BİR PORTRE: HULUSİ AKAR / BİR FISILTI: “KARDEŞİM HULUSİ”

BİR PORTRE: HULUSİ AKAR / BİR FISILTI: “KARDEŞİM HULUSİ”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “kendinden sonrası” için “kardeşim Hulusi” deyip işaret edeceği konuşulan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın az bilinen ve bilinmeyenleri: - Öğrenciliğinde: Zeki, çalışkan ama bir o kadar isyankar bir çocuk. -Gençlik yıllarında: Abdullah Gül ve Şükrü Karatepe’nin yakın arkadaşı bir genç subay. - Komutanlık yıllarında: Pentagon’un Türkiye’deki muhatabı. TSK’nın uyumayan “Seri Paşa”sı. - Kumpaslarda: Yolu hep açık parlak bir subay. - 15 Temmuz’da: Derdest edilirken “kepsiz gitmem” diyen “hiddetli” bir mağdur. - Milli Savunma’da: Tüm “silahların” patronu. - Siyasette: Fısıltı gazetesinin “Kardeşim Hulusi Akar”ı.



12 Mart 1952’de İbrahim ve Nimet Akar çiftinin çocukları dünyaya geldi. Adını Hulusi koydular. Hulusi’nin kaderinin nasıl çizildiği, daha doğduğu gün belliydi. 19’uncu yaş gününü Kara Harp Okulu’nda kutlarken “asker”, Cevdet Sunay’a muhtıra verdi. Hulusi Akar’ın siyasi yaşamı da bir bakıma bir darbe günü, 15 Temmuz’da şekillenecekti.

Şimdi size, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendinden sonrası için “kardeşim Hulusi” diyeceği konuşulan Hulusi Akar’ı anlatacağız.

Önce hemen şunu belirtmemiz gerekir ki bu podcast ilhamını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rahatsız olduğu yönündeki söylentilerden almamıştır. İlla ki bir ilham kaynağı aranacaksa bu, 15 Temmuz’da ve sonrasında yaşananlardır.

Bugün sizlerle, ABD’nin Foreign Policy Dergisi’nde Steven A. Cook imsazıyla yayınlanan yazıdaki “Erdoğan sonrası Akar” değerlendirmesinden sonra kamuoyunun gündemine oturan Hulusi Akar’ı konuşacağız. Kayseri Lisesi’nde öğretmenine hakaret ettiği için tasdikname verilip öğrenimini Sümer Lisesi’nde devam etmek zorunda kalan Hulusi’yi. 

Hulusi Akar’ın nasıl Genelkurmay Başkanı olduğunu, 15 Temmuz’da kendi deyimiyle nasıl derdest edildiğini, o gece neleri yaptığını, neleri yapmadığını konuşacağız. Akar’ın, Türk askerlerinin başına çuval geçiren ABD’li komutandan nasıl madalya aldığını konuşacağız. Ve elbette Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilirse “şansını” değerlendireceğiz.

Konuklarımız, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde Akar ile aynı dönemde görev yapan ve 2010’da “Ordu içinde Gülen’in imamları var, bilgi sızdırıyorlar” diyerek istifa eden Tuğamiral Türker Ertürk ve Akar’ın, özellikle 15 Temmuz’daki her adımını dava dosyalarından takip eden Gazeteci Müyesser Yıldız.

Başlayalım…

Hulusi, zeki bir çocuktu, derslerinde de başarılıydı. Kayseri Lisesi “5 Fen / E” sınıfında okurken sonraki yıl birkaç arkadaşıyla birlikte “6 Fen / D”ye geçti. Her genç kadar biraz da asiydi. Ama ne yazık ki O’nun bu huyu, başına talihsiz bir iş açtı. Öğretmeniyle yaşadığı tartışma sırasında öğretmenine hakaret ettiği gerekçesiyle “Disipline gönderildi”. Disiplin kurulu katı bir ceza verdi: Okuldan sürekli uzaklaştırılmasına… Yani tasdiknamesi veriliyordu. Akar, çok sevdiği okulundan arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalıyordu. Bu arkadaşlarından biri de daha sonra devlet mekanizması içinde sıkça karşılaşacağı Abdullah Gül’dü. Aslında Akar ve Gül öyle “yıllar sonra karşılaşan eski lise arkadaşı” olmadılar hiç. Onlar hep görüşüyordu. Hatta öyle bir fotoğraf ortaya çıktı ki lise yıllarındaki dostluğun vesikasıydı. İngiltere Hyde Park’ta çekildiği iddia edilen bu fotoğrafta Akar oldukça karizmatik duruyordu. Ne de olsa genç bir üsteğmendi. Fotoğrafta Abdullah Gül ve Hulusi Akar’ın yanısıra Şükrü Karatepe de vardı. 

Hulusi Akar, 20 yaşına geldiğinde Kara Harp Okulu’nu tamamladı ve teğmen oldu. Bir yıl sonra da Piyade Okulu’nu bitirdi. Hırslıydı, yükselecekti.

12 Eylül döneminde Harp Akademisi’ni kazandı. 82’de de bitirdi. O artık kurmay subaydı. Ama yetmezdi, 1985’te Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni bitirdi. Bu da kesmedi. Askerliği, uluslar arası düzeyde öğrenmeli, Dünya’da olup bitenleri analiz edebilmeliydi. İşte bu merakı Akar’ın yaşam çizgisini belirledi; Birleşik Devletler Silahlı Kuvvetler Kurmay Koleji’ne girdi. Okul prestijliydi. Ortadoğu, Vietnam, Kore, Pakistan ve diğer birçok ülkenin askeri ve politik şekillenmesinde önemli rolleri olan mezunları vardı: Simon Bolivar’dan tutun da Ziya – ül  Hak’a kadar... 

Tam bir proje okulu.

Akar, ABD ile ilişkilerini kurmaya başladığı bu okuldan 1987’de mezun oldu. Böylesine parlak bir subayın yeri de haliyle ordunun yönetim ve planlama merkezleri,  yurtdışı temsilcilikleri olmalıydı, öyle de oldu. 

O’NUN ÖNÜ HEP AÇIKTI

Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanlığı’nın planlama ve organizasyon ağırlıklı birimlerinde görev yaptı. İsmail Hakkı Karadayı Genelkurmay Başkanı iken O’nun en yakınındaydı;  Özel Kalem Müdürlüğü’nü yürüttü. 

Hulusi Akar, hızlı yükseliyordu, 1998 yılında “paşa” oldu. Tuğgeneral, tümgeneral, korgeneral derken 3. Kolordu Komutanlığı’na atandı.  Ve nihayet, 2011 yılına gelindiğinde “Or.” oldu. O artık, Orgeneral Hulusi Akar’dı. 

Bu rütbeyi alınca da hemen Genelkurmay 2. Başkanlığı görevine getirildi, yıl 2011’di. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra Kara Kuvvetleri Komutanı yapıldı. Bu durum ilginçti çünkü kendisi ordu komutanlığı yapmamıştı. TSK’nın teamüllerinde ordu komutanı olmadan Kuvvet Komutanı olunmazdı… 

Ama ne var ki bu makama getirilecek olan komutanlar, daha sonra FETÖ kumpası olduğu kabul edilecek olan Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında bir bir içeri alınıyordu. O dönemde, Akar’dan önce “Or.” yapılıp  Kara Kuvvetleri Komutanı olacak olan iki isim vardı: İsmail Hakkı Pekin ve Korkut Özarslan. Ne var ki Pekin Ergenekon’dan, Özarslan da Balyoz’dan tutuklanmıştı. Yine de teamüllere göre Akar’dan önce Kara Kuvvetleri’ne Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu’nun atanması bekleniyordu ama 2013 YAŞ’ında bir sürpriz yaşandı. Kalyoncu Paşa emekli ediliverdi. Aslında sürpriz de değildi. Hazırlıkları alttan alta yürütülüyordu: Kalyoncu’nun ismi, Ergenekon soruşturmasında İbrahim Şahin’in ifadelerinde ve MİT’in raporlarında “Karargah Evleri” ile bağlantılı diye geçiyordu. Hem bunlara da gerek yoktu, nihayetinde Kalyoncu Paşa’nın 2006’daki güvenlik zirvesinde söylediği “irticai tehdit var” sözleri AKP’de not edilmemiş miydi?

Gün geldi, Orgeneral Necdet Özel’den boşalacak olan Genelkurmay Başkanlığı’na atama yapılması gerekti. Akar uygun bir isimdi. Hozat İç Güvenlik Tugay Komutanlığı dışında birlik yönetimi deneyimi yoktu belki ama dünya görmüş, “ABD ile iyi ilişkiler içinde” olan biriydi. Hızlı karar alabilirdi. Bu özelliği nedeniyle de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Seri Paşa”sıydı. Lakabı buydu: Seri Paşa.

18 Ağustos 2015’e gelindiğinde Necdet Özel’den Genelkurmay Başkanlığı görevini devraldı.

AKAR’IN PLAN SUBAYINDAN ERGENEKON VE BALYOZ:  BUNLAR DARBE PLANIDIR

Şimdi bütün bu anlattıklarımızdan, “FETÖ, orduyu dizayn ederken Akar bir yerde duruyormuş da her şey O’nun dışında olup bitiyormuş, O hiçbir şey yapmıyormuş” gibi bir sonuç çıkabilir. Gazeteci Müyesser Yıldız,  Akar’ın Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları öncesinde yapığı bir görevlendirmeye dikkat çekiyor. Yıldız’a göre Akar’ın önünü açacak olan Ergenekon ve Balyoz kumpasları sürecindeki belgeleri “darbe planı” diye tanımlayan kişi, Akar’ın plan subayıydı. Biz sözü daha fazla uzatmayalım ve Müyesser Yıldız’a bırakalım:

“Hulusi Akar’ın o dönemdeki en kritik rolü şu oldu:  Sözde Balyoz Darbe Planı, Mehmet Baransu tarafından bavulla İstanbul Savcılığı’na götürüldüğünde yani o kumpasları kuran savcılara teslim edildiğinde Birinci Ordu Savcısı tarafından da bir soruşturma başlatılmıştı. O zaman Hulusi Akar’ın Plan Subayı olan Ahmet Erdoğan’ın görevlendirilmesi çok dikkat çekmişti. Zira Ahmet Erdoğan verdiği raporda, ‘şayet buradakiler doğru ise, buradakiler doğru ise, bu belgeler doğru ise bu bir darbe planıdır’ şeklinde rapor vermişti. Ondan sonra soruşturmanın süreci tümüyle değişmişti. Oysa aynı anda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda oluşturulan bir başka heyet, ‘kesinlikle bu bir darbe planı olamaz, çünkü TSK’nın yazım kurallarına uymuyor’ demişti. Ancak süreçte Ahmet Erdoğan’ın verdiği rapor etkili oldu.”

AH O MADALYA!

Hulusi Akar’ın, Kara Harp Okulu Komutanlığı günlerinde, Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde Türkiye ile ABD arasında askeri ve diplomatik gerilime neden olan bir hadise yaşanıyordu. Süleymaniye’de bulunan askeri birlik baskın yemişti. Baskını da ABD’li askerler ve peşmergeler düzenlemişti. Tarih 4 Temmuz 2003’tü. Yani ABD’nin bağımsızlık günü.

ABD’li askerler, 11 Türk askerinin başına çuval geçirip alıkoydular.  60 saat boyunca sorguladılar. Kurtlar Vadisi Irak dizisine de konu olan olayla Akar’ın elbette bir ilgisi yoktu ama yıllar sonra karşısına çıkacaktı. Hem de “en mutlu günlerinden” biriyle.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yaptığı sürece sık sık yurtdışına giden ve hatta yurtdışındaki birliklerin komutasında görev de alan Hulusi Akar Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla, 2015 Ocak ayı sonunda ABD’ye gitti. Kendisine itibarlı bir ödül verilecekti: ABD Liyakat Nişanı.

Olabilir,  ödül verilebilirdi ama ödülü veren ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Ray Odierno’ydu. Odierno, 2003 yılındaki “çuval olayı”nda ABD birliğinin başında albay rütbesiyle görev yapmaktaydı. Yani Türkiye nezdinde, Türk askerlerinin başına çuval geçiren ABD’li komutandı.

Müyesser Yıldız, Akar’a bu madalyanın verilmesini, Hulusi Akar’ın ABD ve NATO ile ilişkilerinin “iyi” olmasıyla birlikte değerlendiriyor:

“Hulusi Akar’ın bir başka özelliği, daha çok karargahta ve yurtdışı görevlerde çalıştı. NATO misyonlarında görev yaptı. Yurt içinde terörle mücadele bölgesinde bir tek Tunceli’de bir iki sene hizmeti var. Onun dışında hep böyle –askerlerin ifadesiyle- ‘salon subaylığı’ denilen subaylıklar yaptı ama bu süreçte ABD ile NATO ile bağlantılarının çok güçlendiğini biliyoruz. Yine unutulmayan bir olaydır: Daha Kara Kuvvetleri Komutanı iken Hulusi Akar ABD’ye gitti. Genelkurmay Başkanı olmasına 5-6 ay vardı ve orada Hulusi Akar’a madalya verildi. Madalyayı takan kişi de Irak’ın kuzeyinde, Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçiren Odierno’ydu. Bu tabi her kesimde çok dikkat çekti ve tepkilere yol açtı. Ancak Hulusi Akar ısrarla, kendisine madalya takanın Odierno olmadığını söyledi. Pardon askerimizin başına çuval geçirenin Odierno olmadığını söyledi. Ancak geçen süreç içerisinde askerimizin başına çuval geçiren kişinin Odierno olduğunu gördük. Yine bu konuda Hulusi Akar, ‘Ya ben bilmiyordum, beklemiyordum, efendim orada bir ani gelişme oldu’ dedi. Halbuki yine ben 15 Temmuz davalarında verilen ifadelerden aktarayım; dediler ki ‘her şey planlı, programlıydı, o madalyanın verileceği biliniyordu’ dendi.”

2003’teki “çuval olayı”ndan sonra Türk ve ABD askerleri arasındaki ilişki hep mesafeli oldu. Elbette iki müttefik ülkeydi askerleri birbirine küsemezdi. Nitekim geçen 12 yıl boyunca farklı alanlarda işbirlikleri de yapılmıştı. Ama Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı atandıktan birkaç ay sonra öyle bir şey yaptı ki, herkesi şaşırttı. Akar, Aralık 2015’te İncirlik Üssü’nü ziyaret etti. Bu ziyaretten de çok boynuna taktığı fular konuşuldu. Akar’ın ziyareti sırasında boynunda, ABD’li pilotların taktığı sarı renkli fular vardı. Bu, ABD’ye ve ABD’li pilotlara jest olarak değerlendirildi.

15 TEMMUZ’DA BİR “DERDERST” KOMUTAN: KEPLİ AKAR

Tarihten bu notları düştükten sonra gelelim 15 Temmuz’a.

15 Temmuz’daki Hulusi Akar, yaptıkları ve yapmadıklarıyla hep tartışıldı. Derdest edilme şeklinden tutun da darbeciler tarafından salıverilmesine kadar… Yersiz de değildi tabi bu tartışmalar. Öyle ya insan derdest edilirken niye kepinin derdine düşsündü. Öyle ya bir insan kendini derdest eden bir darbeciyle Başbakanlığa niye gitsindi?

Şimdi, yargılamadan sadece gazetecilik tanımıyla sorgulayarak 15 Temmuz’daki Akar’ı anlatacağız ama önce gelin kendi ağzından o gece neler yaşadığını dinleyelim:

“Arkadaşlar dinleyin. Dinleyin. Saat 16:00’ya kadar (düzelterek), saat 20:30’a kadar darbe lafı yok 15 Temmuz’da. İçinizde, yatağa yattığınız zaman düşünün, kafanızda tabanca varken hayır diyebilecek kaç kişi var. Akıncı’ya götürdüler, etrafımızda silahlı insanlar bir sürü asker. Tek başınayım, oturuyorum. Bütün o alçakların önünde. Önüme iki sayfa çıkardılar. Bunu okuyun imzalayın dediler, imzalamadım.”

Hulusi Akar, daha sonra başına geçtiği Milli Savunma Bakanlığı’nın bütçe görüşmeleri sırasında böyle sesleniyor, 15 Temmuz gecesindeki tavrını böyle özetliyordu. Dava dosyasına giren beyanlarında da bildiğimiz, “Sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürelim” dendiğini, bildiri metni imzalatılmaya çalışıldığını, çok hiddetli olduğunu falan anlatıyordu.

Hulusi Akar, Meclis’te milletvekillerine 15 Temmuz’u anlatırken sonradan 20:30 olarak düzelttiği “saat 16:00” sözü bir dil sürçmesi miydi bilemeyiz ama 15 Temmuz dava dosyasındaki bilgiler Genelkurmay ve MİT’in, o gün yaşananların darbe olduğunu öğrenmesi gündüz saat 14:30 civarıydı. Darbeyi MİT’e ihbar eden binbaşı, MİT’e gidişini ve orada darbe kelimesini telaffuz ettiğini şöyle anlatıyordu:

“Güvenlik kapılarından geçtik ve toplantı odasına vardık. Gelen 2 kişiye, ‘bir helikopter Hakan Fidan’ı alacak, diğer helikopterlerin ne yapacağını bilmiyorum’ dedim. Bana ne olabileceğini sordular. Ben de büyük bir faaliyet olabileceğini hatta darbe faaliyeti olabileceğini söyledim.”

15 Temmuz’da işte bu ihbardan sonra Ankara’da hareketli saatler başlamıştı. O saatler, tam da Akar’ın darbeden haberdar olunduğu saatleri anlatırken dilinin sürçerek “saat: 16:00” dediği saatlerdi.

Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın yardımcısı Genelkurmay’a gitmiş ardından Fidan’ın kendisi Genelkurmay’a çağrılmıştı. Fidan, saat 18:00 sıralarında Genelkurmay karargahına geldi. Genelkurmay Başkanı Akar ile görüştü.  Bu görüşme saat 20:300’a kadar devam etti. Fidan, Genelkurmay’dan ayrılarak “günlük programına” devam etti.

Darbeci Mehmet Dişli, Akar’ın odasına girdi ve “faaliyetin başladığını” tebliğ etti. Akar’ın derdest edilme anları da işte bu sırada başladı.  Bu anları ve bundan sonrasını, derdest edilen Hulusi Akar’ın neler yaptığını ve yapmadığını, Hulusi Akar’ın o hengamede namaz kılmaya nasıl vaktinin olduğunu Müyesser Yıldız’dan dinleyelim:

“15 Temmuz gecesi yaşandı ki hala ben 15 Temmuz’un birçok muammalarla dolu olduğunu düşünüyorum. Sayın Hulusi Akar’ı, -kendi ifadesiyle söylüyorum- ‘kendi en yakın ekibi’  derdest etti. Ama öncesinde iddialara göre işte Mehmet Dişli darbe yaptıklarını tebliğ ediyor. Daha doğrusu Mehmet Dişli’nin tebliğinden önceye gelelim. MİT Müsteşarı Hakan Fidan geliyor, diyor ki ‘bir hareketlenme varmış’ diyor. Sayın Hulusi Akar MİT’den gelen bu istihbarat karşısında ne yapıyor? Hava sahasını kapatıyor. Darbe yapacak adam senin hava sahasını kapatma emrini dinler mi? ‘Kapattım’ demen, senin emir komutanda olan kişilerin dinleyeceği bir şey. Darbeci zaten dinlemez. Havalanacaksa yine havalanır. Orada Zekai Aksakallı başta olmak üzere bütün subayların söylediği şu: ‘Bir emir verseydi, bütün birliklere, hiçbir kışladan giriş çıkış olmayacaktı ve bu darbe gerçekleşmezdi’ diye çok basit bir tedbirden bahsettiler. Herkes de bunu söyledi.

Şunu biliyoruz: Hulusi Akar’ın, makamında, masasında bütün birliklerle video konferans sistemi kurabilecek bir mekanizma var. Bir düğmeye basıp bütün birliklere bu talimatı verebilecekken sadece hava sahasının kapatılması... Havadan geleceğini nereden biliyorduk acaba? İhbar neydi, MİT Müsteşarı ile alakalı, sadece MİT Müsteşarını kaçıracaklar gibi bir olayken hava sahasını kapatmak gibi bir tedbirle yetinildi. Sonrasında işte darbeciler, Mehmet Dişli makamına girdi. Kendi anlatımlarıyla söylüyorum, ‘darbeyi tebliğ etti, başımıza geç dedi’.  Hulusi Akar kabul etmedi, direndi. Boynuna bağ geçirdiler, işte ellerini kelepçelediler… Oysa yine ifadelerden biliyoruz ki Akıncı’ya götürülmeden önce iki kere namaz kılıyor Sayın Hulusi Akar.

Çok tartışıldı; işte butona, alarm düğmesine korumalarını kendisini kurtarması için niye basmadı? Bu çok konuşuldu tartışıldı. Sayın Hulusi Akar, ‘efendim işte vatanım, ülkem benim canımdan daha değerli, butona basmaya gerek duymadım’ falan gibi bir açıklama yaptı mahkemenin buna ilişkin sorusu üzerine. E tabi butona gelene kadar alınacak çok başka tedbirler vardı ama bu yapılmadı.”

DARBECİLERİ İKNA EDEMEDİ, DARBECİSİYLE ÇANKAYA’YA YOLCULUK

15 Temmuz, Türkiye için de Akar için de hiç de olağan bir gün değildi. İnsan davranışlarının da olağan olması beklenmezdi ama Akar’ın derdest edilme anlarında ve darbe girişiminin başarısız olmasından sonra bazı olağan dışılıklar vardı ki bunlar çok konuşuldu. Örneğin Akar Genelkurmay karargahından götürülürken kepini almayı bile ihmal etmiyordu.

Darbe girişimi başarısız olup darbeciler çekilirken Akıncı’dan, Başbakan Binali Yıldırım’ın beklediği Çankaya Köşkü’ne giden helikopterde Hulusi Akar da vardı, darbeci Mehmet Dişli de. Bu detaylar Gazeteci Müyesser Yıldız’ın da dikkatini çekmişti. Yıldız, kendisini alıkoyan darbecilerin Akar’ın elini öperek Çankaya Köşkü’ne uğurladıklarını da anlatıp gariplikleri şöyle sıralıyor:

“Akıncıya götürülme anlarının bir kısmını kamuoyu izledi. Ben de kalan kısımlarını duruşmalarda izledim. Hiç öyle hani öyle derdest edilmiş de kafasına silah dayanmış da öyle götürülüyor görüntüsü yok. Hatırlayacaksınız siz de merdivenlerden inerken arkasına dönüp koruma astsubayına, ‘şapkamı getir’ diyor. O da koşturarak gidiyor, şapkasını getiriyor. Hani o şapkayı getiren emir astsubayı da darbeye teşebbüsten ceza aldı. Darbeci O’nu derdest ediyorsa niye emrini dinleyip O’nun şapkasını alıyor ki. Sonra Mehmet Dişli’yle beraber yan yana derdest edilip götürüleceği helikoptere yürüyorlar. Hatta tam böyle helikoptere yaklaşırken –helikopterin pervanesi dönüyor – Hulusi Akar Mehmet Dişli’nin başını tutup eğiyor helikopterin pervanesi çarpmasın diye. Yani darbecisini koruyor. Böyle bir görüntü.  Ve oraya gittiğinde mesela saat 01:00’den sonra onlara söylüyor işte, eşiyle görüşüyor iki kere. Oradan (Akıncı Üssü’nden) dahili hattan bağlıyorlar. Hiçbir devlet yetkilisini sabaha kadar arama teşebbüsünde bulunmuyor. Akıncı’daki komutanın karargahında oturuyor. Sonra sabaha karşı O’nu bırakıyorlar. O da oradan eli öpülerek –oradaki görevliler elini öpüyorlar- helikoptere biniyor. Kiminle biniyor? Darbenin en kilit ismi olduğu söylenen yine Mehmet Dişli ile biniyor. İnsan darbecisiyle niye aynı helikoptere biner ve Çankaya Köşkü’ne gider. Bu da bir garip.”

15 Temmuz darbe girişimi bastırılmıştı ama geride çok sorular bırakmıştı? Erdoğan darbe girişimini neden devlet kurumlarının başındaki kişilerden değil de eniştesinden öğreniyordu. Oysa ki darbe girişiminin en somut mağduru Hulusi Akar’ın ta kendisiydi. Ve o Akar, darbe üssünde -iki kez- eşiyle telefonla görüşüyordu da Cumhurbaşkanı’nı veya dönemin başbakanını neden aramamıştı? 

Ve en nihayetinde şu soru soruluyordu: Erdoğan Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nı görevden alacak mı? Bu sorunun cevabını iç kamuoyu gibi yabancı gazeteciler de merak ediyordu ve France 24 Kanalı’nın sunucusu sordu: Bu isimleri görevden alacak mısınız?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı ilginçti. Yanıtı Erdoğan’ın ağzından dinleyelim: Erdoğan, “dere geçerken at değiştirilmez” diyordu. Önce Erdoğan’ın yanıtını kendi ağzından dinleyelim ve sonra, neler neler oldu onlara bakalım.

“Şu anda bir geçiş süreci içerisindeyiz. Bizde bir söz vardır: Dereyi geçerken at değiştirilmez. Demek ki zaman zaman istihbarat zaafları olabiliyor. Ama bütün bunlara rağmen biz sayın başbakanımızla değerlendirmelerimizi yaparız. Atacağımız bir adım varsa bu konuda ondan sonra atarız. Şu anda hepsi görevinin başındadır.”

Erdoğan’ın bu sözleri, Akar’ın da Genelkurmay Başkanlığından alınabileceği şeklinde yorumlandı ama gelişmeler farklıydı. 15 Temmuz sürecinde dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanlığı’na vekaleten Orgeneral Ümit Dündar’ı atamıştı. Ancak birkaç gün geçtikten sonra Dündar’ın vekaleti iptal edildi ve Akar yeniden görevinin başına, Genelkurmay Başkanlığı’na döndü. Yine de işi sağlama almak gerekiyordu. Akar o günlerde ABD’li mevkidaşı Joseph Dunford ile görüşüyor, Türkiye’ye davet ediyordu. “En kısa zamanda geleceğim” yanıtını alıyordu. Öyle de oldu. Dunford 6 Kasım 2016’da darbe girişiminden birkaç ay sonra Ankara’ya geldi ve Akar ile 4.5 saat görüştü. Herşey eskisi gibiydi Pentagon’un Türkiye’deki muhatabı yine Akar’dı.

Darbe girişiminin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra Akar için bir başka önemli adım atılmış olacaktı.

Akar, 10 Temmuz 2018’de Milli Savunma Bakanlığı’na getirildi. Bu görevlendirmeden 5 gün sonra da Resmi Gazete’de sürpriz bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi yer alıyordu. Kararname, bundan böyle Genelkurmay’ın ve tüm kuvvet komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olduğunu duyuruyordu. Yani Akar, artık tüm “silahların” patronuydu.

“DAHA ÇOK AMERİKALILAR İSTER” 

Yıllar çabuk geçiyordu ve bu kez yine ABD’den bir başka haber Türkiye’ye bomba gibi düşüyordu. ABD’deki “derin” planlamalardan haberdar olduğu bilinen Foreign Policy Dergisi’nde Steven A. Cook imzasıyla bir yazı kaleme alınıyordu. Aslında bu yazıda yer alan görüşler Türkiye’de okuyup – yazan birçok kişinin aklında olan dillendirmeye cesaret edemediği bir olasılıktan söz ediliyordu. Erdoğan sağlık sorunları yaşar ve cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmazsa yerine Hulusi Akar’ı işaret edebileceği yazılıyordu. Bir taraftan da alttan alta Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini aslında çoktan Akar’a devrettiği iddiaları yayılıyordu.

Erdoğan, kendisinden sonrası için “Kardeşim Hulusi” der miydi? Bu işaret ediş destek alır mıydı? Akar bunu ister miydi? İşte bütün bu soruları hem Akar’ı iyi tanıyan hem de “Türk Silahlı Kuvvetleri içinde FETÖ’nün imamları var”  diyerek istifa ettikten sonra siyasetin nabzını da tutan Emekli Tuğamiral Türker Ertürk’e sorduk. Ertürk, Akar’ın normal koşullarda Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmeyeceğini, AKP’nin iç dinamiklerinden ve toplumdan destek görmeyeceğini de belirtiyor ama bir taraftan da “Bunu daha çok Amerikakılar ister” diyor.

Gelin podcastimizi, emekli Tuğamiral Ertürk’ün satır aralarında endişe ve uyarılar bulunan sözleriyle bitirelim. Son söz Ertük’te:

“Erdoğan sonrası, partinin kendi dinamikleriyle ve yakın dinamiklerle birlikte kimler aday olabilir diye düşünüyorum. Zaten bu biraz da fark ediliyor. Bir tanesi, Numan Kurtulmuş beyefendi. Diğeri, MHP’den ve özellikle son dönem milliyetçilikten alınan destekle İçişleri Bakanı Soylu. Diğer bir alternatif şöyle; partinin akil insanlarıyla birlikte eski kurucular devreye girerek sanırım Abdullah Gül üzerinde –bu işi Arınç da destekler- böyle üçlü bir şey olabilir diye düşünüyorum.

Ama Hulusi’nin halef olma hırsını ve arzusunu da biliyorum, değerlendiriyorum, analiz ediyorum. Bir kere her şeyden önce silahı tutuyor ve son dönemde silahlı kuvvetleri de epeyce yapılandırdılar. Sanıyorum bu konuda MİT Müsteşarı’nı da arkasına alır ama O’nun en önemli handikabı, partide karşılığı yok, halkta karşılığı yok. Nerede karşılığı var? Silaha, güce kontrol edebiliyor, komuta edebiliyor avantajıyla birlikte dış dinamikler, Amerika diye düşünüyorum. Türkiye şu anda kontrollü kaosa doğru gidiyor ama tamamen de bir kaos ortamına sürüklenmesini istemez (ABD) Çünkü Türkiye çok önemli bir jeopolitik konumu işgal ediyor. ABD’nin bu bölgede uzun soluklu çıkarları var. Bir alternatif bu AKP sonrası bu demin saydığım adaylardan belki Abdullah Gül’ü de destekleyebilir. Bunu İngilizler de sanırım isterler. Ama Hulusi Akar’ı daha çok isterler Amerikalılar diye düşünüyorum. Ama Hulusi Akar seçimle meçimle, parti içi dinamiklerle bu işi götüremez diye düşünüyorum. Silahı tutuyor olmanın, kaosa sürükleniyor olmanın getirebileceği gelişmelerle belki olabilir diye düşünüyorum.

“Şimdi şöyle, iki türlü aday gösterilme durumu olabilir: Recep Tayyip Erdoğan işaret edebilir. Veya parti içi dinamiklerle sonrasında partinin adayı bu denilebilir. İkinci alternatifi ben yok sayıyorum. Yani partinin kendi içi dinamikleriyle Hulusi Akar aday olamaz. Tabi insani ilişkiler ne durumdadır, işin içerisinde olmadığım için bilemiyorum. Recep Tayyip Bey Hulusi’yi işaret eder mi? Ederse bir sorun çıkmaz. 

Ben bu alternatifleri uzak görüyorum. Ben şöyle diyorum; Türkiye tabi çok zor bir durumda işte ülkenin içinde radikal İslamcılar var, sığınmacılar var. Sığınmacıların ne kadarının ne olduğu belli değil. Bir de öyle bir durum var ki Türkiye’de, Allah korusun hepimiz ölümlüyüz, Sayın Cumhurbaşkanımızın kaybı durumunda seçilmiş biri yok biliyor musunuz. Bu çok kötü bir durum. Başkanlık sistemlerinde bile başkan yardımcısını mutlaka halka seçtirirler. Bizde herkes atanmış durumda. Bu bir kaos ortamına neden olabilir. Recep Tayyip Erdoğan sonrası için herkes pozisyon alma itiş kakışında olabilir. Bu itiş kakıştan, kaostan neşet etme şeklinde olabilir diye düşünüyorum Hulusi Akar’ın.” 

Ertürk sözlerini, “çok açık söylemiyorum ama” deyip bitiriyor. Kabul edelim ki bizim de “çok açık söyleyemediklerimiz” oldu. Ama söyleyebildiklerimizin yeterli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü başta bir söz verdik: Akar’ı, “yargılamadan sadece gazeteci olarak sorgulayarak” anlatacaktık. Öyle de yaptığımızı düşünüyoruz.

Sizce?

Podcast