Konut sektörü inşaat baronlarının avlağı olmaktan kurtarılmalıdır

Konut sektörü inşaat baronlarının avlağı olmaktan kurtarılmalıdır
Kalkınma ve gelişmeyi büyük inşaatlar yapmak gibi sınırlı bir kavrayışla ele alan hükümet, 6 kez imar barışı getirerek, en başta kendisi inşaata engel olduğu her durumda yasaların aşılabileceğini gösterince, rant kudurukları, gözü dönmüş müteahhitlerin de cüreti akıl almaz boyutlara ulaşmış gözüküyor. Bu konuya düzen getirmek hayati ve acildir. Bu sektörün, inşaat baronlarının avlağı olmaktan kurtarılması gerekiyor.

Bu deprem karşı karşıya olduğumuz riskleri anlamamıza yardım eder umarım. Yurttaşlar, kurumlar, hükümet olarak sorumluluklarımızı üstlenme konusunda kaçak davranmanın kimseye faydası yok. Yıkılan binaların çoğunun daha önce yapıldığını ileri sürerek depremin enkazını önceki hükümetlerin üzerine yıkmaya kalkmak, neredeyse yarım asırdır memleketi yöneten bir hükümeti kurtarabilir mi? Daha dün, daha birkaç yıl önce iş başı yapmadığına göre, (bu hangi parti olduğundan bağımsız olarak) haliyle iş başındaki hükümeti sorumluluk sandalyesine oturtur.

Önceki hükümetler döneminde, deprem yönetmeliğinden önce yapılmış binaları neden gözden geçirmediniz? Neden gerekli yıkımları, yenilemeleri, güçlendirmeleri yapmadınız?

PODCASTİ DİNLEMEK İÇİN PLAY’E TIKLAYINIZ

& ;

Bu soru haksız mı?

CHP’li Ali Öztunç’un Elazığ depremi sonrası Kahramanmaraş için verdiği soru önergesi var. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın cevabı var. Cevaba bakarsanız bu ilde 1396 riskli yapı tespit edilmiş, 1303’ü yıkılmış, sadece 90 riskli bina kalmış görünüyor. Ama depremde yıkılan ve ağır hasar alan bina sayısı, yine bakanlık açıklamasına göre 10 bin civarında. Burada yanlış iş, eksik iş yapıldığı görülmüyor mu?

Gerçek şu: Bu hükümet döneminde, yanı deprem yönetmeliği yürürlükteyken yıkılan binlerce bina var. Demek ki yeni binaların deprem yönetmeliğine uygun yapılması da sağlamadı! Müteahhitler her kapıyı, her mevzuatı aşabildi, her mührü sökebildi.

Deprem olacak denilen bölgede (İskenderun’da) “riskli bölge” kayıtları neden kaldırıldı?

Deprem konusundaki bilimsel gerçekler, uyarılar, soru önergeleri dikkate alınmış gözüküyor mu? Çok riskli bulunan, neredeyse “sırada” diye işaret edilen bu bölgede neden ciddi bir arama kurtarma yığınağı yapılmadı?

Ne görüldü? AFAD, memleketimizin yüz yüze olduğu risklerle kıyaslandığında kadro, ekipman ve bütçe yönünden yetersiz bırakılmış.

Ne görüldü? Böyle kritik bir kurumun önemli makamlarına, uzmanlık isteyen bir işe ilahiyatçılar, imamlar atanmış. Bu da mı yanlış değil?

Hükümetin, kendisini eleştirenler hakkında “deftere” ne yazdığını bilmiyoruz ama bu gerçekleri yalnızca yurttaşlarımız değil bütün dünya biliyor… Gördü.

Yakalanan, sorumlu tutulan müteahhitler içinde çok sayıda AKP’li var. Bunu da eklersek ortaya çıkan genel tablo şu: Kalkınma ve gelişmeyi büyük inşaatlar yapmak gibi sınırlı bir kavrayışla ele alan hükümet, 6 kez imar barışı getirerek, en başta kendisi inşaata engel olduğu her durumda yasaların aşılabileceğini gösterince, rant kudurukları, gözü dönmüş müteahhitlerin de cüreti akıl almaz boyutlara ulaşmış gözüküyor. Bu konuya düzen getirmek hayati ve acildir. Bu sektörün, inşaat baronlarının avlağı olmaktan kurtarılması gerekiyor. Yanlış mı? Bütün Avrupa’da 30 – 40 bin müteahhit varken, Türkiye’de 330 bin müteahhit olmasını nasıl açıklamalı? Nedir bu üşüşmenin nedeni?

Geldik bu güne. Bu musibeten çıkarılacak çok ders var.

Birincisi, yurttaşlar olarak bizler, yasalar konusunda gevşek davranan bir hükümet şartında bile evlerimizi, binalarımızı sağlam yapmalı, hayatlarımızı, çocuklarımızın hayatlarını kurtarmalıyız. Sorumluluk çetelesinin birinci maddesine kendimizi koymalıyız.

İkinci büyük ders: Hiç kuşkusuz arama kurtarma kurumu AFAD’ın güçlendirilmesini talep etmeliyiz. Her bakımdan… Kadro, bütçe, ekipman. Böyle zamanlar için makine gibi çalışan bir sistem kurmalıyız. Türkiye deprem ülkesidir ve buna çok ihtiyacımız olacağı açıktır. Bu konu tamamen uzmanların yetkisine, liderliğine terkedilmeli, belki de özerk hale getirilerek siyasetin karışması önlenmelidir.

Üçüncü önemli ders, bir deprem ülkesinde, inşaat tutkunu, üstelik yasaların uygulanması konusunda titizliği zayıf bir hükümet yıkıcı bir tezattır. Seçmenler olarak bizler, bundan sonra, partilerden ücretler, ekonomi programları, sosyal yardımlar, özgürlükler gibi bütün temel alanlarda nasıl program talep ediyorsak, deprem konusunda da açık ve bağlayıcı taahhütler talep etmeliyiz.

Depremin maliyeti hakkında tahminler yukarı güncelleniyor

Kaç vatandaşımızı kaybettiğimiz gibi, kaç binanın yıkıldığı gibi gün gün güncellenen rakamlar gibi depremin yarattığı yıkımın ekonomik maliyeti hakkında da rakamlar güncelleniyor ve gittikçe yükseliyor.

JP Morgan, depremin fiziki yapılara doğrudan hasar maliyetinin 25 milyar dolar olduğunu tahmin etti. Morgan Stanley ise hasar ve diğer harcamalarla birlikte toplam maliyeti 38 milyar dolar olarak tahmin etti. Gelecek Partisi (GP) de bir ön çalışma yapmış. Ekonomi Politikalar Başkanı Kerim Rota’nın paylaştığı nota göre sadece hasar maliyeti 26 milyar doları bulabilir. GP çalışmasında, altyapı maliyeti, sosyal yardımlar, tazminatlar, borç silmeler, destekler gibi diğer maliyetlerle birlikte bu yıkımın fiziki yaralarını sarma maliyeti 40 milyar dolar olarak tahmin edilmiş. İhtiyaten 50 milyar dolar olarak alınıp, buna göre bütçeler yaratılmasının ihtiyaten doğru olacağına dikkat çekilmiş. TÜRKONFED’in yaptığı çalışma, (tablosu sayfada) 1999 Depremi’nin maliyetini hesaplama yöntemiyle yapılmış ve 84 milyar dolarlık bir maliyet olacağı sonucuna ulaşmış. Bunun 10,5 milyar dolarının GSYH kaybından, 71 milyar dolarının konut zararından, 3 milyar dolarının da işgünü kaybından geleceği tahmin edilmiş.

2023 yılı bütçe açığı 659,6 milyar TL olarak hedefleniyordu. Bloomberg ekonomi bölümü depreme ilişkin kamu harcamalarının GSYH’nin yüzde 5,5'ine eşdeğer olabileceğini tahmin etmiş. “Mevcut şartlar altında bütçe açığının en azından 1 trilyon TL’nin üzerine çıkması beklenebilir” tespiti var.

Podcast