SEZEN AKSU’YA SALDIRMAK / BİLİNÇLİ SEÇİM: “MİNİK SERÇE”

SEZEN AKSU’YA SALDIRMAK / BİLİNÇLİ SEÇİM: “MİNİK SERÇE”
Dün Sabahattin Ali’lere, Yaşar Kemal’lere, bugün Metin Akpınar’lara, Müjdat Gezen’lere, Sezen Aksu’lara yönelik “saldırıları”, kendisi de benzer şekilde hedef gösterilen Sanatçı Levent Üzümcü ile değerlendirdik. Üzümcü’ye göre Sezen Aksu ve bestesi “meze edilerek” gündem değiştirilmeye çalışıldı ama tutmadı. Yaşanan sürecin “organize bir hareket olduğunu” belirten Üzümcü, siyasetin ve Sezen Aksu’yu hedefe alanların bu tavrını “aymazlık” olarak nitelendiriyor.




Bugün “Gereği Düşünüldü”de Sezen Aksu’ya yönelik, bize göre “tehdit ve moral saldırı”lar üzerinden, bu ülkenin sanatçılarının yaşadığı atmosferi konuşacağız.

Önce Erdoğan’a sırtını yasladığını hissettiren grubun eylemlerini, ardından ittifakın küçük ortağının açıklamalarını ve nihayet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dil koparmaya” varan sözlerini merkeze alıp sanatçılara yönelik tehditleri işleyeceğiz.

 

Ama önce helalleşeceğiz. Evet önce, aşklarımızın, yolculuklarımızın, umutlarımızın tam da ortasındaki Sezen Aksu ile helalleşeceğiz. Tıpkı bu toplumun farklı kesimlerinin Sabahattin Ali ile helalleştiği gibi. 

Sezen Aksu’yla helalleşemezsek, bize göre oldukça bilinçli yürütülen bu saldırı sürecinin altındaki “derin” amacı anlatamayız. Yekten söyleyelim bize göre Sezen Aksu’ya saldırı, 12 Eylül 2010 akşamında oluşan yaranın üstündeki mührün koparılma gayretidir.

Sezen Aksu’ya yapılan saldırıları, kendisi de benzer “tehdit”lere maruz kalan bir isimle, “Avrupa Yakası”ndan iyi bildiğimiz Tiyatro ve Sinema Sanatçısı ve aynı zamanda Siyasetçi Levent Üzümcü ile değerlendirdik.

Aslında konumuz sadece Sezen Aksu’ya yönelik saldırıları değil. Sanatçılara yönelik tehditleri Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Metin Akpınar, Müjdat Gezen, Berna Laçin ve Levent Üzümcü’yü örneklem olarak alıp konuşacağız.

Şöyle bir baktığımızda tehdidin; kimi zaman bir toplumsal grup tarafından yöneltildiğini, siyasetin aygıtlarıyla, devletin Diyanet gibi, yargı gibi kurumlarıyla geliştirildiğini görüyoruz. Şimdi de bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın kendisine, “ülkesindeki bir sanatçıyı hiza getirme görevi ihdas ettiğine” tanık oluyoruz.

 

“SIKIŞMIŞ” İKİ İSİM: SABAHATTİN ALİ VE SEZEN AKSU

 

Girişte Sezen Aksu’nun adını, Sabahattin Ali ile birlikle anmamız bilinçli bir tercihti. Her ikisi de sıkışmıştı. Bu nedenle birlikte andık.

Dönemin sol kesimi, Sabahattin Ali’yi “hiçbir zaman gerçek bir komünist olmamak”la eleştiriyordu. Kimine göre ise sosyalistti ve nihayet Nihal Atsız, O’nu “vatan haini” olarak ilan edecekti. Belki de bu sıkışmışlık Sabahattin Ali’yi bu ülkeden kaçmak için, kendisinin bile “Milliyetçi Emniyet Hizmetleri ajanı” olduğundan şüphelendiği Mehmet Ali Cimcoz’dan yardım umduracaktı.

Konumuz; Sabahattin Ali’nin ölümü değil, O’nun sisteme ve sistemin temsilcilerine yönelik eleştirileri nedeniyle mahpuslar yatması. Konumuz; Sabahattin Ali örneği üzerinden bir yazara, şaire yönelik baskılar.

 

“UCUBE” HEYKELDEN DİL KOPARMAYA

 

Bir film yönetmeni olsaydınız ve filminizin konusu sanatçılara yönelik baskılar olsaydı, filminizi 70 yıl önceden bugüne bağlarken sekmelerinizden biri, “ucube heykel” olurdu. Dün “İnsanlık Anıtı” “ucube”ydi, bugün yazılan bir şarkı sözleri “ucube” oluyordu. Birini söyleyen bu ülkenin Başbakanıydı. Birini söyleyen şimdiki  ittifak ortağı. Önce dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars’taki “İnsanlık Anıtı” için söylediklerini dinleyelim. Zaten, Mehmet Ersoy tarafından yapılan bu heykel de Erdoğan’ın şu sözlerinden sonra yıkılacaktı.

 “Değerli kardeşlerim, bir şeyi daha burada vurgulayacağım; Burada Hasan Harakani hazretlerinin hemen yanıbaşında, bir ucube oraya koymuşlar. Bir garip bir şey dikmişler. Değerli kardeşlerim, tabi bu oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkarane eserlerin olduğu yerde böyle bir şeyin olması düşünülemez. Ve konuyla ilgili olarak, belediye başkanımız süratle görevini yerine getirecektir. Ve bunu süratle bekliyoruz, inşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz.”

Anlayacağınız dün heykeller yıkılıyordu. Şimdi iş, “dil koparma”ya varıyordu. Bu nedenle asıl konumuz, şimdiki ittifak ortaklarının söyledikleri. Ama önce “dün”lere bakalım.

Örneğin Yaşar Kemal’den söz edelim. 1950’de Komünizm propagandası yaptığı için tutuklanan Yaşar Kemal, 1990’ların ikinci yarısında, yazdıklarıyla bölücülük yaptığı gerekçesiyle yargılandı. “Türkiye Üzerindeki Kara Bulutlar”ı anlattığı için “halkı düşmanlığa tahrik”ten mahkum oldu. Cezası ertelendi ama o erteli ceza, Yaşar Kemal’in başının üstünde hep bir kılıç olarak sallandı.

 

DÜN YAŞAR KEMAL; BUGÜN AKPINAR, GEZEN, LAÇİN VE ÜZÜMCÜ

 

Sanatçı üzerindeki baskının aparatı olarak yargının ağırlıkla kullanıldığını söylersek yerinde olur. Örnek mi? Metin Akpınar ve Müjdat Gezen.

Bu iki sanatçının katıldıkları bir televizyon programında Cumhurbaşkanı’nın toplumu azarlamasından yakınmaları “Cumhurbaşkanı’na hakaret” olarak yorumlanıyor ve haklarında 4 yıl 8’er aya kadar hapis istemiyle dava açılıyordu. Ve bu davanın açılması öyle kolay değildi. Ülkenin Adalet Bakanı’nın izni gerekiyordu ve Bakan bu izni vermişti.

“Bunu niye anlatıyorsunuz, sonu beraatle bitmedi mi?” diyebilirsiniz. Ama bir an şöyle düşünün: 80 yaşındasınız ve elinizde tuttuğunuz, okuduğunuz herhangi bir metin değil. Bu ülkenin Cumhuriyet Savcısının, Adalet Bakanı’ndan izin alarak hazırladığı resmi bir evrak. İddianame. Ve davanız aylar sürüyor. Bir gün bile cezaevine alınma tehdidinizin ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz? Hele 80 yaşındaysanız.

Diyelim ki bu ülkede bir sanatçısınız ve bu ülke topraklarında deprem oluyor ve siz bu ülkenin sanatçısı Berna Laçin’siniz. Ve deprem paralarının nereye gittiğini soruyorsunuz. Ertesi gün kalkıyorsunuz ve bu ülkenin koca koca gazetelerinde Ankara Başsavcılığı’nın hakkınızda soruşturma başlattığını görüyorsunuz. Diyelim ki isminiz Berna Laçin ve idama karşısınız ve bunu, “idam çözüm olsaydı, Medine toprakları tecavüzde rekor kırmazdı… Devlet tribün sesleriyle toplum inşa edemez” diyorsunuz. Bu kez “halkın dini değerlerini aşağılamak”la suçlanabiliyorsunuz.

Diyelim ki bu ülkede sanatçısınız ve adınız Levent Üzümcü. Tam da sanatçıların içinde bulunduğu durumu özetliyorsunuz, Anayasa’yı hatırlatıyorsunuz ve bu hatırlatmayı, sanatçı benzetmesiyle, “Akmehepe”ye yapıyorsunuz, “Sahne sanatları yoğun bakımda, Türkiye’nin %60’ını yönetmekle övünenlere Anayasa’yı uygulamaya çağırıyorsunuz” diyorsunuz, bu ülkenin savcısı da sizi ifadeye çağırıyor. Ve savcı soruyor:

“Sosyal medyadaki bu paylaşımınızla halkı kin ve nefrete sevk ettiğiniz değerlendirilmektedir. Neler söyleyeceksiniz?”

Bir değil, iki değil kimi zaman da “Cumhurbaşkanına hakaret”le suçlanıyorsunuz. Ve emek verdiğiniz Devlet Tiyatroları’ndan kovuluyorsunuz.

Evet Levent Üzümcü’nün sözlerini birazdan uzun uzun aktaracağız. Ve asıl konumuza geleceğiz. 

 

SİSTEMİN APARATI OLARAK; MİLLİ BEKA HAREKETİ

 

Evet, anladığınız üzere güncel konumuza geldik.

Kendilerini Milli Beka Hareketi olarak adlandıran yapının başındaki Murat Şahin geçtiğimiz günlerde önce Tarkan’ı hedef aldı. Bu isime göre Tarkan’ın şarkısındaki “cuppa” sözü “cunta” demekti, şarkı sözündeki “hey tayfa kalk kalk” sözü FETÖ’cüleri 15 Temmuz’da kalkışmaya çağırmaktı ve saire.

Murat Şahin bu paylaşımından beklediği verimi alamayınca arşivlerde şöyle bir tarama daha yaptı ve Sezen Aksu’nun 2017 yılında yaptığı “Şahane Bir Şey Yaşamak” şarkısına gözü takıldı. Tamam, bu şarkıdaki sözler bu toplumda iş yapardı. Hem belki 2010 referandumunda “yetmez ama evet” dediği için Sezen Aksu’ya yönelik linç girişimine toplumun aydın kesimleri de katılıverirdi, umut bu ya. Böylelikle bir taraftan hem gündem değiştirilmiş olunacak, hem “Milli Beka Hareketi” devletteki isimlere “işe yararlığını” gösterecek ve bize göre asıl önemli olan da hedef alınan toplumsal kesim, Sezen Aksu’nun 2010 referandumundaki tavrı nedeniyle ikiye bölünecekti. Böyle mi oldu birazdan değerlendireceğiz ama önce Sezen Aksu’ya yönelik tehdidi hatırlatalım:

Murat Şahin, Sezen Aksu’ya “minik cahil” dedi ve ardından “akşama kapındayız” diye paylaşımda bulundu. Murat Şahin, bu tehditlerinden sonra “sen kimsin?” diye soranlara kimliğini “Milli Beka Hareketi”nin sosyal medya hesabından gösterdi: 

Kolaj fotoğrafta önde Cumhurbaşkanı Erdoğan, arkada da Murat Şahin duruyordu. Murat Şahin “Ben buyum” diyordu. Ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan “Ne yapıyorsun, Sayın Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını böyle kullanamazsın” diyen yoktu.

Ertesi akşam ne oldu? Murat Şahin yaklaşık 20 kişiyle Sezen Aksu’nun evinin olduğu sokağa vardı ve o ana kadar sosyal medyadan yazdıklarını sesli tekrarladı. O sesleri, “not düşmemiz gerektiği” için aktarıyoruz:

“Burada toplanmamızın sebebi, Sezen Aksu’nun yazmış olduğu bir şarkının içinde geçen ‘Selam söyleyin o cahil Adem ile Hava’ya’ tepki vermek, insanlığın atası olan ilk peygamber hazreti Adem aleyisselleme ve Havva annemiz aleyisselleme alenen aşağılamasına karşılık bu minik cahile burada toplanmış bulunmaktayız. Şimdi de Yüce Allah’ın yarattığı ilk insan olan hazreti Adem ayelisselleme ve hazreti Havva aleyisselleme, kabul etmemiz mümkün olmayan söylerle aşağılamaya çalışmıştır. Maalesef görüyoruz ki bu ülkenin bazı sözde sanatçıları bu ülkede sanat yaptığını zannederek milli ve manevi damarlarımızı tıkamak dini değerlerimize de hakaret etmek için birbirleriyle yarış içine girmişlerdir.”

 

O SESİN SAHİPLERİ: DİYANET İŞLERİ VE BAHÇELİ

 

Murat Şahin ve Milli Beka Hareketi “kullanışlılığını kanıtlamaya” çalışıyor, başkaları da sosyal medya hesaplarında “boy gösteriyordu” belki de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böyle bir şeye ihtiyacı da yoktu.

Daha öncelerdeki alkol ve LGBT’lilerle ilgili tartışmalarda da söz söyleyen” Diyanet İşleri Başkanlığı şimdi de isim vermeden Sezen Aksu’nun 4 yıl önceki şarkısı ile ilgili tartışmaya girmişti.

Diyanet’e göre Sezen Aksu’nun yaptığı, “Dini şahsiyetlerle ilgili özensiz tutum”du ve “en hafif tabirle saygısızlık”tı. “Maksadı, niyeti ve bağlamı ne olursa olsun, İslam'ın seçkin, önder ve örnek şahsiyetlerine dair söylenen her cümlede, yapılan her açıklama ve yaklaşımlarda son derece hassas ve dikkatli olunması gerek”irdi.

Kendini ispat etmeye çalışan yapılarda, Diyanet’te bunlar oluyordu da siyasette ne oluyordu? Cumhur ittifakının ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli Meclis kürsüsünden ‘bildiğimiz ses tonu ve el hareketleriyle’ şunları söyledi. 

 “Mesela yazdığı ucube bir şarkının sözleri arasında Hz. Adem ile Hz. Hava’ya ‘cahil’ diyen sorumsuz ve şuursuz bir sanatçının alamet olarak bindiği sefalet ve rezalet hali, dünyevi kıyamet olan cehalet çukurunun açık seçik bir numunesidir. Bu sanatçıya diyorum ki serçeysen serçeliğini bil, sakın kuzgunluğa heves etme. Bu tiplerin kafaları arızalı, kalpleri taşlı ve dikenlidir.”

Burada bir not düşmemiz gerekiyor: Dün İnsanlık Anıtı “ucube” ilan edilirken siyasetin bugün bir şarkıyı “ucube” ilan ettiğini siz de farkettiniz mi?

“Hareket”, “Diyanet” ve “siyaset” bunları yaparken “hukuk” geri kalır mıydı?

Ankara’da, İstanbul’da vatandaşlar, avukatlar adliye yollarında yarıştılar.  Hepsinin ortak dileği, Sezen Aksu’nun “Halkı kin ve düşmanlığa sevketmek” ve “halkın dini değerlerini aşağılamak”tan yargılanıp hapse mahkum edilmesiydi.

Küçük bir hatırlatma; TCK’daki bu madde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mahkum olduğu eski 312’nci maddedir.

 

ÜZÜMCÜ: “ORGANİZE BİR HAREKET”

 

Süreci biraz uzun tuttuğumuzun ve neler olup bittiğini biraz uzun anlattığımızın farkındayız ama zannımızca gerekiyordu. Şimdi bütün bunları yukarıda adından bahsettiğimiz Tiyatro ve Sinema Sanatçısı Levent Üzümcü ile değerlendirelim.

Levent Üzümcü de bizim gibi, 2010 Anayasa referandumu sırasında “yetmez ama evet”çilerin tutumuna dikkat çekiyor. Üzümcü, 2010 referandumunun Türkiye’yi demokratik bir ülke yapma adımı olmadığını, daha diktatöryal bir yönetime yol açacağının daha o zaman belli olduğunu belirtiyor. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilen 2018 yolunun 2010 yılında atıldığının notunu düşüyor.

Biz bu çalışmamaza, Sezen Aksu ile “hellaşme”yle başladık. Açıkçası Levent Üzümcü’ye “Siz helalleşiyor musunuz” diye sormadık çünkü anlattıklarını dinlerken buna gerek görmedik.

Levent Üzümcü’ye, Sezen Aksu’ya yönelik tepkileri nasıl değerlendirdiğini sorduk ve Üzümcü şunları söyledi:

 “Temelde söylenmesi gereken şey, 4 yıl önce yapılmış bir bestenin sözlerinin neden bugün gündeme getirildiği. Biraz öyle bakmak lazım bu duruma. Bu parça neden şimdi ısıtılarak önümüze konuluyor. Neden şimdi 4 yıl önce yapılmış bir şarkının sözü gelip de önümüze konuluyor. İnsanlar, 20 kişilik gruplar halinde Sezen Aksu’nun evine gitme ve orada eylem yapma cesaretini nereden buluyorlar. Bunlara bakmamız lazım. 

Biliyorsunuz bu eylemi yapan Milli Beka Hareketi’nin başkanı olan şahıs, sahte polis kimliği, çakarı ve telsiziyle yakalandı. Yani burada gerçekten ceza alması gereken insanlar hak ettikleri cezaları görmüyorlar. Bu bir organize hareket. Devletin bütün kurumları, eylemi yapanlar da dahil olmak üzere, mahkemeler de dahil olmak üzere, bu organize hareketin içerisinde. Tamamıyla şu an var olan gündemi saptırmak amacıyla, böyle gerçek anlamıyla abuk sabuk ve saçma sapan şeyler yapıyorlar.

Koca koca partilerin liderleri, bilmem kaç yaşında insanlar çıkıp, ‘serçe serçeliğini bilsin, kuzgunluğa özenmesin gibi –ben edebi söyledim, onlar böyle söylemiyorlar- laflar etme haklarını kendilerinde görüyorlar. 

Bütün yapılmak istenilen şey, Türkiye’ye bir armağan olarak verilmiş (siyasi görüşü ne olursa olsun, katılmak zorunda değiliz, ben de değilim, siz de değilsiniz) bir insanın, gelmiş bir insanın, hepimizin hayatında çok çok önemli bir yeri var Sezen Aksu’nun. Sadece şöyle bir örnek vermek istiyorum; müzik uygulaması spotify’da, neredeyse her yıl en fazla aranan ve dinlenen sanatçı Sezen Aksu. Bu bile onun Türk müziği, Türk sanatı için ne kadar önemli bir insan olduğunun göstergesidir.

Şimdi kendisine sanki siyasi bir mezeymiş gibi davranılmaya çalışılmasını, müthiş bir aymazlık ve çaresizlik olarak görüyorum. 

Yani artık burada kaliteden yoksun bir siyaset söz konusu. Çünkü dinin siyasete alet ediliyor olması artık tükenmiş bir şey. Pek çok insanın gözünde tükenmiş bir şey. Çünkü insanlar, gerçekten sofralarına koyacak ekmek bulamaz duruma gelmiş durumdalar ve bunun oluşmasının çok önemli bir nedeni de insanların böyle suni gündemlerle gerçek gündemlerden uzaklaştırılması. Artık insanların bunu yiyeceğini zannetmiyorum. İşte öyle 20 kişilik bir takım gruplar çıkacaktır ortaya, onlar birtakım saçma sapan eylemler yapacaklardır. Bunlar vatan millet adına görünen ama hiç alakası olmayan şeylerdir.

Sezen Aksu hayatı boyunca çalışmış, hayatı boyunca başarmış bir insan. Bugün bence vatanına milletine en çok düşkün olan gerçekten ‘aşık’ olan insan, işini en iyi yapan insandır. Bu insanların goygoy dışında yaptıkları hiçbir şey yok. Vatana millete hayırlı yaptıkları hiçbir şey yok. Şimdi kalkıp bu vatanın milletin en çok çalışan insanlarına saldırıyor olmalarının altında da bu yatıyor.”

 

“BESTEYİ MEZE EDEREK GÜNDEMİ DEĞİŞTİRME ÇABASI”

 

Levent Üzümcü’ye, Sezen Aksu’ya yapılan benzer saldırıların neden geçmişten bu yana süreklilik kazandığını sorduk. Sabahattin Ali’lere, Yaşar Kemal’lere yönelik tehditlerin şimdi kendisine, Metin Akpınar’lara, Müjdat Gezen’lere yönelik tehditlerle benzer olup olmadığını soruyoruz. Ve ekliyoruz hedefte neden sanatçılar var?

Üzümcü’nün yanıtını aktaralım: 

“Valla değişen bir şey olmuyor Türkiye’de açıkça söylemek gerekirse, Dün ‘Nazım Hikmet’lerin ‘Sabahattin Ali’lerin başına gelen Bugün ‘Sezen Aksu’ların, ‘Zülfü Livaneli’lerin başına geliyor olması, daha dün ‘Yaşar Kemal’lerin başına geliyor olmasının altında yatan, organize bir durum söz konusu. İster buna ‘derin devlet’ deyin, ister buna ‘derin milliyetçilik’ deyin, ister buna ‘vatan millet sakaryacılık’ deyin, bunlar insanların canına, insanların özgürlüğüne kasteden insanlar. Farkındaysanız, öldürülmemek için, hapislerde sürünmemek için Nazım Hikmet bu ülkeden kaçmak zorunda kaldı. Sabahattin Ali, kaçarken ormanlarda öldürüldü. İşte Yaşar Kemal’in başına gelmeyen kalmadı. Yine siyaseten katılıp katılmamak durumundan uzaklaşmış durumdayız artık. Yani işte Orhan Pamuk’u beğeniyor ya da beğenmiyor olabilirsiniz ama Orhan Pamuk da buna benzer şeyler yaşıyor. 

Burada sanatçılara bu tarz davranışlar, her zaman için, onların kendi içinde bulundukları durumu başkalarıyla paylaşması. Popülatireteliyle ilgili, etki alanları ile ilgili bir korkunun sonucunda oluyor.

Nazım Hikmet’in zamanında Türkiye’de yaşayan sosyalistlerin, Türkiye’de yaşayan komünistlerin sesi olması ve aydınlık bir Türkiye istiyor olmasıydı dokunan şey. Bugün ise dokunan şey; Sezen Aksu’nun yapmış olduğu besteyle, o besteyi kendilerine meze ederek gündemi değiştirme çabası. Yani her iki yönden de ‘kazan kazan’ durumundalar. Yani bugün Türkiye’de suni gündem oluşturarak sanatçıları kullanıyorlar. Onların etki alanları üzerinden bunu yapıyorlar. Örneğin bunu herhangi bir dizide oynayan ikinci üçüncü sınıf bir aktör söylemiş olsaydı buna benzer bir şeyi, bu kadar büyütülmezdi. İsim ne kadar büyükse onun yaptığı şeyi de o kadar büyüterek eylemlerine meze yapmaya çalışıyorlar. Ama biraz önce de söylediğim gibi, insanlar böyle gürültülerle açlıklarını unuturlar mı onu bilmiyorum.”

 

“SİSTEM CEHENNEMİN ODUNU YAPMAYA ÇALIŞIYOR AMA TUTMAZ”

 

Sanatçı Levent Üzümcü, şimdi siyasetçilerin sanatçılara yönelik tavrı için “Büyük bir çaresizlik anlamına geliyor. Büyük bir çıkmazın içinde olduklarının en önemli göstergelerinden bir tanesi” diyor.

Levent Üzümcü’ye göre sanatçılara ve toplumun diğer muhalif kesimlerine yönelik saldırıların temelinde de aslında, 1950’lerde başlayan ve 1980 Darbesi sonrasında daha da gerileyerek kurumsallaşan toplumsal dönüşüm ve değişim yatıyor.

Türkiye’yi “ileriye doğru fırlamak için yayında bekleyen ok”a benzeten Üzümcü öngörülerini de şöyle aktarıyor:

“Tabi ki bunun (toplumsal değişimin) sonuçları olacaktı. Türkiye’deki bu uzun süren sınıfsal çatışmalar, sonunda bizi şu noktaya getirdi ki bu sistem, sistemin çarklarını döndüren yağlılarla birlikte hatta çarklarıyla birlikte yok olup gidecek.

Yani 1950’de başlayan bir yalanın dolanın, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı siyasetin 1950’lere kadar uzanan ilk seçimle birlikte bitecek Türkiye’de. Artık Türkiye, -şöyle bir şey söyleyeceğim, bunu ilerleyiş anlamında söylüyorum- Türkiye gerilmiş bir yaydaki ok gibi. İleriye doğru fırlayacağını düşünüyorum. Acık açık söyleyeyim; ben buna gerçekten inanıyorum. Çünkü Türkiye çok fazla baskılandı. Dışarıda mikrofonlara konuşan insanlardan, çoluktan, çocuktan, yaşlıdan, gençten herkesten görüyorum. Bir halinden vaktinden memnun olanlar var, buna şükredenler var. Bir de daha iyi yaşamak isteyenler var. Daha iyi yaşamak isteyen insanların daha çok olduğunu düşünüyorum ben. Ve bu insanların bir araya gelerek, her ne olursa olsun, umduğumuz, hayal ettiğimiz ve çok uzun süreden beri kurumuş bir ekmek gibi boğazımıza yapışıp kalan, bu 1950’lerde başlayan sistemi söküp atacağımızı düşünüyorum.

Bakın ben burada şundan bahsediyorum; bu köhnemiş, dini siyasete alet eden sağcılıktan bahsediyorum ben. Hani liberal kapitalizmin kurallarını belirlemiş, beğenmiş, benimsemiş insanlardan bahsetmiyorum. Buradaki sağdan kastım o değil. Buradaki sağdan kastım; milliyetçi muhafazakar bir takım boş laflarla, birtakım dolduruşlarla gaza getirilebilecek kitlenin artık sayısının azalması. Yani sosyolojik bir şeyden bahsediyorum burada. Burada kimi alet etmeye çalışırlarsa çalışsınlar, hangi sanatçıyı bu korkunç sistemin cehenneminin odunu yapmaya çalışırlarsa çalışsınlar bunun tutacağını zannetmiyorum. Çünkü hayat her zaman su gibidir, yolunu bulur. Türkiye Cumhuriyeti’ni artık 1950 kafasıyla yönetmenin kimseye faydası yoktur. Bunu da ilk seçimlerde göreceğimizi düşünüyorum.”

 

VE GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ

 

Sanatçılara yönelik tehditleri, örnekler üzerinden araştırdık üç sonuca vardık:

Birincisi; Sanatçılar etki alanları nedeniyle her zaman egemenlerin ve onun aparatlarının gözetiminde tutulmuş ve bu mekanizma gerektiğinde harekete geçmiş.

İkincisi, sanatçı popülaritesi nedeniyle, kendisine yönelindiğinde her zaman gündem değiştirmenin iyi bir aygıtı olarak kullanılmış.

Ve nihayet üçüncüsü, Sezen Aksu 2010 referandumundaki tavrı nedeniyle, “toplumun muhalif kesimini de kendi içinde ayrıştırmak” için seçilmişse bu tutmamış. Tam tersine bu kesim “Minik Serçe” ile helalleşme, en azından sahip çıkma yolunu seçmiş durumda.


Podcast