Mustafa Yeneroğlu: Başkanlık referandumunu desteklemek en büyük hatalarımdan biri
Yayınlanma:
Güncelleme:
Mustafa Yeneroğlu, 16 Nisan 2017’de yapılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni getiren anayasa reformu günlerini anlatıyor: “30-40 arkadaşımız ‘gelin birlikte hareket edelim, buna biz karşı çıkalım, karşı çıktığımız zaman zaten referanduma da gitmeyecek çünkü 340 oy gerekiyor parlamentoda, bunu sağlayalım’ demiştik ama bizden çok çok daha kıdemli olan arkadaşlarımızı bu noktada ikna edemedik.
İstanbul Milletvekili ve DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, karantina günlerinden AKP'de siyaset yaptığı sürece, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la ilişkisinden reform açıklamalarına kadar birçok konuda Kısa Dalga’dan Beril Eski’nin sorularını yanıtladı. Söyleşide öne çıkan başlıklar şöyle:
'Ütü masası üzerindeki laptop’dan toplantı'
Pandemi sürecinde karantina da yoğun çalıştığını belirten Yeneroğlu, özellikle yoğun bir şekilde Zoom üzerinden toplantı yaptıklarını anlattı: "Son aylarda tabii Zoom sebebiyle adeta yataktan toplantı odasına düşer bir noktadaydık. Benim yatak odamda bir ütü masası var, onun üzerine laptop’u koyuyordum, doğrudan, kendimi hazırladığım zaman toplantı ortamına geçmiş oluyordum. Tabii Meclis açıldıktan sonra, 1 Ekim sonrasıyla ilgili, Meclis çalışmaları da yoğunlaştı. Partimizin görevlendirmesiyle kongrelerine katılım noktasında yoğun bir süreç söz konusu oldu. Bu süreç önceki süreçlerden daha yoğun geçti diyebilirim."
'Siyaseti bırakmayı düşünüyordum'
Yeneroğlu, AK Parti'den istifasından sonra ciddi şekilde siyaset bırakmayı düşündüğünü ancak Türkiye'nin şartları nedeniyle bu fikri ertelediğini belirtti: "Siyaseti meslek olarak görmüyorum. Yani kalıcı olarak kendimi bir siyasetçi olarak ilelebet değerlendirmiyorum. Benim şu anda siyasetin içinde belki de bulunmamın sebebi bir zorunluluğun sebebi. Aksi takdirde ben AK Parti’den istifa ettikten sonra siyaseti bırakıp özel hayatıma çekilmeyi ciddi ciddi düşünüyordum. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar bize bu imkanı şimdilik vermedi." 'Mütedeyyinlik' Türkiye toplumunda derin bir kutuplaşmanın hakim olduğunu ve bir arada yaşam ortamlarının çok zayıf olduğunu belirten Yeneroğlu, kendisinin de içinde yetiştiği mütedeyyin kesime ilişkin değerlendirmelerde bulundu: "Bugün mütedeyyin kitleler mütedeyyinliğin gerektirdiği değerlerle maalesef anılmıyor. Ben hep hayata şöyle bakarım: İlk önce aynaya bakarım, kendimin ne kadar değerlerimle ilkelerimle örtüşen bir yaşam biçimim var? Bunu da tekil değil de toplumsal yaşam içerisinde insanların nasıl algıladığı üzerinden okumaya çalışırım. Yoksa benim özel hayatımda benim duyarlılığım, benim dini değerlere yaklaşım biçimim beni ilgilendirir. Benim dışımda insanları ilgilendirmez. Ama o dini değerlerin şart olarak bana göre öne sürdüğü emin olma vasfı, dürüst olma vasfı, ahlaklı olma vasfı, etrafındaki insanlar nezdinde güvenilir olma vasfı. Bunları taşıyabiliyor muyuz? Bunları taşıyorsak, bunları taşımamıza rağmen mi insanlar bize şöyle veya böyle ötekileştirerek bakıyor? Bir kere bunu bir düşünmek gerekiyor."
'Uğur Şahin İskenderun'da yetişseydi bu noktaya gelir miydi’
Yeneroğlu, kendisi gibi Almanya'ya göçen bir ailenin çocukları olan Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin Covid aşısı bulmasıyla ilgili hislerini şöyle dile getirdi: "Yakınen takip ediyorum, memnun oldum. Oradaki insanlar adına da böyle başarı öykülerinin çok değerli olduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle azınlık olarak yaşadığınız ortamlarda bu gibi başarı hikayelerinin özgüveni artırdığını biliyoruz. Benim babam da Köln fabrikasında çalışıyordu. Uğur Bey’in de babası Köln fabrikasında aynı dönemde çalışan birisiydi. Gittiği lisede de en başarılı olan öğrencilerden birisiymiş ve hatta ilk orada liseyi başarıyla bitiren Türk öğrenciymiş." "Ben bugün Türkiye’de ortaya koyduğum eleştirilerin 10 mislini Almanya’da yapıyordum. Şımarık bir azınlıktık. Belki arzu ettiğimizi elde edemiyorduk. Almanya da çok ciddi manada kurumsal ayrımcılığın, ırkçılığın olduğu bir ülke. Ama Türkiye’yle de mukayese edilemeyecek derecede demokratik bir ülke. Bu arkadaşlarımız da bu ortamdan istifade ederek zaten kendilerini geliştirebilmişler. Uğur Bey mesela şu anda, Türkiye’den göç etmeseydi Uğur Bey’in babası ve zannedersem İskenderunlu bir aileydi, İskenderun’da yetişmiş olsaydı, bugün geldiği noktaya gelme imkanı olabilecek miydi?” 'Milletvekilleri eleman kabul ediliyor' AKP'de milletvekilliği sürecini de değerlendiren Yeneroğlu, şunları söyledi: "Türkiye’de milletvekili olunca, sistem demokratik bir kültür üzerine bina edilmeyince, amir-memur mantığıyla, ezen-ezilen mantalitesiyle yürütülünce, zaten milletvekili olduktan sonra eleman pozisyonunda oluyorsunuz. Çok argo bir tabir oldu ama. Türkiye’de siyasi kültür bu şekilde. Sivil toplumdayken iletişimimiz eleştirel bir iletişimdi. Doğru bildiğimiz şeyleri rahatlıkla söylüyorduk kendisi de bu konuları göz ardı etmiyordu, en azından öyle bir görüntüyle karşı karşıyaydık. Fakat milletvekili olduktan sonra milletvekillerini genelde asker kabul ediyorlarmış, eleman kabul ediyorlarmış. Yani herhalde kişiliğinizi kapının önünde bırakıp o şekilde sürece, partiye, artık o mekanizmanın içerisinde kabul ediyorlarmış. Bunu süreç içerisinde gördüm. "Bir gün, hiç unutmuyorum, yine uçakta böyle baş başa konuşuyoruz ben de meseleleri kendisine anlatıyorum. Bana dedi ki, böyle gayet saygın bir ortamdı, dedi ki, Mustafa dedi, yani bunları söylüyorsun ama, cumhurbaşkanıyla konuştuğunu unutma dedi. Ben şaşırmıştım, yani ne demek istiyor diye. Ama süreç içerisinde daha net bir biçimde gördüm ki burada siyaset insanı maalesef temel değerlerinden, vicdanından, o vicdanın kendisine tembihlediği iradeden uzaklaştırabiliyor.
'Erdoğan kişiliğimi ezemeyeceğini gördü'
Yeneroğlu, istifa sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'la aralarında duygusal bir diyalog geçtiğini belirtti ve şunları ifade etti: "Kendisi kendince gerekçesini ortaya koydu. Fakat kabul edilebilecek bir gerekçe değildi benim açımdan. Çünkü ülkenin felakete doğru gittiğini ve bunun sebebinin kendisi olduğuna inanıyordum ve her ortamda da bunu dile getiriyordum. Benim bu konuda samimiyetim noktasında en ufak bir şüphesi yoktu aslında. En temel problemi de belki buydu. Yani benim kişiliğimi ezemeyeceğini gördü. Benim için kişiler değil değerler üstün ve bu değerlerin yaşanmadığı bir ortamda bulunup da suç ortağı olamam." 'Bülent Arınç'ın özgül ağırlığını MHP üstlendi' Yeneroğlu, hükümetin reform açıklamalarını ve sonrasında yaşananlarıysa şöyle değerlendirdi: “Arkadaşlar arasında konuşurken diyorum ki. Siyasi tarihimizin en kısa reformu oldu herhalde. Çünkü küçük ortak özgül ağırlığıyla yani Bülent Arınç’ın yerine koyduğu, eskiden Bülent Arınç, biliyorsunuz, parti içerisinde özgül ağırlığının olduğunu ifade ediyordu. Bugün Bülent Arınç’ın özgül ağırlığının olmadığını, özgül ağırlığını MHP’nin üstlendiğini, dolayısıyla küçük ortak da müsaade etmediği için reforma, bu reform başarısız oldu."'
'Başkanlık referandumunu desteklemek hayatımın en büyük hatalarından biri'
Yeneroğlu, 2017 yılında yapılan Başkanlık referandumunu desteklemenin hayattaki en büyük hatalarından biri olduğunu söyledi, ve şöyle devam etti: "Hayatımın en büyük hatalarından birisi. Nasıl olabildi? Tabii bunun üzerinde durmak lazım. Şimdi 2016’nın darbe teşebbüsü sonrası, biz o aylarda parlamentoya her geldiğimizde gerçekten çok duygusal anlar yaşıyorduk çünkü şöyle düşüneceksiniz, 15 Temmuz gecesi, gece saat 1:00 civarında, artık belki de ümit kesilmiş, parlamentoda silah dağıtılan, helikopterlerin inmeye çalıştığı, makinalı tüfeklerin ortalığı taradığı ve ortam içerisinde de artık herkese bir silah verilecek noktaya geldiğimiz, herkes kendisini savunsun pozisyonuna geldiğimiz, sonun göründüğü, ailemizle de helalleştiğimiz bir psikolojiyi göz ardı edemezsiniz bu meseleleri değerlendirdiğinizde. Bu ortam içerisinde biz bunları çok tartıştık. Bugün bunlarla ilgili çok daha net şeyler görebiliyoruz, ne kadar büyük bir hata içerisinde olduğumuzu görüyoruz." "Ama o dönem duygular, o psikolojik ortam, bizi birçok noktada daha farklı bir tartmaya yöneltmişti. O da nasıl? Mecliste mesela ben o gün itibariyle 1.5 yıllık bir milletvekiliyim, fakat birçok arkadaşımızla birlikte bu sistem değişikliğinin ciddi manada sorunlu olacağının bilincindeyiz. Hatta ve hatta, orada 30-40 arkadaşımız -Gelin birlikte hareket edelim, buna biz karşı çıkalım, karşı çıktığımız zaman zaten referanduma da gitmeyecek çünkü 340 oy gerekiyor parlamentoda, bunu sağlayalım- demiştik ama bizden çok çok daha kıdemli olan arkadaşlarımızı bu noktada ikna edemedik.”
'İlkeler üzerinden bir ittifak yapılabilir'
Yeneroğlu, DEVA Partisi'nin ittifaklara nasıl baktığını şöyle özetledi: "Biz diğer siyasi partilerle birlikte ne yapabiliriz, bunun üzerinde duracağız. O da şudur, mevcut ittifak modellerinin üzerinde, şunu gözardı edemeyiz, önümüzdeki seçimlere cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle gireceğiz. Dolayısıyla bir yol haritasıyla girmek zorundayız. Bu yol haritası da bizim için şu anlama geliyor: iki yıllık bir takvim üzerinden ve burada bir dizi reformlar üzerinden mutabakata varmamız gerekiyor. Yani millet ittifakıymışsın cumhur ittifakıymışsın ötesinde, bir yol haritası üzerinde ilkeler ve o ilkelerin belirlediği somut uygulamalar üzerinde ittifak yapılabileceğini gerekirse düşünüyoruz."
'Ütü masası üzerindeki laptop’dan toplantı'
Pandemi sürecinde karantina da yoğun çalıştığını belirten Yeneroğlu, özellikle yoğun bir şekilde Zoom üzerinden toplantı yaptıklarını anlattı: "Son aylarda tabii Zoom sebebiyle adeta yataktan toplantı odasına düşer bir noktadaydık. Benim yatak odamda bir ütü masası var, onun üzerine laptop’u koyuyordum, doğrudan, kendimi hazırladığım zaman toplantı ortamına geçmiş oluyordum. Tabii Meclis açıldıktan sonra, 1 Ekim sonrasıyla ilgili, Meclis çalışmaları da yoğunlaştı. Partimizin görevlendirmesiyle kongrelerine katılım noktasında yoğun bir süreç söz konusu oldu. Bu süreç önceki süreçlerden daha yoğun geçti diyebilirim."
'Siyaseti bırakmayı düşünüyordum'
Yeneroğlu, AK Parti'den istifasından sonra ciddi şekilde siyaset bırakmayı düşündüğünü ancak Türkiye'nin şartları nedeniyle bu fikri ertelediğini belirtti: "Siyaseti meslek olarak görmüyorum. Yani kalıcı olarak kendimi bir siyasetçi olarak ilelebet değerlendirmiyorum. Benim şu anda siyasetin içinde belki de bulunmamın sebebi bir zorunluluğun sebebi. Aksi takdirde ben AK Parti’den istifa ettikten sonra siyaseti bırakıp özel hayatıma çekilmeyi ciddi ciddi düşünüyordum. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlar bize bu imkanı şimdilik vermedi." 'Mütedeyyinlik' Türkiye toplumunda derin bir kutuplaşmanın hakim olduğunu ve bir arada yaşam ortamlarının çok zayıf olduğunu belirten Yeneroğlu, kendisinin de içinde yetiştiği mütedeyyin kesime ilişkin değerlendirmelerde bulundu: "Bugün mütedeyyin kitleler mütedeyyinliğin gerektirdiği değerlerle maalesef anılmıyor. Ben hep hayata şöyle bakarım: İlk önce aynaya bakarım, kendimin ne kadar değerlerimle ilkelerimle örtüşen bir yaşam biçimim var? Bunu da tekil değil de toplumsal yaşam içerisinde insanların nasıl algıladığı üzerinden okumaya çalışırım. Yoksa benim özel hayatımda benim duyarlılığım, benim dini değerlere yaklaşım biçimim beni ilgilendirir. Benim dışımda insanları ilgilendirmez. Ama o dini değerlerin şart olarak bana göre öne sürdüğü emin olma vasfı, dürüst olma vasfı, ahlaklı olma vasfı, etrafındaki insanlar nezdinde güvenilir olma vasfı. Bunları taşıyabiliyor muyuz? Bunları taşıyorsak, bunları taşımamıza rağmen mi insanlar bize şöyle veya böyle ötekileştirerek bakıyor? Bir kere bunu bir düşünmek gerekiyor."
'Uğur Şahin İskenderun'da yetişseydi bu noktaya gelir miydi’
Yeneroğlu, kendisi gibi Almanya'ya göçen bir ailenin çocukları olan Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin Covid aşısı bulmasıyla ilgili hislerini şöyle dile getirdi: "Yakınen takip ediyorum, memnun oldum. Oradaki insanlar adına da böyle başarı öykülerinin çok değerli olduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle azınlık olarak yaşadığınız ortamlarda bu gibi başarı hikayelerinin özgüveni artırdığını biliyoruz. Benim babam da Köln fabrikasında çalışıyordu. Uğur Bey’in de babası Köln fabrikasında aynı dönemde çalışan birisiydi. Gittiği lisede de en başarılı olan öğrencilerden birisiymiş ve hatta ilk orada liseyi başarıyla bitiren Türk öğrenciymiş." "Ben bugün Türkiye’de ortaya koyduğum eleştirilerin 10 mislini Almanya’da yapıyordum. Şımarık bir azınlıktık. Belki arzu ettiğimizi elde edemiyorduk. Almanya da çok ciddi manada kurumsal ayrımcılığın, ırkçılığın olduğu bir ülke. Ama Türkiye’yle de mukayese edilemeyecek derecede demokratik bir ülke. Bu arkadaşlarımız da bu ortamdan istifade ederek zaten kendilerini geliştirebilmişler. Uğur Bey mesela şu anda, Türkiye’den göç etmeseydi Uğur Bey’in babası ve zannedersem İskenderunlu bir aileydi, İskenderun’da yetişmiş olsaydı, bugün geldiği noktaya gelme imkanı olabilecek miydi?” 'Milletvekilleri eleman kabul ediliyor' AKP'de milletvekilliği sürecini de değerlendiren Yeneroğlu, şunları söyledi: "Türkiye’de milletvekili olunca, sistem demokratik bir kültür üzerine bina edilmeyince, amir-memur mantığıyla, ezen-ezilen mantalitesiyle yürütülünce, zaten milletvekili olduktan sonra eleman pozisyonunda oluyorsunuz. Çok argo bir tabir oldu ama. Türkiye’de siyasi kültür bu şekilde. Sivil toplumdayken iletişimimiz eleştirel bir iletişimdi. Doğru bildiğimiz şeyleri rahatlıkla söylüyorduk kendisi de bu konuları göz ardı etmiyordu, en azından öyle bir görüntüyle karşı karşıyaydık. Fakat milletvekili olduktan sonra milletvekillerini genelde asker kabul ediyorlarmış, eleman kabul ediyorlarmış. Yani herhalde kişiliğinizi kapının önünde bırakıp o şekilde sürece, partiye, artık o mekanizmanın içerisinde kabul ediyorlarmış. Bunu süreç içerisinde gördüm. "Bir gün, hiç unutmuyorum, yine uçakta böyle baş başa konuşuyoruz ben de meseleleri kendisine anlatıyorum. Bana dedi ki, böyle gayet saygın bir ortamdı, dedi ki, Mustafa dedi, yani bunları söylüyorsun ama, cumhurbaşkanıyla konuştuğunu unutma dedi. Ben şaşırmıştım, yani ne demek istiyor diye. Ama süreç içerisinde daha net bir biçimde gördüm ki burada siyaset insanı maalesef temel değerlerinden, vicdanından, o vicdanın kendisine tembihlediği iradeden uzaklaştırabiliyor.
'Erdoğan kişiliğimi ezemeyeceğini gördü'
Yeneroğlu, istifa sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'la aralarında duygusal bir diyalog geçtiğini belirtti ve şunları ifade etti: "Kendisi kendince gerekçesini ortaya koydu. Fakat kabul edilebilecek bir gerekçe değildi benim açımdan. Çünkü ülkenin felakete doğru gittiğini ve bunun sebebinin kendisi olduğuna inanıyordum ve her ortamda da bunu dile getiriyordum. Benim bu konuda samimiyetim noktasında en ufak bir şüphesi yoktu aslında. En temel problemi de belki buydu. Yani benim kişiliğimi ezemeyeceğini gördü. Benim için kişiler değil değerler üstün ve bu değerlerin yaşanmadığı bir ortamda bulunup da suç ortağı olamam." 'Bülent Arınç'ın özgül ağırlığını MHP üstlendi' Yeneroğlu, hükümetin reform açıklamalarını ve sonrasında yaşananlarıysa şöyle değerlendirdi: “Arkadaşlar arasında konuşurken diyorum ki. Siyasi tarihimizin en kısa reformu oldu herhalde. Çünkü küçük ortak özgül ağırlığıyla yani Bülent Arınç’ın yerine koyduğu, eskiden Bülent Arınç, biliyorsunuz, parti içerisinde özgül ağırlığının olduğunu ifade ediyordu. Bugün Bülent Arınç’ın özgül ağırlığının olmadığını, özgül ağırlığını MHP’nin üstlendiğini, dolayısıyla küçük ortak da müsaade etmediği için reforma, bu reform başarısız oldu."'
'Başkanlık referandumunu desteklemek hayatımın en büyük hatalarından biri'
Yeneroğlu, 2017 yılında yapılan Başkanlık referandumunu desteklemenin hayattaki en büyük hatalarından biri olduğunu söyledi, ve şöyle devam etti: "Hayatımın en büyük hatalarından birisi. Nasıl olabildi? Tabii bunun üzerinde durmak lazım. Şimdi 2016’nın darbe teşebbüsü sonrası, biz o aylarda parlamentoya her geldiğimizde gerçekten çok duygusal anlar yaşıyorduk çünkü şöyle düşüneceksiniz, 15 Temmuz gecesi, gece saat 1:00 civarında, artık belki de ümit kesilmiş, parlamentoda silah dağıtılan, helikopterlerin inmeye çalıştığı, makinalı tüfeklerin ortalığı taradığı ve ortam içerisinde de artık herkese bir silah verilecek noktaya geldiğimiz, herkes kendisini savunsun pozisyonuna geldiğimiz, sonun göründüğü, ailemizle de helalleştiğimiz bir psikolojiyi göz ardı edemezsiniz bu meseleleri değerlendirdiğinizde. Bu ortam içerisinde biz bunları çok tartıştık. Bugün bunlarla ilgili çok daha net şeyler görebiliyoruz, ne kadar büyük bir hata içerisinde olduğumuzu görüyoruz." "Ama o dönem duygular, o psikolojik ortam, bizi birçok noktada daha farklı bir tartmaya yöneltmişti. O da nasıl? Mecliste mesela ben o gün itibariyle 1.5 yıllık bir milletvekiliyim, fakat birçok arkadaşımızla birlikte bu sistem değişikliğinin ciddi manada sorunlu olacağının bilincindeyiz. Hatta ve hatta, orada 30-40 arkadaşımız -Gelin birlikte hareket edelim, buna biz karşı çıkalım, karşı çıktığımız zaman zaten referanduma da gitmeyecek çünkü 340 oy gerekiyor parlamentoda, bunu sağlayalım- demiştik ama bizden çok çok daha kıdemli olan arkadaşlarımızı bu noktada ikna edemedik.”
'İlkeler üzerinden bir ittifak yapılabilir'
Yeneroğlu, DEVA Partisi'nin ittifaklara nasıl baktığını şöyle özetledi: "Biz diğer siyasi partilerle birlikte ne yapabiliriz, bunun üzerinde duracağız. O da şudur, mevcut ittifak modellerinin üzerinde, şunu gözardı edemeyiz, önümüzdeki seçimlere cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle gireceğiz. Dolayısıyla bir yol haritasıyla girmek zorundayız. Bu yol haritası da bizim için şu anlama geliyor: iki yıllık bir takvim üzerinden ve burada bir dizi reformlar üzerinden mutabakata varmamız gerekiyor. Yani millet ittifakıymışsın cumhur ittifakıymışsın ötesinde, bir yol haritası üzerinde ilkeler ve o ilkelerin belirlediği somut uygulamalar üzerinde ittifak yapılabileceğini gerekirse düşünüyoruz."
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.