BİR TETİKÇİNİN YOLCULUĞU / DEDEOĞULLARI KATLİAMI

BİR TETİKÇİNİN YOLCULUĞU / DEDEOĞULLARI KATLİAMI
Konya’nın Meram ilçesinde geçen yıl Temmuz ayında yaşanan Dedeoğulları katliamının tetikçisi Mehmet Altun hakkında MASAK’ın hazırladığı raporda, katilin saldırıdan önce nasıl krediler alabildiği ortaya çıktı. Altun saldırıdan önce Ankara Mövenpick ve Gordion ile İstanbul Hilton otellerinde kaldı. Ankara’da Devlet Mahallesi’nde yaşadı. Bütün bu gelişmeler ışığında tetikçinin nasıl bir sosyo-ekonomik ortamda yaşadığını, yolculuklarını, siyasi söylemin etkisiyle artan ayrımcılığını HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile değerlendirdik. Beştaş’a göre Meram katliamının tetikçisi Mehmet Altun, “Bir örgütlülüğün, bir organizasyonun içinde yer alıyor.”

Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) hazırladığı rapor, geçen yıl 30 Temmuz’da Konya’da yaşanan ve Dedeoğulları ailesinden 7 kişinin öldüğü katliamdaki tetikçi Mehmet Altun’un nasıl krediler kullandığını rakamlarıyla ortaya koydu. 

Altun’un yaptığı yolculuklar, katliamdan önce İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Eskişehir’de kaldığı lüks oteller ve yaşadığı mahalleler de katilin üzerindeki soru işaretlerini artırdı.

Bütün bunları ve katilin nasıl bir toplumsal-siyasi atmosferden etkilendiğini, tetikçi için “örgütlenmenin ve organizasyonun içinde biri” tanımlamasını yapan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ile değerlendirdik.

Danıştay saldırısını hatırlarsınız. Hatırlamayanlar için kısa bilgi: Saldırı, 17 Mayıs 2006’da gerçekleşti. Alparslan Arslan isimli bir avukat, Danıştay 2’nci Dairesi müzakeredeyken salona girdi, elindeki silahı heyete doğrulttu ve ateş etmeye başladı. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin öldü, Daire Başkanı Mustafa Birden ile birlikte 4 üye de yaralandı.

Hrant Dink’in katledilmesini hatırlarsınız. Ogün Samast isimli “kullanışlı” bir katil Trabzon’dan çıktı, İstanbul’a geldi. Hrant Dink’i 19 Ocak 2007’de Agos Gazetesi önünde öldürdü.

“Konumuz, Konya – Meram’daki Kürt kökenli Dedeoğulları ailesinin katledilmesiyse bu iki olayla niye başladık?” diyeceksiniz. Girişte de söylediğimiz gibi, bugün sizinle Dedeoğulları katliamından ziyade katliamdaki tetikçiyi, Mehmet Altun’u konuşacağız. Bu kişi için yaptığımız araştırma, Danıştay saldırısındaki Alparslan Arslan’ı, Hrant Dink’in “görünen katili” Ogün Samast’ı hatırlattı. Benzerliklerini sizlerle ilerleyen satırlarda paylaşacağız.


BUZ GİBİ İFADEYLE EVİN YANIŞINI İZLEDİ


Tetikçi Mehmet Altun’un profilini, elbette gerçekleştirdiği saldırı nedeniyle konuşuyoruz. Öyleyse önce olayı ve açılan davayı hatırlayalım:

Katliam, geçen yıl 30 Temmuz’da Konya’nın Meram ilçesi Bahçeşehir Mahallesi’nde yaşandı. Kiralık bir otomobil Embiya Sokak’a girdi, Dedeoğulları’nın evinin önünde durdu. İçinden 33 yaşında biri çıktı. Dedeoğulları’nın aile bireyleri O’nu gördü ama yüzünü pandemi nedeniyle taktığı cerrahi maske de kapattığı için tanıyamadı. Yoksa bildikleri biriydi.

Katil, evde bulunanlara “Meram Belediyesi’nden geliyorum. Bütün aile burada mı?” diye sordu. Soğukkanlıydı. O’nu karşılayan Dedeoğulları ailesinin bireyleri “Ne yapacaksın, Barış dışarıda 5 dakika sonra gelir” dediler. Katil, “Bütün aile burada olsun, o zaman açıklarım” deyip kiralık arabasına geri döndü. 10 dakika sonra döndü. O arada Barış da gelmişti. Böylelikle katilin “hepsini birlikte yok etme” planı için zemin hazırdı. Katilin elinde mavi renkli bir dosya, diğer elinde de bir poşet ve içinde dolu bir silah, cebinde de yedek şarjörü vardı. Yani onlarca mermi.

Katil, daha sonra savcıya anlatacağı senaryoya göre oraya, “sulh anlaşması yapmaya” gitmişti. Dosyada da bu anlaşmanın metni vardı. Dedeoğulları bunu imzalayacak ve daha birkaç ay önce yaralamalı kavgaya varan “Türklük – Kürtlük husumeti” bitiverecekti. Senaryo bu ya.

Katil silahı poşetten çıkardı ve bahçede topladığı kurbanlarına doğrulttu. Kurbanlarını küme halinde topladı. Kendisi de bir sandalyeye oturdu ve iddiasına göre aileyi sulhe ikna etmeye çalışıyordu. Aslında birazdan gerçekleştireceği katliamın psikolojik hazırlığını yapıyordu. Katil silahını ateşlemeye başladı. Ailenin 6 bireyi orada yere düştü. Biri evin içine kaçtı ama katilin arabasındaki benzinden ve birazdan evi ateşe vereceğinden habersizdi. Mehmet Altun, evin son bireyine de kurşun sıktıktan sonra arabasındaki benzini alıp geldi, evi ateşe verdi. Ve katil bir süre evin yanışını izledi. Buz gibi bir ifadeyle.


KATİLİN YÜZÜ DE SİYASETİN SÖZÜ DE AYNI 


Şimdi sırası gelmişken, başlangıçta Danıştay saldırısı ve Hrant Dink’in öldürülmesindeki tetikçilerden neden söz ettik onları bir ara söz olarak aktaralım:

Özellikle Danıştay saldırısından sonra hep şu soru sorulmuştu: Bir katil, karşısında duran bir kişiyi, grubu göz göze gelerek öldürmek için nasıl bir ruh hali içinde olmalı. Bunu yapabilmek fiziken ve moral olarak ne kadar zordur, bunun için eğitim alınması gerekir mi? Suç psikolojisi üzerinde kafa yoranlar o zamanlar bu soruya, “Bunun için en azından moral bir kodlama yapılması ve eğitim alınması gerekir. Aksi halde bu mümkün değildir” diye cevap veriyorlardı.

Bugünkü olayımıza baktığımızda da Mehmet Altun’un en az Danıştay saldırısındaki tetikçi Alparslan Arslan kadar, Hrant Dink’in katili Ogün Samast kadar soğukkanlı olduğunu görüyorduk. Bu tetikçilerin ortak özelliği sadece soğukkanlı olmaları değildi. Onlar bu eylemi gerçekleştirdikten sonra, olayı soruşturacak devletten, siyasetten gelen “dumanı üstünde açıklamalar” da benzerlik gösteriyordu. Danıştay saldırısında saldırgan daha Emniyet’e götürülürken siyaset olayı çözüvermemiş miydi!

Konya’da da öyle oldu. Daha dosya savcının önüne varmadan olay, “İki aile arasında 2010’dan beri devam edegelen ve kökeninde kedi – köpek meselesi olan bir sonuç” olarak ilan edilivermişti. Nitekim daha katil aranmaktayken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya göre de olayın “Kürtlükle – Türklükle ilgisi yoktu.” Dahası Soylu’ya göre, olayı böyle tanımlamak saldırı kadar tehlikeliydi. Soylu şunları söylüyordu:

 “Olayı gerçekleştiren tek kişi, şahsı da tespit ettik. 2010 yılında başlayan bir husumetin devamı. Yaklaşık 11 yıllık bir husumet. 2010 yılında iki ailenin karşılıklı birbirleriyle ki 2010 yılında bugünkü eylemi gerçekleştirenin yine bir silah çekme hadisesi söz konusu. Yıl 2021 ve devam ediyor.

Her olayın istismar edildiği gibi, maalesef siyasallaştırılmaya çalışıldığı gibi Konya’daki bu katliam da bu menfur saldırı da bu alçak tertip de ifade etmem gerekir ki istimrar edilmeye çalışılmaktadır. Bunun Türk – Kürt meselesi ile ilgili herhangi bir tarafı söz konusu değildir. Bunu bu meseleye çekmek, altını çizerek söylüyorum; bu saldırı kadar tehlikelidir ve bu saldırı kadar hem kınanacak hem de alçak bir değerlendirme olarak nitelendirilecek bir anlayıştır.”


ZATEN SAVCI DA ÖYLE DEDİ: ADLİ VAKA


Biz, “olay şudur, budur” demiyoruz. Katilin hangi atmosfer içinde bu saldırıyı gerçekleştirdiğini ve saldırılardan hemen sonrasında olayların bir şekilde “tanımlanıyor” olmasını değerlendiriyoruz. İşte bunun için de Mehmet Altun ile Alparslan Arslan, Ogün Samast arasında benzerlik kuruyoruz.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “saldırıyı gerçekleştiren tek kişidir” diyordu. Savcılara göre de olay iki komşu ailenin 2010 yılından gelen husumet nedeniyle yaşanmış adli vakaydı.

Çok kısaca iddianameden bahsedeceğiz. Bahsedeceğiz ki katilin profilini daha iyi anlatabilelim. Olaydan sonra Konya Başsavcılığı 46 sayfalık iddianame hazırladı, Keleş ailesi tarafından 11 kişi hakkında dava açtı.

İddianamede ne vardı biliyor musunuz? 45 buçuk sayfasında ifadeler vardı, görüntü tutanakları vardı. Yarım sayfasında ise “Değerlendirme” başlığı altında aslında ifadelerde geçenlerden cümlelerden alıntılar yer almıştı. İddianameyi okusanız elinizdeki evrakın eksik olduğunu düşünür, devamında başka sayfalar arardınız. Çünkü iddianamede 11 sanık vardı ama Mehmet Altun’un olay yerine gelip 7 kişiyi öldürmesi ve kaçmasının dışında diğer sanıkların ne yaptığı, olayla nasıl bir ilgilerinin bulunduğunu göremiyor olurdunuz. 

İşte bu podcastimizde “iddianamede olmayanlar” üzerinden bir katilin profilini ortaya koyuyoruz ve katilin yolculuğuna asıl şimdi başlıyoruz.


MERAL DANIŞ BEŞTAŞ: KATİL ORGANİZASYONUN İÇİNDE


Meram katliamında tetiği çeken Mehmet Altun’u, yaşam yolculuğunu ve fiziken yaptığı yolculukları anlatacağız, hakkındaki MASAK raporunun detaylarını sizlerle paylaşacağız ama önce gelin bu tetikçiyi, davayla Avukat yönüyle de yakından ilgilenen HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş’tan dinleyelim. Hem böylelikle kimi konuştuğumuzu daha iyi tahlil edebiliriz. Söz önce Meral Danış Beştaş’ta:

 “Mehmet Altun’u diğer tetikçilerden, Onur Gencer mesela Deniz Poyraz’ın katili ya da Hrant Dink cinayetindeki şahıslara bakarak genel olarak bir tahlil yapmak gerekirse bunların arkasında bir güç olmadan böyle bir cinayete girişemeyeceklerini görebiliriz. Hem maddi açıdan hem yaşadıkları ortam hem de geleceklerinin güvensiz olması sebebiyle. 

Şimdi milliyetçilik, ırkçılık, ülkücülük maalesef farklı demografik yapılarda, toplumsal katmanlarda değişik şekillerde ortaya çıkabiliyor. Ama maalesef şöyle bir reailete de var: Birçok araştırmada da okuduğum kadarıyla ortaya çıkıyor, şu anda örnek veremeyeceğim ama  yoksul, işsiz ve benzeri kişilerde, kesimlerde bu fikrin daha çabuk tutulduğu hatta ‘eğitim düzeyi’ konusunda da etken olduğu tahlil ediliyor. Yani şunu söylemeye çalışıyoruz; bir kere Mehmet Altun tek bir kişi değil. Bu hayatın olağan akışına aykırı. 

Konya’da yaşayan biri, işsiz biri. Tek başına bu cinayeti düşünüp, planlayıp gidip işleyecek bir konumda değil. Kaldığı beş yıldızlı otelleri ve benzeri şeyleri de düşünecek olursak arkasında ciddi bir lojistik desteğin, parasal desteğin olduğunu da görebiliyoruz. Yani işte taksi kullanıyor, lüks otellerde kalıyor ama yaşamı bunlarda tezat arz ediyor. 

Bence Mehmet Altun bir örgütlülüğün, bir organizasyonun içinde. Ve bu tabi ki diğer meselelerde olduğu gibi siyasi iradeden, bu konuda yapılan yayınlardan, ayrımcılıktan, hedef göstermeden bağımsız değil. Mehmet Altun’un tek olmadığını, çok net bir şekilde ifade edebilirim. İnancım da bu, veriler de bu. Benzer olaylarda da bunu doğrulayan çok sayıda veri var.”


MASAK RAPORUNDAKİ TETİKÇİ


Meral Danış Beştaş’ın gelir seviyesine de dikkat çektiği Mehmet Altun kimdi? Dedeoğulları ailesinin husumetli olduğu Keleş ailesi ile ne ilgisi vardı önce bu konuda kısa bir not düşelim:

Mehmet Altun’un ablası Ayşe Keleş, Keleş ailesinden Lütfi ile evli. Yani Mehmet Altun, Lütfü Keleş’in kayınbiraderi. Olayı, “Keleş ve Dedeoğulları ailelerinin husumetine” indirgeyecek olsak bile Keleş ailesini Dedeoğulları’na karşı korumak bu durumda bir “kayın”a düşüyordu! İki aileyi barıştırma rolü üstlendiğini kabul etsek bile Anadolu’da hepimiz iyi biliriz ki bu işler öyle 33 yaşındaki birine kalmaz. İşte bu nedenle de biz bu kişiyi “tetikçi” olarak tanımlıyoruz.

Evet şimdi Mehmet Altun’un ekonomik durumuna bakacağız. Normal koşullarda olaydan sonra taksi tutup bölgeden uzaklaşma gücü olmayan işsiz birinin beş yıldızlı otellerde kalışına, işsizken kendisine küçümsenmeyecek krediler verilmiş olmasına da gelecek sıra.

Mehmet Altun’u, hakkında düzenlenen MASAK Raporu üzerinden anlatalım. Mehmet Altun ilk gelir sağladığı işine 2006 yılında başlıyor. Bir – iki gün bu işinde çalışıp ayrılıyor, sonra 2010 yılına kadar işsiz olarak yaşıyor veya gündelik işlerde çalışıyor. 2010 yılından sonra farklı işlere girip çıkıyor. O’nun için yatırılan sigorta primlerine baktığımız zaman bu işlerden elde ettiği gelirin asgari ücret veya yakını bir geliri olduğunu görüyoruz. 

MASAK Raporu’na göre Altun, 2021 yılına gelindiğinde yine işsiz kalıyor. Çalıştığı dönemlerde kendisine 5-10 bin TL’lik krediler verilirken işsiz olduğu dönemde birden kapılar O’na açılıveriyor. 

Önce 9 Nisan 2021’de İş Bankası’ndan 60 bin TL kredi çekmeyi başarıyor. Hemen 11 gün sonra 20 Nisan’da bu kez Denizbank’tan 5 bin 299 TL kredi çekiyor. Bundan bir gün sonra yine aynı bankadan bu kez 47 bin 400 TL kredi almayı başarıyor. Aynı gün 11 bin 500 TL daha kredi açılıyor. Yani sözün özü; işsiz biri, tam da Keleş ve Dedeoğulları aileleri arasındaki gerginlik hat safhaya ulaştığı ve Mayıs 2021’de yaralamalı kavgaya dönüştüğü dönemin öncesinde iki ayrı bankadan 15 gün içinde tam 124 bin 199 TL kredi çekiyor.

Haliyle bu kredileri herhangi bir güvencesi yokken nasıl çekebildiği soruşturma ve dava aşamasında da sorgulama konusu oluyor. Mehmet Altun, “Babamın evinde oturuyorum, çok paraya ihtiyacım olmuyor. Kredileri de tüketici kredisi olduğu için kefilsiz ve herhangi birinin desteği olmadan aldım” diye cevap veriyor. 


BEŞ YILDIZLI OTELLERDE VE “DEVLET MAHALLESİ”NDE BİR TETİKÇİ


Ağırlıkla alüminyum doğramacılarda işçi olarak çalışan Mehmet Altun’un yaşamı, Keleş ailesinin  Dedeoğulları’na yönelik 12 Mayıs’taki saldırısından sonra birden değişmeye başladı. 

Mehmet Altun, Mayıs ayının ortalarından sonra Konya dışına çıkmaya başladı. Kendisinin savunmalarına göre çektiği kredilerle iş kuracaktı. Bunun için Ankara’da, İstanbul’da, Bursa’da, Eskişehir’de dolaşıyor, işportacılık yapmak istiyordu. Bunun için araştırmalar yapıyordu. Bunlar Altun’un iddialarıydı ama yaşayış şekli ve uğradığı yerlerin bu projeyle hiç ilgisi yoktu.

HTS kayıtlarına göre Mehmet Altun’un telefonu 20 Mayıs’ta Antalya Lale Apart Otel’den sinyal verdi, iki gün sonra da Muğla Milas’taydı. Orada da kısa kaldı, üç gün sonra İzmir-Gaziemir’e, 27 Mayıs’ta da İstanbul’a geçti. İstanbul’da kaldığı yer, Hilton Oteli’ydi. Telefonu buradan iki gün boyunca sinyal verdi.

Altun, Mayıs ayının son gününde de Ankara’ya geçti. Ankara’yı bildiğimiz için söylüyoruz, işportacılık yapacak biri herhalde önce Ulus’taki Çıkrıkçılar yokuşuna giderdi ama öyle olmadı. Altun Ankara’nın üst bürokrasisinin ve üst gelir seviyesindeki kişilerin kaldığı Devlet Mahallesi’nde 3 gün kaldı. Sonra telefonu yine Ankara’nın lüks semtlerinden Gaziosmanpaşa semtindeki Sev Apartmanı’ndan sinyal verdi. Burada da iki gün bulunan Altun, arada Eskişehir – Sivrihisar’a gitti geldi, 8 Haziran’da tekrar Ankara’ya döndü. Bu sefer yeri yurdu daha belliydi. Kavaklıdere semtindeki Büklüm Sokak’ta Gordion Oteli’nin misafiriydi.

Mehmet Altun 10 Haziran’dan sonra 10 gün kadar Konya tarafına döndü. Karatay, Selçuklu buralardaydı. Konaklama yerlerinden biri de örneğin Selçuklu’daki Dündar Otel’di. Ankara’ya dönünce tekrar Ankara’daki “adres”lerinden biri olan Gordion Otel’e geçti. 23 Haziran’da yine yola çıktı. Önce Eskişehir’e uğradı, yeri Rixos Otel’di. Oradan Bursa’ya ardından İstanbul’a geçti. Bu geçişlerin hepsinin arasında ikişer üçer gün düşünün. Sizi tarihlerle sıkmamak için arada sırada tarihe ilişkin bilgi veriyoruz.

29 Haziran’da tekrar Ankara’ya Gordion’a geldi. Oradan Konya’ya geçti, tekrar Ankara’ya Devlet Mahallesi’ne döndü. Bu kez daha lüks takılacaktı. Adresi, Söğütözü’ndeki Mövenpick Otel’di. Bundan sonra da Konya’ya, İzmir’e gitti – geldi ama bundan sonra Ankara’daki adresi Gordion yerine hep Mövenpick Otel oluyordu. Şimdi bunca listeyi neden yaptık? Bu otel isimleri ve bazıları uçakla yapılan yolculuklar öyle “100 bin lira kredi çektim gezdim” diye açıklanacak oteller değildi.

Bizim için asıl önemli olansa savcı bunların hiçbirini Mehmet Altun’a sormadı. Dahası, iddianamede bu HTS kayıtlarından ve seyahatlerden hiç bahsedilmedi. HTS kayıtlarında başka bir ilginçlik daha vardı. Mehmet Altun örneğin eşiyle iki gün hiç konuşmuyor. O iki günün sonunda örneğin birkaç dakika içinde peş peşe eşiyle konuşuyordu.

Ve daha da ilginci Mehmet Altun’un bir değil iki telefon numarası vardı ve soruşturma dosyasında 532’li telefonuna ilişkin hiçbir kayıt yoktu. Bununla kimlerle konuşur, o numara nereden sinyal verirdi, meçhul kaldı.

Telefon demişken unutmayalım. Tetikçi, temkinli adamdı. 17 Temmuz’da telefonunu bir kez resetlemişti. Bu tarihte Konya - Selçuklu’daydı. Sonra 30 Temmuz’daki olaydan 5-10 dakika sonra bu resetleme işlemini tekrar yaptı ve bu işlemi, kiralık otomobille 170 km hızla Konya - Bozkır’a doğru giderken gerçekleştirdi. Savcı telefonunu niye resetlediğini de zaten iddianameye eklemedi. Savcılığa göre olay olmuş, aydınlatılmıştı. Ötesi yoktu. Bize göre, ötesine gitmeye niyet de yoktu.


“BU, KÜRT DÜŞMANLIĞININ GELDİĞİ AŞAMA”


Şimdiye kadar “tetikçi”nin psikolojik yapısını ifade etmeye çalıştık, ekonomik yaşamını MASAK raporuyla ortaya koyduk, araştırılmayan yolculuklarını anlattık. Peki “tetikçi” nasıl bir atmosferde yaşıyordu? Yaşadığı evreni de tartışmamız gerekir. Bunu bir portre çalışması yapan ressamın arka planı da yansıtması gibi düşünün.

Tetikçinin yaşadığı atmosferi biz anlatmayalım, HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş anlatsın. Aslında Beştaş’a sorumuz, “Konya - Meram’daki saldırının ırkçı saiklerle işlendiğini iddia ettiniz, sizi bu sonuca götüren neydi?” şeklindeydi. Beştaş’ın cevabı tetikçi Mehmet Altun’un yaşadığı toplumsal ve siyasi atmosferi de özetliyor:

 “Bu sonuca nasıl varıyoruz? Birincisi Kürt düşmanlığının geldiği aşama. Şu anda Kürtler’e karşı açık bir adı konulmamış ‘savaş’ var diyeceğim ama bunu bildiğimiz anlamda bir savaş olarak algılamayın lütfen. Söylemsel olarak, siyasi olarak kendi kimliğini ifade etmek isteyen, talep eden, Kürtlüğünü yaşamak isteyen, Kürt meselesinin çözümünü isteyen insanların tamamı bir kere terörize ediliyor, terörist ilan ediliyor. 

Bu konuda özellikle AKP ve MHP bloğu bunu çok çok yüksek bir noktaya taşıdılar ve onları dinleyen herhangi bir Türkiye yurttaşı -bu Türk de olabilir, Çerkez de olabilir, başka bir kimlikte de olabilir-  Kürtler’e karşı bir öfke duyuyor. Bir nefret duyuyor. Ve tabi ki o ‘Türkçülük’ dediğimiz, önünde Türklük sözleşmesinin tarihten beri süzülen etkileriyle birleşince de bu ırkçılığın saldırganlığa dönüştüğünü görebiliyoruz. Aslında bu sadece Konya – Meram değil. Bu mevsimlik tarım işçilerine olan saldırılardan, birçok ilde Kürtçe konuştuğu için ya da çeşitli bahanelerle Kürtler’e saldırıldığını, öldürüldüğünü biliyoruz. Ve genellikle iktidar bloğunca bunun Kürtler’e karşı olmadığı -her seferinde farklı bir gerekçeyle mesela ‘Meram’da kediyle ilgili bir tartışma var, başka bir yerde işle ilgili bir tartışma var, başka bir yerde ekonomik bir sebep’ gibi-  kamufle edilmeye çalışılıyor. 

Sanki biz ‘ırkçı bir cinayettir’ derken bunu büyütmek istiyoruz gibi bir algı yaratıyorlar. Aksine biz Türkiye’de ırkçılığın bitmesi için mücadele eden bir partiyiz. Biz Türkiye’de Türklerin, Kürtlerin ya da diğer kimlik ve inançların ayrımsız yaşaması için mücadele eden bir partiyiz. Bu nedenle (bu konunun nedeninin) ırkçılık olmasını en son isteyecek kişiler ve parti biziz. Fakat bu sorunun çözümünün, adını koymadan mümkün olmadığına inanıyoruz. 

Bir mesele neyse önce yüzleşmek gerekiyor. Hakikat temelinde yaklaşmak gerekiyor. ‘Irkçılık değildir ya da ırkçı yaklaşımla, saikle işlenmemiştir’ dediğimizde gerçek ortadan kaybolmuyor. Meram’la ilgili de bunu söylemeye çalıştım. Keşke böyle olmasaydı ama maalesef durum bu.”


“IRKÇILIK YAYGINLAŞIYOR, ÖNÜNE GEÇMELİYİZ”


Meral Danış Beştaş’a daha açık soruyoruz: Bu ve benzeri saldırıların planlı bir şekilde gerçekleşmesi için bundan birilerinin çıkarının olması gerekir. Size göre bu saldırıyı planlayanların amacı neydi? Beştaş ırkçılığın yükseldiğine ve buna hep birlikte engel olunması gerektiğine işaret ediyor ve sorumuzu şöyle yanıtlıyor:

 “Özgün olarak bu meseleye yoğunlaşırsak, mesela Barış Dedeoğlu bu 12 Mayıs saldırısından sonra ifade veriyor hatırladığım kadarıyla ve diyor ki ‘orada yaşayan tek Kürt aileyiz. Ve 15 yılı aşkın bir süredir bizim de zaman zaman komşularımız, akrabaları bize sataşıyorlar, işte bize saldırıyorlar ve diyorlar ki burada Kürtleri barındırmayacağız.’ 

Bu saldırıya da böyle geliyorlar ve saldırıyorlar. Bu özel olay için söylüyorum, Meram için. Ve buradan bu özgün olay için şunu anlıyoruz: Türkler, oradaki komşular, Kürtler’i orada yaşama hakkı olmayan yurttaşlar olarak görüyorlar. Sanki dışarıdan yabancılar gelmiş, kendi topraklarını, kendi illerinde, ilçelerinde, köylerinde, ne dersek diyelim, kendi rızkına, hakkına el koyacak insanlar olarak görüyor. 

Bunun kökeninde de ‘biz Türkler olarak bu ülkenin sahibiyiz, Kürtler misafir, gitsinler kendi bölgelerinde yaşasınlar’ gibi bir arka plan olduğu kanaatindeyim sosyolojik olarak. Bunu farklı olaylarda da görebiliyoruz, farklı değerlendirmelerde. Çok örneği var. Konya’nın geneline ilişkin de, bildiğim kadarıyla, -hani Konya’da yaşamadım ama okumalarımızdan ve yansıyanlardan- bütün Konya’ya yığılmadan ziyade belirli bölgelerde yoğunlaşmış Kürt nüfus var. Orada bir arada oldukları için belki bu saldırılar çok olmuyor ama bir iki ailenin, birkaç ailenin başka bir yerde tamamen Türkler arasında olması bu meseleye neden olabiliyor. Onları çıkaralım, rahat edelim, burada yaşama hakları yok gibi tam da ırkçı bir saikle yaklaşım oluyor. Ama totalde de Kürtlere yaklaşımda maalesef böyle bir olgu var. Sosyolojik olarak da var… Bu ırkçılığın yaygınlaştığını görüyoruz. Bu çok tehlikeli bir durum tabi ki. Bunun hep birlikte önüne geçmemiz gerekiyor.”

Bugün sizlerle Konya – Meram’da geçen yıl 30 Temmuz’da yaşanan bir katliamdaki “tetikçiyi” değerlendirmeye çalıştık. Altını çizerek söyleyelim, olayın kendisi değildi konumuz. Öyle olsaydı tetikçinin eşinin yargıdan nasıl saklandığını da anlatırdık, sanıkların oluşturdukları whatsapp gruplarında yazılanlar da cezaevi görüşmelerinde geçen ‘Kürtler uslandı mı’ sözleri de konumuz olurdu. Biz fotoğrafı çekerken odak noktamız tetikçi Mehmet Altun’du.

Podcast