Hulusi Akar, 15 Temmuz ifadesinden nasıl kurtuldu, Adliye'de neler oldu?
ERSAN ATAR
"Akıncı’ya götürdüler. Etrafımızda silahlı insanlar bir sürü asker, tek başıma oturuyorum bütün o alçakların önünde. Önüme iki sayfa çıkardılar. Bunu okuyun imzalayın dediler. İmzalamadım.”
15 Temmuz için ne diyeceği merakla beklenen dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Milli Savunma Bakanı olduktan sonra o gece neler yaşadığını Meclis’te kendince bu sözlerle anlatıyordu. Sesi –kendi deyimiyle- 15 Temmuz’daki gibi yine “hiddetliydi”.
PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ
Ama Akar’ın bu sözleri 15 Temmuz üzerine düşünen, “ne oldu, nasıl oldu” diye soranlar için tatmin edici bir cevap değildi. 15 Temmuz’un gerçekten ne olduğunu merak edenler, “Hulusi Akar darbe girişimini engellemek için ne yaptı” diye soruyor. “Bari önündeki alarm butonunu bassaydı, hadi onu da yapmadı, Cumhurbaşkanı’na bir ‘alo’ deseydi” diye hayıflanıyorlardı.
Bir adım daha ileri gidenler, “Hulusi Akar neden görevden alınmadı, neden sanık olmadı” diye soruyordu. Sorular gittikçe ağırlaşıyor, içinde ithamlar barındırıyordu. O ağır soruların yanıtlarını 15 Temmuz’dan hemen sonra Ankara Adliyesi’nde neler olduğunu aktararak anlatacağız ama gelin önce şu buton meselesinin üzerinde duralım. Zaten her şey o butonda simgeleşiyor.
Nedir bu “buton” meselesi?
Darbeciler Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler’den çıkmışlar, Konya yolu, oradan İncek ve nihayet Atatatürk Bulvarı’nı kat ederek Genelkurmay Başkanlığı’na gelmişlerdi.
Özel Kuvvetler’den gelen darbecilerin başında, Hulusi Akar’ın daha sonra “ürkütücü” dediği darbeci Albay Fırat Alakuş vardı. Sanıkların da mağdurların da savcılıklarda, mahkemelerde anlattıklarında göre ortalık tam bir kaos ortamıydı. Darbeci General Mehmet Dişli, Hulusi Akar’ın karşısına geçmiş, Akar’ın ifadesiyle, oturmakta olduğu masadaki sandalyelerden birine oturmuş “Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı, birazdan göreceksiniz” diyordu.
Hulusi Akar’a sorarsanız kendisi bu sözleri “ilk önce anlamlandıramamıştı”. Oysa ki gün içinde bir binbaşı Milli İstihbarat Teşkilatı’na gitmiş, “darbe yapacaklar” demiş, MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Genelkurmay’a gelmişti. Genelkurmay’da darbeye karşı toplantılar yapılmıştı. Akar niyeyse Mehmet Dişli’nin bu sözlerini “ilk önce anlamlandıramıyor”du.
Bu sözleri ilk başta anlamlandıramayan, kıvrak zekasıyla tanınan ve sezgileri nedeniyle de askeriyede “Su uyur, Hulusi Akar” sözüyle anılan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’dı. O Hulusi Akar ki daha bir iki saat önce MİT Müsteşarı’nın getirdiği bilgiyi Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler ile değerlendirmiş, kuvvet komutanlarına, “Birliklerinize bakın bakalım bir hareketlilik var mı” diye sormuştu.
Bir kişi hariç: FETÖ’nün 15 Temmuz’da asıl kullandığı uçaklardan, pilotlardan sorumlu olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal. Abidin Ünal, Hava Kuvvetlerinin generallerinden Mehmet Şanver’in kızının Moda Deniz Kulübü’ndeki düğünündeydi.
Darbeci General Mehmet Dişli, “uçaklar da kalkıyor” diyordu ama Akar’ın aklına o uçakların her hareketinden sorumlu olan Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ı -belki kendisi düğünde olduğu için- aramak gelmiyordu.
Hulusi Akar yine de bir şey yapıyordu: Tüm hava sahasının kapatılması emrini tüm birliklere gönderiyordu. Darbeci de zaten kendisini engelleyecek kağıt üstündeki emirlere uymaya hazırdı(!)
Akar’ın yapmadığı bir şey daha vardı. Bilenler, görenler anlatıyor: Genelkurmay Başkanı’nın çalışma masasında bir buton vardır. Bu butona basıldığında alarm, ülkedeki tüm birliklere ulaşır. Hakkari’den Edirne’ye bütün birlikler bilir ki olağanüstü bir tehlike var. Ama gelin görün ki Akar’ın eli bir türlü o butona gitmiyordu. Akar daha sonra, mağdur sıfatıyla “şöyle bir” alınan ifadesinde o butona neden basmadığını şöyle anlatacaktı:
“15 Temmuz kanlı darbe girişimi sadece şahsıma değil, esas itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti devletine, hükümetine ve milletimize karşı yapılmıştır. Bu girişimi öğrendiğim ilk andan itibaren ülkemi ve milletimi düşünmek dışında herhangi bir şahsi düşünceyi aklımdan bile geçirmedim, tüm mesaimi ve enerjimi kanlı darbe girişimini sonlandırmak için harcadım. Bu süreçte şahsımla ilgili herhangi bir kaygı taşımadığım gibi kendimi korumaya yönelik herhangi bir düşüncem ve girişimim olmamıştır.”
Anlaşılan oydu ki devlet o “buton”u oraya Hulusi Akar sadece kendisini korusun diye koymuş, o butonun tüm yurttaki alarm sistemini Hulusi Akar’a bir şey olursa diye döşemişti(!) En azından Akar böyle bakıyordu masasında her gün gördüğü o butonu.
Kepini unutmadı, Erdoğan’ı unuttu
Darbeciler Hulusi Akar’ı makamından alıp, Akıncı’ya götürecekleri helikoptere doğru götürüyordu.
Tam girişteki genişçe hole ineceklerdi ki Akar’ın aklına birden “kep”i geldi. Darbecilere “kepimi getirin” dedi, darbeciler de kendisini kırmadı, emir astsubayı koştu Akar’ın odasından kepini aldı. Akar gayet sakin başına geçirdi ve o meçhul yolculuğa çıkacağı helikoptere doğru yürüdü.
Çevresinde darbeciler vardı, biri konula girmeye çalışıyordu. Akar onu tersledi ve yoluna devam etti. Akar o anı sonra mağdur sıfatıyla verdiği ifadede şöyle anlattı:
“Bir müddet sonra gidiyoruz deyip beni aldılar. Montumu, kepimi ve çantamı istedim, cep telefonum Emir Subayı odasında kaldı. Montumu ve kepimi sanırım elime verdiler. Çantayı kendileri getireceklerini söylediler.”
Aman pervane darbecinin başına çarpmasın
Helikopter kalkışa hazırdı. Pervanesi dönüyordu. Pervane yüksekten dönüyordu ama askerlikte geçen uzun yılların refleksiyle olsa gerek pervanenin altından eğilerek kapısından girdi.
Akar’ın o anlık bir refleksi daha dikkat çekiyordu: Kendisini derdest eden darbeci General Mehmet Dişli’yi de helikopter pervanesinden korumak için O’nun başının üstüne elini götürerek başını eğmesini sağlıyordu.
Bütün bunları yapan Akar, gündüz belki basireti bağlandığı için, aramayı ihmal ettiği Cumhurbaşkanı’na durumdan haberdar etmeyi olay bu kadar ciddiye binmişken bile ihmal ediyordu. Derdest edilirken bile niyeyse etrafındaki güvendiği kişilere, “Beni götürüyorlar, darbe yapıyorlar, cumhurbaşkanını, başbakanı arayın” deme refleksini gösterememişti. Neyse ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu durumu sorun yapmıyordu. Daha sonra Fransız kanalına o meşhur sözünü söyleyecekti:
“Şu anda bir geçiş süreci içerisindeyiz. Bizde bir söz var: Dereyi geçerken at değiştirilmez. Demek ki zaman zaman istihbarat zaafları olabiliyor ama bütün bunlara rağmen biz sayın başbakanımızla değerlendirmelerimizi yaparız, atacağımız bir adım varsa bu konuda ondan sonra atarız. Şu anda hepsi görevinin başındadır.”
Aksakallı, Akar’ı işaret ediyor
Şimdi belki de içinizde, “Bunları az çok biliyoruz, Ankara Adliyesi’ne gel, Akar neden ve nasıl sanık olmadı, bu sorunun cevabını ver” diyenler vardır. Haklı bir sabırsızlık farkındayım ama bunları ve birazdan anlatacaklarımızı aktarmazsak Akar’ın neden sanık ve nasıl sanık olmadığını, sanık olsaydı kendisine neler sorulacaktı bunları anlatamayız.
Biraz daha sabır diyelim ve dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Zekai Aksakallı’nın, mahkemelerde verdiği ifadelerinde de geçen, 15 Temmuz’da Hulusi Akar’ın ne yapmadığını gösteren o cümlelerini hatırlayalım.
“TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda ilk haber alınır alınmaz ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında mesaiye devam eder. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz 2016’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”
Daha sonra Aksakallı’yı belki de koltuğundan edecek olan bu ifadeleri savcılar bir kenara not ediyordu. Okur ve dinleyici olarak siz de aklınızda tutun ki birazdan bu sözlerin, Ankara Adliyesi’nde ne için not edildiğini anlatacağız. Yani asıl meseleye geleceğiz.
Gelelim asıl sorumuzun 7 yıl sonra ulaştığımız ve kaynağımızı açıklayamayacağımız cevaplarına: Hulusi Akar’ı sanık sandalyesine götürebilecek ifadesi neden alınamadı, alınsaydı hangi sıfatla ifadesi alınacaktı, hakkındaki olası suçlama ne olacaktı?
Bu soruyu okuduğunuzda, dinlediğinizde belki de, “İyi de Hulusi Akar’ın ifadesi alınmıştı ki” diyeceksiniz. Evet, “mağdur” sıfatıyla diyecekleri dinlendi, hatta bunun için gece yarısı mahkemede özel celse açıldı. Akar; sanıklardan, tanıklardan, avukatlardan, basından habersizce mahkemeye geldi, dinlendi. Hayır, biz “o ifade”den bahsetmiyoruz. Akar’ın “sorgulanacağı” ifadeden bahsediyoruz.
15 Temmuz’u hatırlayalım. Bir tarafta binlerce sanık, uykusuz çalışan savcılar, hakimler. Yürüttükleri soruşturmaların bekleyecek tarafı yoktu. Olaylar bir an önce aydınlatılmalıydı.
O dönemde 15 Temmuz soruşturmalarının koordinasyonu Ankara Adliyesi’nden yürütülüyordu. Harun Kodalak Ankara Başsavcısı’ydı ve Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen’in koordinesinde yürütülen soruşturmaların her aşamasından haberdardı. Kimin ifadesinin hangi sıfatla alınması gerektiğini önce bu iki isim karar veriyordu.
Sanıkların ifadeleri, mağdurların beyanları dolaşıp geliyor Hulusi Akar’ı işaret ediyordu. Hulusi Akar’a sorulacak çok soru vardı. Örneğin o meşhur buton öyle monolog halinde anlatılıp geçilmemeliydi. Örneğin Zekai Aksakallı’nın az önce aktardığımız ve size de “aklınızda tutun” dediğimiz “bunlar yapılsaydı darbe girişimi açığa çıkardı” dediği ifadeleri Akar’a sorulmalıydı.
Ankara Adliyesi’ndeki hazırlıklara göre Akar’a bir şey daha sorulacak, “Bazı sözde atama listelerinde sizin isminiz ‘Yurtta Sulh Konseyi Başkanı’ olarak geçiyor ne diyorsunuz?” denilecekti. Öyle ya o dönemde ismi FETÖ’nün atama listelerinde “Çemişkezek Kaymakamı” olarak geçenlere “Darbeciler seni buraya niye yazmışlar” diye soruluyordu. Sorular çoktu: Sizin Genelkurmay Başkanlığı döneminizde yapılan Yüksek Askeri Şura toplantılarında 170 albay generalliğe yükseldi ve bunların çoğu darbe girişimine katıldı, ne diyeceksiniz?
Başsavcı Harun Kodalak’a bilgi verildi. Bu bilgi aynı zamanda “Akar’ın ifadesinin alınması” izniydi. Başsavcı Kodalak, bunu soran savcıya “olur” verdi, “alabilirsiniz ifadesini” dedi.
İfade “bilgi sahibi” olarak alınacaktı, sorular “ihmal”i işaret ediyordu
“Akar’ın ilk başta ‘bilgi sahibi’ olarak ifadesinin alınması” düşüncesi somuta dökülüyordu. Genelkurmay’a Başsavcılık’tan “ikinci ifade” için davet gönderildi. Malum Akar “mağdur” sıfatıyla ilk ifadesini savcılara yazılı olarak iletmişti. Ama Genelkurmay’a giden ikinci çağrı, “Buyrun Adliye’ye gelin, bildiklerinizi anlatın” diyordu.
Genelkurmay bu çağrıya “tekrar yazılı ifade verelim” yanıtını verdi. Başsavcı ve Vekili, “Yüz yüze ifade” diyordu. Genelkurmay bu kez Akar’ın “yoğun programı”nı Başsavcılığa bildiriyordu: Yurtdışı temasları, yoğun çalışmalar.
Akar’ın ifadesi alınamayan “ikinci ifadesi” bilgi sahibi olarak alınacaktı ama sorular “görevde ihmal” suçunu araştırmaya yönelikti. Belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kabul etmiş gibi telaffuz ettiği “istihbarat zafiyeti”nin nereden kaynaklandığı ortaya çıkacaktı ama devlet hem Genelkurmay Başkanı Akar’ın hem de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “dereyi geçtikten sonra da” arkasında duruyordu.
İfadede ısrar edilseydi ne olacaktı?
Bütün bunlar olurken darbe soruşturmaları da yürüyordu. Darbenin askeri kanadının bir numarası olarak gösterilen Akın Öztürk’ün de sivil imamlarının da bulunduğu Genelkurmay Çatı Davası soruşturması bunlardan biriydi. Adil Öksüz’ün de bulunduğu darbe girişiminin üssü Akıncı’daki olayların araştırıldığı Akıncı soruşturması da o yürüyen soruşturmalardandı.
Adliye’de alttan alta daha sonra gerçekleşen adıma ilişkin söylentiler başladı: Ankara Başsavcısı Harun Kodalak gidecek, Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen de dosyalardan el çektirilecekti. Bu söylentiler herhalde Kodalak ve İşçimen’in de kulağına geliyordu.
Bu söylentilerin anlamını Ankara Adliyesi’nde görev yapan her savcının tahmin etmesi zor değildi.
Peki o zaman onca emek verilen Genelkurmay Çatı Davası soruşturması ne olacaktı? Akıncı Davası’nın soruşturması ne olacaktı. Öyle ya bu iddianamelere onay verecek isimler belliydi ve onlar giderlerse, dosyadan el çektirilirse o iddianamelere eklemeler, çıkarmalar olur muydu? Örneğin Hulusi Akar’ın Akıncı Üssü’ndeki çok da derdest halinde olmayan görüntüleri soruşturma dosyası içinde kalır mıydı?
İşte o söylentilerin gölgesinde Hulusi Akar’ın “ikinci ifadesi” unutuldu gidildi. Aslına bakarsanız unutulmadı. Zaten sonra da Ankara Adliyesi’nde kartlar yeniden karıldı, başsavcı değişti, vekiline de dosyalardan el çektirildi.
Evet, 15 Temmuz’da Hulusi Akar’ın “varsa sorumluluğu neden araştırılmadı veya araştırılamadı” sorusuna yanıt verebildiğimizi düşünüyorum.
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.