IŞİD’İN KADINLARI – 2 / YARGI: YAZIK, KOCALARI ISRAR ETMİŞ

IŞİD’İN KADINLARI – 2 / YARGI: YAZIK, KOCALARI ISRAR ETMİŞ
IŞİD içinde yer alan kadınların yargılandığı dava dosyaları, onların devlet eliyle nasıl cezasız kaldıklarını ortaya koydu. Ayşenur İnci, kendisi gibi diğer kadınların da salıverilmelerinin yolunu açan “teşhis tutanakları” hazırlanırken polisten destek aldığını itiraf etti: “Polis bu kişi mi dedi, ben de evet o dedim.” Yerel mahkemelerin “örgüt üyesi ama pişman oldu” deyip salıverdiği IŞİD’li kadınlar için Yargıtay bir adım daha ileri giderek onları, “eşlerinin peşinden gitmek zorunda kalan ev kadınları”na dönüştürdü.




Zemheri o yıl Şırnak’a erken gelmişti. Karakış soğukları erken bastırmıştı. İşte o günlerde 14 Aralık 2018’de Habur Sınır kapısına Irak tarafından bir taksi yanaştı. İçinden yaşlıca bir adam indi. Sonra, kış kadar kara giyimli genç bir kadın ve kucağında 2 yaşlarında bir çocuk.

Kadın, sınır kapısının karşı tarafındaki topraklardan 4 yıl önce evlenerek ayrılmış, IŞİD’e katılmıştı. Telabyad’da Rakka’da Deyrizor’da, Menbiç’te kamplarda yaşamıştı. O kadın, 2015-2016’da Türkiye’yi, Ankara Garı’nı, Suruç’u, Diyarbakır’ı kana bulayan canlı bombalarla, bu katliamları organize eden örgüt yöneticileriyle kalmıştı. Hizam denilen canlı bomba düzeneği ile dolaşan kadınlardandı. Türkiye O’nu ve O’nun gibi birçok kadını, “canlı bomba oldukları” gerekçesiyle, 1,5 milyon TL ödülle arıyordu. Bütün bunları ilk bölümde anlatmıştık.

O kadınlar Türkiye’ye dönüyordu, Türkiye’de nasıl karşılanacaklardı? Yargı onlara nasıl bakacaktı, nasıl serbest kalacaklardı, Emniyet’ten nasıl “yardım alacaklardı”, şimdi onları anlatacağız. Ve bunu yine ilk bölümde olduğu gibi, içlerinden birini örnek seçerek yapacağız.

Irak tarafından gelen misafirlere dönelim ve başlayalım:

 Genç kadın, kucağında çocukla beton bariyerlerin üzerine oturdu. O betonlar kadar soğuk bir yüz ifadesiyle Türkiye tarafına baktı. Yaşlı adam görevlilere yöneldi. Sınır kapısının Irak tarafındaki görevliler sordular: Kimsiniz?

Adam cevap verdi: Benim adım Mehmet İnci. Bu da kızım Ayşenur. Bu da onun kızı.  Adam torununun adını bir an bilemedi. Kadın cevap verdi: Kızım Züyehla.

Görevli sordu. Pasaportlarınız? Mehmet İnci gocuğunun cebinden pasaportunu çıkardı görevliye verdi. Yanındaki genç kadın ile bebeğin pasaportunu bekleyen görevlinin eli havada kaldı. Onların ne kimlikleri vardı, ne pasaportları.

Kadın söze başladı:

“Adım Ayşenur İnci, 2014 yılında kocamın isteği üzerine Suriye’ye gittim. DEAŞ’a katıldım. Şimdi de kendi isteğimle ülkeme dönmek istiyorum.”

Görevli, genç kadını şöyle bir süzdü. “Biraz bekleyin” dedi. İçeri girdi, geri döndü:

“Şimdi müdürümüz yok. Yarın gelin, müdürümüzle görüştürelim”

Ertesi sabah saat 9:00’da geldiler. Müdür de gelmişti, durumu anlattılar. Müdür, sınır kapısının Türkiye tarafını aradı:

“Burada, kimliksiz bir şahıs var. Adının Ayşenur İnci olduğunu söylüyor. Yanında babası olduğunu söyleyen ve pasaportu bulunan Mehmet İnci isimli şahıs var. Kadın, IŞİD’ten kaçarak ülkenize dönmek istediğini söylüyor.”

Sınır kapısının Türkiye tarafındaki görevli, telefonla sakin sakin konuşurken birden ayağa kalktı, telaşlandı.  Görevlinin masasının üzerinde renk renk evrak duruyordu, onları karıştırmaya başladı: Kırmızı, mavi, yeşil, turuncu, gri.

Bu evrak, İçişleri Bakanlığı’nın “terörden arananlar” listesiydi. Arananların  önemine ve tehlikelerine göre renk renk ayrılmışlardı.

Görevli, Ayşenur İnci’nin ismini 64 kişilik mavi listede buldu. Tehlikeliydi. Telaş arttı. Ne de olsa “olası canlı bomba” ayaklarına gelmişti.

Emniyet, istihbarat arandı, bilgi verildi. Niyeyse, Emniyetteki, istihbarattaki görevliler gümrük muhafaza memuru kadar telaşlanmamışlardı. Kimbilir belki de Ayşenur, onların o günlerde beklediği bir misafirdi. Belki de bu kurumlar Ayşenur’un Türkiye yolculuğunun içindeydiler.

Zaman geçiyordu, Züheyla huysuzlanmaya başlamıştı. Annesi onu muhtemelen, “sabret kızım az kaldı” diye avutuyordu.

Türkiye’nin Gümrük Muhafaza Müdürü, Irak tarafındaki dengini aradı: “Gönderin gelsinler”

Önde babası, ardasında genç kadın ve kucağında çocuğu sınırın beri tarafına geçtiler.

 “YAKALANDI” TUTANAĞI

 Bu üç kişi, güvenlik görevlilerine teslim edilirken Ayşenur İnci için “yakalanan şahıs” olarak tutanak tutuldu. “Yakalanması”nın dayanağı olarak da Adıyaman Sulh Ceza Hakimliği’nin kararı gösterildi. Bu karara göre Ayşenur İnci, “Terör örgütü üyesi sıfatıyla, canlı bomba olma ihtimali nedeniyle” yakalama amaçlı aranmaktaydı. Hem de kaç yıldır.

Adıyaman polisinden Şırnak Emniyetine ekip gönderildi. “Şahıslar”, ekip otosuna bindirilip Adıyaman’a getirildi. Baba Mehmet İnci salıverildi. Ayşenur sorgulanacaktı, gözaltında tutulmaya başlandı.

Aşyenur İnci pişmanlıktan yararlanmak istediğini söylüyordu, yani konuşacaktı. Ne de olsa kendisinden önce Türkiye’ye gelen IŞİD’in kadınları Suriye’de neler yaptıklarını şöyle kaba taslak anlattıktan sonra Türkiye’de salıveriliyorlardı.

Ayşenur İnci 15 Aralık’ta teslim olmuştu ama ifadesinin alınması için iki gün bekledi. Kafasını toparlasın, hafızasını tazelesindi. Hem Emniyetin de sorgu için hazırlanması gerekiyordu. Belki Ayşenur’un hatırlayamadığı şeyleri Emniyet “hatırlatırdı”. Zaten öyle de oldu. Polisin Ayşenur’a ifade sırasında nasıl yardımcı olduğunu birazdan kendi itirafıyla size anlatacağız.

 ÖNCE 38 KİŞİ SAYDI, YETTİ

 Ayşenur nasıl kurtuldu? Yargı O ve O’nun gibi IŞİD kadınlarını nasıl mağdur olarak gördü? Aşama aşama anlatalım. Önce yargı adına sorgulamayı yapan Emniyet’ten başlayalım.

Ayşenur İnci’nin ilk ifadesi teslim olduktan 2 gün sonra Adıyaman Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde 17 Aralık’ta alındı. Sorgu başlamadan önce, “Etkin Pişmanlık Yasası’ndan faydalanmak istiyorum” dedi ve ekledi: “Bildiğim her şeyi siz görevlilere anlatacağım.”

Özgeçmiş, sabıka durumu sorularından sonra ilk “baraj sorusu” geldi: “Türkiye’nin mevcut Anayasal düzenini benimsiyor musunuz, seçimlerde oy kullanır mısınız, Türkiye sizce Darul-Harp midir.”

Suriye’ye giderken anne babasına, “İslamı yaşamaya ve Müslümanlığı uygulamaya” gidiyorum diye mektup bırakan Ayşenur bu soruya, “Anayasal düzeni benimsemiyorum, Türkiye Darul-Harp değildir” diye yanıt verdi. Barajı geçmişti.

Yarışma, “cezasızlık” ödüllü final sorusuna doğru gidiyordu ve o soru geldi:

“DEAŞ terör örgütüne kim tarafından ne şekilde kazandırıldınız, Suriye ülkesine hangi yollarla kimlerin yönlendirmesi, aracılığıyla geçiş yaptınız? Sınır geçişlerinde size yardımcı olan kim veya kimler vardı? Bu konuları detaylıca açıklayınız.”

Ayşenur İnci başladı, lise 1’de Ersel Ocak’la tanıştığını, nikahlarını anlattı. Sonra Suriye’ye geçtiklerini, orada “isimlerini bilmediği, Suriyeli, esmer tenli, uzun boylu iki kişinin karşıladığını oradan bir makara geçtiklerini orada kadınların bulunduğunu” söyledi.

Kaldıkları yerlere makar adı verildiğini, Suriye’de kaldığı dönemde farklı farklı makarlarda yaşadığını söyleyen Ayşenur İnci, Telabyad, Rakka, Tabka ve Deyrizor’da geçen 4 yılını anlatırken 38 kişiden bahsetti ama sadece 6 isim söyledi. Onlardan da ikisi zaten kocası Ersel Ocak ve nikah şahidi Serpil Dere’ydi. 4’ü de daha önce teslim olmuş veya ölmüş kişilerdi.

Ayşenur İnci geri kalan 32 kişiyi, “Bingöllü Fatma”, “ismini hatırlayamadığım sakallı kişi”,  “Ümmü Ayşe”, “Ebu Enes”, “Adıyamanlı Talha”, “nereli olduğunu bilmediğim Aycan”, “Gaziantep’li  Gülseren”, “Cezayirli Ayşe”, “aracı kullanan şahıs” gibi tanımlamalarla anlatıyordu. Hani bir tek söylemediği sarı çizmeli Mehmet Ağa kalmıştı!

Polisin sorması gerekiyordu, sordu: Peki bunlar örgüt içinde ne yaptılar? Ayşenur İnci bu soruya da geçiştiren cevaplar verdi. Örneğin eşinden bahsederken ne uzun namlulu silahla dolaştığını, ne askeri eğitim aldığını, ne çatışmalara girdiğini anlatıyordu. Canlı bomba düzeneği ile dolaştığını zaten söylemedi.

İyi de Ayşenur’un Etkin Pişmanlık Yasası’ndan yararlanabilmesi için örgüt hakkında bilgi vermesi gerekiyordu. Bu gereklilik karşısında da örgütün, eşi ve kendisi için 50’şer, çocuğu Züheyla için de aylık 35 dolar verdiğini anlattı.

 YENİDEN TUTUKLANINCA 63 İSİM HATIRLADI

 Ayşenur İnci’nin bu ifadesi değerlendirmeye alındı. Etkin pişmanlıktan yararlanabilecek miydi? İfadesine ilişkin etkin pişmanlık raporu hazırlandı:

Rapor sonucu: “Verdiği bilgiler, örgütün dağılması veya örgüt elemanların yakalanmasına elverişli bilgilerdir.”

Anlaşılan o ki “Somalili Ümmü Yuşa’yı”, “Cezayirli Aşye’yi”, “Adıyamanlı Talha’yı” bilmek devlet için IŞİD ile mücadelede önemli bilgilerdi(!) Aşyenur bu nedenle salıverildi.

Salıverme kararı basında yer alıp eleştirilince savcılık karara itiraz etti. Ayşenur tutuklandı.  Türkiye’ye geldikten sonra “siz görevlilere bildiğim her şeyi anlatacağım” diyen Ayşenur İnci, cezaevine konulduktan sonra dilekçe verdi, “Döndüğüm zaman korktum, bazı şeyleri söylemedim bazılarını da yeni hatırladım, bu kez gerçekten bildiklerimi anlatacağım” dedi, ek ifadesi alındı.

İkinci ifadesinde neler mi anlattı? Bu anlattıkları da aslında devletin bildiği şeylerdi ama yine de önceki ifadesindeki “sarı çizmeli Mehmet Ağa”dan farklıydı. Örneğin imam nikahlı eşini anlatırken bu kez ilk cümlesi, “Bu şahsa DEAŞ tarafından silahlı eğitim verilmiştir, uzun namlulu silah taşımaktadır” şeklinde oldu.

İlk kez IŞİD’in Türkiye örgütlenmesinin merkezindeki Dokumacılar grubundan, onların liderleri Mustafa Dokumacı’dan bahsetti örneğin. Kocasının canlı bomba düzeneği taşıdığını anlattı. İsimlerini Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamlarından duyduğumuz Mahmut Gazi Dündar’ı, Ömer Deniz Dündar’ı anlattı örneğin. Örneğin Suriye’ye ilk vardıklarında “İslam ülkesine hoş geldiniz” diye karşılandıklarını anlattı.

Ayşenur İnci ilk ifadesinde bu kişiyi, “esmer tenli, uzun boylu kişi” olarak geçiştirmişti ama ikinci ifadesinde bu kişi, “Gaziantepli Talha kod adlı Erman” oluverdi. 

İlginç bir hafızası vardı Ayşenur İnci’nin; her kim ki ölmüş veya Türkiye’deki soruşturmalarda tutuklanmışsa onu kod adı, gerçek ismi ve soyismiyle hatırlıyordu da aranan kişilerin kod adları ve isimlerinin sadece ön adını hatırlıyordu. Soyisimlerini bir türlü hatırlayamıyordu.

Ayşenur İnci, Ankara Gar katliamından, Suruç’tan hiç bahsetmedi. Sadece Ankara katliamı sorulduğunda, “haberlerde duymuştum ama kim yaptı bilmiyorum” gibi yarım bir cümle kurdu.

 BİRAZ DA ÖRGÜT JARGONU BİLGİSİ

 Ayşenur İnci böyle yarım yamalak da olsa 101 kişiyi saydıktan sonra “daha fazla bilgi verdiği ortaya çıksın” diye bazı kelimelerin anlamları da soruldu kendisine:

-Hizam nedir?

- Üzerinde fünye ve bombalar bulunan, fünye ateşlendiği zaman kendisini patlatan bir kemerdir.

-İndimas nedir?

- Hizam ve kemer takıp önden giden, esaret tehlikesinde kendini patlatan şahısların yaptığı görevdir.

-İhtiham nedir?

- Bir bölgeye ani giriş yapan, hızlıca birilerini öldürüp çıkan gruptur.

-Şurta nedir?

-DEAŞ terör örgütünün –sözde- polis birliğidir. (Sözde kelimesini de eksik bırakmadı hani.)

-Enmi nedir?

-DEAŞ terör örgütünün –sözde- istihbaratçılarıdır.

-İstihşad nedir?

-Canlı bomba eylemine verilen isimdir.

-Muasker nedir?

- DEAŞ terör örgütü mensubu şahısların eğitim aldıkları alana denir. Muasker denilen alan genellikle ormanlık alanlardan seçilen yerlerdir. Bu eğitimi alan DEAŞ mensuplarının nefislerini terbiye etmeleri amacıyla sevdiği yiyecekler verilmez…. (Sözlük gibi, bir tek cümle içinde kullanmadığı kaldı)

Jöbe nedir?

-Savaş ve nöbete giden DEAŞ mensubu şahısların, içerisinde şarjör ve el bombası bulunan hücum yeleği benzeri bir kıyafettir.

Polis şunu sormadı kendisine, “İfadenizde ev işleriyle, çocukların bakımlarıyla uğraştığınızı söylüyorsunuz, bu kelimelerin anlamlarını tam da ‘askeri anlamlarıyla’ nereden biliyorsunuz?”

Biz de gazeteci olarak şu ikilemde kaldık haliyle: Ya sıkı bir askeri eğitim almıştı ya da bütün bunları ifadeye O’nun adına sorgu sırasında görevliler yazmıştı.

 “POLİS GÖSTERDİ, BEN ‘TAMAM O’ DEDİM”

 Ayşenur İnci aylar sonra ağzından bir itirafı kaçıracaktı.

Olay şöyle oldu: Ayşenur İnci’ye Aralık 2018’deki sorgusu sırasında bir de teşhis yaptırıldı. Teşhis tutanağına göre; Aşyenur İnci, ismini söylediği kişinin fotoğrafını katalogdaki yüzlerce fotoğraf arasından gösteriyordu: “Şahsın ismi şudur, şöyle eğitim almıştır, şuralarda bulunmuştur.”

Yüzlerce fotoğraf… Katalogdan 100’e yakın kişiyi teşhis etti. Güya.

Aslında bunlar, devletin elinde çok daha fazlası bulunan bilgilerdi ama yine de Ayşenur İnci’ye yeniden tahliye getirdi.

Ayşenur İnci 2018 yılında salıverildi, aylar geçti bu kez Ankara Katliamı davasının 13 Şubat 2020’deki duruşmasında tanık olarak dinlendi. Bu tanıklığı sırasında, Türkiye’ye geldiğinde salıverilmesinin yolunu açan teşhis tutanağının nasıl düzenlendiğini anlatırken, “Bana fotoğraf gösterdiler, ‘bu mu dediler, ben de budur’ dedim”.

Bu bir cümlelik itiraf aslında çok şey anlatıyordu. Ayşenur İnci’ye tahliye yolunu açan ikinci ifadesi alınıp, teşhis tutanağı düzenlenirken, ifadesinde yarım yamalak geçen isimlere ait fotoğraflar tek tek gösterilmişti. O’na da “evet bu” demek kalmıştı. Yani Ayşenur İnci, ismini veya sadece kod adını söylediği kişiyi bırakın yüzlerce fotoğraf içinden bulmayı kendisine iki fotoğraf gösterilip de “hangisi” diye bile sorulmamıştı. Doğrudan o kişi gösterilmiş, “bu mu” diye sorulmuş, Ayşenur da “evet bu” demişti.

Bir IŞİD’li kadın, canlı bomba olarak aranırken, başına 1,5 milyon lira ödül konulmuşken, Türkiye’ye geldikten sonra işte böyle salıverilmişti.

IŞİD’li kadınların Türkiye’de nasıl salıverildiklerini, bir de bu süreci yakından takip eden, Ankara Katliamı Avukat Komisyonu’ndan, Avukat Senem Doğanoğlu’ndan dinleyelim:

“Türkiye’ye dönen IŞİD’li kadınlarla ilgili yargılamalar, Urfa, Adıyaman ve Ankara gibi illerde, bilgilerine ulaşabildiğimiz kadarıyla, aynı seyirde ilerliyor. Bir şekilde nasıl olduğunu bilemediğimiz düzeyde pazarlıklarla ya da kendi ifadelerine itibar edecek olursak, kaçak yollarla Türkiye’ye giriyorlar. Bir kısmı, evinde otururken ‘ihbar üzerine geldiği anlaşıldığından’ karakollara davet ediliyor. Bir kısmı sınırdan, yargılandığı dosyanın olduğu Emniyet Müdürlüklerine götürülüyor ama hepsi için belki sabit olarak söyleyeceğimiz şey şu: Hiçbir kaydına sahip olmadığımız, dolayısıyla kayıt dışı diyebileceğimiz, istihbarat tarafından da -kendi ifadeleriyle- sorgulandıkları, belki de bizim açımızdan ‘brifing verildikleri’ bir süreçten geçiyorlar.

Geldiklerinde Emniyetlerde ya da savcılıklarda, temel olarak, ‘etkin pişmanlıktan faydalanmak istiyorum’ diyorlar. Ve herkesin bildiği, hiç sır olmayan, hiçbir yeni bilgi vaat etmeyen teşhislerde bulunuyorlar. Çok özel olarak ne yaptıklarına dair de, IŞİD’li militanlara dair bir bilgi vermiyorlar. Çokça kadınlar hakkında bilgi veriyorlar ama ‘nasıl geldiler, nasıl geçtiler, IŞİD bünyesinde ne yaptılar, Suriye’de ne yaptılar, Türkiye’ye nasıl geçtiler, geçemediler mi, şu anda neredeler ve ne yapıyorlar’ konusunda da gerçek anlamda bir etkin pişmanlığın uygulanabilmesi açısından, hukuk tekniği yönünden bir bilgi vermiyorlar. Etkin pişmanlıktan faydalanmak istediklerini söyleyerek süreci ilerletiyorlar. Ekseriyetle de serbest kalıyorlar.”

 CEZASIZLIĞIN İLK ADIMI: CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA…

 IŞİD’in Türkiye’ye dönen kadınları bu ve benzeri şekillerde serbest kalıyordu da ortada bir sorun vardı. Devlet “canlı bomba olacak” diye aradığı kişiyi öyle “Hadi evine git, fasulye ayıklamaya devam et” diyemezdi. Dosyanın mahkeme kararı ile kapanması gerekiyordu.

IŞİD’li kadınlar, Şanlıurfa, Adıyaman ve Ankara Ağır Ceza Mahkemelerinde “örgüt üyeliği”nden yargılanıyordu. Yine Ayşenur örneğine dönelim ve bakalım o nasıl cezadan kurtuldu?

Ayşenur İnci, Adıyaman 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “silahlı terör örgütüne üye olmak”tan yargılandı. Savcı esas hakkındaki mütalaasında, “Emniyetçe düzenlenen değerlendirme raporu dikkate alınarak, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiği anlaşılmakla, sanığın eylemine uyan Türk Ceza Kanunu’nun 314/2, Terörle Mücadele Yasası’nın 5/1, Türk Ceza Kanunu’nun 221/4, 53, 54, 58/9 ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223/5 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi ve sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmesi kamu adına talep ve müdalaa olunur” diyordu.

Mütalaayı  duyan Ayşenur İnci dondu kaldı, “Hani pişmanlıktan yararlanacaktı, hani Türkiye’ye gelen kadınlar ceza almıyordu?” Avukatı elini hafif kaldırıp gözünü kırparak “sakin ol” diye işaret etti.

Savcının mütalaasının Türkçesi şuydu:

“Sanığın örgüt üyesi olduğunun tespitini yapalım ama etkin pişmanlıktan yararlandırıp hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verelim.”

Mahkeme de zaten öyle yaptı, “Ceza verilmesine yer olmadığına” karar verdi. Böylelikle hem devlet canlı bomba diye aradığı birini, “örgüt üyesi” olarak tanımlıyor hem de verdiği bilgiler nedeniyle ceza vermemiş oluyordu.

Devlet, Ayşenur İnci’nin yukarıda anlattığımız ifadelerinden sonra IŞİD’in hangi faaliyetinden haberdar oldu bunu anlayamadık. Polis, IŞİD’in işlediği hangi suçla ilgili bilgi sahibi oldu, onu da bilemedik.

En iyisi Avukat Senem Doğanoğlu’na soralım. Avukat Doğanoğlu resmi daha büyük görüp şunları anlatıyordu:

“Bir kısmı arızi olarak tutuklandı ve çoğu hakkında da ‘üyelik’ten dava açılıyor. Dava sonunda bir müddet, ‘ceza verilmesine yer olmadığına dair’ kararlar çıktı. Sadece Hülya Balı yönünden üyelik kararı çıktı. Diğer, canlı bomba olduğu, arananlar listesinde olduğu bilinen Demet Taşar, Ayşenur İnci gibi kadınlar yönünden ya da IŞİD’in Adıyaman ekibindeki kadınları örgütleyen Serpil Dere yönünden, hiçbir tutuklama olmadan bir yargılama süreci oldu.

Ayşenur İnci önce serbest kaldı, sonra basında yer alması nedeniyle, savcının itirazı üzerine tekrar tutuklandı. Çok kısa sürede çıktığını biliyoruz. Dediğim gibi ceza verilmesine yer olmadığına dair karar veriliyor. Dolayısıyla ‘üye olmuşlardır, IŞİD kapsamında da bir üyelikleri vardır. İçinde yer almışlardır ama etkin pişmanlıktan faydalanmış ve birçok da isim vermişlerdir’ iddiasıyla böyle bir karar çıkıyordu.”

 

DAHASI VAR: ARTIK KENDİLERİNİ YORMALARINA GEREK YOK

 Biz, IŞİD’in kadınlarını anlatırken Ayşenur İnci’yi merkeze alıp anlatıyoruz ama O’nun gibi onlarca kadın vardı.

Örneğin Hülya Balı. Bu soyismi bir bir yerden hatırlıyor musunuz? Hatırlamayanlar için hatırlatalım: İlhami Balı vardı ya hani. Ankara Katliamının planlayıcılarından. O’nun eşi.

Suriye’deki kamplarda silah taşıdığı tespit edilen IŞİD’li kadınlardan biri. Ne mi oldu Hülya Balı’ya? Kendisini yargılayan mahkeme, örgüt üyeliğinden ceza verdi. Yerel mahkeme bu kararı verdiği sıralarda Yargıtay’dan başka bir davada karar çıktı.

Yargıtay kararında, IŞİD içerisinde yer alan sanık kadının kocasının baskısıyla Suriye’ye gittiğini, herhangi bir örgütsel faaliyete katıldığının tespit edilemediğini bu nedenle beraat etmesi gerektiğini belirtip yerel mahkemenin kararını bozdu.

Yani buna göre IŞİD içinde yer alan kadın aslında “mağdur”du, “Ne yapsın kocası baskı yapmış Suriye’de örgüt kamplarına gitmek zorunda kalmış”tı. Bu kararın asıl anlamını Avukat Senem Doğanoğlu anlatıyor:

2018 yılı gibi, Hülya Balı ile beraber başlayan, Hülya Balı’nın örgüt üyeliğinden ceza almasıyla başlayan süreçte Yargıtay şöyle bir karar verdi. Dedi ki, ‘Hayır, bu kadınlar örgüt içinde yer almıyor, hiyerarşinin herhangi bir yerinde olup olmadığını tespit edemiyoruz, asıl önemli olan, kocalarının zoruyla baskıyla gitmiş olduklarını görüyoruz, dolayısıyla bu kadınların beraat etmesi gerekiyor’.

Bu ne demektir? IŞİD’in Türkiye’deki örgütlenmesinde bu kadar tehlikeli olan kadınlara ‘buyrun istediğinizi yapın’ demektir. İkincisi, Türkiye’nin koruyucu kapsayıcı ve IŞİD yönünden de bir kapı olması açısından da aynı pozisyonu korumaya devam edeceğinin ilanıdır. Üçüncüsü ve daha önemlisi, zaten çok bir şey söylemiyor olsalar bile kadınlara ayrıca ‘konuşmanıza gerek yok, etkin pişmanlıktan faydalanmaya çalışmanıza gerek yok. Çok makul, tam da istediğimiz gibi bu tip bütün toplumsal cinsiyet kategorilerine uygun olarak, bu işbölümüne de uygun olarak bir beyanda bulunun, kocalarınızın baskısıyla gittiğinizi söyleyin sonra da kaçtım geldim deyin buyurun size beraat verelim, hiç konuşmanıza da gerek kalmasın, IŞİD hakkında. Nasıl geldiniz, oralarda ne yaptınız meselesi de böylece Türkiye’de tartışılır olmasın’ denmiş oldu.

Ondan sonra da beraat kararları zaten çok seri bir şekilde gelmeye başladı. Şu anda kaç tutuklu kadın var, var mı, hakkında dava yürüyen kadınlar var mı? Bu konuda sadece kendi çabalarımızla bilgi edinebiliyoruz.

10 Ekim Ankara katliamı yargılaması yönünden mahkeme heyeti, biraz da kadınların fazla konuşması nedeniyle  -bu fazla konuşma devletin pozisyonuyla, IŞİD ile ilişkisi ile ilgili bir şey- aslında artık burada da artık konuşulmaması konusunda bir kararlılık içinde. 10 Ekim Ankara Katliamının tutuklu dosyasında, belki Türiye’de yargılanan  IŞİD’li kadınlar açısından yine anomalik bir durum ama iki kadın ceza aldı. Ama onlarda da aynı neticeye varma çabası vardı. Bu neydi? Yine onca patlayıcıyla bulunan kadınlar, ‘patlayıcılara el süremez, kadın. Kocaları IŞİD militanı, zaten örgütsel yapı içerisinde çok da yoğun olmayan faaliyetler içindeler en fazla’ deyip yine çok düşük sınırlarda ceza aldılar. Bu da Yargıtay önünde incelemede. Yargıtay’ın ne karar vereceğini de bilmiyoruz. Gelin görün ki mevcut durumda IŞİD militanı kadınlar şu anda serbest ve müthiş bir şekilde yargı bağışıklığından faydalanıyorlar. Bu şekilde de aramızda hep beraber yaşıyoruz.”

IŞİD’li kadınların Türkiye’den Suriye’ye nasıl gittiklerini, oralarda neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını, Türkiye’ye nasıl döndüklerini, yargının onlara nasıl baktığını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.

1. BÖLÜMÜ DİNLEMEK İÇİN PLAY'İ TIKLAYIN






Podcast