DÖRT SIKIŞMIŞ HAYAT: İRANLI MÜLTECİLER

DÖRT SIKIŞMIŞ HAYAT: İRANLI MÜLTECİLER
İstanbul Sözleşmesi eylemlerine katıldığı için haklarında sınır dışı kararı verilen 4 İranlı mülteci ne “gidebiliyorlar” ne “kalabiliyorlar.” Ülkelerini neden terk etmek zorunda kaldılar? Türkiye’den ne umuyorlardı nasıl bir Türkiye buldular? Ülkelerine geri gönderilirse onları neler bekliyor? Ve hepsinden önemlisi neden şimdi, tam da İstanbul Sözleşmesi eylemine katıldıktan sonra bu kararla karşı karşıya kaldılar? Bütün bunları, Denizli’de metal işçisi olarak çalışan Esmaeil Fattahi ve 4 İranlı mültecinin avukatları Buse Bergamalı ile konuşacağız. Fettahi. “İran’dayken Türkiye’yi daha özgür bir ülke olarak görüyorduk, ama değilmiş” diyor. Avukat Bergamalı’ya göre de “Onlar İstanbul Sözleşmesi değil de 15 Temmuz eylemine katılsalardı bu karar çıkmazdı.”

Hiç İranlı bir tanıdığınız, arkadaşınız, dostunuz oldu mu bilmem, benim oldu. Üniversiteyi beraber okuduk, beraber büyüdük. O zamanki adıyla Basın Yayın Yüksek Okulu’nda Emin Özdemir’in Türkçe dersini birlikte verdik. Mümtaz Soysal’ın Anayasa Hukuku’nda beraber kopya çektik. Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi anlatırken “Lenin’i postaladılar” dediği için “Lenin bir eşya mı ki postalansın” deyip dersi beraber boykot ettik… Gençlik işte… Şimdi hepsini rahmetle anıyoruz.

PODCASTİ DİNLEMEK PLAY'E TIKLAYINIZ






Adı Cevat’tı, yaşça bizden büyüktü. İran – Irak Savaşı’nda “daha fazla ölmemek, daha fazla öldürmemek” için Türkiye’ye göç etmişti. Devrim muhafızları Cevat’a ve Cevat gibilere, ülkelerini dar etmişti. Sonra Behram’ı tanıdık, Meryem’i tanıdık. Ne zaman bir eylem olsa önce Cevat’ı koruyup kollardık. Çünkü O’nun okuldan atılmaması gerekirdi. Okuldan atılacak olursa oturma izni iptal olur, ülkesine geri gönderilebilirdi. Bu da İran’da işkence demekti, hapis demekti. Bu fikir aklımıza düştüğünde La Baydın’da içilen biralara ayrı bir hüzün sinerdi. Yıl 1990 – 1991’di. La Baydın, Atatürk Bulvarı’nda Batı Sineması ile aynı pasajdaydı.

Birazdan hikayesini anlatacağım Esmaeil Fattahi ve arkadaşları için verilen sınır dışı edilme kararından ilk haberdar olduğumda, biradaki o hüzün tadı geldi damağıma. Artık ne Batı Sineması ne de La Baydın kalmıştı. Aslında “Ankara” da değişmişti. Bizi dinlemeyip türlü eylemlere katılan Cevat, sınır dışı edilmeden İletişim Fakültesi’nden sağ salim mezun olup Ankara’da yaşam kurmuş, sonra da Kanada’ya gitmişti. Esmaeil, Cevat kadar şanslı değildi. Çünkü “Ankara” da değişmişti.

SEN MİSİN “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİZİM” DİYEN

Bugüne gelelim… Dünün Cevat’ı, Meryem’i, Behram’ı bugünün Esmaeil Fatttahi’si, Leili Faraji, Zeinab Sahafi’si, Mohammad Pourakbari Kermani’siydi. Zeinab futbola da düşkündü. Kadınlar da stadyumlarda futbol seyredebilsin diye uğraşmıştı. Leili, ülkesinde kız kardeşini kaybetmişti.

Bu dört İranlı, Türkiye’de zorluklarla yaşayıp başka bir ülkeye gitme hayali kurarken 21 Mart 2021 gecesi Resmi Gazete’de bir Cumhurbaşkanlığı kararı yayınlanıverdi:

“…Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İşi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine…”

Türkiye, “İstanbul”la adını verdiği İstanbul Sözleşmesi’nden çekiliyordu. Bu 4 İranlı mülteci yaşadıkları Denizli’de düzenlenen “İstanbul Sözleşmesi Bizim” konulu eyleme katıldılar. Geçen yıl Nisan ayı başında gözaltına alındılar. Valiliğe göre suçları büyüktü; eyleme katılarak “Kamu düzenini bozuyorlardı” bunun da karşılığında sınır dışı edilmeliydiler. Aydın’a, Geri Gönderme Merkezi’ne gönderildiler. Bir ay kadar burada tutuldular, gelen tepkiler üzerine “imza verme” şartıyla salıverildiler.

Bir taraftan da Valiliğin verdiği “sınır dışı etme” kararına karşı dava açtılar. Dava, Denizli İdare Mahkemesi’nde görüldü.  Onlar, hakimlere göre de “kamu düzeni” için tehditti ve valiliğin kararı yerindeydi. Dava reddedildi. Davanın açılıp devam ettiği süreçte 4 İranlı’dan 3’ü için “Geçici Korunma Kararı” verilmişti ama sınır dışı kararları hala yerinde duruyordu. Daha ilginci ne Valilik kararında ne Mahkeme kararında bu 4 İranlı’nın nereye sınır dışı edilecekleri belli değildi. İran’a geri de gönderilebilirlerdi, üçüncü bir ülkeye de. Valilik bu nedenle kendilerinden sürekli “Ülkeme geri gitmek istiyorum” diye imza almaya çalışmış ama onlar bunu kabul etmemişti. Çünkü ülkelerine gönderilirlerse işkence vardı, hapis vardı. Bu endişeleri birazdan Esmaeil Fattahi anlatacak ama önce dava sürecini avukatları Buse Bergamalı’dan dinleyelim. Bakalım Türk hukukunun hastalığı “kopyala yapıştır” bu dosyaya nasıl sirayet etmiş. Söz Avukat Bergamalı’da:

“15 TEMMUZ EYLEMİNE KATILSALARDI BUNLAR OLMAZDI”

İdare önce müvekkiller hakkında, ‘İstanbul Sözleşmesi Bizim’ konulu eyleme katıldıklarından bahisle sınır dışı etme kararı verdi; kamu düzeni açısından tehdit oluşturduklarını gerekçe göstererek. Sonrasında biz bu kararın iptali istemiyle dava açtık. ‘Sınır dışı etme’ kararıyla beraber aynı zamanda ‘idari gözetim’ kararı verip Geri Gönderme Merkezi’ne yolladı müvekkilleri.

Müvekkillerle, Geri Gönderme Merkezi’ndeyken, sınır dışı etme kararının iptali davası devam etmekteyken uluslar arası koruma mülakatı yapıldı. Müvekkillerden 3 tanesine ‘şartlı mülteci’ statüsü verilmesi uygun görüldü. Bir tanesinin uluslar arası koruma talebi reddedildi. Daha sonra yargılama son buldu. Yargılamalarının sonunda sınır dışı etme kararının iptali davasında davanın reddine karar verildi.”

Avukat Buse Bergamalı, dava sırasındaki taleplerini, iddialarını detaylıca anlattıktan sonra, söz işin özüne, asıl soruya geliyor. Peki bu kişiler İstanbul Sözleşmesi eylemine değil de başka bir gösteriye katılmış olsalardı da sınır dışı kararı çıkar mıydı? Avukat Bergamalı, bu soruyu yanıtlarken “Zaten tek sorun İstanbul Sözleşmesi eylemine katılmış olmaları” deyip, Türkiye’nin çekildiği İstanbul Sözleşmesi’nin müvekkillerini de yakından ilgilendirdiğinin altını çizerek şunları söylüyor:

“İstanbul Sözleşmesi’nin bazı maddelerinin göçmenleri doğrudan ilgilendirdiğini, oturma izni, toplumsal cinsiyete dayalı iltica talepleri gibi maddelere ilişkin düzenlemeler içerdiğini, sonrasında müvekkillere şartlı mülteci statüsü verilmesiyle beraber aslında sınır dışı etme kararının hükümsüz kaldığını, çünkü müvekkillerin uluslar arası korumaya muhtaç kişiler olduğunun idare tarafından da kabul edildiğini bu nedenle İdare Mahkemesi’nin artık sınır dışı etme kararını tartışamayacağını, verilen kararın aslında siyasi amaçlar güdülerek verildiğini, bu yüzden de idari işlemin amaç unsurunun hukuka aykırı olduğunu, ‘İstanbul Sözleşmesi Bizim’ konulu eylem değil de örneğin havyan hakları için bir eylem ya da 15 Temmuz eylemine katılsalardı müvekkiller hakkında bu kararın alınmayabileceğini, bu nedenlerle idarenin siyasi amaçlar güdülerek sınır dışı etme kararına yönelik iddialarda bulunduk.

Mahkemenin davanın reddine ilişkin kararında bu iddialarımıza yönelik hiçbir şey tartışılmayıp sadece sınır dışı etme kararı alınabilecek kişilere ilişkin kanun maddesi ‘kopyala yapıştır’ yapıldı. Müvekkillerimizden birinin toplantıya hiç katılmadığına yönelik bilirkişi incelemesi konusundaki talebimize olumlu ya da olumsu herhangi bir karar verilmeksizin davamız reddedildi. Aynı müvekkilin Türkiye’ye sığınma sebeplerine ilişkin sebepler tamamen yanlış yazılmış; başka bir müvekkilden ‘kopyala yapıştır’ yapmak suretiyle dosyada somut olayla hiç alakası olmayan şeyler yazılmış karara.”


ÜLKELERİNDE NELER YAŞIYORLAR,  NEDEN GELİYORLAR? 

İran’dan, Türkiye’ye, Fransa ve Kanada gibi ülkelere mülteci akınlarına baktığımızda üç dönem dikkat çeker. Bunlardan birincisi İran – Irak savaşı ve sonrasındaki rejim baskılarının arttığı 1981-1989 arası dönemdir. Ardından Yeşil Devrim girişimi sonrasında yine rejimin baskılarının arttığı dönem gelir. Ve nihayet son yıllardaki göç dalgası gözlenir.

Bu aşamada uzun uzun İran rejimi tahlili yapabilirdik. Sayıları 20-30 bin civarında olan İranlı mültecilere ilişkin istatistikler verebilirdik. Ama hiçbir analiz ve istatistik veri, “İranlı bir kadının ülkesinde futbol maçlarına kadınların da girebilmesini istediği için hapis yatması” kadar somut anlatamazdı. Biz o nedenle şimdi sınır dışı edilme tehlikesi bulunan 4 İranlı’nın ülkelerinde neler yaşadıklarını Esmaeil Fattahi’den aktaralım:

“Ben Esmaeil Fattahi, freelance gazeteci ve insan hakları savunucusu. İran’da yaptığım faaliyetlerden dolayı, rejime karşı propaganda yapmak suçlarıyla 4 yıl cezaevinde kaldım. Cezaevinden çıktıktan sonra da sorgulamalardan dolayı –açık dosyam vardı zaten- gözaltına alınıyordum, sorgulanıyordum. Mecbur Türkiye’ye geldim. İltica talebinde bulundum. 

Zeinab Sahafi; İran’da kadın hakları aktivisti olarak, kadınların stadyuma girmesi konusunda faaliyetler yürütmüş, gözaltına alınmış, işkenceler görmüş ve en sonunda çıkmak zorunda kalmış.

Leili Faraji, kadın hakları aktivisti. Kız kardeşi İran’da İstihbarat tarafından öldürüldü. Kız kardeşi öldürüldükten sonra O’nun katillerini araştırmak ve açığa çıkarmak için faaliyetler yürütmüştü. Bu yaptıklarından dolayı İran İstihbaratı tarafından baskılara maruz kaldıktan sonra mecbur İran’dan çıkmış.

Mohammad Poruakbari de İstanbul Sözleşmesi toplantısına katılmamıştı zaten. Katılmadığı halde o da gözaltına alındı, (sınır dışı edilme kararına karşı) itirazı reddedildi.  O da geri gönderme merkezinde kaldı. O gün sadece telefonla beni aramıştı. Bu aramadan dolayı O da gözaltına alındı.”


TÜRKİYE ÖZGÜR BİR ÜLKE DİYE GELDİK AMA…

Esmaeil Fattahi Tebriz doğumlu. O nedenle Türkçe’ye daha yatkın bir dili var. Nihayet 6 yıldır da Türkiye’de Denizli’de sanayi sitesinde kaynak işçisi olarak çalışıp günlük ihtiyaçlarını karşılıyor.

Fattahi’ye, “İran’dan çıkma kararı alırken nasıl umutlar taşıyordunuz? Türkiye’de eksiğiyle fazlasıyla nasıl bir ülkeyle karşılaştınız?” diye soruyoruz. Fattahi’nin dili Türkçe’ye yatkın ama yine de bazı anlattıklarını tekrar ederek anlatıyor. Bakalım Fattahi ve arkadaşları nasıl bir Türkiye ummuşlar, nasıl bir Türkiye bulmuşlar. Dinleyelim:

 “İltica temel bir haktır, bir imtiyaz değil. İran’daki baskılardan dolayı çıktık, Türkiye’ye geldik. Türkiye’yi demokratik ve özgür bir ülke görüyorduk. Çıktıktan sonra buraya iltica edeceğiz, en azından temel haklarımıza sahip olacağız ve başka güvenli bir ülkeye çıkacağız (dedik) ki maalesef öyle olmadı. Türkiye’de ben kendim defalarca tutuklandım, gözaltına alındım. Polis, faaliyetlerimden dolayı evime baskın yaptı.

Şimdi sınır dışı kararı diğer arkadaşlarla hepimiz için çıktı. Şimdi İran’a geri gönderilme riskiyle karşı karşıyayız. ‘Türkiye’ye çıkacağım, Türkiye daha özgür bir ülke, özgür bir toplum. Orada geçici bir süre yaşacağım ve üçüncü, güvenli bir ülkeye gideceğim’ diye düşünüyordum. Maalesef hiçbir konuda bu düşüncelerim ve öngörülerim gerçekleşmedi. Şu anda 6 yıldır Türkiye’de, üçüncü, güvenceli bir ülkeye çıkmak için çaba gösteriyorum. Hiçbir sonucu da olmadı. Şu anda da İran’a sınır dışı edilme kararıyla karşı karşıyayım.”


HEP O KORKU: İŞKENCE VE İDAM

Bir mülteci için sınırın öte tarafından beri tarafına atılan “son tek adım” uzun bir yolculuktur. Bir taraftan umutlarına yaklaşmak için uzun bir yolculuktur öte taraftan da ülkesi artık o “tek adım”la çok geride kalmıştır.

Cevat’tan biliriz. Ailesini özlemesinden ama geri gidemeyişinden biliriz. Yemeklerini özlemesinden biliriz. İran pirinci bulacağız diye Ankara’nın altını üstüne getirdiğimizi hatırlarım. Ulus’taki Suluhan, gıda toptancılarının olduğu GİMAT’taki dükkanlar... Pirinci bulduğumuzda yaptığımız İran pilavı Cevat için “buruk ziyafet” olurdu. Buruktu çünkü o pilav ne de olsa topraklarındaki kadar güzel kokmuyordu. En azından zahteri oranın zahteri değildi. Cevat artık bir süre ülkesine dönemezdi. Hem çıkış nedenlerinden dolayı dönemezdi hem de üstüne Türkiye’de yaptıkları –her ne kadar ülkesine söz söyletmese de- üstüne katlanmıştı.

Esmaeil Fattahi de aynısını söylüyor. İran’a gidersek hapis var diyor, ilave olarak Türkiye’de İran devletine yönelik yaptıkları eleştirilerin de üstüne eklendiğinin farkında. İşte o nedenle az önce “o sınırdan geçerkenki son adım büyük bir yolculuktur” dedik. Sözü fazla uzatmayalım. Esmaeil Fattahi’den “İran’a dönerseniz nasıl bir risk var?” sorusunun cevabını dinleyelim:

“Ben cezaevinden çıktıktan sonra, zaten açık dosyam da vardı, kefaletle dışarı çıkmıştım. Dosya devam ediyordu hala. O dosyanın haricinde İran’da kadın hakları konusundaki faaliyetlerden dolayı sorgulamalara ve İstihbaratın baskılarına maruz kalıyordum. Benden işbirliği yapmamı istiyorlardı ki kabul etmemiştim. Mecbur Türkiye’ye geldim.

Leili Faraji de zaten katın hakları konusunda aktivist olan birisi. O da İran’da faaliyet yürütüyordu ve açık dosyası var. Zainab Sahafi’nin de İran’da mahkemede açık dosyası var. Eğer İran’a geri gönderilirsek baya ağır işkencelere maruz kalabiliriz. Defalarca bunu gördük, buradan İranlı mülteciler Türkiye’den İran’a geri gönderilmiş hatta orada idam cezasına çarptırılmışlardır. Geçen sene iki İranlı, Türkiye’den sınır dışı edildi ve şimdi İran’da cezaevindeler, idam cezasıyla karşı karşıyalar. Aynı sorunu, aynı işkenceleri ben de yaşayabilirim, diğer arkadaşlar da yaşayabilirler. Biz (İran’dan) çıktıktan sonra da Türkiye’de de İran devletin, orada olan insan hakları (ihlalleri) konusundaki uygulamalarını eksikliklerini, ayrımcılıklarını kadın hakları konusundaki ezilmelerini (baskılarını) burada eleştirdik. İran devletini eleştirmişiz. Bu da daha ağır işkencelere maruz kalmamıza sebep olabilir.”

SON NOKTAYI KOYARKEN GELEN HABER: AYŞENUR ARSLAN

Biz tam son noktayı koyduğumuz anlarda haber portallarına bir haber düştü: 

“AKP, MHP ve BBP, Gazeteci Ayşenur Arslan’ın Türk Mukavemet Teşkilatı ile ilgili ifadeleri nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na ayrı ayrı suç duyurusunda bulundu.”

Arslan Halk TV’deki yayında, tabutu bayraklara sarılarak cenazesi kaldırılan ve ne kadar hayırsever bir işadamı olduğu dillerden düşürülmeyen, ABD tarafından uyuşturucu ticaretinden aranan, sahte bahis sitesi işlettiği bilinen Halil Falyalı’nın öldürülmesi konusunu işlerken, “Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı adada ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir illegal diyelim, yarı resmi bir oluşumdu” demişti.

Denizli’de kaynak işçiliği yapan Esmaeil Fattahi’nin de aslında bir gazeteci olduğunu, Yunanistan sınırında daha yeni 19 mültecinin umut yolculuğunda öldüklerini hatırlatıp bu haftalık bu kadar diyelim.

Podcast