IŞİD'İN KADINLARI 1 | MAKARLARIN HİZAM KUŞAKLI GELİNLERİ

IŞİD'İN KADINLARI 1 | MAKARLARIN HİZAM KUŞAKLI GELİNLERİ
Dosyalardaki bilgiler; Türkiye’den,  Almanya’dan, Cezayir’den, Özbekistan’dan Suriye’ye giden kadınların her birinin “IŞİD Kadın Tugayı”nın birer nüvesi olduğunu gösteriyor. Ersan Atar, IŞİD içinde kod adları çocuklarının isimleriyle şekillenen kadınların, IŞİD kamplarındaki yaşamlarını faaliyetlerini, iki örnek seçerek anlatıyor. Ayşenur İnci ve Merve Dündar. Yolları her aşamada 2015-2016’da Türkiye’nin farklı yerlerinde gerçekleştirilen katliamlarda etkin rol alan erkeklerle kesiştiğini, hatta beraber canlı bomba düzeneği taşıdıkları ortaya çıkıyor.



Anne karnında bir bebek düşünün ki, o doğmadan onun için gönderilen ilk hediye, siyah renkli bir bebek eldiveni olsun. Ne mavi, ne pembe. Beyaz hiç değil. Kara.

Bu bebek doğduktan sonra adı Züheyla oldu. Züheyla, dünyaya gelmiş herhangi bir bebekti. Diğer bebeklerden bir tek farkı vardı, annesine ismini verdi. Kod adı: Ümmü Züheyla, yani Züheyla’nın annesi. Gerçek ismi Ayşenur İnci.

Bir genç kadın düşünün Almanya’nın Mönchenglahbach kentinde doğdu.

İnternet üzerinden tanışıp evlenmeler artık biliniyor, görülüyordu ama bu genç kadın 17 yaşına geldiğinde tanımadığı biriyle telefonla internet üzerinden evlendi. Evet imam nikahı telefonda kıyıldı. Adı Merve Taş’tı. Yanına, kendisi gibi, nikahı telefonla kıyılan “elti”si Valentina Slobodjanjuk’u da alıp ilk uçakla Türkiye’ye geldi. Uçak Gaziantep Oğuzeli Havaalanına indi.

Bu bölümde size, Ayşenur ve Merve’nin Gaziantep’te İslam Çay Ocağı etrafında birleşip Telabyad’da, Dabka’da, Rakka’da IŞİD kamplarında kesişen yaşamlarını anlatacağız.  Aslında öznemiz, Ayşenur ve Merve ama her biri, Al-Kahansaa IŞİD Kadın Tugayı’nın nüvesi olan “IŞİD’in Kadınları”nı anlatacağız.  Örgüte nasıl katıldılar, kamplarda neler yaptılar, isimlerini kanlı eylemlerden duyduğumuz kimlerle kaldılar?

Bir sonraki bölümde de yargı onları nasıl mağdur olarak gördü, onları nasıl da “eşlerinin peşinden gitmek zorunda kalan ev kadını” yaptı onları konuşacağız. Türkiye’nin kanlı yakın tarihini hatırlamaya hazırsanız başlıyoruz.

"AİLELERİNE NOT BIRAKIP ŞERİATI YAŞAMAK İSTEDİKLERİNİ SÖYLEDİLER"

“IŞİD’in Kadınları”nı önce, onları soruşturma ve dava dosyalarından iyi tanıyan hatta bazı mahkeme salonlarında tanık olarak sorgulayan Avukat Senem Doğanoğlu’ndan dinleyelim.

“IŞİD’li kadınları Dünya’da aslında 2015’te hilafet ilanı sonrası Al-Kahansaa Tugayı ismi verilen, sadece kadınlardan oluşan, IŞİD’li kadınlardan oluşan bir grupla tanıdık. Kamuoyu bununa bildi, Dünya kamuoyu da bununla bildi. Bu tugay aslında IŞİD’in yayın organlarında bir manifesto ile çıkış yaptı. Hilafetin ilan edildiğini, yeni bir hilafet altında sonsuz cihat çağırısıyla mücahit olarak, bütün kadınları, bu yeni kurulan devleti inşa etmeye davet etti.

Çok uzunca bir süre Avrupa’dan, yine kamuoyuna yansıdığı üzere, “hicrete” katılmak üzere kadınlar yolculuk ettiler ve bu yolculukların hepsinde de aslında Türkiye sınırından geçildiği yine basın organlarına yansıdı. Türkiye bu anlamda özellikle kadınlar açısından, güvenli, korunaklı, kolay bir geçiş yoluydu. IŞİD’in kadın tugayının ve kendisinin çağırısına uyan bu kadınlar açısından da çok işlevsel olarak kapılarını açan bir ülke pozisyonundaydı.

Türkiye açısından da 2014-2015 yıllarında çok yoğun geçişler olduğunu bugünden baktığımızda, tanıkların ifadelerinde, sanıkların kendi dosyalarındaki ifadelerinde görüyoruz. Ama bir yandan sözgelimi Ayşenur İnci gibi, Demet Taşar gibi, İslam Çay Ocağı ile gündeme gelen Türkiye IŞİD örgütlenmesi açısından kadınlarla ilgili ailelerin çok yoğun kayıp başvurusu yaptığını da görüyoruz. Bu kadınlar çoğunlukla ailelere not bırakıp şeriatı yaşamaya gittiklerini söyleyerek ve IŞİD’e biat ettiklerini söyleyerek ayrıldılar. Çoğu, evet kocasıyla gitti, eşlerle gitti, abilerle gitti, ailelerle gitti. Çünkü IŞİD’in bir aile örgütlenmesi olduğu, bugünden baktığımızda artık tamamıyla kanıtlanmış durumda. Bazıları, sadece eşlerle gidenler, ailelere de anne babalara da mektuplar bıraktılar. Daha sonrasında ailelerle ilişkilerinin telefon vasıtasıyla sürdüğünü biliyoruz. Suriye’de işgal edilmiş olan evlerde ve yerlerde yaşamaya başladılar.

"BU KADINLAR ARAMIZDA"

IŞİD örgütlenmesi açısından kadınlar asayiş ekiplerinde yer almadığı sürece çocukların IŞİD’e militan olarak doğurulması ve yetiştirilmesi ve aynı zamanda bir devletin kurucu öznesi olarak da bütün IŞİD faaliyetlerinin, o gündelik yaşamın örgütlenmesi önemli bir yer teşkil ettiklerini görüyoruz.

Özellikle bizim dosyamızda (Ankara Katliamı Dosyası) dinlenen tanıklar açısından da benzer bir yaşam dinamiği ortaya kondu. Ne dediler, sözgelimi Ayşenur İnce, 2014’te çıkış yaptığında ne kadar kolaylıkla çıkış yaptığını anlattı. Kara bayraklarla karşılandıklarını ve bir hoş geldin denildiğini anlattı. Daha sonra üstelik gülerek ‘Ya işte orada insanların evleri yoktu ya, el konulmuştu ya oralarda kaldık’ dedi. Sürekli IŞİD güç kaybettikçe onlar da yer değiştirmelerine devam ettiler. Ta ki Bağoz’da yenilinceye kadar çoğunun IŞİD’i devam ettirmek ve bir kısmı kocalarının taziyesini de yapmış olmakla birlikte IŞİD’de kalarak hayatlarını geçirdiler. Yine ifadelerden gördüğümüz, ne zaman ki Bağoz’da yenildi, IŞİD açısından artık son kale düştü, bu sefer kamplara alındılar. Kamplardan da kaçış süreçleri var. Ama kaçış süreçlerinin nasıl organize edildiği konusunda kimse gerçek bir cevap vermedi. Dahası Türkiye sınırlarından geçerken o geçişlerin nasıl olduğuna dair çok örtülü cevaplar verdiler. Bir kısım kadın için çok büyük MİT operasyonları yapıldığı iddia edildi. Özellikle Afrin operasyonu sırasında kadınların yoğun olarak Türkiye’ye döndüğünü gördük. Takasların imkan dahilinde olduğunu düşünüyoruz. Bunlar, kuşkusuz alenileşmiş değil ama Ayşenur İnci gibi, Merve Dündar gibi İçişleri Bakanlığı’nın canlı bomba listesinde, bulunması halinde milyon liraların vaat edildiği bu kadınlar bir şekilde geldiler. Türkiye’ye girdiler. Bir kısmı serbest kaldı bir kısmı tutuklandı ama daha sonra bir yargılama sürecine girdiler.

IŞİD açısından IŞİD çağrısına biat eden, IŞİD’in militanı niteliğinde olan kadınlar ve aramızdalar. Karadullar olarak çokça telaffuz edildiler. IŞİD’in dulları, eşleri, çocukları… Evet teknik olarak öyleler ama bir yandan bunlar çok daha fazlasılar. Çünkü selefi cihatçı görüşleri benimseyen ve bugün hala yapılan röportajlarda gördüğümüz, bildiğimiz üzere, çocuklarını aynı düzeyde tedip eden, terbiye eden gayet aynı selefi cihatçı düşüncelerle yaşamaya devam eden kadınlar.”

Evet, Avukat Doğanoğlu’nun dediği gibi, “çok daha fazlası”ydılar. Ayşenur ve Merve de iki kişi değillerdi. Sayıca da daha fazlasıydılar:  İstanbullu Nisa, Adıyamanlı Zeliha, Adanalı Ayşe, Azeri  Hacer, Gaziantepli Fatma, Diyarbakırlı Semra. Liste uzayıp gidiyordu: 5… 10… 50… Çoğu, devletin başlarına 1 milyon 500’er bin lira ödül koyduğu isimlerdi.  Devletin mavi renkli arama listesindeydiler. Çünkü canlı bomba olma ihtimalleri vardı, bu yönde bilgiler bulunuyordu.

 

ÖNCE SURİYE PLANI SONRA EVLİLİK

 

Önce yakından, bize Suruç’u, Diyarbakır’ı, Ankara Garı’nı hatırlatan Adıyaman’daki İslam Çay Ocağı’ndan başlayalım. IŞİD iddianamelerinin firari sanığı olacak olan Ersel Ocak, bu çay ocağının müdavimlerindendi. Mahalleden bir kızla “konuşuyordu”: İncilerin Ayşenur.

Lise birinci sınıftan tanışırlardı. Önceleri Ayşenur’la sinemaya giderler, parkta, pastanede otururlardı. Ayşenur İnci, üniversiteyi kazandı. Pantolon giyerdi, her genç gibi müzik dinlerdi ama yine de muhafazakar bir ailenin kızıydı. Evde Kur’an da okurdu. Kapalıydı.

O’nun deyimiyle asıl “serseri” olansa Ersel’di. Bu iki genç böyle yaşayıp giderlerken 2014 yılında Irak ve Suriye tarafında bir şeyler oluyordu. El Kaide’nin Irak Kolu, Nusra Cephesi’yle birleşip Irak Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) kurduğunu duyurdu. Kendilerini halife olarak ilan ettiler.

Çöl rüzgarının Adıyaman’a ulaşması gecikmedi. İslam Çay Ocağı’ndaki buluşmaların konuları da bu rüzgardan etkilendi. Dini konular konuşuluyor, Müslümanlığı yaşamanın güzellikleri (!) üzerinde duruluyordu. Daha sonra bunlar “Dokumacılar” hücresini oluşturacaktı. IŞID’in Türkiye örgütlenmesinin temelini. Ersel de o yılın ortalarından sonra değişmeye başlamıştı. Kız arkadaşına “pantolon giyme, müzik dinleme, üniversiteye gitme; orası küfür ortamı” gibi sözler söylemeye başlamıştı. Ayşenur bunları yadırgadığını söylüyordu ama aslında çok da öyle değildi, Şam yelinden o da etkilenmeye başlamıştı. Gönülsüz gibi görünse de erkek arkadaşının tavsiye ettiği kadınlarla görüşmeye başlamıştı. Onlar da kendisine “Müslümanların ne kadar acı çektiklerini” anlatan kitaplar veriyorlar sohbetler ediyorlardı. Başörtüsünün şekli ve kıyafetleri değişmeye başlamıştı. 

Ersel Ocak bir gün, ayaküstü sohbet sırasında Ayşenur’a “evlenelim” dedi. Ayşenur da “olur” dedi. Sokak ortasında almışlardı bu kararı. Doğruca bir eve gittiler. Her şey hazırdı. “İmam” gelmiş bir odada erkeklerle oturuyor, kadınlar diğer odada. Ersel erkeklerin olduğu odaya geçti, Ayşenur kadınların yanına. İmam onları karı - koca ilan ediverdi. İmam kim miydi? IŞİD’in Gaziantep’teki etkin hücresi “Dokumacılar”ın başındaki isim: Mustafa Dokumacı. Şahit kim miydi? IŞİD’in Adıyaman’daki kadın sorumlusu Serpil Dere. Evde bir kadın daha vardı ve Ayşenur’un yolu bu isimle sık sık kesişecekti: Merve Dündar. Evet yukarda sözünü ettiğimiz ve yolculuğunu anlatacağımız Merve Taş, evlenmiş Dündar soyadını almıştı. Merve ve “Dündar” soyadı şimdilik burada kalsın, nikaha dönelim.

Nikah kıyıldı, asıl konuya geçildi. Suriye’ye gidilecekti. Zaten nikah da bunun için kıyılmıştı. Yani öyle daha sonra yargının dediği gibi “Ne yapsın kocası ısrar etmiş kocasının peşinden gitmek zorunda kalmış” değildi. Nikah, Ekim’in 25’indeydi. Örgüt gidiş hazırlıkları yapıyordu. Ayşenur da evden ayrılışına bir gerekçe bulmalıydı. Buldu. Ailesine bir mektup bırakacaktı, zaten muhafazakar yapıda olan ailesine “Din öğrenmeye gidiyorum” derse olurdu. Hem zaten son zamanlarda dinini yeterince yaşayamadığından bahsetmiyor muydu evdekilere.

Aldı kalemi eline yazmaya başladı: “Canım annecim, babacım ve abicim ben ilim eğitimi için medreseye gidiyorum.” Mektubunda “Rabbime söz verdim” diyor, hafız olacağını anlatıyordu. Ve mektubunu şöyle bitirdi: “Rabbim bize, İslamı hakkıyla anlamayı, anladığı gibi uygulamayı nasip etsin. Amin.”

Ayşenur niye böyle bir mektup yazdığını daha sonra ifadelerinde, “Eğer DAEŞ’e katılmak için Ersel’le kaçıyorum deseydim, Adıyaman küçük yerdi ve daha çıkmadan yakalanırdık” diye anlatıyordu.

Harhar Garajına gittiler. Minibüs hazırdı. “Müşteriler” gelmeye başlamıştı. Müşterilerin içinde tanıdık bir isim de vardı. Devletin o sıralar “canlı bomba olacak” diye aradığı internet kafedeki, İslam Çay ocağının müdavimi: Ahmet Parlak. Minibüs hareket etti.

 “CEVİZLERİ” IŞİD’İN CELLADI KARŞILADI

 Daha yolculuk yeni başlıyordu ve kimlerle kimlerle karşılaşacaklardı. Önce Urfa’da bir eve gittiler beklemeye başladılar. Civar yerlerden gelen birileri de daha olacaktı. Yani toplanma yeriydi.  Onları oradan bir minibüs aldı. Aracı kullanan kişi birilerini arıyor bilgi veriyordu: “Abi cevizleri aldım. Cevizlerin içi doluymuş.”

Yolda araç değiştirdiler, siyah bir minibüse bindiler. Bu minibüs de onları Suriye sınırına kadar götürdü. Minibüs durdu. Aracı kullanan kişilerden biri eliyle güneye doğru işaret etti:

“Şimdi buradan koşarak geçeceksiniz. Sınırda bulunan tren yolunu geçince Suriye’ye, Cerablus’a varmış olacaksınız.”

Öyle yaptılar, koşarak geçtiler. Türkiye’den IŞİD’e katılmak bu kadar kolaydı. Bir tren yolunu koşarak geçmek kadar.

Onları iki kişi karşıladı. “İslam ülkesine hoş geldiniz” dediler. Karşılayan kim miydi? Ebu Talha kod adlı Erman Ekici.  Erman Ekici’yi daha sonra 10 Ekim Ankara Katliamı’nın yok edilmeye çalışılan delilleri arasında, silinen diskten kurtarılan belgelerde görecektik. Katliamın planlayıcılarındandı.

Beyaz bir pikaba bindiler ve yola düştüler. Yol 4 saat sürdü. Varış yeri Telabyad’dı.

 

“MAKAR”DA İLK GECE, MAKARDAKİ BOMBACI

 

Pikap, bir evin önünde durdu. Öyle derme çatma bir yer de değildi. E ne de olsa örgütün önemli isimlerinden Ebu Enes’in eviydi. Aslında onun da değildi. Ev artık kimsenin değildi. IŞİD saldırılarından kaçan bölge halkından bir aileye aitti, Ebu Enes buraya yerleşmişti. Ev muntazamdı, eşyaları dayalı döşeliydi. Emirlere layıktı. Zaten şu anda oturan sakini Ebu Enes de bir emirdi, IŞİD’in lojistik emiri Ebu Enes. Örgüt içinde herkes onu tanırdı. Gerçek adı Deniz Büyükçelebi’ydi.

Peki biz nereden tanıyorduk, daha doğrusu tanıyacaktık Deniz Büyükçelebi’yi? Diyarbakır ve Suruç’tan. Buradaki katliamlarda kullanılan malzemeleri tedarik etmiş, bombaların, canlı bombaların buralara götürülmesini organize etmişti. Öyle ya lojistik onun işiydi.

IŞİD jargonunda bu evlere makar denirdi. Makar, “karar kılınan, oturulan yer, karargah” demekti. Evli erkekler ve kadınlar kalırdı. Erkekler makarı ayrı, kadınlar makarı ayrı olurdu. Yeni evliler de bu makarlara yakın yerlerdeki evlerde “bir süre beraber yalnız kalırlar” sonra herkes işinin başına makarlarına dönerdi. Enes ve Ayşenur makara geldiklerinde içerisi kalabalıktı. Ayşenur ifadelerinde burada gördüğü, beraber kaldığı isimleri şöyle sıralıyordu: Gaziantepli Fatma… Gaziantepli Nesibe…. Gaziantepli Sevgi…. Elazığlı Esma… Bingölllü Zeynep… Elazığlı Gülten… Hepsi Gaziantep ve çevresinden gelmişlerdi. O nedenle de buraya Gaziantep ketibesi denilirdi. Ayşenur “ketibe”nin ne demek olduğunu daha sonra bize şöyle anlatacaktı:

“Belli bölgelerden gelen insanlar bir arada olurdu, beraber kalınır, beraber alışverişe çıkılır, beraber sohbet edilirdi. Grup gibi bir şeydir.”

Oysa ketibe, “Asker bölüğü”, “alay”, “birlik” anlamına geliyordu. Yani IŞİD’in Gaziantep bölüğü.

Ayşenur İnci bir bakıma oryantasyon içindeydi. Sohbetler ediliyor, makarlar arasında ziyaretler yapılıyordu. Hatta bir seferinde, aynı makarda kaldığı Demet, “Rus Ayşe”lere gidelim mi demişti? Ayşenur da olur dedi. Gittiler ki bir de ne görsünler Ayşenur’la Ersel’in nikahı sırasında, Serpil Dereli’nin evinde hazır bulunan Merve Dündar da oradaydı. Peki “Rus Ayşe” kimdi? Rus vatandaşı, Tatar asıllı Valentina Slobodjanjuk’tu. Rus Ayşe kod adını kullanıyordu. Merve ile eltilerdi. Durun onların Almanya’dan Telabyad’a uzanan hikayesini birazdan anlatacağız. Önce Ayşenur’un Telabyad’da “tanıdık” başka kimlerle karşılaştığını anlatalım.

 

“DİNİ EĞİTİMLERİ SABİHA GÜNEŞ VERİYORDU”

 

Gaziantep ketibesinin sakinleri, Ebu Enes’in evinde 15 gün kadar kaynaştıktan sonra başka makarları dolaşmaya, oralarda kalmaya başladılar. Bir seferinde de “Abdülhakim” ve “Hoca” kod adlarını kullanan Ahmet Güneş’in evine gittiler. Bu evin havası daha ağırdı. Ne de olsa evin reisi, IŞİD’in infazcısı Ahmet Güneş’ti. Örgütten kaçacak olan olursa o infaz ederdi. Sonra da zaten Ankara Garı Patlaması’nı organize edenler arasında yer alacaktı. Evin hanımağası da “ağırdı”. Nesibe kod adlı Sabiha Güneş.

Ayşenur İnci ifadelerinde sürekli, “Ev işlerini yapardık, temizlik, yemek. Sohbet ederdik” diye anlatıyordu. Biraz da bazı şeyleri sakladığı belli olmasın diye “Kur’an da okurduk” dediği de olmuştu ama ifadesinin bir yerinde IŞİD içindeki kadınların orada oluş nedenlerinden birini ağzından kaçırıverdi ve az önce sözünü ettiğimiz makardaki “ağır abla” Sabiha Güneş’in “eğiticilerin eğitmeni fonksiyonunu” şöyle anlatıverdi: 

“Telabyad’da kaldığım süre zarfında dini eğitimler aldım. Bu eğitimler Nesibe kod adlı Sabiha Güneş isimli şahıs kontrolünde veriliyordu. Benim eğitim aldığım yerde sadece Gaziantep ketibesinde bulunanlar eğitim alıyordu.”

Ayşenur burada eğitim alan onlarca kadın saydı: Gaziantepli Güler… Diyarbakırlı Fatma… Gaziantepli Ayfer… Uzun bir liste.

Ayşegül, eğitimini tamamlanmış, “eğitim veren” hale gelmişti artık anlaşılan ki makar makar dolaşıyordu. Farklı makarlardaki kadınların yanına gidip geliyordu. Hatta “çarşı”da bir gün Orhan Gönder’i görmüştü. 2015 yılının Şubat ayında gittiği bir makarda Gaziantep’li Beyza ile karşılaştı. Beyza örgüt için Ayşenur gibi biriydi sadece belki ama onun kocası bizce tanıdıktı. Ebu Seyyaf.

Bir dakika. O, Ebu Seyyaf, IŞİD’in Türkiye sorumlusu Ebu Zeyneb’den Ankara Garı Katliamı için izin isteyen Ebu Seyyaf değil miydi? Kendisiydi.

 O KARA ELDİVEN DİYARBAKIR BOMBACISINDAN

 Ayşenur İnci’nin çarşıda gördüğünü söylediği Orhan Gönder de 2015 seçimlerinden önce HDP’nin Diyarbakır mitingine bombaları koyan Orhan Gönder değil miydi? Kendisiydi.

Ayşenur İnci ifadelerinde sürekli, “ben dönmek istiyordum ama kocam izin vermiyordu”, “ben dönmek istiyordum ama örgüt izin vermiyordu” diye kendisinin kerhen orada bulunduğu imajını yaratmaya çalışıyordu. Ama ifadesinde, Telabyad’daki bir “an”ı anlattı ki IŞİD’in ne kadar içinde olduklarını ortaya koyuyordu. Tıpkı oralardaki komşularının IŞİD’in saldırılarını gerçekleştiren isimler olması gibi somut bir veriydi bu. Ayşenur kendisine kod adını verecek olan kızına hamileyken bir hediye geldi. Şöyle anlattı:

“Yine Ersel Ocak (imam nikahlı eşi) yanıma geldiği bir gün sohbet arasında Orhan Gönder isimli şahsın iyi olduğunu ve bize ‘Selamünaleyküm, Allah hicretinizi kabul etsin. Çocuğunuz olacakmış hayırlı olsun. Çok sevindim. Allah analı babalı büyütsün. Allaha emanet, selamünaleyküm’ şeklinde not ve siyah renkli bebek eldiveni verdiğini söylemişti.”

Evet, anne karnındaki Zühelya’nın ilk hediyesi, IŞİD karası bir bebek eldiveniydi. Ve Ayşenur ve diğer IŞİD’li kadınların neden orada olduklarını gösteren bir simgeydi. Bebekler doğuracaklar ve onları şeriata uygun büyüteceklerdi, siyah eldivenli.

 

ŞAİBELİ DÖNÜŞ

 

Evet, şimdi filmi biraz hızlı saralım. Ayşenur İnci artık örgüt içinde kendini kanıtlamıştı. Gaziantep ketibesinin dışına çıkmış hatta bölgeler arasında gidip geliyordu. Bu gidiş tabi biraz da PKK’nın IŞİD’i sıkıştırmasıyla da ilgiliydi. Her gittiği yerde de örgüte yeni katılan kadınlar onu hazır bekliyordu. E ne de olsa Ayşenur mürekkep yalamış, hocası da Sabiha Güneş’ti ve Ayşenur’un bildiklerini yeni gelenlere aktarması gerekiyordu.

Telabyad’dan sonra Rakka, Tabka, Menbiç, Deyrzor buralara gitti geldi. Gittiği yerde bazen aylarca kalıyor bazen 5 gün sonra başka bir yere geçiyordu. Bu süreler, o bölgelerdeki ketibelerin ve dolayısıyla yeni öğrencilerin azlığı çokluğuna göre değişiyordu. Bu geliş gidişleri, Tabka’da yaptığı ikinci doğumu aksatmamıştı. Bu geliş gidişlerinde artık devlet makarlarında kaldığı da oluyordu.

Kocası Ersel Ocak bu geçen zamanda çatışmada iki kez yaralanmıştı. Hatta birinde geçici felç yaşamıştı.

Tam da o sıralarda Türkiye’ye dönen IŞİD’li kadınlar basit bir sorgudan sonra salıveriliyor, haklarında usulden dava açılıp tutuksuz yargılanıyorlardı. Pişmanlıktan yararlanıp ceza almadan kurtularak toplum içine karışanların olduğu bile duyulur olmuştu.

Ayşenur İnci, dört yıl kaldığı, kamp kamp dolaştığı Suriye’den dönmek için girişimlere başladı. Aslında sınıra kadar gelebilirse kolaydı. Teslim olacak, bildiklerini anlatacaktı. Bildiklerinin ne önemi kaldıysa. Oralarda tanıdığı isimler Diyarbakır’ı, Suruç’u, Ankara Garı’nı çoktan patlatmışlardı. Hem ifadesinde anlatacağı isimleri devlet Ayşenur İnci’den daha fazla bile biliyordu artık.

Hazırlıklar başladı, Türkiye’deki babasından para istedi, o parayı aldı. 1 Ocak 2018’de yola çıktı. Kendisini Türkiye sınırına getirecek olan IŞİD’li niyeyse PKK’ya teslim edivermişti. Teslim mi edilmişti yoksa esir mi düşmüştü orası biraz belirsizdi. Çünkü “esir düştüm” derse bu kez Türkiye’ye dönüşü zor olacak, kendi iradesiyle gelmediği sonucuna varılacaktı. O’nun dediğini doğru kabul edip devam edelim. Birçok IŞİD’li kadınla birlikte Ayn-isa bölgesindeki PKK kampına götürüldüler. Burada çadırda tutuluyorlardı: Tunuslu Zehra… Mağripli Rim… Özbekistanlı Zeynep… Cezayirli Ayşe… Iraklı Sabrin… Ankaralı Büşra… Konyalı Ayşe… Tacikistanlı Sümeyye… Ümmü Ala… Ve diğerleri, aynı kampta, çadırlarda kalıyorlardı. Burada 5 ay kaldı. Telefonları yoktu, dışarıyla bağlantıları kopuktu.

Ayşenur İnci Türkiye’ye döndükten sonraki verdiği ifadede PKK’nın elinden kaçışını anlatırken önce, oradan kurtarması için temasa geçtiği babasıyla iletişimini sağladığı telefon için önce “tanımadığım, gizli telefon satan biri vardı, ondan aldım” dedi, sonra “Bir asker 50 dolara sattı” dedi. Bu telefondan bir kaçakçı ile temasa geçtiğini söyledi. Kaçakçının numarasını da Ümmü Ala’dan almıştı anlattığına göre. Anlatımına göre kaçakçı gelip kendisini oradan aldı, Dicle nehrine vardılar. Oradan da botla Zaho’ya geçtiler. Kaçakçılar O’nu, babasıyla Irak’ta buluşturdular. Oradan da bir taksiye binip Habur Sınır Kapısı’na geldiler. Üzerinde kimliği yoktu.

Sınır kapısının karşı tarafındaki Iraklı görevliler önce, “Siz şimdi gidin, yarın gelin müdürümüzle görüştürelim” dediler. Ertesi gün oldu, müdüre “Adım Ayşenur İnci, Türkiye’den eşimin zorlamasıyla Suriye’ye gittim şimdi de geri dönüyorum” dedi. Türkiye’ye bilgi soruldu. Evet gerçekten Ayşenur İnci 2014’te Suriye’ye gitmişti. Hatta devlet onu arıyordu. İçişleri Bakanlığı’nın mavi kodla aradığı, “olası canlı bomba”ydı. Yerini bilenlere, duyanlara da 1.5 milyon lira ödül verilecekti.

Mavi listede aranan “olası canlı bomba” Ayşenur İnci, Türkiye’de nasıl serbest kaldı, Gar Katliamı davasında nasıl tanık olarak dinlendi? Hatta nasıl pişmanlıktan yararlanabildi?  Bütün bunları sonraki bölümde anlatalım. 

Şimdi bu bölümde Ayşenur İnci’nin o dönemini bir de, O’nun her adımını soruşturma dosyalarında takip eden Avukat Gamze Gökoğlu Şimşek anlatsın:

“Ayşenur İnci, IŞİD’in Adıyaman ekibi ile hareket etmektedir. 10 Ekim Ankara Katliamında kendini patlatan canlı bomba Yunus Emre Alagöz, HDP’nin Diyarbakır mitinginde meydana gelen patlamanın faili olan Orhan Gönder pek çok katliamın failinin bulunduğu bir planlama dahilinde 2014 yılının Ekim ayında Suriye’ye geçmiştir. Suriye’ye geçerken ailesine bıraktığı mektupta, ‘ben artık bu devlet altında yaşayamıyorum… Hilafete gidiyorum… Şeriat altında yaşamak istiyorum’ şeklinde beyanları bulunmaktadır. Suriye’de bulunduğu süreçte, 1,5 milyon lira ödülle İçişleri Bakanlığı’nın terörden arananlar listesinde mavi kategoride aranmaktaydı. Adıyaman ekibinin özellikle canlı bomba olmak üzere eğitildiği yönündeki bilgiler sebebiyle 10 Ekim Ankara Katliamı sonrası canlı bombaların kimliğini tespiti için yapılan DNA araştırmasında, araştırılan ilk isimlerden birisi de Ayşenur İnci’dir. 2018 yılında Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye giriş yapmış ve mavi kod ile aranmasına rağmen adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştır. Bu durumun kamuoyu nezdinde tepkilere neden olması sonucu savcılık tarafından yapılan itiraz neticesinde tutuklanmıştır ancak bu durum da uzun sürmemiştir. Ayşenur İnci, IŞİD hakkında çok genel geçer bilgiler vermiş olmasına rağmen hakkında açılan davada etkin pişmanlık hükümlerinden faydalandırılarak serbest bırakılmıştır.”

Şimdi Ayşenur İnci’den daha kriminal bir isme geçelim. Eli silah tutan Merve Dündar’ın, Almanya’dan başlayıp, Gaziantep’e, Telabyad’a, Rakka’ya,  Menbiç’e uzanan IŞİD yolculuğuna çıkalım.

 

ALMANCI MERVE, RUS ELTİ VALENTİNA VE İKİ BOMBACI DAMAT

 

Başlarda size, genç bir kadından bahsetmiştik adı Merve’ydi. Soyadı da Taş. Soyadı sonra bildik bir soyisim oldu: Dündar. Merve’nin bir de eltisi vardı: Valentina, tam adıyla Valentina Slobodjanjuk. İşte bu iki genç kadının, “Kadınların hiç de kocalarının baskısıyla IŞİD’e katılmadıklarını, bilerek ve isteyerek Suriye’ye gittiklerini” gösteren öyküsünü anlatacağız. Bir IŞİD’li kadının Suriye’deki kamplardaki yaşamını Ayşenur İnci ile anlattığımızdan bu iki eltinin öyküsünü biraz kısa geçeceğiz. Başlıyoruz.

Merve, Almanya’nın Mönchenglahbach kentinde doğdu. Almancı Saner ve Figen çiftinin kızıydı. 2013 ortalarında, El Kaide’nin Irak Kolu’nda hareketlilik vardı. Alttan alta eleman devşiriyordu. Merve o günlerde 17 yaşındaydı. Suriye’de öz dayısı Seyit Ömer de vardı. Suriye’ye nasıl gidebilirim diye düşündü. İnternete girdi Facebooktan Ebu Usame ismini buldu. O’nu arkadaş olarak ekledi. Ebu Usame’nin profilinde Usame Bin Ladin’in fotoğrafı da vardı. Yani sayfa, Suriye yolculuğu için doğru adresti.  Gerçi Merve ifadesinde “Almanya’da okulu terk ettiğimden para cezası aldım. Onu da ödeyemeyince hapse girecektim. O nedenle Almanya’dan çıkma kararı aldım” dedi ama araştırdığı Facebook sayfası başka anlatıyordu her şeyi.

Neyse, Ebu Usame Merve’nin arkadaşlığını kabul etti. Merve sordu: Suriye’ye nasıl gidebilirim? Ebu Usame cevap verdi: Evlenerek Suriye’ye gitmek isteyen biri var… İkisini tanıştırdı.

Bu kişiyi biz daha sonra yakından tanıyacaktık, Ankara katliamından. Kardeşi Deniz Dündar’ın ikinci bombacı olduğu iddiasından, saldırının merkezinde yer almasından. Kendisinin de canlı bombacı olarak aranmasından tanıyacaktık. Bu isim Mahmut Gazi Dündar’dı.

Merve, durumu Tatar asıllı Rus vatandaşı, Almancı Vanlentina’ya anlattı. Sen de gel dedi. Valentina da kabul etti. Valentina’nın gitmesi için de evlenmesi gerekiyordu. Damat adayı hazırdı: Mahmut Gazi Dündar’ın kardeşi Deniz Dündar.

Merve ve Valentina, Ayşenur İnci ile Ersel Ocak kadar şanslı değillerdi, ne de olsa arada mesafe vardı. Nikah nasıl kıyılacaktı? Teknoloji devrinde çözüm kolaydı: Dört genç telefonun karşısına geçtiler. İmam hanesinde de telefonun öbür ucunda Ebu Usame vardı. Bir de şahit lazımdı. O da hazırdı, Ersel’le Ayşenur’un nikah şahidi Kasım Dere. Usame internetten ayrı ayrı sordu: Evlenmeye hazı mısınız? Razıyız… Ben de sizi karı koca ilan ediyorum.

Nikah kıyılmıştı.  Artık iki genç kız için yolculuk başlamalıydı. Uçakla Adıyaman’a geldiler. Onları, çiçeği burnunda eşleri Mahmut Gazi Dündar ve Ömer Deniz Dündar karşıladı. Adıyaman’a geçtiler. Burada bir daha imam nikah kıyıldı. Tarih 2013’ün Eylül ayıydı.

Nikah yüz yüze de kıyıldığına göre artık Suriye’ye gidilebilirdi. Gerçi o nikah da yüzyüze değildi, gelinler bir odada, imam ve damatlar bir odada, karşılıklı seslenilerek kıyılmıştı ama olsundu. Hiç olmazsa ses dijital değildi. İki genç çift Suriye’de makarlarda kamlaşa başladılar. Merve’nin işi, O’nun iddiasına göre İHH İnsani Yardım Vakfı’nın, kendileri gibi makarlarda kalanlara gönderdiği paketleri dağıtmaktı. 5 Ay böyle geçti. Her iki çiftin de Türkiye’ye dönmesi gerekiyordu. Kod adı daha sonra Rus Ayşe olacak olan Valentina bu dönüş sırasında ülkesine deport edildi. Sonra bir yolunu bulup tekrar eşinin yanına döndü. İki Dündar çifti sürekli Türkiye – Suriye arasında gelip gidiyorlardı. Adana, Malatya, Elazığ, Adıyaman ve tabi ki Gaziantep’e uğruyorlardı. Bu geliş gidişlerinden birinde olsa gerek ki resmen de evlenmişlerdi ve Merve Taş, resmen Dündar soyismini almıştı. Örgütte de kod adı Ümmü Sara idi.

 

“EŞİM DE BEN DE HİZAM TAKTIK”

 

Suriye’ye geçtiklerinde de hareketliydiler: Rakka, Menbiç, Tabka… Hepsinde de farklı illerden genç kadınlar vardı: Gaziantepli Zeynep… Elazığlı Leyla… Gaziantepli Sabiha… Makar arkadaşlarından biri de Ayşenur İnci’ydi. Merve ifadesinde böyle 50’ye yakın kadın olduğunu söylüyordu. Merve de ifadesinde Ayşenur İnci gibi makarları tek tek sayıyor, buralarda kalanların isimlerini veriyordu. Merve ifadesinde, kocası dahil birçok kişinin kaleş olarak bilinen otomatik silahlar kullandığını anlatıyor hatta eşinin “hizam” tabir edilen canlı bomba düzeneği ile gezdiğini anlatıyordu.

Ayşenur İnci kendilerinin evde kocalarını beklerken yemek yaptıklarını, temizlikle uğraştıklarını anlatıyordu ama Merve biraz daha farklı şeylerden bahsediyordu. Örneğin Merve Dündar, evlerine temizlik için bir kadının geldiğini söylüyordu. Ve Merve Dündar başka bir şey daha anlatıyordu. Kadınların taşıdığı Kaleş silahları örneğin. Örneğin kendisinin de üzerinde taşıdığı hizamı, yani canlı bomba düzeneğini. Merve Dündar’ın anlattığına göre bu hizamları Kürtlerle çatışma sırasında teslim olmamak için patlatmak üzere taktıklarını anlatıyordu. Kaleş marke otomatik tüfekleri de.

Merve Dündar, Türkiye’ye döndükten sonra verdiği ifadesinde, PKK ile IŞİD’in çatışmasının sıcak olduğu dönemlerde çevrede ev bulamadıklarını söyleyip hendek kazdıklarını ve burada tam teçhizat durduklarını şöyle anlatıyor:

“Bağoz bölgesinde kalacak ev yoktu. Eşim, Ersel Ocak ve Gaziantepli Ayşe isimli şahsın eşi Muhammed hendek kazdılar ve bu hendeğin içerisinde kalmaya başladık. Bu hendekte hepimizde, Kürtler tarafından yakalandığımızda patlatmak amacıyla hizam vardı. Bu hendekte bulunduğumuz zamanlarda yine hepimizde Kaleş olarak tabir edilen uzun namlulu silah vardı fakat ben bu silahı hiç kullanmadım. İki hafta kadar bu hendekte kaldık.”
Merve Dündar, 2019 yılında PKK ile IŞİD arasında anlaşma olduğunu, canlı bomba düzenekleriyle otomatik silahlı hendeklere gömdüklerini, kendisinin de Elazığlı Leyla ile hendekten çıkıp teslim olduklarını, oradan PKK’nın Hol kampına gittiklerini anlattı.

Merve Dündar, geçen yıl 31 Ocak’ta verdiği ifadesinde PKK’nın kampından nasıl kaçarak Türkiye’ye geldiğini anlatmadı ama zaten kendisine bunu soran da olmadı.

Evet, Merve Dündar’ın da öyküsü özetle böyleydi. Merve Dündar’a sonra Türkiye’de ne oldu? Nasıl pişmanlıktan yararlandı onu da sonraki bölümde anlatalım. Şimdi sözümüzü yine Avukat Gamze Gökoğlu Şimşek’in Merve Dündar’ı anlatımlarıyla bitirelim:

“Merve Dündar, IŞİD’in Adıyaman ekibi olarak bilinen üyeleri irtibatlı olarak hareket etmektedir. İlk olarak, 10 Ekim Ankara Katliamı sanıklarından olan Rus Ayşe Kod Adlı Valentine ile birlikte 2013 yılında Almanya’dan Türkiye’ye gelmiştir. Burada yine dosyanın (Ankara Katliamı dosyası) sanıklarından Ömer Deniz Dündar’ın kardeşi Mahmut Gazi Dündar ile evleniyor ve sonrasında da birkaç kişilik bir grup ile Suriye’ye geçiyorlar. Bu Suriye’ye geçiş dönemi aslında basına da sıkça yansıyan bir dönem. Yine o dönemde Adıyamın’da birçok aile çocuklarının IŞİD’e katılmak için evden kaçtıklarına ilişkin ihbarlarda bulunmuşlardı. Suriye’de bulunduğu süre boyunca, Mavi Kod ile arananlar listesinde bulunuyordu. Buna rağmen Suriye’de esir düşmesiyle birlikte, muhtemeldir ki Türkiye’nin cezasızlık pratiğinin vermiş olduğu güven ile kaçarak Türkiye’ye giriş yapmıştır. Merve Dündar’ın ifadelerinde dikkat çekici unsurlar bulunmaktadır. Mesela IŞİD üyeliğinden yargılanan birçok kadın her şeyden habersiz olduklarını ileri sürmesine rağmen Merve Dündar en başından itibaren Almanya’dan çıkıp gelirken amacının IŞİD’e katılmak olduğunu açıkça söylemektedir. Ve yine aynı şekilde ifadesinde silah kullandığını belirten bir kadındır. Ancak IŞİD’li kadınların mahkemelerce sanık değil, mağdur olarak görülmesi sebebiyle bugün serbest bir şekilde gezmektedir.”

Bir sonraki bölümde, IŞİD’li kadınların şaibeli teslim oluşlarını, pişmanlıktan yararlansınlar diye polisin yardımlarını, yargının onlara nasıl baktığını anlatacağız. 

Podcast