Orman yangınları gerçeği 1: Faili meçhul, akibeti meçhul
Dünyada her yıl yaklaşık 4 bin orman yangını çıkıyor ve bu sayı her geçen yıl katlanarak büyüyor. Yangınların yüzde 80’inden insanlar doğrudan sorumlu. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (World Wide Fund for Nature-WWF), “Yangınlar, Ormanlar ve Gelecek: Kontrolden Çıkan Bir Kriz” başlıklı raporuna göre, 2020 yılı, orman yangınları konusunda felaket yılı olarak belirtilen 2019’dan daha da kötüye gidiyor.
Raporda yangınların bir kısmının bilinçsizce yapılan insan hataları ya da ihmaller sonucu meydana geldiği belirtiliyor. Ayrıca büyük bir bölümünün de insanlar tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığı belirtiliyor ve orman yangınlarının birçok ülkede ekonominin bir parçası haline geldiği vurgulanıyor.
Türkiye için 2020 verileri henüz tamamlanmadı ama şimdiye kadar yaklaşık 4 bin 99 hektarlık orman alanının yandığı belirtiliyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2019’da 2.688 yangın ile 11 bin 332 hektar orman alanı yandı.
Bu yangınların 1309’nun faili meçhul…
883’ünün sebebi ihmalkarlık.
“Kasıtlı” olduğu düşünülen yangınların sayısı da 124… Özellikle kıyı bölgesindeki yangınlar, genel itibariyle “kasıtlı yangınlar” kategorisinde değerlendiriliyor.
Her orman yangının ardından kamuoyunda tepkiler yükseliyor, rant ihtimali gündeme getiriliyor, faillerin bulunması isteniyor. Peki ya sonrası? Yanan alana ne yapıldığı, faillerin kimler olduğu hatta tam olarak ne kadar alanın yandığı gibi temel sorular bile bilgi kargaşası içinde yanıtsız kalıyor.
Adrasan’da 18 Eylül’de çıkan yangını sahada takip etmiştik,
Orman yangınlarıyla ilgili bu belirsizliğin nedenlerini, çözüm önerilerini İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Orman mühendisi emekli Prof. Dr. Tuncay Neyişçi, Türkiye Ormancılar Derneği ikinci başkanı Ahmet Hüsrev Özkara ve TEMA Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Dr. Hikmet Öztürk’le konuştuk.
“Sorunu bilgi çözer”
Prof. Dr. Tuncay Neyişçi, orman yangınlarıyla ilgili soruların yanıtsız kalmasını, yangın sonrası ortaya çıkan belirsizliği Türkiye’de yangın uzmanı olmayışına bağlıyor:
“Türkiye’de 10’nun üzerinde orman fakültesi var. Bunların ilgili bölümleri de var. Bu bölümdeki meslektaşlarımdan hangisi bu soruların cevabı üzerine bir araştırma yapmış. Şimdi kasıt dediğiniz zaman, Orman Bakanlığı’nın bütün istatistiklerinde vardır. İşin çok daha ilginç tarafı, 80 seneden beri bu istatistikler tutuluyor. Bu rakamların hiçbirisi aşağı yukarı değişmemiştir. Bana şimdi akademisyen olarak veya Orman Genel Müdürlüğü’nde teknisyen olarak çalışanlardan herhangi birisi şu sorunun cevabını verebilir mi? Bu kastı yapanların yüzde kaçı kadın yüzde kaçı erkektir. Yüzde kaçı ilkokul mezunudur. Yüzde kaçı üniversite mezunu, var mıdır böyle bir rakam.
Alt başlıklara girdiğiniz zaman hiç bir sorunun cevabını verebilecek hazırlıkları yok. O zaman siz kastın olduğunu nerden bileceksiniz? Veya kastı engellemek için nasıl tedbir alacaksınız? Bu tembellikten kurtulmak lazım. Helikopter çözmez işi, helikopter değil bu tür bilgiler çözer. İhmali yapan kim? Kentli mi, köylü mü, genç mi, yaşlı mı? Bilmiyorsunuz…”
“Rant var demek yetmez, takip edeceksiniz”
Prof. Dr. Neyişçi, yanan alanların ranta açılması, buralara otel yapılması gibi ihtimallerin gündeme getirilmesinin yetersiz olduğunu, bu konuları başta akademisyenler, sivil toplum örgütleri olmak üzere kamuoyunun takip etmesi gerektiğini söylüyor:
“Sorunlara akılcı, emek harcayarak yaklaşmıyor iseniz o zaman basit bahanelerin arkasına sığınırsınız. Bizde genellikle çevreci, sivil toplum örgütleri, akademisyenler şunlar, ben de dahil, çok basit bahaneler uyduruyoruz. ‘Siz beş yıl önce burası ranta açılacak’ demiştiniz. Beş yıl içerisinde ne yaptınız? Hiç gidip orayı incelediniz mi? Bu, emek ister. Ama hiçbir çevrecinin böyle bir sorumluluğu veya ormancının veya aydının böyle bir sorumluluğu almadığını, böyle bir gerekliliği yerine getirmediğini adım gibi biliyorum. Bu değişmeden, bahaneler üretip arkasına saklanmak sorunları çözmüyor, ağırlaştırıyor.
Mesela Ayvalık’ta Şeytan Sofrası bölgesini, sivil toplum örgütleri karış karış izlediklerini, gün gün, yıl yıl, ay ay, izlediklerini kamuoyuna aktarmış olsalardı bakın o zaman hiç bu ranttan söz etmezdik. ‘Burası takip ediliyor ya, onun için yapamayız arkadaşlar’ derlerdi.”
Yapılaşmada tek sorun yangın değil
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi öğretim üyesi Profesör Dr. Doğanay Tolunay ise şunları söylüyor:
“Bir yere otel hotel yapılacaksa yakmaya gerek yok. Bugün Türkiye’nin ormanları yaklaşık 22,7 milyon hektar. Bunun 20 milyon hektarında her türlü oteli yapabilirsiniz, madencilik faaliyetleri yapılabilir, çöplük yapabilirsiniz aklınıza gelebilecek onlarca ormancılık dışı uygulamayı buralarda yapabilirsiniz. Yasalar buna izin veriyor. Dolayısıyla bir otelci buraya otel yapmak istiyorsa burasını yakmasına gerek yok. Gidip Turizm Bakanlığı’ndan o bölgeyi turizm gelişim bölgesi ilan ettirmesi yeterli.
Böyle düşünülmesinin nedeni internet üzerinde aradığında ilk ulaşabildiği Bodrum yarımadasındaki bir otel örneğinden kaynaklanıyor. Pina yarımadasında yanan alana otel yapıldı. Ama bu doğru bir örnek değildi. Çünkü o Pina Yarımadası turizm gelişim bölgesi ilan edilmişti. Ve burada birkaç tane otel yapımına başlanmıştı. Ve bu süreçte orda bir yangın çıktı. Yanmasa da oraya otel yapılacaktı.
Neredeyse bütün Ege-Akdeniz kıyılarındaki otellerin büyük bir çoğunluğu hep orman alanları içindedir. En bilinenleri Belek sahilindeki otellerin tamamına yakını orman alanı içindedir. Ya da Marmaris’teki oteller ve buralar yanmamıştır.
Kaz Dağları’nda maden açıldı. Yanmamıştı orası gitti. 400 bin kadar ağaç kesildi. Ordu Fatsa’daki altın madeni ya da Kirazlı, şimdi bakın Sinop geldi. Sinop Nükleer Santrali yapılacak orda da ormanlar kesiliyor. Ya da öyle şeyler var ki işte üniversite kampüsü. İşte Koç Üniversitesi dahil olmak üzere, en az ona yakın belki biraz daha fazla üniversite kampüsü tamamen ormanların içinde yapıldı. Dolayısıyla rant alanlarında sorun sadece orman yangınları değil. Bir kampüs yaptıysanız, sağlık tesisi yaptıysanız, havalimanı yaptıysanız buraları tekrar orman haline getirmeniz mümkün değil. Bunlar çok daha riskli ve bu şekildeki uygulamalar her geçen gün maalesef artıyor.”
TEMA: “OGM’nin istatistikleri detaylı”
Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Genel Müdür Yardımcısı Dr. Hikmet Öztürk ise Orman Genel Müdürülüğü’nün istatistikleri ayrıntılı olarak aktardığını belirterek, şu bilgileri aktarıyor:
“İhmal diye niteledikleri anız, çöplüklerden çıkan yangınlar, avcı ateşleri, çoban ateşi, sigara, piknik ateşlerinden çıkan yangınlar şeklinde gruplandırarak istatistikler veriliyor. ‘Kasıt’ olarak baktığımızda, terör olup olmadığını, kundaklama olup olmadığını ya da ormanda açma maksadıyla yakılıp yakılmadığını da yine paylaşıyor. ‘Kaza’ ise, enerji trafik ve diğerleri diye. Bu anlamda istatistiklerin yeterince paylaşıldığını düşünüyorum ben…
Orman yangınlarıyla ilgili istatistikleri iki şekilde değerlendirelim; birincisi anlık paylaşılan veriler. Yani bir yerde orman yangını oluyor ve sonrasında şu kadar hektar orman alanı yandı deniliyor. Ya da yangın esnasında bir tahmin yapılıyor. Eğer açıklamalar yangın esnasında yapılmışsa yangın devam ederken verilen bilgileri zaten dikkate almamak lazım. Yangın söndürüldükten sonra verilen bilgileri dikkate almak lazım. İkincisi ise, yayınlanan yıllık istatistik verileri…”
Öztürk, ulusal ve uluslararası verilerdeki karmaşayı da şöyle açıklıyor:
“Ulusal verilerle diğer uluslararası kaynaklardan verilen örneğin, Avrupa Birliği’nin EFFIS (Avrupa Orman Yangınları Bilgi Sistemi) bilgileri yayınlıyor. Bir diğeri de Global Forest Watch’un altında Forest Fire denilen bir modül var, oradan da anlık yangınları takip edebiliyorsunuz. Bu verilerle Türkiye istatistiklerinin tutmaması normal. Çünkü anlık verilere baktığınız zaman, hem EFFIS hem de GFW’un altındaki Forest Fire modülü uydu görüntülerinden hareket ederek tahminler yapıyor. Ve bu yapılan tahminlerde de orman alanlarını ve açık arazileri birbirinden ayırt etmiyor. Dolayısıyla bir yere baktığınızda çok sayıda yangın görüyorsunuz ama bu yangınların hepsi orman yangını değil. Arazide yakılan bir anız veya tarlada yakılan bir ateş, onlar da uydu üzerinden görülebiliyor.”
“İstatistikler doğru tutulmalı”
Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerinin yereldeki dernek ve vakıflarla da ciddi rakamsal farklılıkları var. Örneğin Ağustos 2019’da İzmir/Menderes’te çıkan yangında, yanan orman alanı Türkiye Ormancılar Derneği tarafından 6.647 hektar olarak tespit edilmişti. Orman Genel Müdürlüğü verilerinde 500-600 hektar olarak belirtilmişti. Bu ciddi farklılık uzun süre tartışma konusu olduğunda OGM veriyi 4.346 hektar olarak değiştirmişti.
Öztürk, bu durumla ilgili de şunları söylüyor: “Alanlarla ilgili OGM normal istatistiklerde verdiği verilere karşı bir elbette bir güvensizlik var, halk arasında… Bunun ayrıntılı çalışmadan, bu güvenin yeniden tesisi çok mümkün olmaz ama yangın alanlarının küçük gösterilmesinin ormancılık teşkilatına da bir yarar sağlamayacağını düşünüyorum. Çünkü yangını kontrol etmek açısından kendi verilerini kontrol etme, başarılarını takip etme açısından bu bilgilerin doğru tutulması, istatistiklerin doğru tutulması önemli.”
Yangından sonrası
Orman yangını sonrası bir başka tartışma da “ağaçlandırma çalışmaları.”
Prof. Dr. Doğanay Tolunay, bu çalışmaların nasıl yapılması gerektiğini anlatıyor:
“Öncelikli olarak yanan orman alanının hangi türlerden oluştuğunun değerlendirilmesi gerekiyor. Ülkemizde Ege ve Akdeniz bölgesinde çıkan yangınların büyük bir çoğunluğu kızılçam ormanlarında. Kızılçam orman yangınlarına uyum sağlamış bir tür. Ne demek bu orman yangınlarına uyum sağlamış tür: Akdeniz bölgesi iklim koşulları gereği insan öncesinde de sık sık büyük orman yangınlarının yaşandığı alanlar ve kızılçam bu yangınlar sırasında zarar görse de kozalak içindeki tohumları yangından zarar görmüyor. Yangın sonrasında kızılçamın kozalakları açılarak tohumları külün içine düşüyor.
Yangınla birlikte ölü örtü dediğimiz kalın tabaka yandığı için ve tohumlar külün içine düştüğü için hemen orada çimlenmeye başlar.
Kızılçam ormanlarını sadece koruyarak, bir yıl sonra oraya çok sayıda tohumun geldiğini hatta metrekarede benim kendi gördüğüm, kızılçam yangın sonrası gördüğüm alanlarda metrekarede 25-30 taneye kadar fidan geldiğini görüyoruz.
Ayrıca dikilen fidanların genetik faktörleri de dikkate alınmalı. Çünkü iklim koşulları farklı olan bir başka bölgeden getirilen fidanlar ekolojik farklılıklar nedeniyle o toprağa tutunamayarak ölebilirler. “
Abone Ol
İyi gazetecilik posta kutunda!
Güncel haberler, haftalık ekonomi bülteni ve Pazar derginiz Plus’ı email olarak almak için abone olun.