Çağrı cihazlarının patlaması ve Hizbullah içine sızan casuslar
UMUT SEVDİ TANGÖR
İsrail istihbarat ve teknoloji gücünü birleştirdi, Lübnan’da eş zamanlı olarak 3 bine yakın çağrı cihazını patlattı. Çağrı cihazlarını kullananlar Hizbullah üyesi oldukları için hedefti. İsrail ve Lübnan arasındaki çatışmalar belli ki karada yani Güney sınırında sıkışıp kalmayacak. Dahası savaşın çatışma biçimi şekil değiştirdi. İsrail sadece güneyde füzeler bombalarıyla değil, başkent Beyrut’ta da Hizbullah’ın peşinde olduğunu gösterdi. Bu saldırılar bir istihbarat zaafı mıydı? "Cep telefonlarını bırakın" diyen Hizbullah lideri Nasrallah da kandırıldı mı? Tüm bu merak edilenleri, Ortadoğu’nun içinden gelen bir uzman, Arif Keskin değerlendirdi.
Hizbullah Lideri: Lübnan Savaşta
17 Eylül 2024 Salı günü partisinin üyeleri çağrı cihazlarıyla gün ortasında, sıradan insanların içerisindeyken vurulan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah saldırıdan iki gün sonra, televizyondan mesajlarını verdi. İsrail’in bir siber saldırı ya da casusluk saldırısı olarak nitelendirilen bu eylemini “Lübnan’a açıktan, dünyanın gözü önünde savaş ilanı” olarak yorumladı. “Savaş halindeyiz diyen Nasrallah, İsrail’in tüm kırmızıçizgileri aştığını, Gazze için ateşkes umutlarının tükendiğini söyledi”… En çarpıcı cümlesi ise şuydu, “Hizbullah’ın büyük bir darbe aldığını kabul ediyoruz, karşımızda en güçlü ve yeni teknolojiye sahip olanlar var” dedi. Bir bakıma 7 Ekim 2023’de Hamas saldırıları ile itibar kaybeden İsrail’e itibarını iade etti.
Bu saldırı Hizbullah’ta de bir reaksiyon yarattı. Hizbullah lideri sözlerini, savaşın genişleyeceğinin işaretlerini vererek tamamladı.
Hizbullah kendi içinde bile yapacağı saldırıları gizli tutacak
Nasrallah “İsrail’e artık bizde çok farklı karşılık vereceğiz, ne zaman nerede, nasıl bir karşılık vereceğiz bunu kimseye söylemeyeceğiz. Hatta kendi içimizde dahi küçük bir grup bilecek çünkü artık daha dikkatli olmak zorundayız” dedi.
Nasrallah’ın bu son cümlesi hem Hizbullah içerisindeki casusların iş başında olduğunu hem de bu casuslara karşı affedici olmayacaklarını gösteriyor. İşte burada gözler çağrı cihazlarını almaları yönünde telkinde bulunan İran’a çevriliyor.
İran, Hizbullah ve Hamas arasındaki siyasi görüş birliği ve ortak mücadele ekseninde bir çatlama olabilir mi?
Bu soruyu İran doğumlu, Tebriz üniversitesi mezunu siyaset bilimci ve terör uzmanı, İran’ı, aynı zamanda Hamas’ın ve Hizbullah’ın örgütsel yapılarını çok iyi bilen Arif Keskin, "İran unsuruna" dikkat çekerek yanıtladı.
Arif Keskin: “İsrail belli bir süredir Hizbullah yetkililerinin liderlerinin ve onun mensuplarını öldürüyor. Ve bu mensupların birçoğunun yeri de gizlidir. Birçoğunun kimliği de gizlidir ve sonucu itibariyle onların kim olduğunu, hatta Hizbullah'a mensup olduğu bile böyle bilinmiyor yerleri asla bilinmiyor.
Bütün bu bunlardan Hizbullah’ın çıkarttığını sonuçlardan birisi bu. Bütün gizli kişilerin veya uzun süredir yerleri bile bilinmeyen kişilerin veya istihbarat anlamında yerlerinin, hedeflerin tespit edilmesinin en önemli nedenlerinden birisi cep telefonudur. Bunun en somut örneği mesela İsmail Haniye suikastı. Bu suikasttan sonra bir tartışma ortaya çıktı. Aslında İsmail Haniye’yi Whatsapp yazışmalarından buldular. Whatsapp yazışmaları nedeniyle buldular ve o nedenle dolayı öldürüldü ve doğal olarak aslında cep telefonu ve cep telefonuna bağlı olan sosyal medya ve aplikasyonlar Şebekeler vesaire bütün casusluk vesilesi olarak algılandı. Hizbullah’ın ve İran’ın da yorumu bu yöndeydi ve bu nedenden dolayı, Hasan Nasrallah tarafından, çağrı cihazına oraya doğru bir geçiş yapıldı. Tabii ki İran’ın burada rolü var.”
Çağrı cihazlarının eş zamanlı patlaması ile beraber Hizbullah ve İran ilişkisi de ortaya apaçık çıkmış oldu. Salı günü kullandığı çağrı cihazı infilak eden yaklaşık 3 bin Hizbullahçı arasında İran Büyükelçisi Mojtaba Amani de vardı. Amani ağır yaralı.
Terör uzmanı Arif Keskin İran ve Hizbullah’ın arasındaki ilişkiyi şu cümleyle anlatıyor, "İran sadece parasal ve askeri değil aynı zamanda istihbarat olarak da Hizbullah’ı yönlendiriyor."
Arif Keskin: “İran’ın şu anlamda bir rolü var, İran aslında, yani sadece parasal olarak, askerî olarak ve şey olarak değil, istihbarat olarak da Hizbullah’ı yönlendiriyor. Hatta bazı iddialara göre şu anda İsrail’in elinde olan cihazlar, aslında İran tarafından verilmiş.
Şöyle bir iddia var İranCell almış ve İranCell teslim etmiş aslında. Bu nedenden dolayı aslında bu süreç, cep telefonundan, çağrı cihazına geçiş süreci İran tarafından da onaylanmış bir süreçtir.”
Arif Keskin: “Süreci İran'da onaylamıştır ama İran’ın onayın yanı sıra da Hizbullah da bu sürece girmiştir. Yani şu anlamda, bu bir yönüyle de aslında İsrail'in yeteneklerini, becerilerini, istihbarat ağlarını ve ördüğü o şebekeyle ilgili bence İran’ın ve Hizbullah’ın yeterince bir tasavvuru yoktu.”
Hizbullah içindeki casuslar, “içeriye sızıldığı doğru ama yetersiz kalıyor”
Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın içimizdekilere karşı da dikkatli olacağız cümlesinin altını çizmek gerek. Hizbullah çağrı cihazlarını eş zamanlı patlatma eyleminin bir casusluk eylemi olduğunu kabul ediyor ve içlerine sızanlar olduğunu da biliyor. Zaten bu sızmalar ne ilk ne de son.
Arif Keskin, “Tabii ki sızmış vaziyetteler. Örneğin İran’la ilgili bir örnek vereyim, Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad açık şekilde şunu söyledi, İstihbarat Bakanlığı’nda Mossad ve İsrail masasına bakan kişi İsrail ajanı çıktı” dedi.
Eski İstihbarat Bakanı Ali Yunisi açık şekilde İsrail'in İran içerisindeki istihbarat ağının ciddi olduğunu etkin olduğunu söyledi. İsrail'in İran’a yaptığı eylemlerin türüne ve çeşitliğine de bakıldığında istihbarat olarak nüfus olmadığı takdirde bunları yapamaz. Örnek verelim, İsrail, İran’ın gizli nükleer belgelerini çaldı. Şimdi İran’ın o gizli nükleer belgelerini çalmak için sadece İran’ın içinden bilgi alabilirsin.
Örneğin, Eli Muhsin Fahrizade gibi, daha iyi korunan kişiler dahil olmak üzere, İsmail Haniye suikastı dahil bütün bunlarda İsrail’in İran’da ciddi bir istihbarat etkinliği olduğu net olarak gözüküyor. Bu aynı zamanda Hizbullah içinde geçerlidir. Yani burada “sızma” sözü doğrudur ama yetersiz kalıyor.
Tüm bunların ışığında insanın aklına şu soru geliyor, Hizbullah bu sefer içindeki casuslara mı yenildi? Arif Keskin, itiraz etmiyor. Tedarik zincirine dikkat çekiyor.
Arif Keskin: “Olabilir yani bu ağın kendisi, bu ağı yönetenler, bu işlemleri yürütenler de bunun alım satım alım işini yapanlar ve taşıyanlar da, bir şekilde İsrail'le işbirliği içerisinde olabilir. Yani Hizbullah’ın duyarlı olmasını engelleyen ve cihazları kontrol etmesini engelleyen, bir tür güven sağlayan bir mekanizma işlemiş olabilir. İran’ın içerisinde de konuşuluyor bu şu anda ,İran içerisinde de bir ihanet söz konusu olmuş olabilir."
Tek bir istihbarat servisinin işi değil
Siber güvenlik uzmanlarına göre basit, karışık olmayan ancak kitlesel ve aynı anda olması açısından İsrail’in bu saldırısı dikkat çekiyor. Ve terör uzmanlarına göre de çağrı cihazlarının eş zamanlı patlatılması tek bir istihbarat biriminin yapabileceği türden bir eylem değil.
Arif Keskin: “Sızma kavramı yetersiz anlamına geliyor ve bana göre bunun ardındaki tek bir istihbarat servisi değil, istihbarat servislerinin kesişmesi, sızmanın ötesinde elektronik bir kuşatma var. Ve bu kuşatma süreç olarak kolayca işletilmiş.”
İsrail'in çağrı cihazı saldırısı: Siber saldırı mı, casusluk mu?
Hizbullah ve İran arasında güven zedelenmesi yaşanabilir
Bu saldırı ve öncesi birbirine bu kadar yakın olan İran ve Hizbullah arasında bir çatlak yaratabilir mi? Yani Hizbullah İran’dan ya da İran tarafından gelecek sızmalara ve casusluk ihtimaline karşı da tedbirli davranacak mı? Zira 2024 yılında sık aralıklarla meydana gelen şaşırtıcı olaylar zinciri İran’ı da mercek altında tutuyor.
Önce 19 Mayıs 2024 ‘de İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Azerbaycan sınırında geçirdiği helikopter kazasında ölmesi, ardından, Hamas lideri İsmail Hanniye’nin 31 Temmuz 2024 de İran’ın başkenti Tahran’da suikast sonucu ölmesi İsrail’in birçok koldan bu grupların içerisine girmeyi başardığını gösteriyor.
Arif Keskin: “Bu güç birliği bozulmaz ama İsmail Haniye suikastında de o zamanlar şu düşüncedeydim, yani İsmail Hani’ye suikastıyla İran’ın ve İran’daki vekil güçleri arasındaki bakış açısı ve ilişkinin niteliğini köklü olarak değiştirmeyebilir ama belli bir değişime yol açabilir. Yani şu anlamda yol açabilir, Hizbullah diyecek ki, “İran zaten kendisini koruyamıyor, beni nasıl koruyabilir?” Yani İran güvenli bir liman değil. Ayrıca İran’a sızmış istihbaratçılar var, o nedenle İran’dan gelen direktiflere tam olarak güvenmeyebilirler. Yani bu İran ve Hizbullah arasında bir kopmaya yol açmaz ama alttan alta işleyen bir güven bunalımı, tabanda bir rahatsızlığa neden olabilir. Bu anlamda İran ve Hizbullah ilişkilerinin niteliği değişebilir Belki kısa sürede bunu biz görmeyebiliriz ama uzun sürede olabilir. Çünkü onlar birbirlerine aşırı bağımlılar. Yani ben aslında Hizbullah’ı ayrı bir grup olarak görmüyorum. Yani Hizbullah aslında İran rejimiyle özdeş ve rejim ile iç içe geçmiş ve aslında İran’dan ayrı bir örgüt olarak da tanımlamak doğu değil.”
İsrail’in Lübnan hayali yeni değil. Defalarca Lübnan ile daha doğrusu Hizbullah ile çatıştı. Güneydeki verimli topraklara ilerlemek gibi bir niyeti var, Şebaa çiftlikleri de en önemli olanı. Ancak 2006’da İsrail-Lübnan Savaşı, Hizbullah'ın askerî kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında çıkmıştı.
Kriz, Hizbullah’ın, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştı. Savaş Ağustos ayında son bulmuştu. 7 Ekim Hamas’ın İsrailli sivillere karşı yaptığı saldırının hemen ertesinde Hizbullah ve İsrail güneyde bir kez daha karşı karşıya geldi ve 17 Eylül’de artık iki ülke savaşta olduklarını kabul etti.
Arif Keskin: Yani biz bu şu andaki var olan gerginliği makro bir düzeyde yorumlayabiliriz. Evet, İsrail’i böyle bir hayali var ama şu anda var olan çatışma bu makro amaçtan daha ziyade şu anda o bölgede, o coğrafyada yaşanılan somut gerginliğin devamıdır. Israil'in güvenlik politikası açıklanmasa da bana göre 7 Ekim saldırılarından sonra köklü olarak değişti. Neydi mesela hatırlarsanız ve hatta çatışma modelleri de değişti. Sizde o coğrafyayı biliyorsunuz, orayı izliyorsunuz. Mesela kısa süreli bir çatışma oluyordu, sonra sessizlik devam ediyordu. Ama 7 Ekimden bu yana neredeyse bütün cephelerde durmadan savaşıyor. İsrail, Hamas bana saldırmaz, gücü buna yetmez diye düşünüyordu. Şu anda yine önleyici adımlar atıyor. Aslında temel amacı bütün bu grupların, İsraillilere yönelik muhtemel gelecekte ve ya şu anda yapılacak saldırıları önlemek.”
İsrail topraklarını genişletmek hayali içerisine girdikçe aslında, mutlu huzurlu bir İsrail hedefinden de uzaklaşıyor. Terör konusunda uzman, İran’da doğmuş ve okumuş Ortadoğu’yu iyi tanıyan siyaset bilimci Arif Keskin’e göre İsrail’in sınırlarını genişletme sevdası sıradan İsrailliler için bir mutluluk değil bir bakıma yeni bir güvensiz ortamı getiriyor.
Arif Keskin: “İsrail’in fiili olarak genişleyebilmesi için kapasitesi yok. İsrail’i bu çaptaki çatışmalar dahi uçuruma itmiş durumda. Küçük bir ülke. Ve toplum savaşın bütün yıkıcılığını yaşamış durumda. Yani şu anda belli bir süre devam ederse İsrail ekonomisi ciddi bir biçimde tepetaklak olabilir. Israil kalkınması, gelişmesi ciddi bir biçimde darbe alabilir. Israil'e göç durabilir, para kaçabilir. İsrail'deki yetenekli insanlar, parası olanlar, yetenekleri olanlar İsrail’i terk edip batıya göç edebilirler. Sizde orayı biliyorsunuz, Amerika'nın desteği olmazsa batının desteği olmazsa İsrail kendini ekonomik olarak da teknolojik olarak da kalkınma olarak da yenileyebilecek bir olanağı yok. Yani İsrail aslında şu anda kendisi de bu çatışmanın esiri olmuş vaziyette.
Örneğin 7 Ekim’den önce toplumsal anlamda ciddi bir dönüşüm vardı. Savaşın psikolojisinden atmış yeniden hayata dönüyorlardı, yetenekli parlak insanlar İsrail’e göç ediyordu. Şimdi Netanyahu ülkeyi başka bir yere çekmek istiyor ama halkı götüremiyor.”
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.