı. Türk-İş’in yayımladığı son veriler böyle diyor.
Üstelik asgari ücret dolar cinsinden hesaplandığında 2021 yılının başından beri tabiri caizse tamamen eridi. Ve Türkiye’deki işçiler dünyanın en ucuza çalışan iş gücü haline dönüştü.
Bu dramatik tabloyu ve muhalefetin asgari ücretten vergi alınmasın önerisini sosyal politikalar uzmanı Aziz Çelik değerlendirdi:
Aziz Çelik: TL’nin hızlı değer kaybetmesi Türkiye’de asgari ücretin uluslararası karşılaştırmalar açısından ciddi biçimde gerilemesine yol açıyor. Asgari ücretin Euro veya Dolar karşılığı ciddi biçimde gerilemiş durumda. Hatta şunu söylemek mümkün. Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında Türkiye, Arnavutluk ile birlikte Euro cinsinden en düşük asgari ücrete sahip şu anda.
Dolayısıyla döviz krizi asgari ücretin şu anda dolar cinsinden, Euro cinsinden zayıflamasına yol açmış durumda.
Rengin Arslan: Çelik’in asgari ücret kıyaslamaları böyle. Bu arada Aralık ayında asgari ücret tespit komisyonu 2022 için ücretleri belirlemek için toplanacak. Ancak fiyatlardaki artışlar nedeniyle ücret çok daha önce gündemimize girdi. Devrimci İşçi Sendikaları Konfedarasyonu da geçen hafta 5.2000 TL net asgari ücret talep ettiklerini açıkladı. Hükümetten gelen sinyaller, kulis haberleri de asgari ücrette kayda değer bir artış olması beklentisi yaratıyor. Ancak asgari ücretlinin enflasyon yükselmeye devam ederse, bunun karşısında nasıl korunacağı da bir soru işareti. Bu arada muhalefetin de asgari ücretliden vergi alınmaması talebi var.
Rengin Arslan: Asgari ücretin deyim yerindeyse gösterge ücret haline geldiği Türkiye’de elbette aralık ayında toplanacak komisyonda olacak. Ancak yoksulluk komisyon da beklemez. Çünkü doların yükselen grafiğinin altında ezilenler, üstünde kazananlar var. Önümüz kış. Odun, kömür ve doğalgaza yapılan zamlarla ısınmak zorlaşacak. Bir an önce kimsenin ama özellikle çocukların bundan sonra bir gece bile yatağa aç girmeyeceği düzenlemelerin yapılması şart.
***
Rengin Arslan: Yoksulluk ve asgari ücret konusunu burada noktalayıp açlığını çektiğimiz başka bir konuyla ilgili ilginç bir takvimi paylaşmak istiyorum. Evet açlığını çektiğimiz şey hukuk, bolluğunda yükdüğümüz şey ise davalar. Bu hafta görülecek davalarda yüzden fazla kişi yargılanacak. Ama sayıları kadar nitelikleri de önemli. Zira bu hafta görülecek duruşmalar Türkiye’nin geniş açıyla çekilmiş bir fotoğrafı gibi. Bu fotoğrafın nasıl değişeceği ise ayrı bir programın konusu.
24 Kasım’da. 700. hafta eyleminde "Kayıplar Bulunsun Failler Yargılansın" diye adalet istediği için gözaltına alınan 46 insan hakları savunucusu yargılanıyor. Duruşma saat 10’da.
25 Kasım’da sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla dört yıl sekiz aya kadar hapsi istenen usta oyuncu Genco Erkal, 25 Kasım İstanbul 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak.
26 Kasım’da ise yine deyim yerindeyse torba dava haline dönüştürülen Gezi davasında Osman Kavala, Memet Ali Alabora, Çiğdem Mater, Can Atalay, Çarşı taraftar grubunun üyelerinin de aralarında bulunduğu sanıklar 26 Kasım’da hakim karşısında olacaklar.
Ve son bir tarihi daha not düşmek istiyorum. 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele gününde kadınlar bu yıl da Tünel’de buluşarak Taksim’e yürüyecekler. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasının ardından olduğu gibi yine İsyan diyerek bir araya gelecekler.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.