Nezih Onur Kuru: “Depremdeki birincil sorumlu müteahhitler değil, siyasiler ve toplumdur”

Nezih Onur Kuru: “Depremdeki birincil sorumlu müteahhitler değil, siyasiler ve toplumdur”
“Depremde ölümler sınıfsaldır” tartışmasında “Olan biten her şeyi sınıfa indirgemek zihinsel tembellik” paylaşımı çokça tartışılan Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi doktora öğrencisi Nezih Onur Kuru: “Bu işin birincil sorumlusu aç gözlü müteahhitler değil. Esas sorumlu, denetlemeyi bir kenara bırakıp kendi zenginlerini yaratmak için rant alanları açan siyasiler ve kurallara bağlı rasyonel bir yaşam tarzı üretememiş toplum. Müteahhitler bu sürecin sonucudur.”
Haber dosyasını podvcastini dinlemek için tıklayın

Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi doktora öğrencisi Nezih Onur Kuru, İzmir depreminden sonra başlayan ‘sınıf tartışmasına’ İzmir Bayraklı’da yıkımın gerçekleştiği mahallelerde eğitim seviyesinin yüksek olduğunu, emlak değerlerinin üst seviyelerde olduğunu hatırlatıp, “Olan biten her şeyi sınıfa indirgemek zihinsel tembellik” paylaşımıyla katılmıştı. Kuru, şunları yazmıştı:

“Zengin-fakir edebiyatı veya sınıfsal analiz yaptığınızda, kültürel yozlaşma ve kurumsal çöküntüyü konuşamazsınız. Sadece ekonomi konuşursanız siyaset ve toplumun etkisini en aza indirgersiniz. Rant ekonomisinde sanayileşmeden önce kamusal sivil kültürün oturmayışı temel sebep. Bu işin birincil sorumlusu açgözlü müteahhitler değildir. Kurallara bağlı rasyonel bir yaşam tarzı üretememiş toplumdur, denetlemeyi bir kenara bırakıp kendi zenginlerini yaratmak için rant alanları açan siyasilerdir. Müteahhitler bu sürecin sonucudur. Asıl sorumluyu görmek lazım.”

“İşin için de ekonomi varsa her şey sınıfsaldır ama tamamen değil”

Nezih Onur Kuru, çok tartışılan paylaşımından sonra başlayan tartışmalar için Kısa Dalga’ya şu değerlendirmeyi yaptı:

“Depremin sınıfsallığı tartışmasında en sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Ekonominin içine girdiği her konu en azından bir ölçüde sınıfsaldır, ama tamamen sınıfsal değildir. Tamamen sınıfsal derseniz, toplumlara bir kısmı sanayileşmeden önce miras kalan devlet kurumları ve toplumsal normların etkisini yok sayarsınız. Ayrıca birey düzeyinde kültürel değerlerin ve aktör davranışlarının etkisini konuşamazsınız.

Nitekim deprem en temelde ekonomiden önce bir rasyonel kamusal otorite meselesidir, yasa koyucu aktörler, yani merkezi ve yerel otorite rasyonel kurallar ve denetleme mekanizmalarıyla bu sonucu engelleyemedikleri için Türkiye gibi bir deprem ülkesinde doğrudan ve birinci derecede sorumludurlar.

Yani siz bu depremlerde zenginler ölmüyor derseniz ve siyasal iktidarı doğrudan hedef almazsanız, bu ezberle bu konu tartışılır. Ben bu konuda siyasal iktidarın hedef alınması gerektiğini ve artık toplumda rasyonel bir talebin canlanması gerektiğini düşünüyorum.

“Müteahhitler birinci derece sorumlu değil”

17 Ağustos depremini Avcılar’da yaşadığım için ve hala ailem Avcılar’da bulunduğu için durumu yakinen gözlemliyorum. Bir adım geriden bakarsak bu işin birincil sorumlusu aç gözlü müteahhitler değil. Evet, müteahhitler sorumlu ama birinci derece sorumlu değiller.

Esas sorumlu, denetlemeyi bir kenara bırakıp kendi zenginlerini yaratmak için rant alanları açan siyasiler ve kurallara bağlı rasyonel bir yaşam tarzı üretememiş toplum. Müteahhitler bu sürecin sonucudur. Asıl sorumluyu görmek lazım.

“Cadde üstü binalarda rant için kolon kesildiği biliniyor”

Avcılar, Bayraklı gibi pek çok ilçede yıkılan binaların gecekondu veya dar gelirli kişilerin yaşadığı binalardan ziyade cadde üzeri binalar olduğu görülüyor.

Bu binalarda daha çok iş yeri ve daire alanı, yani rant için kolonların kesildiği ve hem kamunun hem toplumun bunlara ses çıkarmadığı herkesin bildiği bir gerçek.

“Yoksul tanımı çok geniş”

Bununla birlikte Türkiye’de sınıf analizi yoksullukla karıştırılıyor, orta sınıf yok sayılıyor ve yoksul tanımı çok geniş tutuluyor. Orta sınıfın da son dönemde yoksullaşmasıyla birlikte zengin-yoksul ikiliği üzerinden orta sınıfı yok sayan siyah-beyaz bir yaklaşım söz konusu.

Bu yaklaşımla birlikte bir yandan sınıf analizinin teorik değeri düşüyor, diğer yandan sınıfsal çatışma ve ortaklıkların yanı sıra diğer etkenler olan kültürel yozlaşma ve kurumsal çöküntüyü konuşulamıyor.

Türkiye’de yoksul tanımı çok geniş yapılıyor, tanımı bu kadar geniş tutunca her şeyi yoksulluğun içine giriyor, böyle olunca da her şey ekonomik gibi görünüyor bu sefer de siyaset göz ardı edilmiş oluyor.

Emlak değeri ve eğitim düzeyi olarak Beşiktaş-Kadıköy seviyesinde

Emlak ve eğitim değerleri geliri tahmin etmek için kullanılan başlıca değişkenler. Son 10 yılda eğitimin gelir üzerinde etkisi azalsa da, Bayraklı’da nüfusunun yarısı 40 yaş üzerinde bulunan bu iki mahallede önceki kuşaklar için ayırt edici parametreler. Eğer siz en üst sınıf harici her yerleşim birimini yoksul sayarsanız, Türkiye’de 33 bin mahalle arasında, lise-üniversite mezunu oranı ve emlak değerine göre 250-350 arasında değişen sıralarda, yani yüzde 0.5-1’lik dilimde yer alan Manavkuyu ve Mansuroğlu mahallelerinde yaşayanları, hatalı bir şekilde yoksul kategorisinde değerlendirirsiniz. Ayrıca bu mahalleler eğitim ve emlak değerlerinde İzmir’de 1300 mahalle arasında ilk 30’da yer alırken, Bayraklı’nın 23 mahallesinde ilk 2 sırada bulunuyor. Halbuki, bu mahalleler son yıllarda hızla dönüşen ve İzmir’de orta-üst ve üst sosyal statüde (veya orta sınıfta) bulunan insanların yerleştiği ve orta direk meslek gruplarının İzmir ve Türkiye ortalama standartları üzerinde hayat sürdüğü yerleşim birimleri.

Ayrıca İzmir’de Balçova gibi bataklık arazisi olan ilçelerde yıkım olmadı. İzmir’in gecekondu semtlerinde de yıkılan bina yok. Veya Bayraklı’nın bu iki mahalleye yakın mahallelerinde bulunan ve daha düşük gelirlilerin oturduğu binalar da ağır hasar görmedi.

Demek ki sorun karikatürleştirilen zengin-yoksul meselesi değil sadece. Ekonominin yanı sıra coğrafi, kurumsal, kültürel pek çok sebep bir arada.”

Dosyanın tamamını okumak için tıklayın.


Podcast