ÜMİT KIVANÇ: "HRANT'IN DEDİKLERİNİ ANLAYACAK HAFIZAMIZ YOK"

ÜMİT KIVANÇ: "HRANT'IN DEDİKLERİNİ ANLAYACAK HAFIZAMIZ YOK"
Hrant Dink anısına “Hafıza Yetersiz” adlı bir belgesel filmi tasarlayıp kurgulayan Ümit Kıvanç ile; filmin hikayesini, ortak toplumsal bellek oluşturabilmenin yollarını ve Hrant’ın film boyunca vurgu yaptığı “birlikte yaşama kültürünü” konuştuk...

Hrant Dink’in görüntüleri ve sesleri bir araya getirilerek kurgulanıp tasarlanmış Hafıza Yetersiz filmi için “Bunu yapmadan şu dünyadan gitsem gözüm açık giderdim” diyen Ümit Kıvanç filmin serüvenini şöyle anlatıyor:
Hrant’ın yazmaktan çok konuşan, anlatan bir insan olduğunu bildiğimiz için o sesi-jestleri-mimikleri-enerjisi yani bunları aktarmanın daha anlamlı olacağını düşündüğümüz için yıllar önce “böyle bir şey yapalım” demiştik. Ama tabi bunu yapmak manevi bakımdan çok kolay bir iş değildi. Sürekli onunla tekrar bu şekilde bir arada bulunmak… Bütün filmler yaparken en zor kısmı bu oluyor zaten. Onun için de bir sürü malzemeyi çoktan bir araya getirmiş olmamıza rağmen, bende duruyordu bir türlü girişemiyordum. Yani ne var ne yok diye göz bile atamıyordum. Salgın sırasında ve biraz da memleketin geldiği halin artık böyle bi “ne olursa olsun” gözü karalığı yaratmasından ötürü “tamam girişeyim, ne olacaksa olsun” diyerek giriştim doğrusu…



Bu “ne olursa olsun” dediğiniz kısmı biraz açar mısınız?

Yani bana ne olursa olsun. Çünkü bu bana gerçekten ızdırap oluyor. Sürekli ya öldürülen ya topluca katledilen ya hani ölümü hazırlanmış bir takım insanlar için bir şeyler yapıyorum hayatta ve ondan sonra bir süre kendime gelemiyorum. Yani o bakımdan söyledim, başka bir şeyden ötürü değil.

Anladım, manevi yükü ağır gelicek o yüzden diyorsunuz…
Ben de filmi izlerken aynı şeyleri hissettim.
Hrant’ın sesleriyle-görüntüleriyle tekrar tekrar yüzleşmek, Hrant’ın tekrar bize seslenmesi gerçekten muhteşemdi. Ciddi bir arşiv çalışması var. O yüzden belgesel demek daha doğru olur sanırım. O görüntülerde muhtemelen çok fazladır ve onları ayıklamak da zor olmuştur. Ne dersiniz?


Öyle ama şöyle de bir şans oldu. Hrant öldürüldükten sonraki ilk iki yıl içinde ben, birinci yılında abir film yaptım, ikinci yılda da onu geliştirdim. O sırada çok malzeme toplamıştık. Yani Hrant’la ve cinayetle ilgili ama daha çok daha cinayetle ilgiliydi. Sonra Hrant Dink Vakfı kurulurken ve kurulduktan sonra da Hrant’la ilgili ne malzeme varsa bulalım toplayalım diye bir kaç koldan çalışıldı. Ve işte çok sistemli bir şekilde bir araya getirildi malzeme, yani o açıdan iş rahattı. Yani bir yandan da Hrant’ın konuşma tarzının çok yoğun göstericiliği var.


ORTAK BİR TOPLUMSAL BELLEK NASIL YARATILIR?

Filmin ismi çok güzel bir tercih olmuş. “Hafıza Yetersiz” ismi nasıl ortaya çıktı. Belki başından beri aklınızda vardı. Çünkü aynı zamanda bu bir hatırlatma filmi, hafızalarımıza sesleniyor. Buradan da Türkiyedeki hatırlama kültürü üzerine konuşalım isterim. Türkiye toplumu hafızasız bir toplum mu?
Filmde de Hrant’ın ortak belleğe ilişkin şu sözlerine yer verilmiş: “Ermenilerin ve Türklerin monolog belleklerini ortak bir belleğe dönüştürmeleri için karşılıklı bir bellek değiş-tokuşuna girmeleri gerekiyor.”


Türkiye toplumu hafızasız bir toplum değil tabi ki. Ama Türkiye’de şöyle ciddi bir sorun var. Hafızamızı samimi olarak açmaya kalktığımızda ilk elde hatırlamamız gereken bir dizi olay var ama biz onları hiç hatırlamak istemiyoruz. Sadece biz hatırlamak istememekle de kalmıyoruz başkalarının hatırlamasını da istemiyoruz. Ülkenin kuruluşunda çok ağır bir takım suçlar-günahlar var, o dönemlerde. İşte son yüzyılda Osmanlı’nın ve yirminci yüzyılda işlenmiş çok büyük suçlar var. Bu ülkenin bin yıllardır burada yaşayan ailesinin bir kısmını, biz buradan öldürüp sürdük, mallarına-mülküne el koyduk ve onun üzerine de bir hayat kurduk. E şimdi insanlardan hafızalarını yoklamalarını istediğinizde hatırlayacakları böyle bir şey oluyor. Onun için de hatırlamak istemiyorlar.

İkincisi, neyi hatırlayıp neyi hatırlamayacağımıza karar vermekte kararlı olan ve bunu bir yetki gibi elinde bulunduran ve bize inisiyatif tanımamaya kararlı olan bir devlet, onun da arkasında bir toplumsal destek var. Bu, özellikle bu konudaki hafıza yani Hrant'ın bizi çağırdığı konulardaki hafızayı kapatmak konusunda, bunu açmamak, terk etmek konusunda Türkiye'nin bugün birbirine azılı düşman gözüken kampları, aslında ortaklar… Bizim toplumumuzun birçok sorununun kaynağında yatan ana kök sorun buralarda aslında. Ama biz bunu hep beraber unutmayı ve gömmeği ve bunun üzerine hayat kurmayı seçiyoruz. Halbuki zamanında işte soykırıma, tehcire ya da ne bileyim insanların yaşadıkları yerden sürülmelerine işte gasplara yakın zamana gelirsek 6-7 Eylüllere kim öcülük etmişse, onların ideoloji ve tercihleriyle biz hala yaşıyoruz. Ve bu, birbirine çok muhalifmiş gibi gözüken kesimler tarafından paylaşılıyor. Bu bir toplumun sağlığı açısından çok önemli bir sorun. Hrant sadece Ermenilere değil, Türkler’e de bir takım çok yapısal problemlerinden kurtulma yolu gösteriyor oluşundaki espri buydu. Ama Türkiye bunu reddetti Hrant’ı öldürerek. Bu çok önemli bir fırsattı Türkiye için, her ülkeden böyle bir insan çıkmaz.


Peki Hrant'ın dediği gibi bellek değiş tokuşu ile ortak bir toplumsal bellek nasıl yaratılır?


Valla işte ölerek yaratılmaya çalışılıyor. Şu an ki Türkiye şartlarında böyle oluyor. Herkes üzerinde yaşanılan, üzerine hayat kurulan yalanlardan memnun gözüküyor. Ciddi bir cesaret gerektiriyor insanın kendi geçmişiyle yüzleşmesi için. Şimdi bugün tarihi geri çevirip bütün olayları “öyle olmasın da hadi böyle yaşayalım” denilecek bir durum yok. Bugün ne yapılacak? Bugün ne yapılacak konusunda da sağlıklı öneri buydu. Bir diyalogla bir şekilde bir çözüm bulunacak. Çünkü insanlar karşılıklı olarak şey diyecekler “tamam kardeşim olan oldu, peki şimdi ne yapacağız?” Şimdi bugün Ermeniler’in talebi ne olabilir ki? Bizim burada uydurulduğu gibi gelip de buraya Ermenistan kuralım, gibi bir hayal yok. Tamam vardır bunu da besleyen de çok azdır. Bu gerçekçi bir şey zaten değil. Bunu da talep etmiyor kimse.

Ama bir şekilde bu yaşanmışlara beraberce ad konursa, ya şöyle bir şey vardı. Sivas katliamından sonra Alevi derneklerinden birinin bir yöneticisi çıkıp “yetkililer üzüldüklerini açıklasınlar” diye bir talepte bulunmuştu. Şimdi biz Türkiye'de böyle bir durum yaratabilen bir toplumuz ve devletiz. Yani insanların acısını sahiden paylaştığını hissettirmek diye bir şey var. Bu bile ne kadar çok adım atılmasını sağlayabilir. Biz 19 Ocak için Agos’un önüne yürürken beyaz bere takmış polisler gördük bu memlekette veya Trabzon trübününde beyaz bereler takıp trübüne geldi taraftarlar. Şimdi bunları yaptığınız zaman, başka bir şey demiş oluyorsunuz. Nitekim diyorsunuz da “yaptık yine yaparız” diye faşistlerin sloganı var. Şunu vurgulamak isterim; esasında bu meseleleri halledeceğini umduğumuz, halledilmesini istediğini umduğumuz kesimler de bu konuda genel faşizan çizgiden çok farklı değiller. En önemli noktalardan biri de belki de bu.

“ADAMIN DEDİKLERİNİ ANLAYACAK HAFIZAMIZ YOK”

“Hafıza Yetersiz” filminin adı başından beri belli miydi yoksa çalışmalar sırasında mı ortaya çıktı?

Belli değildi, üstelik hiç isim ihtimali de aklımda yoktu. Benim kitaplarımda da filmlerimde de hep öyle oldu. Hani her şey bitiyor artık, çıkacak ortaya ama hala ismi yok. Bunda şöyle bir şey oldu. İsmin kendisi yoktu ama ne gibi bir şey koyacağım şans eseri erken bir aşamada belli oldu. O da şöyle oldu. Filimde bir sekans var, Hrant’ın bir yabancı televizyonun röportajında dolgu olarak çekilmiş. Agos’ta masasında oturuyor gazete okuyor. Arkasında da bir tane eski Mac ekranı var, dikey açık ekran. Hrant’ın bilgisayarlarla ilişkisi falan pek iyi değildi. Arkasında da bir ekran açık, ekranda da “memory too low for word” yani Word programını açacak belleğin yok gibi bir uyarı var orda. Ben de “memory too low for words” gibi çevirdim kafamda. Yani adamın dediklerini anlayacak hafızamız yok, gibi bir şey aklıma geldi. Sonra Türkçe’de o “sözlere yeterli hafıza yok” formülünü bulamadım güzel. Mesela İngilizce’de güzel oturuyor “memory too low for words” ama Türkçe’de sadece “Hafıza Yetersiz” koymayı tercih ettim.

İKİ ÜLKE ARASINDAKİ “NORMALLEŞME” GÖRÜŞMELERİ

Belgeselde Türkiye ve Ermenistan’la alakalı Hrant’ın o çok aşina olduğumuz klinik vaka benzetmesine de yer veriliyor. “Onların paranoyası bizim travmamız-korkularımız” dediği bu iki klinik vakanın tedavi edilmesinin tek şartının bu iki halkın birbiri ile kuracağı diyalog olduğunu söylüyor.
Sizce Türkiye ve Ermenistan’ın “normalleşme” görüşmesi, bu diyalog için bir adım olabilir mi? Hrant’ın düşlediği gibi diyalog ve empati kültürünü geliştirmek için bir adım olabilir mi?


Bunu umarız tabi ki. Şimdi bu Türkiye-Ermenistan meselesiyle, bu soykırımla bağlantılı olarak Türkiye’de Ermeni meselesi denilen şey aslında hiç de o kadar aynı şeyler değil. Çünkü bugün baktığınız zaman, Türkiye ekonomisi komşusunun bilmem kaç katı büyüklüğünde olan ve dolayısıyla bir irtibat kurulduğu zaman aslında bundan Türkiye'nin de büyük bir yarar sağlayacağı ve orada bir ekonomiden başlamak üzere bir etkinlik sağlayabileceği falan bir ilişki ihtimali söz konusu. Türkiye bunu red ediyor. Çünkü Türkiye’de hakim olan ülkenin yönetimine ekonomisine hakim olan birtakım insanların Azerbaycan’la çoğu da gayet kirli olan ilişkileri var aslında başka bir sebebi yok. Yani tarihi Ermeni sorunu yüzünden bugün Türkiye'nin Ermenistan'da ilişkisi kopuk değil, güncel politik sebepler yüzünden öyle. Ve Türkiye'nin Ermenistan’la sınırı kapatması akıl alır bir şey değil. Çünkü tamamen Türkiyenin kendi çıkarına olan bir şeyden vazgeçilmiş olunuyor. Tabi ki Ermenistan’a da bunun faydası olacak, Ermenistan’ın ekonomisine piyasasına çok katkısı olur, Türkiye ile daha yoğun ve açık ticari ilişkilerin olmasının gelip gidilmesinin falan. Ermenistan’da şimdi buna açık olabilecek bir yönetim var ilk defa. Daha demokratik bir ülke kurmak isteyen ve bu tarz bir ilişkiye açık bir yönetim var. Biraz bu son savaşla aslında, evet çok acı şeyler yaşandı. Fakat bir yandan da bir yükten de kurtulmuş olundu. O işgal altındaki topraklar diye tabir edilen topraklarla ilgili meselenin bir şekilde halledilmesi gerekiyordu. Şimdi bu da halledildi, aslında engel de kalmadı. Çünkü Türkiye resmen onu öne sürüyordu. Şimdi Karabağ meselesi ayrı o burada tamamen yanlış bilinen bir mesele. Şu anda aslında diplomatik sorun kalmadı. Türkiye’nin o savaşta Azerbaycan’a fiilen savaşa katılarak destek vermiş olmasına rağmen, Ermenistan şu anda “ilişkileri normalleştirelim” diyor. Ki orayı yönetenler de birçok şeyi göze alıyor. Şunu da unutmayalım Ermenistan’da yasal izinleri de olmaksızın Türkiye’de gelip çalışan binlerce insan var ve ilk fırsatta “atarız hepsini dışarı” gibi beyanlar verildi burada. Bizzat en yetkili şu andaki cumhurbaşkanının ağzından… Bu yaklaşımla siz kimseyle düzgün bir ilişki kuramazsınız ki. Hani bir güven sağlanması gerekiyor Türkiye ordusu çok daha güçlü bir ülke ve zamanında da hani bir fail bir de kurban varsa, fail olan biziz yani dolayısıyla bugünün güven ortamını yaratacak olanın da esasında bizim olmamız gerekiyor.

“HER ŞEYE DÜŞMAN BİR HALİMİZ VAR”

Bu filmde “birlikte yaşama” vurgusu var. Biraz bu birlikte yaşama vurgusu üzerinden konuşabilir miyiz?

Orada şunu özellikle vurgulamak istiyor: Birbirini dışlayan, birbirini böyle kendisine yabancı, düşman gören insanların birlikte yaşaması, ikisi için de hem bir tedavi aracıdır hem ikisini de daha ileri götürür, olgunlaştırır ve buradan çıkacak toplu hayat daha zengin bir şey olur. Bu zaten evrensel bir ilke yani. Bizim en çok ihtiyacımız olan şey. Yunusu silahla vuran insanlardan bahsediyoruz ya da köpeğin bacaklarını kesip bilmem…Hani her şeye düşman bir haliniz var. Bu çok sağlıksız bir şey. Bu konuya da sanki böyle sırf Ermenilerin meselesi var ortada, gibi bakılıyor. Öyle değil ki, bizi de hasta eden bir şey bu. Biz kimseyi sevmiyoruz ya. Yapılan anketlere falan bakın, “kiminle komşu olmak istersiniz” diye soruluyor. Adam kendini tarif ediyor, bir tek kendisi ile komşu olmak istiyor. Türkiye’de hangi kültürler egemen toplumda? Devletinki, islamcı çoğunluğunki, milliyetçi çoğunluğunki… Bir de sol kültürümüze bakın. Hiç birinde farklılığa en ufak bir tahammül yokki. Herkes kendisinden farklı olanı ezerek bir kişilik kazanmaya çalışıyor. Bu zaten hastalık sebebi ,ruhsal hastalık sebebi. Bundan kurtulmanın yolu nedir? Hrant niye şeyi vurguluyor “ben Türklerle beraber yaşamayı şans sayıyorum" Neden bunu söylüyor? Çok şahane bir yerde yaşıyorum demek istemiyor aslında. Farklılıklarla birlikte olmak insanı zenginleştirir, başka biri haline getirir, seviye sıçratır yani ona. Neden dünyanın en güçlü ülkesi Amerika? Ben İrlandalıyım kardeşim deyip, İrlanda bayrağı ile İrlanda halk şarkıları söylüyor. Ama Amerikalıyım diyor. Amerika’ya da bu yüzden bir şey olmuyor.

Filmde Hrant’ın bıçak sırtında olmayı daha güvenli bulduğunu anlattığı bir yer var. Hrant “Bu bir bıçak sırtı. Bu tarafa düşsem soyumu inkar edeceğim, bu tarafı söylesem Türkiye’de beraber yaşadığım insanları üzeceğim. Ben dedim en iyisi bıçağın üstünde kalayım. Bu benim için en güvenilir yer.

Evet, zaten Türkiye’de
herhangi bir konuda insani bir çizgi izlemeye kalktığınızda zaman, o her zaman bir nevi bıçak sırtı oluyor. Sadece Ermeni olmakla ilgili bir şey de değil. “Ya kardeşim bu toplum çoğunluğu şöyle, ama şu da böyle, işte bunu da şöyle yapmak lazım, bunu da böyle” yollar bulmaya kalktığınız zaman hep bıçak sırtında oluyorsunuz ve birileri de elinde başka bıçaklarla hep sizi kovalıyor oluyor.

“DEVLET ORADA BİZE BİR ŞEY DEDİ”

Hrant’ın öldürüldüğü gün, sokak ortasında cansız bedeni bekletilirken ayakkabılarının altının delik olduğu o görüntüleri hafızalarımıza kazındı. Bu görüntülerin böyle hafızlarımıza kazınmasının da çok masum olduğunu düşünmüyorum. Bu görüntüler belli ki filmde de bilinçli bir tercihle kullanılmamış. Benim kendimce neden kullanılmadığına dair bir fikrim var ama sizden duymak istedim. Muhtemelen seyircinin de görmeyi umduğu bu görüntüleri neden kullanmadınız?

Bence çok haklısınız, hiç masum bir şey değil. Üstelik iyi bir şey de değil. Yani Hrant tabi ki kendisine ayakkabı alacak ya da ayakkabısının altını yaptırabilecek durumu vardı yani. Onu önemsemediği için o öyle kalmış. Bir kere çok yanlış bir şey onu öyle sunmak. İkincisi ya bu adam o öldürüldüğü ana kadar bir hayat yaşadı ve o hayatın içinde işte bu filmde birazını gördüğümüz çok zengin, çok etkili ve çok özgün bir şey var. Esas buna bakın siz. Niye öldürüldüğü ana bakıyorsunuz. O bir şeyin sonu… Ve bize bir şey demek aslında. Devlet orada bize bir şey dedi. “Böyle yapmayın yoksa böyle olursunuz” dedi. O gün film gösteriminde de biri bunu sordu. Herkes onu görmek istiyor. Onu görünce ne oluyor vicdanımız mı rahatlıyor. Halbuki tersi olması lazım.

İşte bunu söylemek istiyorum, bunu görme isteğimizde de bir sorun var.

Biz o görüntüyü hiç bir zaman kullanmadık. Hrant’ın arkadaşları olarak Onbeş yıldır, herhalde yüzlerce etkinlik düzenledik. Hiç bir zaman o görüntüyü kullanmadık. Bir kere biz onu görmek istemiyoruz. O konuda dediğinizi çok doğru buluyorum, hiç masumane değil. Onu yaygınlaştırmak da doğru değil yani. Hrant’ın enerjisini ve bize söylemek istediği şeyi yaygınlaştırmak önemli.

Bu filmin muhakkak ki hatırlatmadan da öte bir derdi bir ana problemi vardı. Geniş çerçevede bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bu nasıl diyeyim ir görev gibi de… Çok önemli bir insan olduğuna inanıyorum. Bize çok önemli bir şey söylediğine de inanıyorum. Aktarmak zaten görev bildiğim bir şey. Ayrıca çok istediğim bir şeydi. Hakkaten bunu yapmadan şu dünyadan gitsem gözüm açık giderdim yani. Bu öyle bir şey benim için. Çok faydalı olacağını düşünüyorum gelecek kuşakların da böyle bir insanın bu topraklarda yaşadığını, bunları söylediğini, böyle davrandığını bilmesin çok iyi olacağını düşünüyorum.

Gazeteci-yazar Hrant Dink, 15 yıl önce bugün genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

Ölümünün 15. yıl dönümünde kendisini saygı ve özlemle anıyoruz…

Podcast