Cumhuriyet'i cımbızla anlatmak: 100 sene, 100 nesne

Cumhuriyet'i cımbızla anlatmak: 100 sene, 100 nesne
Barış Akademisyenleri, Cumhuriyetin 100 yılına ve hayatımıza damga vuran, anılarımızda yer tutan 100 nesneyi kaleme aldılar. Berna Can, Barış Akademisyenleri Hakan Mertcan ve Bediz Yılmaz'la 100 Sene 100 Nesne eserini ve o süreçte yaşanılanları konuştu.

BERNA CAN

AKP iktidarının çözüm sürecini sonlandırılmasının ardından 2015-2016 senesinde Kürt coğrafyasında yaşananlara karşı çıkarak şiddetin sona ermesi için bini aşkın akademisyen 'Bu Suça Ortak Olmayacağız' başlığıyla bir bildiri yayımladılar. Anayasa Mahkemesi'nin dahi 'ifade özgürlüğü' kapsamına aldığı bu bildiri sonrasında hiçbir şey onlar için eskisi gibi olmadı. Öncelikle işlerinden, öğrencilerinden sonrasında yurtlarından olacak olacak kadar baskı ve hedef göstermelere maruz kaldılar.
Barış Akademisyenleri, Cumhuriyetin 100 yılına ve hayatımıza damga vuran, anılarımızda yer tutan 100 nesneyi kaleme aldılar.

Kısa Dalga'dan Berna Can Barış Akademisyenleri Hakan Mertcan ve Bediz Yılmaz'la 100 Sene 100 Nesne eserini ve o süreçte yaşanılanları konuştu.

‘Barışı savunan akademisyenler olarak hain ilan edildik’

Hakan Mertcan: Tabii bazen meselenin asıl çıkış noktası unutuluyor, Barış Akademisyenleri ve yaptıkları konuşulurken. Bilindiği gibi barış, çözüm veya işte farklı biçimlerde ifade edilen süreç sonlandırıldığında, masa devrildiğinde, Kürt coğrafyasında sivillere yönelik çok ciddi bir şiddet ve insan hak ihlalleri gündeme geldi. O süreçte bu ülkenin akademisyenleri olarak bir grup insan ‘’ne yapmalıyız’’ telaşındaydı. Biz bilim üreten insanlarız, entelektüel bir gücümüz, malzememiz var ve bununla bir cevap verebilmekti.

Bu sürecin durması için, oradaki şiddetin önlenebilmesi için bizler, bir grup akademisyen ‘’bu suça ortak olmayacağız ‘’ isimli bildiriyi yayınlamıştık. Çok sayıda akademisyen bu bildiriyi imza attı. Barışı savunan akademisyenler olarak ilk günden itibaren en yüksek, devletin en yüksek merciinden çok ciddi bir tepkiyle karşı karşıya kaldık. Tehditle karşı karşıya kaldık. Hain ilan edildik. Terörle ilişkili olarak anıldık.

Ve hatırlayacağınız gibi mafya liderleri ‘’ kanlarıyla duş alacağız’’ açıklamalarıyla tehdit ettiler. Birçok yerde resimlerimiz basında verildi. İsimlerimiz, odalarımız, üniversitedeki adreslerimiz... Hedef, çok hedef gösterildiğimiz zamanlar oldu.

Ve bu süreçten sonra birçok arkadaşımız, Bediz ve ben de dahil, üniversitedeki işimizden atıldık, öğrencilerimizden ve bir anlamda hayatımızdan koparıldık. Birçok insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Ben örneğin 7 yılı aşkın zamandır Almanya'da yaşıyorum.

‘’Kürt halkına yönelik şiddetin önüne geçmek istemiştik’’

Zorunlu bir ikametgah edinmek durumunda kaldık. Süreç buydu. Yani aslında Kürt halkına yönelik uygulanan şiddetin önüne geçmek istemiştik. Ve ondan sonra bunun önüne geçmek isteyenler ağır bir şiddet haliyle karşı karşıya kaldılar.

Gerçekten de tamamen temel haklar, insan hak ve özgürlüklerini içeren bir açıklama. Anayasa Mahkemesi de daha sonra zaten bunun ifade özgürlüğü içerisinde olduğunu kararla tescil etmiş oldu. Ama biz ondan önce de suçlandık, yargılandık. Bu karara rağmen de halen çoğumuz işimize dönmedi, dönemiyor.

Süreç devam ediyor ama işte o kadar güzel bir şey yine ortaya koydunuz ki.. Bu ülkeyi, bu toprakları, bu toprakların insanını ne kadar sevdiğinizi ortaya koyan bir eserle karşımıza çıktınız. Yüz sene ve yüz nesne fikriyle geldiniz. Yüz sene, yüz nesne nedir? Nasıl ortaya çıktı?

Bediz Yılmaz: Yüz Sene Yüz Nesne çalışması Barış Akademisyenlerin ortaya koyduğu pek çok kolektif çabadan bir tanesi. Dayanışma Akademileri kurdu Barış Akademisyenleri. Kooperatifler kurdu, araştırma grupları kurdular, dernekler kurdular, çok kıymetli çabalar ortaya koydular.

Bir yandan da akademiden de aslında kopmadılar, kopmamaya çalıştılar diyelim. Biz de Mersin Kültürhane, başını çektiği bir çalışma ortaya koymak istedik. Bunun editörlüğünü Mersin'deki Barış Akademisyenleri yaptı. 10 farklı Barış Akademisyeni, Mersin Üniversitesi'nden uzaklaştırılmış olan, editörlüğünü yaptı. Akademisyen Ulaş Bayraktar'ın bir fikri aslında bu.

Benim ve Esin Gülsen'in koordinatörlüğünü yaptığı, 10 editörün, 100'den fazla yazarın ve çok sayıda hazırlık çalışmalarında çok sayıda kişinin katkısıyla ortaya çıkmış bir çalışma oldu bu. Cumhuriyeti nesneler üzerinden ele alma fikrine dayalı bir çalışma bu.

Hakan Mertcan: ALFA Yayınlarından 4500 sayfalık, gerçekten hacimli bir eser oldu, yani 100 nesne ile 100 seneyi anlatmak kolay değil. Barış Akademisyenleri aslında gerçekten şuna mahkum edilmek istenmişti: Medeni bir ölüme, sivil bir ölüme daha doğrusu. Hani hatırlarsınız ‘ağaç kabuğu yesinler, kök yesinler’ gibi laflar ediliyordu ve çoğu arkadaşımız yani çok genç, çok kıymetli araştırmalara imza atmış ve çok daha büyüklerine imza atacak iken.

‘’Yeniden yazmak bizim için bir haysiyet mücadelesi biçimi’’

Bütün durduklarımız zemin ayağımızın altından alındı. Kampüsler bizim için bir iş yeri falan asla olmadı. Orası bizim yaşam alanımız. Öğrenciler sıradan ders verdiğimiz kişiler değildi. Hemhal olduğumuz, bizim için gerçekten çok kıymetli alanlardan uzaklaştık ve çoğu insan üretim yapamayacak duruma geldi. Neden?

Bir kere fiziken yani insanlar ekmek derdinde, ekmek kavgasında, çocuğuna bir şeyler götürebilmek derdinde, evinin kirasını ödeyebilmek derdinde, hastane masrafını karşılamak ve bunun için gerçekten akıl almaz işler yapmak zorunda kaldılar. Dolayısıyla ne zaman, ne güç ne de öyle bir motivasyon artık kaldı ama yine de biz şunu biliyoruz; Yazmak, yeniden yazmak bizler için bir direnmenin, var olmanın, bir haysiyet mücadelesinin biçimi. Yani biz önceki kuşak hocalarımızdan gerçekten bunu öğrendik.

Eserin ortaya çıkış sürecini de çok merak ediyorum. Bu esere konu olan nesneler, yüz tane nesne, bunlar nasıl belirlendi? Nasıl toplantılar yaptınız aranızda? O belirleme süreci ne kadar sürdü?

Bediz Yılmaz: Projenin aslında en özgün yanlarından biri o. Biz bu çalışma gerçekten kolektif bir çalışma olsun istedik ama sadece böyle editörler kurulunun veya çalışma ekibin bir oturup toplantılar yaparak, kafa yorarak oluşturduğu bir şey değil de gerçekten. 2 yıl boyunca biz sosyal medyayı çok aktif kullanarak öncelikle oradan çağrılar yaparak, hatırlatmalar yaparak, tam pandemi zamanı denk geldiği için yüz yüze toplanamadığımızdan dolayı çok sayıda Zoom üzerinden tematik atölyeler düzenleyerek, hazırlık videoları çekerek, hazırlık röportajları yaparak, çok uzun bir hazırlık süreci geçirdik. Nesneleri baştan belirlemedik. Biz nesneleri bu süreç boyunca belirledik. Mesela şöyle sorular sorduk:

Demirel dönemi size ne hatırlatıyor? Çocukluğunuzdan bir nesne, büyükannenizden size kalan bir eşya gibi çok fazla sorular sorduk. Kendimiz de çok hatırlatmalar yaptık tarihler üzerinden. Belli bir tarihte belli bir paylaşım yaptık mesela. Ve biraz da nesneler odaklı tabii ki her zaman bu paylaşımları yaptık.

Ve biraz farklı odaklara gitmeye çalıştık. Burada bu nesne meselesinin çok enteresan tarafları var. Yani hem çok bariz, çok bilindik nesneler var bizim çalışmamızda. Hem de hiç akla gelmeyecek şeyler var. Biz hazırlık sürecinde de bunu yapmaya çalıştık ve insanları biraz öyle düşünmeye, teşvik etmeye çalıştık.

Yani mesela bir terlik, terlik mesela buraya girmedi ama terlik deyince akla gelenler, yani takunya ve terlik arasındaki fark mesela. Benim vardı küçükken mesela. 6-7 Eylül meselesini terlikle anlatan, Orhan Kemal'in kitabından bir parça var. Yani bu tür şeyleri hatırlatarak ondan sonra yavaş yavaş süzüldü ve bu yüz neste bu şekilde verilenmiş oldu. Yazarlara çağrı yapıldı.

‘’Doktora öğrencisiyken imza verenler akademiye girme imkanı bulamadı, onların yazılarına öncelik verdik’’

Burada Hakan'ın da dediği gibi biz yazarlarda öncelikle Barış Akademisyeni olmasını Barış Akademisyenleri içerisinde de işinden yani akademiden uzaklaştırılmış olanları daha genç olanları yani gençleri hedeflememizin sebebi Akademide henüz var olma fırsatı bulamamış kişiler, mesela doktora öğrencisiyken imza atan kişiler hiçbir zaman akademiye girme imkanı bulamadılar.

Yani biz onları öne çıkarmayı, onların akademiyle, üretimle ve bu fikir, düşün dünyasıyla bağlarını mevcut tutmaya çalıştık, korumaya çalıştık. Ve kısmen de başarılı olduk diye düşünüyorum. Çünkü çok kişi, biz kopmuştuk akademiden, çok kırılmıştık ama bu sayede yeniden ürettik. Ve burada bir eserimizin olması bizim için çok büyük bir mutluluk oldu dediler. Bu dediğim gibi bizim çalışmamız ama başka çalışmalar da bunu yapıyor elbette.

Ama bizimki 100 nesne olduğu için, yazar sayısı, katkı veren sayısı çok olduğu için elbette daha fazla insana ulaşabilmişizdir, onlara dahil edebilmişizdir diye düşünüyorum.

Hakan Mertcan: Bu nesneleri belirlerken biz biraz bunu zamanla yaydık. İlk başta dedik ki en bariz nesneler olsun. İşte bunlar nedir mesela? Tren, bayrak, şapka gibi en akla ilk gelen yani şeyler olsun.

Çünkü herhangi bir cumhuriyet ansiklopedisi, herhangi bir cumhuriyet üzerine yazılmış çalışmada trenin olmaması, bayrağın olmaması düşünülemez. Ama yavaş yavaş kendi amacımız doğrultusunda, amacımız da neydi? Onun altını çok net bir şekilde çizmemiz lazım. Cumhuriyet tarihinin anlatılmayan hikayelerini toplamak, anlatılanları da aktarmak ama onları anlatılmayanlarla birleştirmek, susturulan kesimlere biraz ses vermek, daha doğrusu ses vermek derken onlar zaten kendi hikayelerini kendi içlerinde anlatıyorlar. Her topluluğun, her toplumun Her küçük kesimin bu etnik bir kimlik olabilir, dini bir kimlik olabilir, cinsiyete dayalı, cinsiyet ayrımına dayalı bir kimlik olabilir.

Her şey olabilir. Bütün bu kesimlerin kendi bir hafızası var ama o hafıza kamusal alanla birleşmiyor. Resmi tarihe bir yerinden giremiyor. Biz onu yapmaya çalıştık. Her yazı için yazarlardan bunu rica ettik.

Bediz Yılmaz: Hem de hiç düşünülmeyecek bir takım nesnelere öncelik verdik. Yani burada işte çok bariz bir takım, mesela mor iğne diye bir nesnemiz var. Mor iğnenin anlatmak istediği şey çok açık. Cımbız var, yani toplumsal cinsiyeti. Her nesnenin yazarından da bunu özellikle istedik.

Hem ayrımcılıklar, azınlıklar, sesi bastırılmış olanlar sözünü iletememiş olanların sözlerine yer verin dedik hem de ekstra kendimiz o nesneleri ayrıca koymaya gayret ettik.

100 Sene 100 Nesne’de yer alan parka. Parka denilince aklımıza her zaman bizim Deniz Gezmiş gelir örneğin. Ondan sonra çuval. Çuvalı gördüm. İbrahim Kaypakkaya geldi aklıma.

Babasının bir çuval içerisinde teslim aldığı oğlunun cesedi. Yani çok, gerçekten geriye götürüyor. Belki bunlar siyasi örnekler, benim hayata bakışım duruşum adına vermiş olduğum örnekler olabilir ama Şırınga var örneğin, şırıngayı o kadar güzel anlatmış ki. Bu yüzden bir de o safhası var. Çok güzel anlatmışsınız. Bu çok büyük bir başarı.

İnsanlar neden 100 sene 100 nesne eserini okumalılar?

''Cumhuriyet'in ikinci yüzyılının aynı hataların yapıldığı bir yüzyıl olmamasını istedik''

Hakan Mertcan: Gerçekten de hani klasik bir ansiklopedi olmadığını şu ana kadar zaten ortaya koyduk. Böyle interdisipliner bir yaklaşımla hazırlanan farklı alanlardan insanların farklı üsluplarla ve farklı bir merkezden, bir hattan hareket ettiği bir ansiklopedi oluştu. Burada çok şiirsel, işte sizin de ifade ettiğiniz gibi çok ağır konular, belki de kimlerine göre travmatik olan hususlar çok akıcı, çok şiirsel, bazen güldüren, bazen düşündüren bazen de çok eğlenceli olabilecek biçimde de anlatıldı. Yani alışılmış bir tarih anlatısının ötesine geçtiği kesin. İşte klasik bir formatın ötesine geçtiği kesin.

Nesnelerin serüveni çok ilginç. Yani nesnelerin serüveninden sosyal, politik, ekonomik bir tarih okuması yapmak, modernleşmeyi işte muhafazakâr özellikleri orada görmek anlatılan anlatılmayan ötekilerin hikayesi bunların hepsini bir şekilde ve farklı bir üslup ile ortaya koymak çok güzeldi. Hatta yani sadece sosyal politik tarih değil işte sanatsal edebi tarih de birçok bazı politik tarih anlatısının konusu olacağı düşünülen nesnelerde yerini buldu. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Örneğin ben gazoz dedim. Şimdi gazoz deyince sıcak yaz zamanlarının bir içeceği akla gelir. Ama çay bahçeleri, eski pastaneler, işte ağaçlıkların gizlice buluşmaları gelir şöyle 30-40 yıl önceye gidildiğinde. Ama bir sanayi tarihi gelir. Ama aynı zamanda ötekilerin tarihi gelir.

''Bellek dediğiniz şey devrimci bir cephe''

Çünkü Osmanlı'ya baktığımızda 19. yüzyıl sonunda işte Rum bir iş adamı. Birkaç Rum'un aslında ilk adımları attığı, sonra işte örneğin Çukurova bölgesinde Arap Alevilerin bu işte çok yoğun çalıştığı, yani ötekilerin tarihi gelen birçok şeyi bulabiliriz. Mektuplar deyince intihar mektubundan resmi mektuplara, Yayınlanmış mektupları da Türkiye tarihinden işte Sanat Edebiyat Camiası'nın kendi iç şeylerine, ne diyelim, yazışmalarına ya da atıflarına, anılarına gideriz.

Yani bence bellek dediğimiz şey çok devrimci bir cephe, öyle söyleyeyim. Ve hatırlama eylemi de devrimci bir eylem. Muktedirler, egemenler sürekli unutturmak istiyorlar. Ama biz de hatırlamak ve hatırlatmak istedik. Dolayısıyla bu anlamda da ben bunun ciddi bir devrimci pratik olduğunu düşünüyorum.

Benim açımdan hatırlama bu anlamda çok önemli. Bu ansiklopedide de kendine yer buldu.

‘’Unutturulmaya çalışılanları hatırlatmak istedik’’

Bediz Yılmaz: Biz hatırlamak ve hatırlatmak istedik ve burada unutturulmaya çalışılanları bilhassa hedef olarak belirledik kendimize. Burada da nesneler çok büyük bir rol oynadı. Esas amacımız bence yeni kuşaklara bilmedikleri bazı şeylerin de olduğunu bu cumhuriyetin arkasında, bu cumhuriyetin 100 yıllık serüveninde bilmeleri gereken bazı şeyler olduğunu da göstermek.

İşte parka gibi, beyaz Toros gibi, panzer gibi bazı nesneler, böyle nesneler. Onları anlatmadan da cumhuriyete anlatmak mümkün değil. Çünkü ikinci yüzyıl, Cumhuriyet'in ikinci yüzyılının farklı bir yüzyılı olmasını isteriz zannedersem. Biraz ona hatırlayarak aynı hataları yapmamasını arzu ettik Cumhuriyet'in.

Podcast